Sayın Misafir’e ve Diğer Dostlarımıza…

3

Açıklama:  Sitemizin temel direklerinden İlhan Akıncı’nın 15 Eylül 2018 tarihli Orta Dünya ve Din / Ruh ve Beden makalesinin yorum kısmında, Misafir rumuzlu bir okuyucumuz, başka bazı okuyucularımızın da duygu ve düşüncelerine tercüman olarak, kıymetli yorumlarını paylaştı. İlhan Akıncı’nın yazısına yollanmış bir yorum olmasına karşılık, Misafir’in kendisinin de ifade ettiği gibi, muhatap daha çok şahsımdı. Sorular yönlendiriliyordu. Hafif ve tatlı bir serzeniş de hissedilmiyor değildi… Sitemizin ilgili olduğu konulara yönelik bir şevkin ve sevgiden kaynaklı bir heyecanın tezahürü olduğu apaçık… Cevap vermek için tuşlara basarken muhatabım sadece Sayın Misafir değil; kendilerine tercümanlık yapmış olduğu diğer duygu ve fikirdaşları idi… Bilsinler ki, hepsinin yorumlarına ve katılımlarına ihtiyaç hissediyoruz. Varlığınızı duymaya ihtiyacımız var. Bu sitenin muhatabı, devamlı yorumları ile bize motive eden o dört kişi olmamalı sadece… Onlar kendilerini biliyorlar 🙂 Yorumlara bakarsanız sizler de o 3 – 4 ismi göreceksiniz zaten.


Sayın Misafir,

Sorularınıza elimden geldiği kadarıyla cevap yazmaya gayret edeceğim. Ama anlaşılıyor ki, cevaplarım size tatmin edici gelmeyecek.

Nasreddin Hoca’yı bir sokak lambası altında görmüşler. Lambanın aydınlığı altında yerde bir şeyler arıyormuş.

‘Hoca, hayırdır ne arıyorsun?’

‘Anahtarımı düşürmüştüm onu arıyorum.’

‘Tam olarak nerede düşürmüştün? Biz de dikkatlice bakalım seninle beraber.’

‘Sokağın şu ilerisinde düşürmüştüm.’

‘Ama burası ile orası arasında bir hayli mesafe var. Niye burada arıyorsun?’

‘Çünkü orada lamba yok. Karanlık…’

Bu hikâye çok hoşuma gider. Çok insanın hayatında bu yanlış tarzı ve bile bile lades olmayı görmüşümdür. İnsanlar genelde kolay olanı tercih ederler. Efendimiz (sav) de, iki mesele arasında muhayyer kalsa kolay olanı tercih ederdi. Ama insanlar bundan farklı olarak, genelde, birbirine eşit olmayan iki durumda da kolay ama sonuç vermesi zor durumu tercih ediyorlar ya da tercih ediyor gibi savruluyorlar.

Sutu Boğda için daha ilk yazımızda, bunun bir yolculuk olduğunu ifade etmiştik. Yani elimizde bütün cevapların hazır olduğu bir sandık ya da dosya yok. Bazı şeyleri yola çıkarken biliyorduk; bazılarını yol esnasında öğrendik; bazılarını yol esnasında iptal ettik ve değiştirdik ve bir hayli sorunun cevabını halen bilmiyoruz. (Benim daha çok önemsediğim ve eğer bir farkımız olacaksa burada olacağını düşündüğüm ise, “Sormamız gereken önemli soruları daha soramadık. Çünkü henüz farkına varmadık.”) Belki bu bizim tembelliğimizden, beceriksizliğimizden, tefekkür ve araştırmalarımızın zayıflığından olabilir. Fakat şunu da biliyoruz ki, ilim de bir rızıktır ve Rezzak-ı hakiki Allah’tır. Nasreddin Hoca’nın insanlara anlatmak istediği nüktede olduğu gibi bir tavırda olmayı hiç düşünmedik. Yani sonuçsuz olacağını bile bile kolay görüneni yapmayı… İlk yazıda anlatmaya çalışmıştık:

Kendi ömrü vefa etmediği için bu görevi; yani binlerce sayfalık notların düzenlenme ve tashih işini kendi sevgili oğluna (Christopher) tevdi etmişse,

Bu sevgili oğlu 90 yaşını aştığı halde (doğumu 1924), babası gibi kendisi de hayatını adayarak bu görevi tamamlama yolunda halen delice çalıştığı halde, bitiremeyecek gibi gözüküyorsa,

Yani iki seçkin beynin ve hayatın bir “hayal dünyası” uğruna ömürlerini tüketmelerine bakılırsa,

Burada mantığımıza oturmayan ve yukarıda değindiğimiz kontrastlar üzerinde seyredebileceğimiz bir başka büyük; hem de çok büyük bir hikâye var gibime geliyor. Hayatını adadığı büyük hikâyesinden daha büyük bir hikâye var olduğunu düşündürtüyor.

İki insan hayatlarını buna adamışlar ve sonunu getirememişler. Ve devamında şunlar vardı:

Sutu Boğda, John Ronald Reuel Tolkien’in (1892-1973) bu hikâyesinin peşine düşmemizin ardından ortaya çıktı. Bu hikâye esnasında bizler de çok farklı sürprizlerle karşılaştık ve bu peşe düşme yolculuğu, bizim kendi “arayış” (quest) hikayemize dönüştü. Bu yolculuk sürecinde bir araya gelmiş bir arkadaş grubuyuz biz. Yolculuğumuz ne zaman neticelenir ve yine bu yolculuk sırasında yeni yol arkadaşlarımız kimler olur; bunlar bizim için de meçhul.

Bu bizim için bir yolculuk. Ne zaman neticelenir, bunu bilmiyoruz. Sonuna varır mıyız, bunu da bilmiyoruz. Açıkçası takipçilerimizin niceliksel durumu çok iştah açıcı değil; bunu görüyoruz ama çalışmağa devam ediyoruz. Elbette basit analojiler ile kolay sonuçlara varabiliriz. Ama ben ve arkadaşlarım, vicdanımızdan tasdik almamış, doğruluğuna inanmadığımız fikir suretine girmiş vehimlerimizi insanlarla paylaşamayız. Bunu ancak kendi aramızdaki müzakerelerde ve kendi dünyamızdaki tefekkürlerimizde yapabiliriz. Eğer ki böyle bir spekülasyonda bulunacaksak, bunun bir varsayım olduğunu ve “kesin bir gerçek” olarak anlaşılmaması gerektiğini, bizi ciddiye alan muhataplarımıza izah etmenin bir fikir namusu olduğuna inananlardanız. Yoksa, analoji oldukça kolay bir iştir. Zihnimizde bize hoş gelen bir kıyafeti, bir senaryoyu Tolkien ve anlatısına giydirmek hiç de zor değil. Batı dünyasında ve artık tüm dünyada bu konuda zengin bir literatür meydana geldi. Onlarca yıldır insanlar kendi görüşlerini Tolkien ve anlatısına zorla giydirmeye çalışıyor. Bizim de elbette varsayımlarımız, tahminlerimiz ve hatta senaryolarımız var. Ancak bütün bunların temelleri sağlam, ciddi bir fikir haline dönüşmeden ve vicdanımızdan ve cisimleşmiş vicdan haline gelmiş mana büyüklerinden tasdik almadan genel okuyucu ile paylaşılması -en azından- kendimize saygımızla örtüşmez.

Biz De Öğrenciyiz

Sorduğunuz soruların bazılarına cevap veremedik; çünkü henüz cevabı biz de bilmiyoruz. Ben İblis ile Melkor’un aynı varlık olmadığını biliyorum. Ve ayrıca, henüz paylaşmak için daha fazla bilgiye ihtiyaç hissettiğim Melkor hakkında başka bazı şeyler… Ama Melkor’un tam olarak ne olduğunu ve İblis ile irtibatını bilmiyorum. Dolayısı ile hoşunuza gidecek ve sizi tatmin edecek cevap ve yorumlara sahip değilim.

Aynısı melekler için de geçerli. Bu yazıda dendiği gibi, Ainur’un melekler olmadığını öğrenmiştim. Ama belli bir vakte kadar Ainur benim için meleklerdi ve ben bundan emindim. Hatta Manwë, Cebrail (as)’dı. Bu o kadar net gözüküyordu ki, benim için… Ta ki, Lütfi Efendi’ye başka soruların yanında, bu konunun da yöneltilmesi ile beraber… Sonuç benim için şok ediciydi. Benim arkadaşlarım için de… Eğer o sıralar da emin olduğum bu bilgiyi; yani Manwë’nin Cebrail (as) ve Ainur’un da melekler olduğu kanaatimizi paylaşsa idim, büyük bir yanlış yapacaktım.

Bazı okuyucularımız merakla, bu yazının devamını bekliyor. Gönül koyanlar bile (sizin gibi) olduğunu tahmin ediyorum. “Fazla naz aşık usandırırmış” derler. Fakat işin aslı şu: O yazının devamını yazmayı düşündüğüm günlerde, bir arkadaşımdan yeni bir şey öğrendim. Benim bilgilerimde tashih gerektiren bir durumdu bu… Bu yeni bilgi, serinin üçüncü yazısına farklı bir derinlik getirecek ve eskisini tashih edip geliştirecek yeni bir kapı açıyordu. Fakat, buradaki kritik bir nokta, benim mana büyüklerinden öğrenmem gereken bir şeyleri gerektiyordu. Yani kapıyı açacak anahtar elimde değildi. Aradan 2,5 sene geçti. Anahtar hala benim elimde değil. “Benzet benzet yaz” değil ki Sutu Boğda’nın tarzı… Tolkien ve hayatını adadığı misyonu, zannedildiğinden de ciddi. Tam farkına varılamamış bu misyonun bize de tesir eden bu ciddiyeti olmasaydı, benim 50 yaşıma yaklaşırken, cüceler, devler, elfler, periler ve ejderhalar ile uğraşan bir adam olmam, kulağa ne kadar komik gelirdi sonra değil mi? 🙂

Sorulara Dair

2. Sorunuzda geçen elfleri -kısmen- izah ettik. Diğer arkadaşların (İlhan Akıncı’nın son yazısında olduğu gibi) elfler hakkındaki uğraşıları, bu konunun; yani elflerin mahiyeti konusunda daha da ilerlemek adına çok önemli. Yoksa mesele, İslamî argümanlar ile ilişkiler kurma ve İslamî kaynaklarda neye tekabül ettiğinin ismini koyma meselesi değil. Araştırmalarımız devam etmekte bu konuda. Bana göre asıl sorulması gereken soru şu: “Tolkien, modern dünyanın gündemine/zihnine elfleri (cinleri değil) niye geri döndürdü?”

3. numaralı sorunuza gelecek olursak; yani “Tarık Bey Oktan Keleş’ten ve Latif Baba’dan naklen valar için melek değil ilk atalar/ruhaniler/yüce dost(lar?) ve elfler için cinlerin tam kemale ermiş olanları (elifan) olduğuna işaret etmişti.”

Ben böyle bir işarette bulunmadım. Kesinlikle böyle bir kastım yoktu. Atalar hiç demedim. Yüce Dostlar da, demedim. Ruhaniler ifadesini başka yazar arkadaşlar kullandılar. Ben -henüz- kullanmadım. Elfler ile cinler arasında böyle bir satırı ise hiç hatırlamıyorum.

Manwë’nin Ülgen Ata olduğunu hiç düşünmedim. Dolayıyla nasıl imlemiş olabilirim?

“Ama biz Tarık Bey’den Hz. Hızır’ın Gandalf olduğunu öğrenmiştik bu sitede. Ancak Gandalf valardan değil maiardan. Hasılı Tolkien’in dünyasında melekler yok; sizin tarafınızdan İslami perspektif üzerinden, İslami olanla örtüştürülerek bize aktarılanda ise net olarak “evet işte şu şudur, bu budur” diyebileceğimiz oturmayan parçalar çok. Hâlâ net/sarih olarak, evet valar şu varlık grubu, maiar ise şuna tekabül ediyor, melekler ve cinler Tolkien’de şu isimle bize aktarılıyor denilmedi. Denilmediği gibi yukarıda ifade etmeye çalıştığım üzere Hz. Hızır’ın varlık kategorisinde çelişki var.” demişsiniz.

Evet, Gandalf ve Hızır ilişkisine defaatle değindim. Tolkien’in dünyasında meleklerin olmadığını hiç söylemedim.

“…sizin tarafınızdan İslami perspektif üzerinden, İslami olanla örtüştürülerek bize aktarılanda ise net olarak “evet işte şu şudur, bu budur” diyebileceğimiz oturmayan parçalar çok. Hâlâ net/sarih olarak, evet valar şu varlık grubu, maiar ise şuna tekabül ediyor, melekler ve cinler Tolkien’de şu isimle bize aktarılıyor denilmedi.” Çok doğru. Yukarıda da değinmeye çalıştığım gibi, bu şekilde bir yol takip etmedik/edemedik. Enteresandır ki, bizde de o parçalar oturmadı. Biz de net/sarih olarak “evet valar şu varlık grubu, maiar ise şuna tekabül ediyor, melekler ve cinler Tolkien’de şu isimle bize aktarılıyor” diyemiyoruz. Böyle bir vaadimiz de olmadı. Biz sadece bir yolculukta olduğumuzu söyledik. Bu yolda belki yeni yoldaşlarımız olur, dedik. Tekrar olacak ama, “Bütün cevaplar elimizde” nobranlığına hiç düşmemeye çalıştık. Bu cevaplara ve parçaların oturmasına sizden daha muhtaç olduğumuza inanabilirsiniz.

Hızır (as)’ın varlık kategorisinde, dediğiniz çelişkiyi çözecek bir argümanım ve tezim var. Ama doğru olup olmadığını bilmiyorum. Tasdik mekanizması” işlemedi daha…

“…her iki dünya arasındaki ilişki hâlâ müphem/muğlak/flu.” demişsiniz. Çok doğru. Asıl dikkat çekici ifadeniz “iki dünya”… Meselenin düğümlendiği yer zaten hep bununla alakalı oldu. Alakasız gibi görünebilir; ama, uzun sürmesini düşündüğüm benim Minas Tirith ve İstanbul serimin bile amaçlarından biri, bu konu hakkındaki tezim idi… Tabii ömür vefa eder, Allah ilmimizi arttırırsa…

“Ne zaman bu bulutlar ortadan kalkacak, çelişkiler giderilecek, irtibatlar sarih ve sahih/soru işaretine yer bırakmayan bir biçimde ortaya konulacaktır? Bu sitenin varlık amaçlarından biri de bu değil midir, takdim yazısında ifade edildiği üzere.” demişsiniz. Bunun da cevabı diğerleri gibi; bilmiyorum ve Allah ne zaman ve nasıl nasip ederse… Bahsettiğiniz takdim yazısının adı Sutu Boğda Peşinde Bir Ömür ve ilk satırı da şu:

Bir insan hayatının neredeyse tamamını sadece bir hikâyeye adıyorsa,
.

Son satırı ise:

Bundan dolayı, Hem Tolkien’i hem de Sutu Boğda hakikatını anlamak için bir yolculuğa çıktık ve şimdi buradan devam edeceğiz. Hadi hayırlısı. Vira Bismillah…

“İlaveten Tolkien’in dünyasında maiardan Melkor’un sağ kolu ve muakkıbi olan bir Sauron gerçeği var, yine İslami çerçeveye ne şekilde oturtacağımız meçhul olan bir karakter olarak.” demişsiniz. Peki, Sauron sadece Sauron olamaz mı? Niye illa ki, İslam tarihinden bir karakter ile örtüşsün? Ki bunun yanında, Sauron’un deccalî yanı ile ilgili birçok tespitler olmuştu. Özellikle Ahmet Mesud Bozkurt’un yazılarında.

“Hülasa Tolkien’deki bu çift başlı, iki başrollü filmi nasıl değerlendireceğiz “nass”ın çerçevesinde?” demişsiniz. Yine o önemli “iki dünya” meselesi. Tolkien’in “secondary world” kavramını yeteri kadar bimeden, çok şeyler yerine oturmayacaktır. Belki de bu yüzden Ahmet Mesud Bozkurt, özel konuşmalarımızda bu kavram ve “Peri Masalları Üzerine” kitabından dolayı, Tolkien’in müceddidî tabiatından bahsediyordu. “Peri Masalları Üzerine” anlaşılmadan; yani sitemizdeki “MYTHOPOEIA” serileri (Tolkien ve Mythopoeia ve Mythopoeia Üzerine) ve “Faerie” kavramı bilinmeden sadece “şu şudur, bu da budur” tarzındaki ilişkilendirmeler ve analojiler, bizi bir yere (en azından derinliği olan bir yere) götürmeyecektir. İlk düğme daha baştan yanlış iliklenmiştir. Mesele Yüzüklerin Efendisi ve hatta Silmarillion’u anlamak değildir. Mesele “Tolkien’in anlamak”; tabiri caizse onun zihnine nüfuz etmektir. Yukarıda geçen kavramlar bu yüzden de ayrıca üzerlerinde teemmülü hak ediyorlar.

Misafir rumuzlu okuyucumuz, bizimle beraber yolculuğa; “Sutu Boğda Yolculuğuna umarım sabreder. Daha da ötesinde, kıymetli yorum ve çalışmaları ile destek olarak, meşakketli ama lezzetli bu yolculukta bizlere de eşlik eder, vazifemizde bize yardımcı olur.

Hürmet ve muhabbetle…

Paylaşın.

Yazar Hakkında

3 yorum

  1. Siteye yeni dahil olduğumda bende misafir yorumcu gibiydim aynı şeyleri düşünüyordum.Ama sitedeki yazılarla anladığım şey belki herşey gerçek değildi belki de gerçekler vardı ama günümüzde anlamak mümkün değildi. Sonra tolkienin frodosunu aragornunu sam’ini bilbosunu okumayı değil yaşamanın gerektiği bilgisi geldi bir şekilde.Sonra birbiriyle eşleştirme oyunundan vazgeçtim.Çünkü bilgi dediğimiz şey yaşanmayınca ağırlıktan bir hükmü olmuyordu aklımız kalbimiz için.Yoksa aynı bilbonun günümüzde yaşamış halii var.ladikli ahmet ağa.onun hocasıda gandalf.kast ettiğimiz anlamda bilgili olmayan birisi.bence bilbo gibi maceralar yaşamıştır eminim.ama ondan öğrendiğimiz şey sahabeler ve peygamberler gibi yaşadığı aşktır..işte şimdiki fikrim ise şu oldu.Aragorn gerçekten olmamış olsa bile frodo sam pippin diye biri yaşamamış olsa bile önemli değil artık.Tolkien yaşantımıza onu sokmuş ve bizi onlardan biri yapmış.İnsanları doğayı macerayı sevdirmiş, iyi ve kötü durumlarda nasıl hareket edebileceğimizi sunmuş. Adım gibi eminim tolkien anlattıklarını yaşamamızı istiyor yoksa çoktan o budur şu şudur derdi.Biliyorduki bunun hiç bir faydası olmayacaktı.Bence gandalfı tanımış olup tasdik ettirmek hikayeye bizim giriş biletimizdi.Gerisini yaşayarak seyretmek çok zevkli.Yaşamak derken yanlış anlaşılmasın, an gelir sam gibi bişeylere sahip çıkmaya çalışırsın korursun yeri gelir elfler gibi meselen olmayan bir davaya sadece sevdiğin kişilere sevgi sunmak için yardım edersin yeri gelir gimli gibi sana zıt karaktere max derecesinde dost oluverirsin yeri gelir gandalf gibi aşkka tüttürürsün dumanı 🙂 öyle yani. Yada frodonun yıllarca beklediği gibi beklersin tekrar gandalfın gelmesini onu görmeyi. Ya da alt yarıtının gerçekten var olup olmadığını aklında sorgularken emeği geçenlerden Allah razı olsun dersin ve yaratılanlara farklı gözle bakarsın ve ölü bedenlerde görürsün alt yaratı mükemmel şarkısıyla dahil olsada ruh olmadan herşeyin çirkinleştiğini.melkor ve sauronun hayatlarını öğrenerek düşmanının amacını nasıl bu hale geldiğini öğrenip ders çıkarırsın kendine.Kendi düşüncelerimi paylaştım nacizane. Ama şu bir gerçekki merağın yaratılma nedenlerinden biri bu olabilir.Merak bizi canlı tutuyor ve yaşantımıza pozitif olarak yansıyor diyebilirim. Emeği geçen herkese teşekkür ederim.

  2. Ömer Faruk on

    Tarık Bey
    Güzel açıklamalarınız için teşekkürler. Sutu Bogda’nın misyonu güzel bir çerçeve ile anlatılmış. Sutu Bogda misyonu unutulan ve kayıttan silinenleri hatırlama adına bir çalışma idi. Elbette bulduğumuz benzerlikleri bu bu olabilir mi diye benzetiyoruz. Şahsi olarak düşüncem makam-ı hızırda olan bir zatın Hızır(a.s) zannedilmesi gibi yanlışlıklara da düşüyoruz. Tolkien bize bir manada arketip yolculuğu da sunmuyor mu? İsimleri namları çoktan unutulmuş varlıklardan bahsetmiyor mu? Sauron’un misyon olarak deccali vasıflar taşımasının yanında kurtadam suretine de burunebiliyor olması ilginç değil midir? Yani Sauron sadece Sauron olabileceği fikrine katılarak vasıf olarak deccali vasıflar taşıyan biri olabilir.Birçok mitolojide de kurtadamlar geçmektedir Oğuz kağan destanı da buna dahil.
    Bunları İslami literatüre sokmaya çalışmada bazı problemlerle karşılaşıyoruz ki buda bizim bilgi eksikliğimizden olduğu kanaatindeyim. Şöyle ki ortalama bilgimiz cinler melekler insanlar ve hayvanlar. Tolkien evreninde ve mitolojide ise cok daha fazla farkli kategoride varlıklar söz konusu. Bu manada Tolkien’in anlattıklarına ve mitolojiye bir tefsir sahası olarak bakamaz mıyız? Unutulan hakikatleri arama adına? Küçük bir örnek verecek olursak;
    “Göklerde ne var yerde ne varsa Allah’ı tesbih ve tenzih eder. O, azîzdir, hakîmdir (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir).” HAŞR-1

    “Göklerde ne var, yerde ne varsa O’nundur. Bu ikisi arasında olan, yerin altında olan da O’nun’dur.” TAHA-6
    Göklerde ve yerde olanların tesbih ve tenzih ettiği söylenirken alttaki ayette yerin altındakiler ifadesinde tesbih ve tenzih etmeden bahsedilmemiş. Yani yerin altındakilerin tesbih etmediğini anlıyoruz. Karşımıza üç farklı yer çıkıyor gök yer ve yerin altı. Biz bu üç kavramı nereye oturacagiz? Bu konuda kadim hakikatlerin mitolojide olduğu düşüncesi ile şamanizmde(gercek manasiyla kullaniyorum yoksa batılıların kullandığı manada kır büyücüsü gibi değil) alem üçe ayrılıyor gök yer ve yeraltı şeklinde. Şamanizm de olduğu gibi Tolkien’de bu hakikatten bahsetmis ve Orta Dünya ile bu kavramı kullanmıştır. Elflerin gökle ilişkisi ve zikrine Orta Dunya ve Din yazılarında deginilmişti.Bundan sonra yerin altında zikretmeyenler kategorisinde Melkor’u Sauron’u ve Balgrogları değerlendirmek genel çerçeve açısından daha sağlıklı olmaz mı?
    Sonuç olarak unutulan bir hakikat gibi duran gok, yer, yeralti kavramlarının ve yeraltina ait varlikları(Melkor Sauron gibi) tekrardan hatırlatmış gibi geliyor Tolkien.
    Not:Elbette bu düşüncelerde de yanılıyor olabilirim.

  3. mehmet aydemir on

    Tolkien’in kurduğu labirentin şifreleri çözmeye çalışmak, hakikate giden çıkış yolunu aramak, benzer bir alanda değerli tefekkürlerini paylaşan Elif Hanım’ın sık kullandığı tabirle “yolun yolcusu” olmak Sutu Boğda yazarlarının bana en samimi gelen özelliği. Kolay değil… Dağ gibi meseleleri rafine bir şekilde biz takipçilerinize binbir emekle ve değerli zamanınızı harcayarak sunuyorsunuz. Yolda kalmamak adına Yüzük Taşıyıcısı’nın vasıflarına sahip olduklarına inandığım yazarlara ve sitede emeği geçen arkadaşlara bu vesileyle gecikmiş bir teşekkür borcumu iletmek isterim. Teşekkür aynı zamanda Bir Meczubun Rüyası kitabında geçtiği üzere alkışı kendi benliğine bağlamayanların sayesinde bir şükür vesilesi benim için.

Leave A Reply