Bugün Gülümsedin mi?

3

Gerçek mucizeler hiç ses çıkarmaz. Bir hayattaki önemli olaylar göze batmaz.

Bir Rehineye Mektup

Kaderin karşılaştırdığı herkesi evcilleştiren Saint-Exupéry dünyayı gizemli eserlerle terk etti. Hayatı ve eserleri kayboluşundan daha az gizemli değil. “Kale”, “Küçük Prens”, “İnsanların Dünyası”, “Savaş Pilotu”, “Bir Rehineye Mektup”… İnsanlığı birleştirecek bir dil arayan Saint-Exupéry “Bir Rehine’ye Mektup”’ta bir Gülümsemeyle dillerin, sınıfların, partilerin ötesinde bütün insanlığı bir arada tutacak enfes bir hikaye anlattı. Karşılaştığı bir milisle arasındaki anlaşmazlığı basit bir gülümsemeyle nasıl çözebildiğini, insanlığın doğasında var olan sıcaklığı hatırlattı. Ve en önemlisi insanın insana olan inancını. Savaşın yorgun düşürdüğü insanlığa savaşın ortasında teselli ve umut getiren “Le Sourire” (Gülümseme) adlı kısa hikayenin otobiyografi mi yoksa kurgu mu olduğunu açıkça belirtmedi. Kendisini az da olsa tanıyanlar hikayenin otobiyografi olduğunu rahatlıkla bilebilirler. 

Saint-Exupéry savaş halindeki bir dünyadan nefret eden ve barışı özleyen bir insandı. İspanya’da dehşet verici ve iğrenç bir iç savaşın olduğunu duydu. 1937 yılında İspanya İç Savaşı’nı gözlemlemek ve kardeşi kardeşe karşı kışkırtan dürtüleri anlamak için gazeteci olarak Madrid’e gitti. İç savaşın bir savaş değil, hastalık olduğunu belirtti. Daha sonra bir çatışma sırasında Katalan anarşist gerilla askerleri tarafından yakalandı ve bir hücreye konuldu. Hapishane gardiyanları kaba ve sert görünüyorlardı. Bir gün yemek dağıtırken kendisine şöyle bir haber verildi: Yarın idam edileceksin! Exupéry bundan sonraki durumu şu şekilde yazdı:

Öldürüleceğim kesindi. Son derece gergindim. Ceplerimde sigara aradım. Üst aramasında keşfedilemeyen bir sigara buldum. Ellerim titriyordu ve onu ağzıma götürmekte zorlanıyordum. Parmaklıkların arasından gardiyana baktım. Benimle göz teması kurmaktan bile kaçındı. “Ateşiniz varsa onu bana ödünç verebilir misiniz?” Gardiyan bana baktı, omuz silkti ve sigaramı yakmak için birkaç adım yürüdü. Yaklaşıp kibriti yaktığı anda gözleri istemsizce benimkilerle buluştu. Tam o anda gülümsedim. Neden gülümsediğimi bilmiyorum, ama dudaklarımda bir gülümseme belirdi. Sigaramı yaktıktan sonra ayrılmadı. O da yüzünde bir gülümseme ile gözlerimin içine baktı… Güneşin doğuşu gibiydi. Bacaklarının arasında tüfekle duvara yaslanmış adamlar, eşyaların rengi, kiler-hapishane, masanın üzerindeki belgeler, kokular: Her şey değişmişti. Sanki görünmez bir öz, her şeyi aynı şeyin bir parçası olarak yeniden birbirine bağlamıştı. Basit bir gülümseme jesti görünen hiçbir şeyi değiştirmedi, ama özünde her şeyi değiştirdi. (Çoğu zaman özün ağırlığı yoktur ve orada olan gülümsemeden başka bir şey değildir.) Ona gülümsedikçe onun sadece bir gardiyan değil, yaşayan bir insan olduğunu anladım. Aniden bana sordu:

‘Hiç çocuğun var mı?’1

Hızlıca cüzdanımı çıkardım ve aile fotoğrafımı gösterdim. Ardından gardiyan da kendi çocuklarının fotoğraflarını çıkardı. Umutlu bir şekilde onlarla ilgili gelecekteki planlarından bahsetti. Gözlerimden yaşlar aktı. Gardiyana ailemi bir daha göremeyeceğimden korktuğumu itiraf ettim. Çocuklarımın büyüdüğünü göremeyeceğim için çok üzüldüğümü söyledim. Bu kez onun gözleri yaşlarla doldu. 

Gardiyan tek kelime etmedi. Ayağa kalktı ve hapishanenin kapısını açtı. Kimseye fark ettirmeden beni hapishanenin ve şehrin dışına çıkardı. Daha sonra hiçbir şey söylemeden arkasını döndü ve gitti.

Bir gülümseme çoğu zaman esastır. İnsana gülümseyerek ödeme yapılır. İnsan bir gülümsemeyle ödüllendirilir. Ve bir gülümsemenin kalitesi insanı öldürebilir. Ancak, bu nitelik bizi mevcut kaygıdan kurtardığı, bize kesinlik, umut ve huzur verdiği için, şimdi başka bir gülümsemenin hikayesini anlatmak istiyorum.

Saint-Exupéry, savaştan bir gün önce, Tournus yakınlarındaki Saône kıyısındaki bir terasta Léon Werth ile buluştu. Bu iki güzel insan siparişlerini verdiler ve tanımadıkları iki denizciyi masalarına davet ettiler. Güneşli ve huzurlu bir günün hissettirdiği mutluluk ile sohbet etmeye başladılar. Denizcilerden biri Alman mülteci olduğunu itiraf etti. Nazizm ona Komünist, Yahudi, Troçkist veya Katolik olduğu için zulmetmekteydi. Saint-Exupéry inancını tam olarak hatırlamıyor ya da hatırlamıyormuş gibi yapıyor. Çünkü onu ilgilendiren şey insanlığını öne çıkarmak. Bütün insanlar kardeştir ve öyle olmalıdır. Terası sıcak, altın rengi bir ışıkla yıkayan güneş, buluşmayı kutsuyor gibi göründü. Denizciler davete gülümseyerek teşekkür ettiler. Bu basit gülümseme bir güneş gibi insanların iç coğrafyalarını aydınlattı. Bir felaketin başlangıcında barışın ve umudun kapısını aralayarak.

Exupéry benzer bir deneyimi 2 sene öncesinde yaşamıştı. Pilotların uçuş kayıtlarına yazılmak için çabaladığı günlerdi. Paris’ten Vietnam, Saigon’a 87 saatlik uçuş rekorunu kırması halinde 150.000 frank ikramiye alacağını biliyordu. Mali durumunu istikrara kavuşturmak amacıyla yarışa katılmıştı. 29 Aralık 1935, sabah saat 7’de Paris’teki Le Bourget Havaalanı’ndan havalandı ve ardından kayboldu.

19 saat 44 dakika uçtuktan sonra sabah saat 4’de uçak2 Libya’da Sirenakay çölüne düştü. Kendisi ve asistanı André Prévot ile üç gün boyunca çölde yiyeceksiz ve susuz dolaştılar. Tek yiyecekleri birkaç üzüm, iki portakal, termosta yarım litre kahveydi. İçme suları olmadığından paraşütle yağmur damlalarını toplamaya çalıştılar. Su eksikliğinden sürekli halüsinasyonlar görüyorlardı. Göl hep geri çekiliyor, hayali Bedeviler çölde geziniyor ve ufukta meşaleler yanıp sönüyordu. Susuzluktan öleceğini düşündü ve şu sözleri yazdı: “Elveda, bir zamanlar sevdiğim insanlar. Acınızdan başka hiçbir şey umurumda değil. Neyse Allah bana iyi davrandı. Geri dönebilirsem her şeye yeniden başlayacağım.”

Dördüncü gün sanki bir seraptaymış gibi develere binmiş bir bedevi kervanı belirdi. İçlerinden biri eğilip onu kurtardı. Kendisinin ve arkadaşının omuzlarına elini koyan bu göçebe, Saint-Exupery’ye deniz üzerindeki bir melek gibi göründü.

Ona nereli olduğunu, hangi din ya da kültüre ait olduğunu sormadı. O, dünyadan düşmanlığı silen, asalet ve hayırseverlikle aydınlanmış “sevgili kardeş” idi. Saint-Exupéry İspanya’da olduğu gibi, Libya’da da kendisini kurtarıcısının gülümsemesiyle sarmalanmış hissetti. Ona göre gerçek zevk bir arada yaşamanın hazzıydı. Ve “İnsan ilişkileri dışında mutluluk umudu yoktu.” Çöl bedevisinin sunduğu gülümseme, kendisine verilen sudan çok daha değerliydi. Bir gülümsemenin ifade ettiği sevinç, insan uygarlığının sunabileceği en kıymetli şeydi. Su tulumlarıyla kollarını sallayan Tuareg’i görünce, tüm insanların birbirini kardeş olarak tanıdığı o mutlu, Büyük İnsanlık Ülkesine döndüğünü hissetti.


Not: Annem, “oğlum seni ilk defa gülümserken görüyorum” dediğinde 33 yaşındaydım. O yaşıma kadar gülümsemediğimi hiç fark etmemiştim. Annemin ilk defa gülümsediğimi fark ettirdiği o gün Küçük Prens’in son satırını yeni bitirmiştim. İnsana, gökyüzüne, yıldızlara ve anneye olan tutkusuyla uzun zamandır yüzümüzü güldüren Exupery’e binlerce teşekkür.


1. Hayatını güneşe, aya ve yıldızlara göre ayarladığından Exupéry için kaygısız ve vicdansız diyen bazı insanlar şefkatli tarafını görmezden gelirler. 1924 (24 yaşında) gibi erken bir tarihte annesine şöyle yazmıştı: ‘Baba sevgim çok fazla. Bir sürü küçük Anthony’e sahip olmak istiyorum…’ Yazgısına aşıktı ve yazgısında babalığın mutluluğunu sadece kitaplarında yaşamak vardı.
2. Yarış uçağı aynı zamanda Sahra’nın en tehlikeli havalarından birini çağrıştıran bir isim: Simoun. Fransızca’da ‘Sıcak Çöl Rüzgarı’; Türkçe’de ‘Samyeli’; Arapça’da ise ‘Zehirleyen Rüzgar’ demektir. Simoun, adını bilemediğimiz bir multi-milyoner hayranının hediye ettiği bir uçak.
Paylaşın.

Yazar Hakkında

3 yorum

  1. Bu hakikatin nasil tecelli ettigi ve sonuclari hakkinda düşündüğüm zamanda yazınızı okumak çok heyecanlandırıcı ve mutluluk vericiydi. Samimi ve içten gelen bir gülümseme, din, dil ve cins ayırt etmeyen saf bir buluşma anı gibi. Sanki O’nun (cc) isimlerinin yansımalarının birbirini tanıyıp selam verme anı gibi. Açıkçası sutuboğda yazarlarının tefsirleri tefekkürleri ve okumaları olmasa bu sefer, çölde bedevisi gelmeyen Exupery gibi çölde yok olup giderdim gibi hissediyorum. Allah ondan da sizlerden de razı olsun inşallah. Yüzünüzdeki gülümsemeleri arttırsın inşallah.

    • Küçük Prens’de Tilki’nin ortaya çıkışı hikayenin eksenidir. Kişinin hakikatin peşinden koşması, kendisini keşfetmesi esastır ama yeterli midir?! İnsanın yola devam edebilmesi için başkalarıyla tanışması, (ruhsal olarak dahil) kendisini aşabilmesi için gerekli değil midir? Saint Exupery inancı çağrıştırıyorsa, onu göklerin enginliğinde değil, insanda buluyor. Özellikle Kale’de Yaratıcı’dan söz ederken, kendi yüreğinde kardeşliğin sonsuzluğuna açılan bir kişiden bahseder.
      Sutu Boğda sizin tabirinizle çölde yürüyen modern insanlara, kaynak suyu içiren bir serinlik ve şevk veriyor.
      Sutu Boğda bir yolculuk ve yol da dostlarla güzel.
      Ne mutlu dostu olana. Ne mutlu dostuyla kamil olana!

  2. Elif Kaya on

    Yıldız geceye gülümser; ama neden gülümsediğini bilmez. Sadece yaradılışını dile getirir. Milyonlarca öz elele verir ve gökyüzünü süsler. Toprak yeşiliyle, çiçekleriyle gülümser. O da bilmez neden gülümsediğini. Ama bıkmadan, usanmadan gülümser. İçinde özleri birleştirir ve yeryüzüne nimet olur. Ancak insan bilir, gülümsemenin ne demek olduğunu. Çünkü dünyaya gözlerini açtığında ilk gördüğü, gülümseyen anne gözleridir. Onlarla sarılır hayata, onların sıcaklığında üşümez, korkmaz.
    Peki neden bizler hem savruluyor hem üşüyor hem korkuyoruz? Çünkü gülümsemenin nasıl bir iksir olduğunu unutmuşuz. Çok şükür unutmayanlar var. Ve bu iksiri şifa niyetine çevrelerine durmadan dağıtıyorlar. Ya yaşayarak ya yazarak ya da söyleyerek. Exupéry, bunun idrakinde olan gerçek insanlardan.

    “… Tam o anda gülümsedim. Neden gülümsediğimi bilmiyorum, ama dudaklarımda bir gülümseme belirdi. Sigaramı yaktıktan sonra ayrılmadı. O da yüzünde bir gülümseme ile gözlerimin içine baktı… Güneşin doğuşu gibiydi…. Sanki görünmez bir öz, her şeyi aynı şeyin bir parçası olarak yeniden birbirine bağlamıştı. Basit bir gülümseme jesti, görünen hiçbir şeyi değiştirmedi, ama özünde her şeyi değiştirdi.”

    Sayın Berâ. Yazınızda “İnsana, gökyüzüne, yıldızlara ve anneye olan tutkusuyla uzun zamandır yüzümüzü güldüren Exupery’e binlerce teşekkür.” ettiğinizi belirtiyorsunuz. Biz de bu hakikati dile getiren, gülümseyen yazılarınız için size teşekkür ediyoruz.
    Elif Kaya

Leave A Reply