Ruh Rüzgarı

3

Yeryüzü bize kendimiz hakkında tüm kitaplardan daha çok şey öğretir.

Antoine de Saint-Exupéry

Saint-Exupéry her zaman göklerin adamı olarak düşünülür. Aslında o dünyayı tanıyan, insanlığın özünü keşfeden biriydi. Arkadaşlık gibi insani bağlara da çok değer veren Exupéry’nin gerçeği, insanın diğer insanlara ve dünyaya derinden bağlı olmasıdır. Bu nedenle okuyucusuna ne macera ne zafer ne de keder sundu. Onlara insanların yaşadığı muhteşem bir gezegen sundu. Apollo’nun çektiği tüm dünya fotoğraflarının insanların ufkunu genişlettiği söylenir. Aynen öyle de Exupéry dünyaya farklı yüksekliklerden bakmamızı ve insan ilişkileri hakkında düşünmemizi sağladı. Ve bize derin bir şekilde şu soruyu sordu: Dünya bizim için Ev mi? Yoksa sadece bir Gezegen mi? “Küçük Prens”i tek başına okumaktansa Saint-Exupéry’nin hayatı ve diğer eserleriyle bağlantılı okumak bu duyguyu derinleştirecektir. Bütün eserleri, insanları birleştiren, kırılgan ama aynı zamanda güçlü kardeşlik bağlarına bir övgüdür. 

İnsan ırkının duyarlı bir gözlemcisi olan Exupéry dünyanın yarısından fazlasına seyahat etti. Seyahatlerini, özellikle de uçağını, insanlığı birbirine bağlamak için bir kanat olarak görüyordu. Ekim 1927’den itibaren bir yıldan fazla bir süre Fas’ta çöl ve denizlerle çevrili bir transfer üssü olan Cape Juby’nin direktörlüğünü yaptı. Sahra çölünü ve insanlarını anlamaya odaklanan Exupéry insanın gerçek doğasını Rüzgarda, Kumda ve Yıldızlarda aradı. Şehirde değil. İnsanoğlu topraktan çok şey öğrenebilir ve ancak öyle bir öğrenme Ruhun Rüzgarını estirebilirdi. “İnsan ancak ruh rüzgarı çamura estiğinde yaratılır.” Ruhsuz buna “kil” denir. 

Exupéry istasyon şefi olarak hem İspanyol yetkililerle hem de o bölgedeki Araplarla dostluk kurdu. Her iki grupla yakın ilişkileri, düşen posta pilotlarının kurtarılmasına ve iki grup arasındaki anlaşmazlıklara arabuluculuk yapmasına yardımcı oldu. Sahra’da fethedilmemiş kabilelerle geçirilen yıllar, ona herkese eşit standartta yaklaşmayı öğretti. Rusya’daki veya Almanya’daki insanlar onun için ne daha iyi ne de daha kötüydü. 1928 gibi erken bir tarihte insanlığın vicdanına uyarıda bulunarak “tavuk öldürür gibi insan öldürmekle” suçladı.

Bir defasında Cape Juby’de Mağribi kölelerin özgürlük özlemini gördü. “Beni bir uçağa saklayın ve Marakeş’e götürün…” Bu onların her gece sessiz duasıydı. Kölelerden birisinin efendisine özgürlüğü için 20 bin frank ödedi ve yurduna dönmesi için yardım etti. Kölelikten kurtulan Bark (Araplar bütün kölelerine Bark adını verirlerdi) ailesine kavuştu. İçlerinden biri onun adının Muhammed olduğunu ve Marakeş’te sığır yetiştirici olduğunu hatırladı. Bark yeniden keşfettiği özgürlüğüyle ne yapacağını bilemedi. Yaşlı siyahi Bark, bir çocuğun gülümsemesiyle uyandı. Özgür yaşadığı ömrü boyunca kazandığı bütün parasının neredeyse tamamını çocuklara harcadı. Aradığı şeyin özgürlük değil, diğer insanlarla ilişkiler olduğunu anladı. Ve onu mutlu kılan şeyin bu olduğunu da… “İnsan yalnızca rolünün farkına vardığında mutlu olurdu.” 

Saint-Exupéry 1935’te SSCB ile Fransa’nın karşılıklı yardım anlaşması imzalaması üzerine Paris-Soir muhabiri olarak Sovyetler Birliği’ne gitmeye karar verdi. Her nereye giderse gitsin, çantasında her zaman çok sevdiği Dostoyevski’nin bir kitabı bulunurdu. Uzun bir tren yolculuğuydu. Gece trende iken Fransa’yı terk etmek ve kendi ülkelerindeki yoksulluğa geri dönmek zorunda kalan çok sayıda Polonyalı işçilerin uyuduğunu gördü. Yoksul bir çiftin karşısına geçip oturdu. Sonra kadınla erkeğin aralarında sıkışmış bir çocuk fark etti. Çocuk uyuyordu: 

  “Uykusunun arasında döndü, gece lambasının ışığında yüzünü gördüm. O ne güzel yüzdü. Bu karı kocadan harika bir altın meyve doğmuştu. Bu posası çıkmış insanlardan bu güzellik, şirinlik örneği gelmişti dünyaya. Bu pürüzsüz alna, bu hafif büzülmüş dudaklara eğiliyorum: İşte size bir müzisyen. Minnacık bir Mozart. İşte güzel umutlarla dolu bir yaşam vaadi. Masalların küçük prensleri de ondan farklı değildi. Korunsa, üzerine titrense, yetiştirilse neler olmazdı. Bahçelerde aşılarla yeni bir gül elde edildi mi bütün bahçıvanlar coşar, gülü ötekinden ayırır, gözetir, haykırırlar. Ama insanlar için bahçıvan yok ki! Bu küçük Mozart da tıpkı ötekiler gibi kalıp makinesinden geçecektir. Şarklı kahvelerin o pis kokulu havasında, o berbat müzikten hoşlanacaktır.” 

İnsan yeteneklerinin mahvolmasından endişelenen Exupéry rahatsız edici bir gerçeğe işaret etti. “Doğulu kuşaklar çamurda yaşıyor ve bundan hoşlanıyorlar. Beni üzen acılar, halka dağıtılan çorbalarla giderilemez. Bu insanlar kendi kaderlerinin acısını çekmiyorlar. Veba bir kişiyi vurmaz, insanlığı kemirir. Beni üzen şey, ne bu çökkünlükler ne bu kamburlar ne de çirkinlik. Bu insanların herbirinin içinde öldürülen Mozart’tır. “Yalnızca Ruh, balçığa üflediğinde, insanı yaratabilir.” Exupéry’i huzursuz eden bu yeteneklerin pratik faydaları değil, insanın kendi olmasının yasaklanması ve yeryüzünde bulunuş hikmetinin manipüle edilmesiydi. 

Aynı seyahatinde Stalin’in giderek artan otokrasisi hakkında yazdı: “Güzel bir gün Stalin, düzgün bir insanın görünüşüne dikkat etmesi gerektiğine ve tıraşsızlığın gevşekliğin bir işareti olduğuna dair bir kararname yayınladı. Ertesi gün fabrikalarda ustabaşı, mağazalarda bölüm başkanları, enstitülerde profesörler tıraşsızların çalışmasına izin vermedi. <…> Moskova sokaklarında tek bir polis, tek bir asker, bir içki satıcısı ya da sadece tıraşsız bir yoldan geçen görmedim.” Somutda çılgın emirlere körü körüne itaat eden insanın deliliği, soyutta ise tıraş edilip kesilen, her insanın içindeki çocukluğu onu huzursuz etmişti.

Yine Moskova’da gezerken bir fabrikada Mozart’ın müziğini duydu ve Mozart hakkında bir makale yazdı. Bundan dolayı iki yüz adet küfürlü mektup aldı. “Düşük seviyeli barlara gitmeyi seven insanlarla bir sorunum yok. Onlar diğer müzik türlerinden anlamıyorlar. Sorun yaşadığım kişi, düşük kalitede bir karaoke barının sahibi. İnsanların insan ruhunu yok ettiğini görmekten hoşlanmıyorum.” diye yakındı insana layık olan tek şeyin ruha hizmet olduğuna inanan biri olarak. Stalin’e ve o yılların siyasi ortamına oldukça soğuk davrandı. İnsanları ayıran ve bir tutam iktidar uğruna kardeşi kardeşe kırdırtan siyasetten da uzak durdu. 

Saint-Exupery’e göre Faşizm Nazizm’den daha büyük bir tehlikeydi ve faşizmin yükselişinin yalnızca Fransa’ya, hatta Avrupa’ya yönelik bir meydan okumadan daha fazlası olduğunu biliyordu. Faşizm, tehdidi açısından küreseldi. Kendisinin de söylediği gibi, “Ortak bir dava uğruna savaşıyoruz. Sadece Fransa’nın değil, tüm dünyanın özgürlüğü tehlikede.” “Savaş Pilotu” romanı, 1940’ta yayınlandıktan sonra “New York Times”, kitabı “Hitler’in ‘Kavgam’ına özgür dünyanın yanıtı” olarak selamladı. İlginçtir bu kitaba hem Naziler hem kukla Vichy hükümeti hem de De Gaulle destekçileri karşı çıktı. Hatta itaatsizlik ve direniş propagandası yaptığı gerekçesiyle kitap yasaklandı. Daha ilginç olanı ise Charles de Gaulle, kitabın Almanlar tarafından işgal edilen bir bölgede yayımlanmış olması nedeniyle Exupéry’i vatan haini olarak ilan etti. Ve Fransızları ona karşı kışkırttı. Exupery’e göre Charles de Gaulle savaştan sonra kendisini vatan haini olarak yargılayıp öldürtmeyi planlamıştı. 1943’ün başlarında kitap Amerika’da İngilizce ve Fransızca olarak yayınlandı. Kendi ülkesinde ise Fransa’nın kurtuluşu sırasında basıldı. Bu onun kayboluşundan sonra gerçekleşti.

(Kesin bir bilgi olmamakla birlikte) Hitler Almanya’sının politikacısı ve Almanya-Fransa Kültürel İlişkiler Derneği’nin yönetici Otto Abetz ile birlikte Berlin lise ve üniversitelerini ziyaret etti. Exupéry, üniversiteleri gezdiği birkaç saat boyunca “Yaşasın Hitler” bağrışlarından ve birbirine çarpan çizme ve ayakkabı sesinden rahatsız oldu. Geri döndüğünde Otto Abetz’e şunları söyledi: “Yetiştirdiğiniz insan tipinden hoşlanmıyorum. Bu gençlerde hiç ruh yok ve hepsi kurabiye bebek gibiler.” Otto Abetz Nazi Partisi’nin oy çokluğunu ve görüşlerini açıklayarak genç Exupéry’nin aynı fikirde olmasını sağlamak için çok uğraşsa da başarılı olamadı. Fransa’nın (Vichy hükümetinin) Almanya’ya teslim olması ve Nazilerle işbirliği yapmasıyla savaşın açtığı insanlık dışılığı kabullenemeyen Exupéry Fransa’yı terk etti… Sürgün yıllarında “Güney Postası”, “Kale”, “Küçük Prens”, “Savaş Pilotu”, “Bir Rehineye Mektup”, “İnsanların Dünyası” gibi birbirinden güzel eserler yazdı.  

Dünyayı kalbiyle gören ve teniyle hisseden Exupéry için kötülüğün kökü savaş, yoksulluk veya sosyal adaletsizlik değildir. Ona işkence eden sorun şu ki artık insan yok. Ya da daha doğrusu, insanın artık kendi olmasına izin verilmiyor. Potansiyelinin farkına varılmayan ve çiçek açamayan her bir çocuk öldürülen Mozart’tır. Onun tüm hayatının arayışı olan “Küçük Prens”in, “öldürülen” çocuk Mozart’ın hayata döndürülmesinin ve yetişkinlerin eski ihtişamına kavuşturulmasının hikayesi olduğu söylenebilir. Mozart adlı çocuk “öldürülmedi”, yalnızca “yaralandı”.  Mozart adlı çocuk hala yetişkinlerin arasında uyuyor. 

Bu dramatik gözlemle karşı karşıya kalan Exupéry “Anlayın” diye haykırdı.

Ruh eğer kile üflerse insanoğlunu yaratabilir.
.

Bunu anlayabilirsek, huzur içinde ölebiliriz…


Not: Bu yazı Exupéry’nin bilinmeyen mezarına pek kıymetli Elif Kaya tarafından bir çiçek,
bir gelincik olsun.


1. Cape Juby’de havaalanı şefi olarak görev yaptığında, göçebeler tarafından kendisine ‘Kuşların Şefi’ lakabı takılmıştı. Ne kadar münasip bir takma ad.
2. Küçük Prens’in prototipi hakkında farklı görüşler var. Bazıları bir arkadaşının oğlu olduğunu düşünürken bazıları da trende gördüğü uyuyan bir çocuğun yüzü olduğunu söylerler.
3. Kitaplarında sık tekrarlanan bir tema var ki onu çok rahatsız ediyor. “Bahçıvan” teması. Özel mektupların birinde kendisini “Ben bahçıvan olmak için yaratılmışım” diye tanımlıyor. Dünyayla ve doğayla uyumu geliştirmek için ruhun bahçıvanı olmak istediğini belirtiyor. Küçük Prens’in “Bahçıvan” olması da tesadüf olmasa gerek.
4. 1940 yılının sonunda Fransa, Alman ordusuna yenildi ve Vichy hükümeti kuruldu.
5. Saint-Exupéry, ilk eseri ‘Güney Postası’ndan son eseri ‘Küçük Prens’e kadar tüm çalışmalarını Fransa dışında tamamladı.
Paylaşın.

Yazar Hakkında

3 yorum

  1. Sayın Berâ, Bu yazınızla beni ne güzel bir olaya vesile kıldınız. Çok teşekkür ederim.

    “İnsanlığın özünü keşfeden biriydi”. “İnsanların yaşadığı muhteşem bir gezegen sundu.” “İnsan yalnızca rolünün farkına vardığında mutlu olurdu.” “Mozart adlı çocuk “öldürülmedi”, yalnızca “yaralandı”. Mozart adlı çocuk hala yetişkinlerin arasında uyuyor.” “Yetiştirdiğiniz insan tipinden hoşlanmıyorum. Bu gençlerde hiç ruh yok ve hepsi kurabiye bebek gibiler.”
    Exupéry’i kısaca anlatın denilse akla ilk gelebilecek tespitler, bunlar. Ve sonda vurucu nokta: Bu dram karşısında Exupéry’nin haykırışı: “Anlayın!”

    Keşke anlayabilsek!…
    Çocukluk cevherini kaybeden, kaybettiği için de şaşkın, onu kendinden başka her yerde arayan bizler! Kendimizi anlayalım!
    Kafdağı’na varamadan değişik vadilere takılan bizler! Rolümüzü, gayemizi anlayalım!
    İçinde nice Mozart öldürülürken hazinesinden habersiz, mutsuz bir çocuğu gördüğümüzde ona değil, kendi beceriksizliğimize, aymazlığımıza ağlayalım! Ben ağladım. Ve hâlâ gülemiyorum.

    Sen küçüğüm!
    Gözlerinde ıstırabım ağlıyor.
    Geciktiğin her gün,
    Benim yüzümden.
    Düşeceğim yollarına;
    Hızlanacak adımlarım,
    Affedersen.

    Sen,
    Ak sayfalara yazmada
    Geciktiğim şiirimsin.
    Kanatlanıp uçman için
    Tırtılın olsam,
    İpek ümitli yıllarına
    ömrümü sarsam
    Affeder misin?

    Elif Kaya

  2. Gönlümüzü serinleten yazılarınız için teşekkür ederiz. Ayrıca Sutuboğda yazar ve okurlarının bayramını kutlarım.

  3. Oguz Karasu on

    Kıymetli yazıların bu sitede halen daha paylaşıldığını görmek, umudumuzu artırıyor.. Keşke baştan itibaren bütün yazılanlar kitaplaştırılsa da, bunca emek ve çaba elle tutulabilir bir hale gelse. Açıldığı vakitten bu yana ilgiyle takip ediyorum. Gönüllerinize sağlık..

Leave A Reply