Kuyuyu Uyandırdık Şarkı Söylüyor Duyuyor musun?

1

“Kale” çağın her yerde darağacına astığı düşünceleri, yitirilen anlamları, rengini kaybetmiş insanlığı yeniden yapılandırma projesi. Exupéry, değerlere susuz kalmış kuşakları her türlü yanlışlıktan koruyacak bir kale inşa ediyor bu eserinde. “Kale” hassas, derin anlatımlarla örülmüş bir metafor; Exupéry’nin ideal insan modeli. 

Ben yerdeki çatlakları yeniden diken yanardağın izlerini insanlardan saklayan biriyim. Ben uçurumdaki çimenliğim. Ben meyveleri parlatan kilerim. Ben Tanrı’dan rehin bir kuşağı alan ve onu karşıdan karşıya geçiren mavnayım. Tanrı da hiç kuşkusuz bu kuşağı benim ellerimden alacaktır. Belki daha olgun, daha bilge olarak ve gümüş; ama hiç değişmemiş su kaselerini daha iyi işleyen insanlar olarak verdiği gibi… Ben halkımı kendi sevgimin içine hapsettim.

Ben şarkıcı atasından isimsiz şiir miras alanı ve sıra kendine geldiğinde, sıranın kendisine geldiğini sandığında bu şiiri yeniden okuyanı, bu şiire kendi özünü, kendi üslubunu katanı, kendi damgasını vuranı korurum.
….
Ey kale, yaşadığım yer! Seni kum projelerinden kurtaracağım…!

Antoine de Saint-Exupéry / Kale / s.24

Yazar kelebeğe gebe kozada olduğu gibi, suya gebe çölün, kendi hakikatine gebe insanlığın doğumunu anlatıyor bu eserinde. İmparator olan babasının öğütleriyle yetişen, vakti gelince iktidarı devralan bir Berberi ağasının halkına yönelttiği gözlemler, ruhî çözümlemeler “diriliş kalesi”nin yapı taşları.

Ey halkım! Çöldeki kırk gününün krizalitlini hazırlayan senin sıcaklığının tadını çıkarıyorum ve boş sözlere hiç kulak asmadığımdan ben senin hakkında hiç yanılmadım. 

Antoine de Saint-Exupéry / Kale / s.496

Halkına yönelen bu bakışın kaynağı, ağanın yüreği. Onun için hissedebiliyor onlardaki diriliş sıcaklığını. Onun için çölde günlerce çırpınan, didinen ve sonra kendine dönenlerin kabuğunun kırılmasına çok az kaldığını görebiliyor. 

Aydınlar, liderler, rehberler ait oldukları toplumu iyi tanımalılar, ne olursa olsun ondan ümidi kesmemeliler. Çünkü hayat yolu hayli engebeli ve uzun. Kervan yorulur. Direnç azalır. İşte bu noktada hedefe kilitlenmek rehber olanın alacağı en önemli karar. 

Yolculuktaki her değişim, dönüşüm sancılıdır. Ancak menzile sadık olanlar, sancıya rağmen varabilmenin heyecanını yaşar. Ne yaşanırsa yaşansın gerçek olan, “doğumun varlığı”dır. Bu doğum olacaktır. Kozada, tohumda, rahimde ne varsa, o görünecektir az sonra. Nefsinin benliğinden arınarak insanda manevî kimliğin oluşması, kalpteki çocuğun; el değmemiş masumiyetin doğumu gibi ne muhteşemdir! Bir sabredebilsek… Kendi içimizde aradığımız hakikat, muhakkak çıkacaktır karşımıza. Onun için beklenmeliyiz. 

Pilot bekler, su arayan kervan bekler, yokluk bekler, çöl bekler. Ve kumlardaki hasreti ve ümidi gittikçe çeker kendine, suyun kaynağı. Kelebek uçuşunu özler tırtıl ve çatlar kaç yerinden yaşamın kabuğu.

Hiç endişelenme. Krizalit çatlıyor. Bir engeli saf dışı ettin, bir tepeye tırmandın. Sana sıkıntı veren çölün taşları ve dikenlerini dünkü taşlardan ve dikenlerden ayıran bir şey yok.

Antoine de Saint-Exupéry / Kale / s.507

Su kaynağının çıkması için çöl krizalitinin çatırdaması, metafor olarak insandaki şuur yükselmesini, iç âlemindeki kemali anlatıyor. Bilge olmak; arif olmak bir dönüşüm, değişim meselesi. Ve bilgelik asla bilgi hamallığı değildir. Ne çok yanıldığımız nokta var… Günümüz dünyasında her yerde örnekleri. 

.Ruhî olgunluğa, kalbî derinliğe nasıl erişebilir insan?

.Kendini sorgulamakla. 

.Durup dururken kimse kendini sorgulamaz ki…

.Yaptığın yanlışlar, yaşadığın anlaşılmazlıklar, ikilemde kaldığın bunalımlar… İşte o zaman bu kaostan kurtulabilmek için çareler aramaz mısın? Bir süre çevrende dolaşırsın ve bulamazsan, kendinden başka nereye döneceksin? İşte bu zorunlu “kendine dönme” sorgulamanın başlangıcı olacak.

Pilotta uçma aşkı, gökleri tarama merakı hep içine sığamamanın, kendini sorgulamanın sonuçları. Bunu yapmasaydı, çöle düşmeyecek; Küçük Prens karşısına çıkmayacaktı. Ve onun masum, hikmetli sözleriyle kuyudaki ab-ı hayata kavuşamayacaktı.

Haykırıyorsun: ‘İşte!’ Ve yüreğin de burada küt küt atıyor. Kervan yoldaşların, yüzleri solgun halde etrafını alıyorlar. Her şey kalplerinizde güneşin doğuşu gibi değişiyor. Bütün susuzluklar, ayaklardaki ve avuç içlerindeki bütün şişlikler, güneşin altındaki bütün öğle vakti yorgunlukları, bütün gece ayazları, dişleri gıcırdatan ve kör eden bütün çöl rüzgarları, terk edilmiş bütün hayvanlar, bütün hastalar ve gömdüğünüz bütün sevgililer bir anda size yüz kat fazlasıyla geri döndü. 

Antoine de Saint-Exupéry / Kale / s.507

.O “İşte!”de ne var? Yüreği küt küt attıran ne? Kalpler neden güneşin doğuşu gibi değişiyor? Yitirilen ne varsa, hepsi nasıl geri dönebiliyor?

.Çünkü aranılan kaynak bulunuyor. “İşte!”de onu bulmanın zaferi var. Artık susuzluk bitmiş, arzulanana kavuşulmuştur. “İşte” bir vuslat muştusudur. Vuslat, yüreği titretir. Bulunan hakikat, gölgeleri siler, götürür. Varılan gerçek güzellik, bütün çirkinlikleri örter. Ve bunun sonucunda yitirilen her değer, karanlığından sıyrılan kalbe geri döner. 

Büyüklerin rasyonel dünyası zanneder ki her şeyi bulan akıldır…(!) Kocaman bir çöl. Yön yok, işaret yok… Nasıl bulunacak suyun kaynağı? Yaşanılan bu olay, suyu bulanın, susuz kalbin hasreti olduğunu gösterecektir. 

‘Gün doğarken kuyuyu buldum.’

‘İnsanlar,’ dedi Küçük Prens, ‘neyin peşinde olduklarını bilmeden ekspres trenlere binip oradan oraya telaşla gidip geliyorlar…’
Ve ekledi: ‘Boşuna bir uğraş…’

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.99-100

.Tam suya kavuşmuşken, kana kana içecekken Küçük Prens demiryolu makasçısını, tren yolcularını hangi sebeple hatırlar? Garip değil mi?

.Hiç düşünmeden zahiri olarak değerlendirildiğinde öyle; ancak bunu söyleyeni iyi tanımışsan, konuya vakıfsan garip gelmeyecektir. Çünkü suyu bulmak kendi hakikatine kavuşmak demek. Zordur; çok uzun zaman ve uğraş gerektirir. Kendini keşfetme yolculuğunda karşılaşılan sürprizler korkutur insanı. İçinde neyle yüzleşeceğini bilemediğin derin bir kuyuya inmek gibi de gelebilir. Küçük Prens’in bahsettiği insanlar, bu tip uğraşlara katlanamayan, kendileriyle yüzleşmeye cesaret edemeyen, onun yerine hızlı ve ışıklı yaşamlara koşarak kendilerinden kaçmayı tercih eden tipler. 

Bulduğumuz kuyu Büyük Sahra’nın kuyularına benzemiyordu. Sahra’nın kuyuları kumda bir deliktir yalnızca. Bu kuyu köy kuyusu gibiydi. Ama çevrede köy filân yoktu. Rüya görüyorum sandım…

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.100

 

‘Çok garip,’ dedim Küçük Prens’e.  ‘Çıkrık, kova, ip… Her şey kullanılmaya hazır.’

Güldü, ipi yakalayıp çıkrığı döndürdü. Çıkrık rüzgârın uzun bir süre için unuttuğu eski bir yel değirmeni gibi inledi.

‘Duyuyor musun?’ dedi Küçük Prens. ‘Kuyuyu uyandırdık, şarkı söylüyor…’

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.100

Pilot’un ve Küçük Prens’in bulunan kuyu karşısındaki tepkileri farklıdır. Bu fark mantığın ve gönlün bakışındaki niyetten geliyor. Maddî dünyanın üzerine sindiği bakış sadece kuyunun görünen özellikleriyle ilgili. Fıtratın manevî bakışı ise kuyunun varlığındaki hikmete yönelmiş. Onun için pilot sebepler dünyasının çölünde beklenmeyen bu görüntüye “çok garip” derken, Küçük Prens kalbî görüşündeki iman ve teslimiyetle gülüyor ve hiç beklemeden eyleme geçiyor. 

Çünkü onun çocuk yüreği kendi sahibinin, her şeyin sahibi olduğunu ve kendini nasıl sevgiyle gözlediğini, ihtiyaçlarını bildiğinden zamanı geldiğinde her şeyi önüne serdiğini biliyor. Masumiyetin merceği sebeplerin ötesini de görür. İşte bizim takıldığımız nokta burası. 

Şüphesiz ki acı çekmen için aşkın koşullarını yok edersem sana ne getirmiş olurum? Vahası olmayan bir çöl, yollarını şaşıranlar ve susuzluktan ölenler için daha mı güzeldir?

Ben diyorum ki vaha senin yüreğinde iyi terennüm edilmişse ve iyi bir durumdaysa sen kumlar içinde kaldığında ve kabuğundan sıyrılmaya hazır olduğunda sana sakin bir su getirir. Bu su şeylerden değil, şeylerin anlamından gelir ve ben sana vahaların şarkısının güzelliklerini anlatırken senden bana bir gülümseme gelebilecektir.

Antoine de Saint-Exupéry / Kale / s.475

Sen zanneder misin ki suyu getiren kuyudur? Suyu avuçlarına sunan; çölde atılan adımların, göklere çevrilen kurumuş dudaklardaki hasretin anlamıdır. Onun için tüm şarkıları bir araya getirsen hiçbiri çöl kozasından kanatlanan vaha kelebeklerinin söylediklerinden güzel olmayacaktır.

Umudunu kaybeden bir yaşamın gülümsemesidir, çölde su bulmak. Kalpteki sabır çiçeğinin açılmasıdır. Ne de güzel oturur gülümseyiş, kurumuş dudaklara… Göklere açılan kollar gibi genişler yüz, gamzeler oluşturur. Nasıl anlatılır ki dirilişi bu denli yaşamak… 

Kumları temizlenmiş kuyunun içinden çıkardıkları aletlerini bıraktılar ve kollarını kavuşturup bekliyorlar. Gülümsemelerinden anladın. Su var. Çünkü çölde yaşayan insan el yordamıyla memesini arayan beceriksiz görünümlü biridir. Dolayısıyla rahatlayınca sen de gülümsedin. Ve senin gülümsediğini gören deveciler de gülümsüyorlar. Ve işte her şey gülümseme oluyor. Parıltılarıyla kumlar ve senin yüzün ve adamların yüzü ve belki de hayvanlarının, kabuklarının altındaki şey… Çünkü onlar su içeceklerini biliyorlar ve hepsi keyif içinde, boyun eğmiş halde hareketsiz duruyorlar. Ve yırtık bir bulut güneşe doğru döndüğünde adeta denizin üstündeki bir dakika. Birdenbire nedenini bilmeden Tanrı’nın varlığını hissediyorsun. Belki de ödülden gelen zevkle (çünkü çölde bir armağan gibi yaşayan bir kuyu vardır; ama kimse bunu beklemez, böyle bir şey hiçbir biçimde vaat edilmemiştir) ve de sizi hareketsiz bırakan gelecek su ayinini beklentisi içinde. Ellerini göğüslerinde kavuşturmuş olanlar hiç hareket etmediler. Çünkü sen tepede, yumrukların belinde, sürekli aynı ufka bakıyorsun. Çünkü kumulların yamaçlarında kafileler oluşturan büyük gölgeli hayvanlar henüz yürüyüşe geçmediler.

Antoine de Saint-Exupéry / Kale / s.554

‘Birdenbire nedenini bilmeden Tanrı’nın varlığını hissediyorsun.’

‘…çölde bir armağan gibi yaşayan bir kuyu vardır; ama kimse bunu beklemez…’

‘…sizi hareketsiz bırakan gelecek su ayininin beklentisi içinde.’

Bu cümlelerde Exupéry’i sevilen bir yazar yapan iksir var. Aradığı huzuru, çocukken gönderildiği Cizvit okulunda elinden alınan Tanrı’sına ihtiyacını değişik konulara sarıp sarmalayarak öyle güzel sunuyor ki… 

Küçük Prens ve pilot hiç kaybetmedikleri umudun yankısını nihayet bulurlar çölde. Pilot biraz sonra dudaklarında kendi hakikatini hissedecektir. İçtikçe içesi gelecek, daha da tatmak isteyecektir iç âlemini. Onun için kimseye el değdirtmeden kendisi çekecektir suyu. Çünkü kuyudan su çekmek, ruhun derinlerden gelen bir iç çekişle ferahlaması gibidir. 

Pilot kuyudaki sudan içer. Derin bir nefes alır ve güzelliklerle dolu bir dünyada var olmanın mutluluğunu duyar yüreğinde.

Düşüncelerin, öğretici gezinin sonuna gelinmiştir. Artık hayat bir anlam, bir önem kazanmıştır. Pilot ruhunu canlandırabilmek ve yeniden doğmak için içindeki yaşlı adamı öldürmüştür. Bedenini yöneten tutkuları değil, sevgiyle ışıldayan zekadır.

Descartes’ın Düşünceler adlı eserinde bize öğütlediği şeyi, bir anlamda Saint-Exupéry de burada önermektedir: Sevgiyle aydınlanan zekanın yardımıyla çocukluğumuza dönmek ve her şeyi yeniden inşa ederek kendi gerçek benliğimizi bulmak.

Jean-Philippe Ravoux / Küçük Prens ve Felsefe / s.90

Sahra kuyuları kumda açılan bir delik. Oysa bu kuyu bilinen köy kuyusu. Çevreye bakıldığında hiçbir yaşam belirtisi; hatta küçücük bir iz görülmüyor. O zaman bu kuyunun varlık sebebi ne? Kuyunun duvarı var, çıkrığı, ipi var, kovası var. Hiçbirine bir şey olmamış. Sanki bu susuz yolcuları bekliyor gibi.

 

Kuyuyu anlatan bu bölüm metafor açısından zengin. Ve kuyu görüntüsünün perde arkasına gidilmezse su arayışındaki hakikatle ilgili çok şey gözden kaçabilir. Şimdi görülenleri tek tek metafor olarak değerlendirelim. Küçük Prens’in arada bir söylediği anlamlı sözleri de eklediğimizde ardındakileri belki ucundan yakalayabiliriz:

‘…içecek bir şeyim de kalmadı. Doğrusu ben de gönlümce bir su kaynağına yürümeyi isterdim!’

Dostum olan tilki…’

Pilotun susuz kalma endişesiyle söylediklerine karşı Küçük Prens’in “Dostum olan tilki…” demesi onun nazarında suyun ve dost olan birinin aynı kefede olduğunu gösteriyor. Demek ki burada suyun insan yaşamındaki etkisiyle, dostun varlığını yan yana düşünmek gerek. Biri bedene şifa; diğeri ise ruha, kalbe. O zaman su, kalbe ve ruha şifa olan bir değerin metaforu oluyor. Ve değeri açıklayan bölüm de arkasından geliyor:

‘Demek sen de susadın?’ dedim. Sorumu yanıtlamadı, yalnızca, ‘Su yürek için de iyidir…’ dedi.

Küçük Prens’in söylediği bu söze göre “kuyudaki su” varoluşun anlam kazandığı şey ve kalbi ferahlatan besin. 

– Kalbi neler ferahlatır? 

– Sevmek, sevilmek, varlığa merhamet, iyilik, güzellik ve görülen her şeyde Varlık Sahibi’ni anmak. Onu hissetmek ve teşekkür etmek.

‘Çölü güzel yapan,’ dedi Küçük Prens, ‘bir yerlerde bir kuyuyu gizliyor olması…’

Çölün suretine takılan kişi sadece imkansızlıkları, olumsuzlukları görür; ama içinde yaşayarak tanıyan, kumların ardındaki hakikate şahit olur. Dünya hayatı, çölde yaşanan bir imtihan.

İmtihandan geçmenin sırrı çölün yokluk şartlarından geçerek, kabuğunu kırmak. Sonra onun aynasında benlikten, maddeden kurtularak “öze ermek ve ruhun varlığında dirilmek.” Çölü güzel yapan da işte bu dirilişi gerçekleştiren suyun kaynağı kuyudur. Bu kuyunun suyundan içen için çölde her şey, yaşanmaya değerdir ve huzur verir.

‘İnsanlar neyin peşinde olduklarını bilmeden ekspres trenlere binip oradan oraya telaşla gidip geliyorlar…’

‘Boşuna bir uğraş…’

Sözlerdeki ortak nokta, yaşarken peşinde olmamız gerekenin varlığı. Ne yazık ki insanlar bunun farkında değiller. 

– Onların farkında olmadıkları nedir?

– Su arayışı ile bu değeri yan yana düşünelim: Suyun karşılığı “ab”. “Ab-ı hayat” tasavvufta içene ölümsüz hayat verdiğine inanılan su. Hayat ise canlı olmak, yaşamak.  Allah’ın “el-Hayy” isminin varlık âlemindeki tecellisi. Hayy kelimesinin zıddı, ölü ve cansız. Su dirilttiğine göre susuzluk ölü gibi olmak. Ölü ise ne görür ne işitir ne de bilir; yani her şeyden habersiz, gafildir. 

Küçük Prens, bu sözleriyle hayatın anlamını bilmeden yaşanılan her anın gafletle harcandığını ve kalbe kazandırılmadan yapılanların boş olduğunu; insanlığa, hayır adına hiçbir şey vermediğini ifade ediyor.

‘Çok garip,’ dedim Küçük Prens’e. ‘Çıkrık, kova, ip… Her şey kullanılmaya hazır.’

Kuyu neyi barındırır? Suyu. 

Su neyin metaforu? Ab-ı hayatın, hakikatin, sevgiyle aydınlanan zekanın, basiretin. 

Ab-ı hayatı, hakikati, kalbî değerleri, kalp gözünü nerede ararız? Manevî hayatta. 

O zaman kuyu, manevî hayat demek.

 

Peki ab-ı hayata ve diğer anlamlara ulaşabilmek için nelere ihtiyacımız var? Kovaya, ipe, çıkrığa. İp ve çıkrık, hakikati çıkarmak için iki sebep. Kova da çıkarılanı taşıyor. Kovayı çekmek için çıkrığı çevirmek gerekiyor. Kolun kuvvetine, sabra, gayrete ihtiyaç var. O zaman “çıkrık,” emek, gayret, sabır demek.

İp bir şeyi yukardan aşağıya doğru değil, aşağıdan yukarı çekmek için kullanılır. Aranılan hakikat; bunun için kuyunun dibinden yeryüzüne çekilen manevî değerler… O zaman bu “aşağı, dip” hazine taşıyan, ne yazık ki gafletle üzerini kapattığımız iç âlemimiz olabilir mi? 

Basirete, akl-ı selime sahip olabilmek için zekanın kalple beslenmesini söyler büyükler. 

Nurlanmış bir akla kavuşmak için de tefekkür tavsiye edilir. Yani tefekkür yoluyla fikir fikre eklenir. Fikirden fikir çıkartılır: Gayretle yeni hakikatlere erişilir. Yani tefekkür iptir ve bu ip kavranarak kalbin değerleri akla, yaşama doğru çekilir.  

O zaman tefekkür etmek için hem çıkrığa hem ipe ihtiyaç var.

Tefekkür ipiyle çıkrığın gayretiyle kuyudan çıkarılan hakikat olduğuna ve çıkarılanı taşıyan da kova olduğuna göre “kova” neyin metaforudur?

.Hakikat ilmini, kalp güzelliklerini, Yaradan’ın varlığını ve Onu tanımayı, sevmeyi nasıl öğreniriz? 

.Marifet ilmiyle meşgul olarak.

Demek ki kova “marifet ilmi”nin metaforu. 

Bu kuyu köy kuyusu gibiydi. Ama çevrede köy filân yoktu.
.

Köyü, insanı olmayan bir yerde insan için bütün aksamıyla hazırlanmış bir kuyu.

Yani hakikati gösteren hiçbir delilin olmadığı yerde insana, “kendi çabanla düşünerek, tefekkür ederek hakikati bul” diyen gizemli bir ses var. 

O gizemli ses, şefkatiyle seni saran bakış, düştüğünde yerden kaldıran rahmet eli. Zaten hep seninle değil mi? Hangi varlığa baksan muhteşem bir dizaynı, hangi olayı incelesen hikmetli bir planı, her yerde muazzam bir düzeni görmüyor musun? Bütün bunlara rağmen hâlâ Yaradan’ın varlığı için delil peşindesin, hâlâ hayatın sırrını olmadık yerlerde arıyorsun.  

Bir gün İmam Gazali yanında talebeleriyle gezerken onu tanımayan yaşlı bir teyze onlardan birine sorar;

.Evladım, bu adam kim?

.Teyzeciğim tanımıyor musun, İmam Gazali’yi?

.Tanımıyorum. Niye bu kadar insan var etrafında?

.O Allah’ın varlığını 1000 yoldan gösteren ve ispat eden kişidir.

Teyze cevap verir:

.Allah’ın varlığını ispata gerek mi var?

Bu sözü İmam Gazali’ye aktardıklarında şu cevabı alırlar:

.İşte onun inandığı gibi inanın, benim araştırdığım gibi araştırın.

Küçük Prens de pilotla birlikte arar kuyuyu; ama bulunduğunda hiçbir şeye şaşırmaz, sadece güler ve eyleme geçip çıkrığı çevirmeye başlar. Bu hal kesin itimadın, tam inancın ve teslimiyetin göstergesi değil mi?

‘Duyuyor musun?’ dedi Küçük Prens. ‘Kuyuyu uyandırdık, şarkı söylüyor…’

Kuyunun uyanması; insanın içindeki âlemin, kalpteki duyguların, ruhun uyanması ve manevî hayatın üzerindeki örtü kalktığında hepsinin aydınlık yüzleriyle hayatımızı nurlandırması demek. Kalp üzerindeki ağırlıklardan kurtulur kurtulmaz bu nurlu ortamda öyle bir dile gelir ki…  Çıkrık aynı kalpteki zikir gibi şevkle coşar da coşar. Döner de döner… Ve ipin ucundaki kova susamış ellere, dudaklara ve gönüllere hakikati; ab-ı hayatı sunar. 

Suya kavuşmuş dudak güle hayran bülbül gibidir. Gül koktukça, renkleriyle endam ettikçe bülbül susabilir mi? Kalp de ab-ı hayata ulaşan ruh da artık susamaz. İmanın, sevginin, güzelliğin tadını alanlar susamazlar. Bundan böyle pilot da susmayacaktır; Exupéry de susmayacaktır.

Haydi, sen şimdi su olduğunu düşün ve kendini su gibi hisset. Su gibi özel, su gibi güzel, su gibi berrak, su gibi yararlı, su gibi yaşam kaynağı ve su gibi bitmez tükenmez olduğunu anımsa. Ama yine su gibi küçük bir bardağın içine sığdır ki kendini, insanların damarlarına girebilmeyi öğren. Yaşam ver, vazgeçilmez ol! 

Hz. Mevlâna 

Kim bilebilir çöldeki susuzdan daha fazla suyun, ab-ı hayatın değerini? Buralarda anlam riya katılmamış duyguların yazdığı, bir çöl şiiridir. Çöl artık bu şiirde “yücelere huşuyla yüzü çevirenin mabedi”dir.


‘Kuyu’ İllüstrasyonu © Alejandro Bahamondes

Paylaşın.

Yazar Hakkında

1 Yorum

  1. Çok güzel bir yazı. Çözümlemeler harika. Bunları tek düze bakanlar anlamaz. Emeğinize yüreğinize sağlık

Leave A Reply