Sokak – Bölüm 38

5

Güzel 

.Şunu iyice anladım Elif Hanım. Benim yıllarca zevk alıyorum dediğim şeyler, sadece şu kahvenin üzerindeki köpük gibiymiş. Görüntüye güzellik katıyor. Fakat lezzet onda değil, kahvede. Aynen hayat da böyle. Hayatın bir köpük tarafı var; bir de kendisi. Ben o zevk dediklerimi, Ahmet’le birlikte yaşadığım için tatmışım. Düşünüyorum da o olmasaydı, onunla evlenmeseydim aynı şeyi tadabilir miydim? Bilmiyorum. Bunda artık şüphem var. Sizlerle Arnavutköy’e ani bir kararla gittiğimiz gün, benim adeta ikinci dönüm noktam oldu. Birinci dönüm noktam, Ahmet’le tanışmam. İkincisi ise kendimle tanışmam. 

Bu sözleri söyleyen hanımın Avrupalı sefir kızıyla hiç ilgisi yok. Hele gelincik yaprakları arasında kaybolmuş gelincikle hiç mi hiç. Pervin Hanım ve Nur’la karşılıklı konuşuyoruz. Onların geleceğini öğrenen eşim, “Ben de eski arkadaşlardan birine takılırım.” deyince yine biz bizeyiz. Evet, bu hanım, farkına vardığı kökünün ve gövdesinin üzerinde duran bir bitki gibi. Doğal, sade, rahatlatıcı. Geçmişte anne-baba yönünden sıkıntısı olsa da asil bir anneannenin sağlam duyguları onu kendine getirmiş. 

.Sabah telefonda belirttiğim gibi bu akşam karşıya geçmem gerekiyor. Neden, biliyor musunuz? Sabah Harun Bey’le şirkette bir görüşmemiz var. Cihangir’in kardeşi Zafer ve avukat Naci Bey de bizimle olacaklar. Tabi Yalın da. Peki, görüşeceğimiz konu nedir? Yalın’ın şu an uyguladığı mahalleye el uzatma projesini biz de başka bir yerde hayata geçirebilir miyiz düşüncesi. Size söylememde bir mahsur yok. Çünkü beni yanlış anlamazsınız. 

Ahmet’ten hayli bir şeyler kaldı. Ve ben hepsini onun hayrına değerlendirmek istiyorum. Ancak düşüncem -daha doğrusu Mümtaz abim ve Yalın’la ortak düşüncemiz- bir yerlere yatırımdan ziyade kendi kendini çeviren bir proje olmalı. Ürettiği de hep hayra harcanmalı. Zafer, Cihangir’in kardeşi. İletişim Bilimlerinden mezun. Anneannem okutmuş. Sonra da Naci Bey vasıtasıyla sorumluluğu ben üstlendim. Belediyede çalışıyor. Bana da çok bağlı. Naci Bey, Ahmet’in avukatıydı. Çok güvenilir dürüst ve çalışkan biri. Bu işte benimle çalışmasını rica ettim. 

Ne derseniz deyin. Nur’la sizin payınızı asla göz ardı edemem. Bakın şimdi de aynı şey oluyor. Hem yapacaklarımı sizlerle paylaşıyorum hem de konuşulanlarla besleniyorum. Hayat demek ki bizleri böyle yaşata yaşata eğitiyor. Ne dersin Nur?

Eğer gerçek konuk isen, aç gözün uyanık isen.
Sen bu söze tanık isen, geri kalır mülk ile mal.
1


Yer iken yedir biçare, eksilirse Tanrı vere,
Bir gün tenin yere gire, geri kalan nendir senin?2

Eğer bu dünyaya kısa bir süre kalmak üzere gelmiş olduğunu biliyorsan gaflette kalma, gözünü aç Nur! derim. Çünkü onca biriktirdiğin malın ve mülkün, konukluk bittiğinde ardında kalacak. Sen mülkünden ihtiyacı olanlara verdikçe malından eksileceğinden korkma! Çünkü verdikçe, yedirdikçe “Gerçek mülk sahibi” sana  fazlasını verecek. Ey Nur! Sen sadece bir fanisin, ölümlüsün. Elbet bir gün bu ten toprağa girecek. Hayır, iyilik düşünmeden sadece yer, içer, harcarsan bunlar işine yarayacak mı? Gideceğin yerde sana bir faydası olacak mı? Canım Yunus’um bana bunları söyletir Pervin Hanım.

.Gerçekten altın gibisin Nur!… Yüzünle, sözünle ve bilhassa özünle altın gibisin. Öyle şeyler söyletti ki Yunus sana, elimde ne varsa şu an vermek isterim. Vermek deyince aklıma geldi: Getirdiğimizi verme vakti herhalde geldi.

Nur, hemen kapının arkasına koyduğu paketi alarak Pervin Hanım’a veriyor. Evet geldiklerinde kocaman bu paket dikkatimi çekmişti. Lafa dalınca unutmuşum. Hay Allah! Nedir şimdi bu?

.Elif Hanım. Bu sizin. Beni artık bir dost, kardeş kabul edin. Çünkü sizler benim için öylesiniz. Bu, asla bir hediye değil. Gönlümde yaşattığım birinden gönlüme yeni giren birine bir mesaj olarak kabul edin lütfen. Yani anneannemden size.

Paket açmayı çok severim. Fakat bu sefer ellerim titremeye başlıyor. Nur alıyor elimden. Kalın kağıtlarla üst üste sarılmış. Kırılabilecek bir şey olmalı. En sondakiler de açılıyor: Bu da ne!… Hiç düşünemeyeceğim bir şey. Arnavutköy’deki evde konsolun üzerindeki antika gaz lambası.

.Demiştim ya… Gönlümde olan birinden gönlüme giren birine bir mesaj. Eğer dostumsanız bu mesajı kabul edin. Diğer lambayı da Nur’a verdim. Kızına çeyiz olsun. 

.Pervin Hanım… Ben bunu kabul edemem. Hem çok değerli hem anneannenizden yadigar.

.Ama siz de bana tablonuzu verdiniz. Sadece tabloyu mu? Neyse… Az kalsın unutacaktım. Bu günlerde heyecandan mıdır nedir, bu unutmalar çoğaldı. Kusura bakmayın. 

Çantasından bir kitap çıkartıyor. 

.Belki sizde vardır: “Ermiş”. Halil Cibran’ın eseri. Bu kitabı tavsiye ettiler. Hayli etkilendim ve sizinle paylaşmak istedim. Seçtiğim birkaç bölüm var. Oralara ayraçlar koydum. Şimdi bir tanesini okuyup yorumlarsanız bu benim için hiç unutmayacağım bir anı olacak. 

Ayraçlardan bir tanesini seçiyorum.

Yeryüzüne ve onun ruhuna ayak uydurabilmek için çalışıyorsunuz. Çünkü aylaklık yeryüzünün mevsimlerine yabancılaşmak demektir. Sonsuza doğru gururlu bir kabullenmişlik ve soylu adımlarla ilerleyen Hayat’ın gelişiminin dışına çıkmak demektir.
….
Sevgiyle dolu olarak çalışmak nedir, bir de bu var? Dokuduğunuz kumaşı, sanki yalnız en sevdiğiniz kimse giyecekmişçesine yüreğinizden çektiğiniz ipliklerle dokuyabilmek. Kurduğunuz yapıyı, sanki içinde yalnız en sevdiğiniz oturacakmışçasına özenle ve sevgiyle kurabilmek. Serptiğiniz tohumları ve onun ürünlerini, sanki yalnız en sevdiğiniz yiyecekmişçesine sevgiyle ekip-biçebilmek.

Halil Cibran / Ermiş / s. 27, 28 / Çeviri: Aytunç Altındal

Halil Cibran’ın okuyanı hayli düşündüren kaleminden etkilenirim. “… yeryüzünün mevsimlerine yabancılaşmak”.  

Neden tek mevsimde geçmiyor hayat? Birbirini takip eden dört mevsim var. Hepsi birbirinden değişik. İçlerinde kış ve yaz birbirine tam zıt. Ve zıtlık iki baharla derece derece ilerliyor. Hem devamlı hareket var hem yaşanan mevsime uyum sağlayabilmek için destek verilmiş. Kısaca hem kudret var hem rahmet hem de hikmet. Bütün varlık, sürekli bir değişim halinde boyuttan boyuta koşturuyorken insanın kendindeki bunca imkânı tek boyuta sıkıştırması, onun için utanılacak bir şey. 

– Daha doğrusu nankörlük Elif Hanım. İşte bu son okuduğunuz kısımda “Dokuduğunuz kumaşı, sanki yalnız en sevdiğiniz kimse giyecekmişçesine yüreğinizden çektiğiniz ipliklerle dokuyabilmek.” sözünden çok etkilendim. Size demiştim ya… “Ahmet’ten hayli bir şeyler kaldı. Ve ben hepsini eşimin hayrına değerlendirmek istiyorum.” diye. Ben de yüreğimden çektiğim ipliklerle onun adına iyilikler dokumak istiyorum. 

Onlarla konuşurken bir yandan aklım Enis Bey’de. Sorarak konuyu dağıtmak istemiyorum. Zaten yapılacak işlerin yoğunluğundan onlar da fazla oturmuyor. Acaba Maide Hanım’ın sürprizlerini Enis Bey nasıl karşıladı? Kapıdan çıkarken Nur’a soruyorum.

.Fırsat bulduğumda sizi arayacağım.

Şaşkınlığı üzerimden hâlâ atamadım. Hiç beklenmedik bir sürpriz ve çok da anlamlı. Ayrıca Pervin Hanım benim zevkimi nasıl bilebildi? Acaba o gün beğendiğimi belli mi ettim? Lambayı en sevdiğim köşeme koyuyorum. Kitap okuduğum, müzik dinlediğim, dinlendiğim kanepenin yanındaki küçük şifonyerin üzerine. Bizimkiler geldiğinde onlar da şaşırıyor. Çünkü burada önemli olan şey lambanın maddî değeri değil, atadan yadigar bir değerin verilmesi. Bir yadigarı verecek kadar yakınlık gösteren bu güzel insana içim daha da ısınıyor.

Vakit hayli ilerlemiş. Uykum yok. Her yer sessiz. Gecenin dili, benim dilim. Çoğu zaman kendi kendisiyle konuşmayı seviyor. Ben de onu dinlemek üzere köşeme çekiliyorum.

“Ermiş”. Elimdeki bu eserle daha önceden tanışmıştım. Üst üste yaşadığım güzelliklerden dolayı şu anda ilgilendiğim konu “Güzellik ve güzel”.  Güzel nedir? Güzelliğin hakikati ne? Nasıl bulunur? Kimler bulur? Nerede, nede, kimde bulurlar? Bunlar, yıllar boyu kendime sorduğum sorular. Bazılarının cevabını alabildim. Ama “Güzelliğin hakikati nedir, kimler bulur?”da hayli zorlandım. Ancak uzun zamandır aklıma takılan bir gerçek var: “Sokak’takileri tanıdığımdan beri hayattan bu soruların cevabını tek tek almaya başlamam.” 

Demek her insanda doğuştan sahip olduğu “bir güzel” var. O da zamanla ortaya çıkabiliyor. Peki bu “güzel” kendini nerede saklıyor ki ortaya çıkması zaman alıyor ve emek gerektiriyor. “Ermiş”te böyle bir konunun olduğunu hatırlıyorum ve yerini buluyorum.

Sonra bir şair söz aldı, ve bize Güzel’den söz et, dedi. 

Ve El Mustafa yanıtladı: Güzel’in kendisi yolunuza çıkmaz ve kılavuzunuz olmazsa güzeli nerede ve nasıl ararsınız? Sözlerinizi dokuyan o olmadıktan sonra, onun hakkında nasıl konuşabilirsiniz ki?

Üzüntülü ve incinmiş olan, ‘Güzel, merhametli ve koruyucudur, kendi görkeminden yüzü hafifçe kızarmış genç bir anne gibi aramızda gezinir.’ der. 

İhtiraslı olan da, ‘Güzellik, kudret ve korku veren bir şeydir. Fırtına gibi altımızdaki yeryüzünü ve üstümüzdeki gökyüzünü sarsar,’ der…

Halil Cibran / Ermiş / s. 65 / Çeviri: Aytunç Altındal

.Yine aynı şeyi yapıyorsun. Hem üşüteceksin hem boynun tutulacak. Kalk…

Okuduğum cümleleri düşünürken uyumuşum. Eşim haklı, boynum tutulmuş. Sabah kalktığımda ağrısı devam ediyor. Kendimi bırakmamalıyım. Mutfağa girip kahvaltı hazırlıyorum. Sofrada dünkü ziyaretten, antika lambadan ve bir akrabanın sorunu hakkında konuşurken vaktin nasıl geçtiğini anlamamışız. Neredeyse öğlen olmuş. Telefon çalıyor. Salih. Evin kapısındaymış. Müsait olup olmadığımızı sormak için aramış. 

.Abla. Bu sizin. İçinde Menekşe’nin yaptığı tatlı var. Afiyet olsun. Abim için geçen gün yaptığı sürpriz tatlı çok beğenilince tekrar yaptı. Maide Hanım rica etti size getirmemi. Çok güzel şeyler oldu abla. Sonra konuşuruz. Ayrıca Nur abla “Hocam’a söyle. Bugün ikizlere ben bakacağım. Bu yüzden sözümde duramayacağım.” dedi.  Biz de Yalın Bey’le bu tarafta bir yere gidiyoruz. Geçerken hem tatlıyı vereyim hem haberi ileteyim dedim.

.Yalın Bey arabada mı?

.Evet.

Bunu duyan eşim yukarı çağırmak için hemen aşağı iniyor. Çünkü Yalın Bey’in hassas yapısını o da tanıdı. Çok kısa kalmak şartıyla daveti kabul etmiş. Nedense ikisi de çok yorgun görünüyor. Salih’in yüzüne dikkatli bakınca Yalın Bey herhalde içimden geçeni anlamış olmalı ki izah ediyor:

.Dün gece hastanedeydik. Dün Arif Bey’in babasına stent takıldı. Durum kritikti. Arif’i yalnız bırakmak istemedik. Sabaha karşı geldik eve. Bugünkü çoğu görüşmeyi iptal ettim. Vücut belki kaldırır; ama zihin yorulursa yanlış adım atmak riskine girme ihtimalini düşündüm. Sadece bu tarafta acil bir işimiz var. Arif’i o halde bırakamazdık. Babam da zaten bırakmamamızı istedi. 

Sıkışmış insanın çaresizliği çok acıtıyor, Ekrem Bey. Hele acı çok yakınıyla ilgiliyse… Bazı yollar birbirini çok andırıyor. Adımların sesi çok tanıdık geliyor. Şeref Bey’le konuşmadım; fakat Arif’ten dinlediğime göre onun şu an yaşadığı hal, benim birkaç sene önceki halime çok benziyor. Bir yandan pişmanlık bir yandan gafletten uyanma. Bir de üstelik can derdi var. Arif gerçekten çok değerli bir insan. Ve ayrıca bizim için -aynı sizin gibi, Salih gibi- çok önemli. Kısaca aileden. 

.Arif Bey’i dinlerken çok zorlandım abla. Bir ara dışarı çıktım. “Benim şu anda sıkıntılarım varken senle uğraşamam.” da ne demek. Adamın kalbinden sorunu var. Kadın kendi kırışıklıklarıyla aklını bozmuş. Çocuk babasını mı merak etsin, annesinin saçmalıklarını mı düşünsün? Gece boyunca kıvrandı durdu. Tabii bunları Arif’e anlatan, Arife Hanım. Şeref Bey, oğluna tek söz dahi etmemiş. 

.Salih haklı. İnsanın kanına dokunan şeyler bunlar. Şeref Bey’in kız kardeşine söylediği bazı sözler düşündürüyor: 

“Üç çocuğum var. İkisi aynı annelerine benzer. Bir tek Arif biraz benden almış. Genelde babama benzer. Diğerlerinden çok farklıdır. Maalesef en fazla onu kırdım. Ötekiler zaten kırılacak tıynette değiller. Tek isteğim, iyileşirsem kendimi oğluma anlatabilmek. Geçmişi telafi edemesem de belki kendimi affettirebilirim.” 

Elif Hanım. İnsan ana babasının karşısında bazı mahcubiyetler yaşayabilir. Ana baba zaten onu bağışlamaya çoktan hazırdır. Benim durumum buydu. Şeref Bey’in durumu ise farklı. O şu anda can derdinin yanı sıra bir de kardeşine; bilhassa oğluna karşı bir eziklik yaşıyor. Ayrıca benim aklımı çelenler, sonra da hayal kırıklığına uğratanlar aile dışından insanlardı. Burada ise kandıran, hayal kırıklığına uğratan en yakında olan; insanın hayat arkadaşı, karısı. Bu ihanet, bir eş için çok ağır. Ayrıca ben yuvama döndüğümde baş tacı edildim, O ise istenilmeyen bir baba. Evet. Bazı durumlarımız benziyor; lakin inanın Şeref Bey’in durumu çok ama çok zor. 

Havayı biraz rahatlatmak hem de merakımı gidermek için Maide Hanım’ın hazırlattığı sürprizleri soruyorum. Tabii bizim heyecanlı Salih hemen atlıyor.

.Abla!… Görecektin… Her şey istenildiği gibi oldu. Hatta hepimiz hayret ettik. Hiç zorluk çıkmadı. Abim yapılanları hoş karşıladı.

.Oğlum biraz tafsilatlı anlatır mısın? 

.Maide Hanım bizimle konuşup plan yapmıştı ya… Ertesi sabah hemen işe koyulduk. İstenilenleri aradık, bulduk, getirdik. Menekşe’den öğrendim. Maide Hanım, nergisleri abinin odasına, evin girişindeki konsolun üzerine, bir de yemek odasına koydurmuş. Banyodaki havlulara nergis kolonyası sürülmüş. Menekşe tabii istenilen tatlı ve tuzluları o gece internetten araştırıp öğrendi ve ertesi gün de hazırladı. 

Abim Kerimlerdeydi. Sonra aniden İzmir’e gitti. Döneceği gün beni aradı ve bazı isteklerde bulundu. O akşam Kerimlerde yemek yedik. Eve geç vakit döndük. Sonra ne oldu bilmiyorum. 

.Peki ertesi gün?

.Doğru. Sabah kalktığımda baktım her yer çok güzel kokuyor. Tabii benim bir şeyden haberim yok. Salih de söz etmedi. Kokunun ne olduğunu başta anlayamadım. Annem gerçekten değişik biri Ekrem Bey. Ben onu hiç tanıyamamışım. Bu konu, benim için ayrı bir mahcubiyettir. Neyse… O sabah kahvaltı biraz ileriye alındı. Menekşe’nin yaptığı tatlılar ve tuzlular masaya konuldu. Sonra Salih açıkladı her şeyi. Nergis kolonyasını merdiven tırabzanlarına sürmüşler. Kokusu evin her tarafını sarmış. Mis gibi pişen çörekler ve mükellef bir kahvaltı. Hepimiz sofraya oturduk. Gevher Hanım ve ikizler de geldi. Annem bekleyelim dedi. Kendi sancılı günlerimi düşününce bir insanın iyiliği için bu yapılanlar, çok güzel ve anlamlı geldi. Yoksa hepimizin hali gerçekten Elif hanım çok garip ve komikti. 

.Evet, öylece beklemeye başladık. “Salih! Merak etme, abin gelecek. Başını iki tarafa sallamayı bırak!” Ben gelmeyecek der gibi meğerse başımı sallıyormuşum. Farkında değilim. Nitekim Maide Hanım’ın uyarmasından sonra merdivenden inen ayak seslerini duyduk. Kapı açıldı. Abim, kendine çeki düzen vermiş haliyle bize gülümsüyor. 

Ve Annem Enis Bey’e baktı. Sadece bir cümle çıktı ağzından. “Oğlum, ailen seni bekliyor.”

Ondan sonrası anlatılır gibi değil. Sadece yaşanır.

Olay gerçekten çok etkileyici. Yalın Bey’in ve Salih’in bunları anlatırken gittikçe zorlandıklarını fark ediyorum. Gerçekten çok yorgunlar. Yalın Bey’in elindeki bardak bir anda yere düşüyor. Neyse içinde bir yudumluk bir şey kalmış. Üstünü temizlemesi için eşim banyoyu göstererek yardımcı oluyor.  

.Ekrem Bey. Meraklı bir tip değilimdir. Fakat holdeki tablo dikkatimi çekti. 

.Evet. Dağ ve Terazi. Tarık’ın favori tablosu. Odasındaydı. Ama kütüphanesine ekleme yapılınca duvarda tabloya yer kalmadı. Allah bilir yakında hole de raflar konulacak. Tablo insanın kemâle erişini anlatıyor. İnşallah oğlumla tanışırsınız. Şu anda evde yok. Yaşlarınız yakın. Sanırım sizden 2, 3 yaş küçük. Anlaşabileceğinizi ümit ediyorum. 

Eşim lafını tam bitiriyor ki kapı açılıyor. Tarık kapıda. Hem de “Böyle hazırlıksız karşılaşmalardan hiç hoşlanmam.” ifadesiyle. Lakin yapacak bir şey yok. “Bunun da bir hikmeti vardır.” diyorum.

Neyse ayaküstü tanışmadan sonra tablodan ve kitaplardan söz ediliyor. İleride sohbet edebilme temennisiyle onları uğurluyoruz. 

Kahvaltıda aldığım ilaç iyi geldi. Hemen sofrayı, mutfağı toparlıyorum. Sonra da köşeme çekiliyorum. Dün Nurlar, bugün Yalın Beyler. Sevildiğini bilmek ve hürmet görmek güzel bir duygu. Evet, dilde yine “güzel” var.

Güzel’e dair söylediğiniz bunca söz. Gerçekte güzel için değil, doyurulmamış eksiklikler içindir. Oysa güzel, bir gereksinim değil, bir doygunluğun kıvancıdır. Ne susuz kalmış bir ağız, ne de açılmış boş bir eldir. Bir yürektir tutuşmuş, bir can’dır büyülenmiş.
…..
Ey Orphalese halkı, Güzel, hayatın kendi kutsanmış çehresini örten peçeyi kaldırmasıyla görülen hayattır. Oysa hayat da, peçe de sizsiniz. Güzel, bir aynadan kendini seyreden sonsuzluktur. Oysa sonsuzluk da, ayna da sizsiniz.

Halil Cibran / Ermiş / s. 65, 66 / Çeviri: Aytunç Altındal

Burada “Güzel” bir yorum. Neyin yorumu? Hayatın. Onun üstündeki örtü kaldırıldığında ortaya çıkan bir hakikat var. Örtü ne? Nefis. Çünkü nefis, beden ve ruh aynasının arasına girdiğinde ruhun sonsuzluğunu ve güzelliğin hakikatini perdeliyor. Aynı güneş tutulmasında olduğu gibi. Ayın Yer ile Güneş arasına girerek Güneş’in parlak dairesini örttüğü gibi. 

Güzeli perdeleyen, insan; ancak güzelin yorumunu yapan da insan. O zaman insan, kendi kendini örten bir perde. Bu sebeple hayatın hakikatini yaşayamıyor. Yaradılış nizamından çıkıyor ve varlıktaki ahenkten, ortak sevgiden nasiplenemiyor. Kısacası kendine zulmediyor. Oysa insanın aradığı gerçek güzel, yine kendisi. Peki neden? 

Çünkü insanda Yaradan’ın yarattığı yaradılış mucizeleri var. Kendisine üflenen bir ruh var. Dolayısıyla bu örtülü dünyada ölümlü; ancak hakiki dünyada sonsuzluğa namzet. Kâinatın yaratıldığı nurdan bir parça var. O nurla etrafı aydınlatan ve varlığı ısıtan bir potansiyele sahip. İlahî isimleri kendine çeken bir kalp var. Bütün bunların hepsi, manevî âlemin özü. Bu özü bulduğunda da tatmin oluyor. 

Bazen gezmek, almak, başarmak gibi güzel sayılan şeyleri yaşadığımda gönlüme soruyorum: “Nasılsın? Tadını aldın mı?” “Alamadım.” diyor. Bir hayvanı severken, denize, ağaca bakarken, ocaktaki çaydanlığın çıkardığı sesi dinlerken, muhabbet ederken yine soruyorum gönlüme: “Nasılsın, memnun musun?” “Daha yok mu?” diyor. Çiçeğin, sanatın güzelliğini görmek kolaydır. Ama başta çirkin görülse de sonucu güzel olanı görmek zordur ve bunu herkes göremeyebilir. Kaç zamandır şahit olduğum olaylarda kim bilir göremediğim neler var? Ama göremesem de muhakkak bir hikmetinin olduğunu biliyorum. Ve bu hikmet de ve onu bilmek de ayrı “güzel”. 

Şimdi bir Enis Bey’e bir de onun için koşturanlara “Güzel nedir?” diye soracak olsam, cevap herhalde “Ermiş”teki şu söz olacaktır: 

Güzel. Ne susuz kalmış bir ağız, ne de açılmış boş bir eldir. Bir yürektir tutuşmuş, bir candır büyülenmiş.

Çünkü hâlâ susuz kalmışa su verenler, çaresiz açılmış eli tutanlar var aramızda. Ve onlarla yürek, sevgiyle tutuşuyor; Ve onlarla can, sonsuzluğa kanatlanıyor. Ve bu hislerin karşılığı da “çok güzel”. 

Öyleyse
Nergis dalına konan bülbülü öldürmüşler
diye
Nergisin güzelim dallarını kesmek
niye?

***


1. 153/2
2. 148/8
Paylaşın.

Yazar Hakkında

5 yorum

  1. Güzel konusu aklıma geçmiş ama hiç unutamadığım bir anı canlardırdı. Ilk okul zamanlar, yaşım 10 veya 11 dir ve her sene gibi o seni resim çekildi okulda. Resimi elime aldım ve sınıfa girdim. O arada ögretmenim yanina çağirdi ve bana bakıyım resimine dedi. Ona verdim ve bu sözleri söyledim “çok çirkin çıkmışım ögretmenim dedim” hüzünlü bir ses ile. Resime baktı ve bana bu sözleri söyledi ” ne cirkin, çok güzel cikmışın kendine haksızlık etme “dedi babacan sesiyle. Yüzümün gülmesini sağlayip yerime gönderdi.
    O ögretmenimi hiç unutmadım cünkü hayatıma güzel dokunuşları oldu.

    Güzel olanı görmek kolaydır, çirkin sandiğimiz olay da güzeli görmek marifet idir yazdiğınız gibi, bunu her zaman uyguluya bilsek…
    Elif hanım sizi tanımıyorum ama yazılarınızda bir enerj güzellik ve huzur var. Bilmiyorum bunu sadece benmi hissediyorum yoksa diğer okuyucular.

    Teşekkür ederim.

    • Sevgili Neşe Hanım.

      “O öğretmenimi hiç unutmadım, çünkü hayatıma güzel dokunuşları oldu.”
      Bu, anılarınızdan bir kareyi değerlendirdiğiniz bir cümle. Ama sadece cümle mi? Hayır. İçinde güzellikler taşıyor. “Hiç unutmadım.” sözünde “vefa” var. “Hayatıma dokunuşları oldu” sözünde özen, iletişim, farkındalık; yani duyarlı bir kalp var. “Güzel dokunuşları” nda iyi niyet, değerbilirlik var.

      Sizin duygularınız ince ve güzel. Yazılardaki özelliği de fark eden, bu inceliğiniz. Hayatım eğitimle geçti. Güzel insanın kokusunu uzaktan da olsa alırım. Teşekkür ederim.
      Elif Kaya

  2. Güzeli gören hassa güzelden daha değerlidir.
    Gördüğünüz cemali cilveleri bir de bizler görelim diye yazılarınızla aşikar kıldığınız için teşekkür ederiz.
    Bera

  3. Teṣekkūr ederim Sevgili Elif hanım güzel sözleriniz için.
    Kim diyebilirki kendimi kendim yaptım? Bizi biz yapan sadece genlerimiz değil, etrafmızda insanların etkisi çoktur. Ilk başta Annemiz sonra ailemiz, arkadaşlarımız, iş veya okul ortamız, okuduğumuz kitaplar, yaşadığımız olaylar, acìlar, mutluluklar vs vs bizi biz yapıyor. Bunu bilmek başkaların’da ne kadar önemli olduğunun idrakına varmak dir. Bizim hayatimizda rolu olan herkese teşekkür etmek gerekiyor. Bazen iyi rolda bazen kötü rol da hayatımızı etkilediler…. Bizi kandıran Ego, Nefs dir. Sadece ben varım dir Nefs…
    Bende güzel bir insanmiyım? Kime göre neye göre …

  4. Kendini bilen her insan güzeldir. Kime göre? Onu Yaratan’ı bilene göre. Fark edilen her an güzeldir. Neye göre? Zamanda yansıyan cilvelere göre. Paylaşılan haksa eğer, birbirini anlayanlar ve paylaşanlar da güzeldir. Değerli paylaşımlarınız için teşekkür ederim.
    Elif Kaya

Leave A Reply