Adı Consuelo

0

Exupéry’nin ailesi; bilhassa annesi onun uçmasından hiç hoşnut değildi. Bu sebeple askerden döndüğünde onların isteği doğrultusunda çalışmaya başladı. Bir ofiste kamyon satıcılığı yapacaktı. İçinden gelmeye gelmeye, sevmeyerek ve istemeyerek çalıştı. Oysa onun başarabilmesi için sevdiği işi yapması gerekiyordu. Böyle bir mizaca sahipti. Bunun delili ise çok sevdiği iki alanda; uçmak ve yazmakta edindiği başarılardı.

Havacılık alanında birçok buluşa imza attı. Gece uçuşlarını düzenleyen cihazların geliştirilmesinde katkı sağladı. Fransa-Afrika-Güney Amerika posta hattını kurdu ve hava postacılığını Güney Amerika’da geliştirdi. Pilotluk onun özgür ruhunun soluklandığı alan, yazarlık ise bu ruhun dışavurumuydu.

Gece Uçuşu adlı kitabıyla Prix Femina edebiyat ödülünü, İnsanların Dünyası adlı kitabıyla da National Book Award’ı (Ulusal Kitap Ödülü) aldı. Gece Uçuşu, 1933’de sinemaya uyarlandı. Ve “Küçük Prens”, İncil ve Marx’ın “Kapital”inden sonra en çok okunan kitap oldu.

1926 yılında Saint-Exupéry mizacıyla hiç uyuşmayan işinde yaşadığı bunalımlarla gökyüzünün sonsuz özgürlük vaatleri arasında sıkışıp kalmış olmanın derin sıkıntılarını yaşıyordu. Bu durumu birazcık da olsa dengeleyebilmek için boş vakitlerinde Orly’ye gidiyor, kısa sürelerle de olsa uçmaya vakit ayırabiliyordu. Ancak bu küçük kaçamaklar onu tatmin etmekten çok uzaktı. Kendi içinde o denli bunalmıştı ki, kız kardeşi Marie-Madeleine’e yazdığı mektuplardan birisinde şöyle diyordu:

‘Öyle yalnız bir yaşam sürüyorum ki, her zaman yollardayım… hiçbir şey olmuyor hayatımda… Sabah kalkıyorum, arabamla çıkıyorum, öğlen yemek yiyorum, akşam yemek yiyorum, hiçbir şey düşünemiyorum. Üzücü bir durum…’
….
Bu göçebe hayattan bıkmıştı. Kız kardeşi Marie-Madeleine’e yazdığı bir mektupta, artık evlenmek, hayatını yerleşik bir ortamda sürdürmek istediğini söylüyordu.

‘Evlenmek ve küçük Antoine’ların etrafımda fır döndüğü bir evde yaşamak istiyorum.

Hayatımı birlikte kuracağım kadın beni yatıştıracak biri olmalı. Gerçekten en çok ihtiyacım olan şey bu. Hayatın ne denli ağır olabildiğini tasavvur edemezsin; gençliğimin ne denli tükenmiş hissettiğimi…’

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s. 81

Böyle bir ruh haleti, Exupéry’yi yuva kurma hayallerine götürüyordu. Çevresinde onun yazarlığından, gözü pek gökler fatihi oluşundan etkilen çok kadın vardı; ama o bahçesinde başka bir çiçek arayışındaydı.

8. BÖLÜM

Çok geçmeden şu çiçek hakkında daha çok bilgi edindim. Küçük Prens’in gezegeninde çiçekler her zaman çok sadeydi. Tek sıralı taç yaprakları vardı, fazla yer kaplamıyorlar ve kimseye de sorun olmuyorlardı. Bir sabah otların arasında beliriverirler, geceleyin de sessizce solup giderlerdi.     

Ama bir gün kimsenin bilmediği bir yerlerden bir tohum uçup gelmiş ve Küçük Prens gezegeninde eşi benzeri bulunmayan bu çiçeği dikkatle izlemişti. Öyle ya, yeni bir tür baobap da olabilirdi bu. Bir süre sonra fidenin büyümesi durmuş, çiçek vermeye hazırlanmıştı. Kocaman tomurcuk kendini gösterdiğinde orada bulunan Küçük Prens büyük bir merakla ortaya çok ilginç bir şeylerin çıkmasını beklemişti. Ama çiçek yeşil örtüsünün altındaki hazırlığının yeterli olduğunu sanmıyordu henüz. Renklerini büyük özenle seçiyor, kendini ağır ağır süslüyor, taç yapraklarını tek tek sıralıyordu.                                                                                          

Gelincikler gibi buruşuk buruşuk çıkmak istemiyordu ortaya. Güzelliğinin en pırıltılı anında kendini göstermeye karar verdi.

Aman! O ne cilveler, o ne pozlar! Günlerce sürmüştü o gizemli süslenmeler. Ve bir sabah tam gün doğarken ortaya çıkıverdi. Uzun uzun kendine çeki düzen vermeye çalıştıktan sonra esnedi ve.

‘Oh! Çok ender olarak uyanık kalırım,’ dedi.

‘Lütfen taç yapraklarımın düzensiz olmasından dolayı kınamayın beni…’  

Küçük Prens hayranlığını gizleyemeyip, ‘Ne kadar güzelsin!’ dedi.
Çiçek, ‘Evet biliyorum,’ dedi, ‘Üstelik güneşle birlikte doğdum…’

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.36-37

Saint-Exupéry, 1922’de savaştan hemen sonra soylu akrabalarının düzenlediği yemeklerden birinde tanıştığı Louise de Vilmorin’le nişanlandı. Ancak nişanlısıyla birlikteliği uzun sürmedi. Ve bir gün eline bir gül verildi.

Şimdi bir seri konferans düzenlemek için Alliance Française grubuyla Buenos Aires’e geldiğinde, orada olduğunu yola çıkmadan öğrendiği eski dostunu arıyordu. Çok geçmeden de buldu onu. Alliance ekibinin şefi bu ünlü Fransız için başkentte bir resepsiyon düzenledi. O gece Crémeux, dostuna uzun siyah gece giysisi ile ışıklar saçan çok güzel bir kadını tanıştırdı.

‘Sevgili Tonio, sana Senyora Consuelo Suncín de Gómez Carrillo’yu tanıştırayım. Maalesef sevgili eşini birkaç yıl önce kaybetti.’
.…
Saint-Exupéry, bu parlak siyah saçlı, iri siyah gözlü, minyon yapılı kadına gördüğü ilk anda tutuldu. Abanoz renkli gözleri çok derinden bakıyordu. Boyu ancak omzuna geliyordu. Gizemli, kısa ve zekice cevaplar veren, kendine güveni tam ve mutlak olan bir kadın vardı karşısında.

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.135

Benzer özelliklerde bir kadın olan Consuelo sekiz yıl sonra hayatına girdiğinde Saint- Exupéry yine bocalayacaktı. Zira Consuelo da en az Louise kadar eksantrik bir yapıya sahipti. Artistik yönü güçlüylü. Sosyal mizaçlıydı. Ancak o, Saint-Exupéry’yi sevdi. O’na bağlandı. “Gül”ü oldu.

Saint-Exupéry, hayatına derinlemesine giren ve tutkuyla sevdiği bu iki kadını ilk ve son romanlarının kaptan köşküne oturttu. Louise, Güney Postası’nda Geneviéve olarak yeniden yaşam bulurken Consuelo son romanı Küçük Prens’in “Gül”ü oldu.                                      

Aslında birbiri içine geçen mistik bir örgü gibidir her iki aşkına karşı duruşu. Geneviéve bir femme fatale’dır (felakete neden olan kadın). Halbuki sevgiyle tomurcuklanan “Gül” farklıdır. Korunması, üzerine titrenmesi gerekir.

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.74

Hayran oldu bu güle; rengiyle, kokusuyla adeta kendinden geçti. Hiç bırakmak istemedi elinden ve 1931’de Buenos Aires’te tanıştığı Salvadorlu Consuelo Suncín Sandoval ile evlendi.

Exupéry’nin “Bayan Gülü”ydü. Hem büyük aşkı hem de büyük acısı olacaktı hayatında. Gün geçtikçe gülün başka yönlerini tanımaya başladı. Nasıl bir çiçekti bu? Hem çok güzel hem kaprisliydi. Zorluk çıkaracak gibiydi ve Exupéry gelgitlerle dolu bir evliliğin içinde buluverdi kendini. Onunla oluşan bu beraberliği ne düzeltebilecek ne de sona erdirilebilecekti.

Torun merak ederek sorar:

‘Evlilik güzel midir dede?’

Dede yaşadığı deneyimlerle cevap verir:

‘Güzeldir oğul, karın dert ortağın olur.’

Evliliğin güzelliği neden derde bağlanır ki

‘İyi de benim derdim yok ki dede?’

Cevap, Exupéry’nin evliliğinin özetidir:

‘Evlenince o da olur …’

Adı Consuelo idi; yani İspanyolca avutucu, teselli edici anlamında. Ama ben ona çoğunlukla mon poussin, civcivim diyordum. 45 kilodan hafifti; ben ise onun üç mislinden fazlaydım. Bir başka gün yine yeğenlerimle birlikte oynarken ona bu kez papavéracée, gelinciğim adını taktım. O da bana papou, geveze diye karşılık verdi.

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s 145

Aralarındaki ilişkinin sıcak aşka dönüştüğünü hissettiğinde Consuelo’ya Gece Uçuşu’nun, bir deftere el yazısı ile yazılmış 40 sayfasını göndermişti. Consuelo ondaki bu yaratıcı enerjiyi annesinden sonra en iyi fark edenlerden biri olmuştu. Gómez Carrillo’yla yaşadığı dönemde Consuelo’nun edebî yetileri gelişmiş, eleştiriler, şiirler, kısa öyküler yazmaya, resim ve heykel yapmaya başlamıştı. Bundan çok hoşlanan Antoine, önceleri “Benim küçük tropik kuşum” dediği Consuelo’yu artık Petite fille poéte1 diye anıyordu.

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.139

Consuelo de Saint-Exupéry

Consuelo de Saint-Exupéry

Nisan güneşi altın taç yapraklarını üzerimize dökerken evlendik. Didi’nin kızları ellerinde gelin buketleriyle Consuelo’nun nedimeleri olmuştu. Beyaz giysileri içinde iki küçük meleğe benziyorlardı. Consuelo siyah gelinliğini yine siyah bir mantilla duvakla2 tamamlamıştı. Abanoz siyahı saçlarının arasına ustalıkla yerleştirdiği iki kırmızı gülle aklımı başımdan alıyordu.
….
Balayımızı da Agay’da3 geçirmiştik. Agay’da geçen günlerimizde her gün onu ardı arası kesilmeyen sorularımla serseme çeviriyordum. Küçük oyunlar oynuyorduk. O ateş miydi, yoksa su mu? Ay mı, güneş mi? Aslında bu kavramların içerdiği tüm karşıtlıkları varlığında barındırıyordu. Gelgit gibi değişken, kaprisli, ne yapacağı belli olmayan, yeri geldiğinde kedi gibi uslu ve sokulgan, ruhundaki dinamit ateşlendiğinde de bir kaplan gibi yırtıcı…

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.145

Çiçek çok geçmeden kendini beğenmişliğiyle Küçük Prens’i canından bezdirmeye koyuldu. Doğrusunu söylemek gerekirse hiç de kolay olmuyordu buna katlanmak.

Örneğin bir gün üzerindeki dört dikeninden söz ederken Küçük Prens’e,

‘Sıkıysa kaplanlar pençelerini bir uzatsınlar!’ demişti.

‘Gezegenimde kaplan yok.’ demişti Küçük Prens ona.

‘Hem kaplanlar ot yemezler.’

‘Ben ot değilim,’ olmuştu çiçeğin tatlı bir sesle verdiği yanıt.

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.38

Consuelo kolay bir kadın değildir. Doğduğu toprağın fıtratını, rüzgarını taşır kişiliği.

Söylendiğine göre Consuelo bir deprem sırasında doğmuş, aktif yanardağın eteklerinde geçirmişti çocukluğunu. Crémieux’ye göre bu yüzden ateşli bir mizaca sahipti. Kızlık soyadı Sandoval idi. Bu de ailesinin İspanyol hanedanından olduğuna işaret ediyordu. Aslında küçük bir ülke olan El Salvador’un kuzeydoğusunda Armenia isimli 500 nüfuslu bir köyde doğmuştu. Babası albaydı.

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.136

Elimi tuttu. Gözlerimin içine bakarak bana özünü anlattı.

‘Volkanlar ve sürekli devrimler ülkesinden geliyorum ben.’ diye başlamıştı konuşmaya. Hayat öyküsünün geri kalanı da en az ülkesi için kullandığı sıfatlar kadar volkanik ve devrimciydi.

‘Yabanıl bir doğum olduğunu söylerdi büyüklerim, hayat geldiğim günü anlatırken. Aktif bir volkanın eteklerinde oturuyorduk biz,’ diye devam etmişti.

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s 143

Küçük Prens onun pek de alçakgönüllü sayılamayacağını tahmin edebiliyordu tabii, ama olsun; yine de çok etkileyiciydi.

Biraz sonra çiçek. ‘Sanırım kahvaltı zamanı,’ dedi. ‘Lütfen benim gereksinimlerimle ilgilenmek nezaketini gösterir miydin?’
Küçük Prens utanarak biraz su alıp geldi ve çiçeği suladı.

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.37

Consuelo’yu anlayabilmek, resimde şapka sanılan görüntünün aslında yılanın yuttuğu fil olduğunu fark edebilmek gibiydi. Hırçındı, kaprisliydi; ancak bu halin altında gizlenen bir yalnızlık korkusu hakimdi. Kendisiyle hep ilgilenilmesini istemesi, bu yoğun korunma ihtiyacından kaynaklanıyordu. Bunları anlayabilmek için davranışların ardını görebilen bir basiret ve ilişkilerde sükuneti sağlayan bir olgunluk gerekiyordu. Ancak Exupéry bunu anlayamadı ve içinde taşıyacağı pişmanlığı Küçük Prens’te dile getirecekti:

…bir şeyi anlamaya çalışırken neyi dikkate almam gerektiğini bilmiyordum. Sözlere değil, yapılanlara bakmalıydım. Ondan uzaklaşmamalıydım.

Onun bana yaptığı o küçük numaraların arkasında yatan sevgiyi anlamalıydım. Çiçekler çok tutarsız oluyorlar. Ama onu nasıl sevmem gerektiğini bilemeyecek kadar küçüktüm…”

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.40

.Peki eşlerin kimi neden topraktan fışkırıyor renk renk; şifa oluyor da kimi yanardağ gibi kükrüyor, yok ediyor çevresini? Her nefes aynı topraktansa, niye biri şifadır da yanardağdır diğeri?

.Hayat imtihanında belki de en zor soru evlilik konusundan geliyor bizlere. Yetiştiği toprak ayrı, aldığı eğitim, kültür farklı bir insan çıkıyor karşımıza. Onunla bir ömür boyu yaşamaya adım atıyorsun. Söz veriyorsun. Sözün mührü, attığın imza. Ancak mesele sözün ruhunda. İşte tam bu noktada imtihan ediliyoruz. “Verilen söze ruhunu katabilmek.”

Saint-Exupéry, Consuelo’nun vagabond4 yaşam biçimini seviyordu. Zaten onu bu haliyle sevmişti. Aristokrasinin konformist yaşam biçimini ikisi de lanetliyordu. Ama aralarında temel bir eğitim ve terbiye farkı vardı. Consuelo’nun zekâ ve artistik yeteneği analitik değil, içgüdüseldi. Büyük olasılıkla Antoine’ın meseleleri soyuttan somuta indirgemek için yaptığı uzun entelektüel analizlerden sıkılıyor, daha çok kendi doğasına uygun romantik ve mizahî konulara geçmesini, aşklarını neşe ve sevgiyle yaşamayı tercih ediyordu.

Evliliklerinin üzerinden dört yıl geçtikten sonra Saint-Exupéry ilişkilerinde artık farklı bir şeyler aramakta olduğunu hissediyordu.

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.183

Saint-Exupéry bu yeni dönemde bir şeyin iyice farkına vardı: Ne kadar uğraşırsa uğraşsın ailesinin kutsallık atfettiği değerlere daha aykırı bir kadınla evlenemezdi. Kendisi ne denli havai ve serseri ruhluysa karısı ondan hep birkaç misli daha öne çıkıyordu. Antoine konformist olmayı reddediyor ve hayatı başına buyruk yaşamayı seviyordu. Buna rağmen belirli sınırlar içinde kalması gerektiğini biliyor ve buna uygun olarak hareket ediyordu. Ancak Consuelo sınır tanımıyordu. İsteklerinin sonu gelmiyordu.

 Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.157

Göklerin sonsuzluğuna alışmış olan Saint-Exupéry için bu serseri hayat giderek yıkıcı olmaya başladı. Aşırı içki ve düzensiz yenen ağır yemekler sağlığını tehdit etmeye başladı. Yorgun görünüyordu, çok kilo almıştı ve sürekli karaciğerinden şikâyet ediyordu. Consuelo onunla artık hiç birlikte olamadıklarından yakınıyor, Antoine ise onu kendisine iyi bakmamakla ve giyim kuşamına aşırı harcamalar yapmakla suçluyordu. Onun özlediği hayat bu değildi. Bir şeyler yapmalı ve alıştığı göksel özgürlüğe yeniden kavuşabilmeliydi.

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.166

.Evlilik denilen bu yolculuğun en manalı, en kutsal yönü nedir biliyor musun?
.El ele birlikte yürümek değil mi?

.Evet; ama nereye yürümek? Seni eşine, eşini sana emanet eden kim?
.Aile büyükleri değil mi?

.Hayır. Onlar da sizinle yolculuktalar. Hayatını, nasıl doğduğunu, ruhunu, doğumu ve ölümü düşün. Hepsi bu yolculuğun sadece konaklama yerleri. Tüm varlık nereye doğru yol alıyor?
.Bütün kâinatın Sahibi’ne.

.İşte eşler hayatları boyunca nereye doğru gittiklerinin şuuruyla el ele verdiklerinde Yaradan, onların ellerini rahmetiyle öylesine sarmalar, yollarını nuruyla öylesine aydınlatır ki… Anlamın idrakiyle birlikte atılan her adım, ne güzeldir!…

Dolayısıyla daha güzel, daha eksiksiz, daha cömert olan kadın sana Tanrı’yı daha az yakından gösterir. Seni hiçbir biçimde rahatlatmaz, toparlamaz, birleştirmez. Ve senden bütünüyle kendisiyle ilgilenmeni ve senin onun aşkına kapanmanı isterse, senden istediği ikili bir bencillikten başka bir şey değildir ve buna yanlışlıkla aşkın ışığı denir. Oysa burada söz konusu olan, etkisiz bir yangın ve ambarların yağmalanmasıdır.

Antoine de Saint-Exupéry / Kale / s.171

Gülün Anıları adıyla çıkan biyografik yapıtta Consuelo, benmerkezci kişilik yapısına kendi ağzından şöyle bir örnek verir. Olay Kazablanka’da yaşadıkları dönemde geçmektedir:

‘Tonio posta uçuşlarına çıktığında tam anlamıyla hastanelik oluyordum. Onu düşünmeden duramıyor, bir türlü uyuyamıyordum. Böyle günlerden birinde iki pilotun konuşmalarına tanık olmuştum. Biri ötekine şöyle diyordu:

‘Biraz önce telsiz odasındaydım. Her şey birbirine girmiş. Antoine’ın uçağı düşmüş. Bu kesin. Şimdi kaza mahalline bir uçak yolluyorlar; cesedini ve eğer kurtarabilirlerse postayı geri getirmek için.’

Kulaklarım çınlıyordu.’

‘Taksiye binmek yerine şehrin ucundan deliler gibi koşarak gelmiştim buraya. Bacaklarım beni uçurmalıydı; zira hiçbir şey düşünecek durumda değildim. Odanın kapısında hıçkırıklara boğulmuş bir kadına rastladım. Arkadaşım Madame Antoine’dı bu. Bir anda her şeyi anladım. Ölen pilot Jacques Antoine’dı, Antoine de Saint-Exupéry değil! Bunun üzerine deliler gibi gülmeye başladım. “Oh Madame Antoine” diyordum, “Ne budalayım, ölen sizin kocanızmış” … kendimi tutamıyor, çılgın kahkahalarla gülmeye devam ediyordum.’

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s. 160 

Consuelo de Saint-Exupéry ve eşi Antoine'in kendi elleriyle yaptığı heykeli

Consuelo de Saint-Exupéry ve eşi Antoine’in kendi elleriyle yaptığı heykeli

Paris’teki yaşam daha önce kaçmaya çalıştığı bütün maddî sıkıntıları ve bundan kaynaklanan diğer sorunları da beraberinde getirmişti. Evin masraflarını karşılayamadığı için Şubat 1936’da Hotel Lutetia’da küçük bir odaya taşınmak zorun kaldılar.

Consuelo’nun talepleri de aralarında süren çatışma da bitmek bilmiyordu. Bunlardan birinde Antoine karısına, ‘Bir süreliğine kocalığa ara verip tatile çıkmak istiyorum.’ demişti.

Aslında ikisi arasında süren çatışmanın kaynağında aileyi bir arada tutabilecek bir çocuklarının olmaması yatıyordu. Otuzlu yaşlarının sonlarına yaklaşan Consuelo daha fazla ilgi bekliyor; ama bunu görmediğinden yakınıyordu. Bu düşüncesi pek de doğru değildi.

Kocasına yaptığı şikayetlerin karşılık bulmadığını sandığı için sağlığı daha da kötüleşti.

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.181

‘Özür dilerim…’   

‘Kaplanlardan korkmam ben. Sert rüzgârlardan korkarım.

Beni rüzgârlardan koruyacak bir siperlik bulamaz mısın?’

‘Sert rüzgârlar… Bu bir çiçeğin en korkulu rüyası olmalı,’ demişti Küçük Prens.

Sonra da içinden, ‘Bu çiçek çok anlaşılması güç bir yaratık,’ diye mırıldanmıştı.

‘Geceleri beni cam bir fanusla örtmeni istiyorum. Burası çok soğuk. Benim geldiğim yerde…’ daha öksürmüştü sonra.        

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.38

Saint-Exupéry’nin karısı Consuelo astım hastasıydı. Stacy Schiff’in yazdığı Saint-Exupéry Biyografisi’nde anlatıldığına göre Consuelo havaya karşı öyle hassastı ki, tıpkı camlı bölmede koruduğu çiçeğe benziyordu. Tıpkı gül gibi huzursuz edici öksürüklerle yarı gerçeklerini örtbas ediyordu.

Mathias Jung / İçimizdeki Küçük Prens / s.35

Saint-Exupéry iç hezeyanlarıyla baş edebilmek ve mutlak yalnızlığında sadece kendisiyle konuşabilirse üstesinden gelebileceği sıkıntılarından kurtulabilmek için yarattığı yapıtla, farkında olmadan belki de dünyanın en duygu yüklü sevgi ve aşk öyküsünü yazmıştı. Ne var ki bu ikisi için de mutlu son olamadı.

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s. 249

Consuelo’nun kibrini, ilgiyi hep üzerinde toplamak için yaptıklarını, kocasının onu hep yanlış anladığını sanmasını, onulmaz yalnız kalma korkusunu ve bütün bunların yarattığı çatışma ortamını düşünüyor, bunu çocuk kitabı olarak tasarlandığı sanılan kitabının satır aralarına yerleştiriyordu. Bir nevi psikanalizdi yaptığı. Daha sabırlı olsa, söylediklerine kulaklarını tıkasa, yaptıklarına aldırmasa, sanki her şey daha mı iyi olurdu?

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.246 

Tam o anda susmuştu. Bir tohum olarak gelmişti oraya. Öteki dünyalar hakkında bilgisi olamazdı. Böyle gerçek olmayan bir şeyi söylemek üzereyken yakalanmış olmasından dolayı utanarak iki üç kez öksürmüş, Küçük Prens’in ilgisini dağıtmaya çalışmıştı.

‘Siperlik hani?’

‘Seni dinlemek için durdum. Şimdi gidip bulacaktım…’

Çiçek Küçük Prens’in vicdan azabı çekmesi için mahsustan öksürmüştü. Böylece Küçük Prens tüm sevgisine, iyi niyetine karşın bir süre sonra çiçeğinden şüphe etmeye başlamıştı. Önemsiz sözleri çok fazla ciddiye almış, sonuçta da mutsuz olmuştu.

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.39

Consuelo’nun zapt edilmez savurganlığı, her zaman olduğu gibi, yeni kitabın getirdiği bütün parayı yuttuğu gibi, onu yeniden borca soktu.

1943 Nisanı’nda en nihayet Kuzey Afrika’da savaşa katılmak için SS Stirling Castle ile yola çıkmadan önce Consuelo’ya yazdığı bir mektupta aradığı iç huzuru ancak ölümde bulabileceğini söylüyordu. 

‘Afrika’ya gitmeden önce üzerimde delik olmayan tek bir gömleğim bile yok. Ne de çorap ve ayakkabılarım. Birkaç parça eşya alabilecek parayı nereden bulabileceğimi sordum kendime. Sonra sen yepyeni giysilerinle kapıdan girdin. Sana sadece üzerindekilerin fiyatını sordum; hepsi bu.

Artık ümidim kalmadı. Bensiz daha mutlu olacağını düşünüyorum. Bana gelince, gittiğim yerde en nihayet ölümle karşılaştığımda, huzura erebileceğime inanıyorum. Beni neyin beklediği umurumda bile değil. Sadece huzuru arıyorum.’

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.249

.Her şeyin bir hakikati varsa, huzurun hakikati nedir?
.Hayatında sakinlik ve düşüncende rahatlık. Bu ortama imkan veren eşinin hayatına tuttuğu aynadaki görüntündür huzur.

.Peki nedir “eş”in anlamı?
.Eş, birbirinin aynı olan ya da ayrımsanamayacak denli birbirine benzeyen iki şeyden her biri demek. Bir çift oluşturan iki şeyden her biri demek. Ayakkabımın eşini bulamıyorum diyorsun. Yola çıkabiliyor musun ayakkabının eşini bulmadan? Eşin yoldaki pürüzleri hissettirmeyen koruyucun olmalı.

.Etrafımızda eşi olan binlerce insan var ve her adımda tökezleyen, yalpalayan onca evlilik. Onlar bulamamışlar mı?
.Eş kelimesinin kökenine; etimolojisine baktığımızda arkadaş, dost, yâr anlamları çıkıyor karşımıza. Kim ki eşini ömrünün yâri bilir, yolculuğunda arkadaş, kaderinde dostu görür onu… O zaman bu evlilik inişlere çıkışlara rağmen sürer. Mademki eş, verilen bir emanet. Yaradan’ın eline verdiği korunması gereken bir armağan. Öyleyse emanette emin olmak bekleniyor eşlerden.

.Evliliğin sevgiyi öldürdüğü kanaati var çoğu insanda. Bu anlatılan ortak paydalarla nasıl oluyor bu?
.Sevgi için evlilik asla bir tehlike olamaz. Gelip geçici tutkular sevgiyle karıştırılmamalı. Gerçek tehlike, sevgiyi bilmeyen kalplerde. Ne yazık ki toplum olarak “mış”lı yaşamlarda yaşamı katlediyoruz; “mış”lı sevgilerde ise evlilikleri.

Aşkın gücünü sevenler bilir,
Hayatın tadı gönülden gelir.
Yalnızlığımda bana bir ömür
Olduğun için sana hayranım.

diye hissettiğin ömrünün yâridir eş.

Acım seninle eriyip gider,
Kuma yazılmış yazıdır kader.
Neş’emde bir gül, ufkumda seher
Olduğun için sana hayranım.

diyebildiğin kader dostundur eş.


1. Küçük kız şair
2. Tamamen dantelden oluşan İspanyol tarzda duvak modeli
3. Güney Fransa, Cannes yakınlarında bir sayfiye yeri
4. Serseri, daldan dala konan, derbeder, hovarda, başıboş
Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply