Melkor’un Seçimi

0

Efsane-i Tolkien’e (Tolkien’s Legendarium) göre, kötülük olarak, Melkor’dan önce tespit edebileceğimiz bir kaynak yoktur. Eru’dan sonra her şey iyi ve güzel olarak devam eder. Bunun tek istisnası -Tolkien’e göre kötülüğün kaynağı- Melkor olarak belirir. Bu anlamda Sauron dahi çok sonradan ortaya çıkan ve Númenor örneğinde olduğu gibi Melkor’un davetçisi olma noktasında bir kötüdür.

Okuyucu sorularından mülhem şöyle bir soru akla gelmektedir:

Melkor’un kötülüğünün bir kaynağı var mı?
Kötülüğü O mu yarattı?

Kavramsal anlamda kötülüğün var olma zorunluluğu Melkor’dan öncesine dayanmak durumundadır. Çünkü hiç olmayanın var olması yani yaratılma diyebileceğimiz süreç, “Sönmeyen Alev”/Flame Imperishable ile gerçekleşir. Melkor ise “Sönmeyen Alev”i boşlukta/yoklukta aramış ancak bulamamıştır. Sonuç olarak; kötülük dahil olmak üzere Melkor’un yaratma gücü yoktur çünkü yaratmanın ilksel varlık hali olan “Sönmeyen Alev”den mahrumdur. Sönmeyen Alev ise hiçbir zaman Melkor’un zannettiği gibi boşlukta/yoklukta olmamıştır çünkü Eru onu hiçbir zaman yanından ayırmamıştır. Bu açıdan Melkor, yaratma yetisi olmadığı gibi yaratılış sürecine de bütünüyle şahit değildir.

Melkor’un Kötülük ile İlişkisi

Efsane-i Tolkien’de, Melkor, kötülüğü ilk seçendir. Seçim yapma kabiliyeti ve bu kabiliyetin konusu olan seçim iradesinin yöneldiği iyilik ve kötülük seçeneklerinin varlığı, Melkor’un seçimini, ilk kötülük tercihini önceleyecek şekilde vardır. Sırayla sayarsak, başlangıçta sadece kötülük ve iyilik teorik olarak var olan ancak örneklenemeyecek seçimler gibidir, daha sonra ise “seçen irade” ile bilgi boyutundaki halinden görünür ve örneklenebilir haline geçer. Bu noktadan sonra kötülüğün daha somut bir varlığından bahsedebiliriz. Aslında kötülüğün kesb ve tercih edildiğindeki/seçildiğindeki varlığı da yokluk ile ayırt edilmesi zor bir biçimde iç içe geçmiş durumdadır. Melkor’un kötülüğü seçmesi durumu daha çok negatif bir seçimdir; iyiliği seçmeme veya iyiliğin değillemesi gibidir. Ainur’un Müziği, Melkor’dan bağımsız olarak da vardır ama Melkor’un müziğe kattığı şeyler Ainur’un Müziği’nden koparıldığında, tanım olarak müzik olmanın, bir yönüyle var olmanın, sınırlarının dışına düşer. Kendine özgü bir ahengi yoktur; var olanı yıkmak haricinde bir varlığı yoktur. Yıkım, var olana tabidir; yıkılacak bir varlık yoksa yıkımın kendi başına kaldığı hal, yokluk halidir. Melkor’un ilk seçimi, Efsane-i Tolkien’e göre kötülüğün ilk seçimi, kötülüğün varlığının özü, bu manada ve bu çerçevede “yok”tandır.

Silmarillion’da “O”, “Ben” ve “Biz”

Metnin Aslı

There was Eru, the One, who in Arda is called Ilúvatar; and he made first the Ainur, the Holy Ones, that were the offspring of his thought, and they were with him before aught else was made. And he spoke to them, propounding to them themes of music; and they sang before him, and he was glad. But for a long while they sang only each alone, or but few together, while the rest hearkened; for each comprehended only that part of me mind of Ilúvatar from which he came, and in the understanding of their brethren they grew but slowly. Yet ever as they listened they came to deeper understanding, and increased in unison and harmony.

J.R.R. Tolkien / Silmarillion / Ainulindalë

Çevirisi

Eru vardı, Tek Olan; Arda’da adı Ilúvatar olarak anılan. O, ilk olarak Ainur’u yarattı, Kutsal Olanları (Her daim kendisiyle olanları), onlar Eru’nun zihninin (ilminin) meyveleriydiler, başka hiçbir şey henüz yaratılmadan onunla birlikteydiler. O (Eru), hitap etti onlara, müziğin temalarını sundu ve onlar müziklerini O’nun huzurunda takdim ettiler ve o memnun oldu. Lakin uzunca bir müddet her biri yalnız başına icra etti müziğini, ya da çok azı birlikte belki, kulak verip dinlerken diğerleri; her biri sadece Ilúvatar ‘ın zihninin (ilminin) meyvesi oldukları kısmını idrak ettiler ve kardeşlerinin idrakiyle olgunlaştılar/geliştiler/tekâmül ettiler yavaşça. Her halükârda, dinledikçe derinleşti idrakleri, daha derin manalar açıldı kendilerine ve yükseldiler birlik ve ahenk içinde. 

J.R.R. Tolkien / Silmarillion / Ainur’un Müziği

Ainur, yukarıda metinde geçen şekilde başlangıçta müziği tek başına, sonrasında küçük gruplar halinde yapıyor. Yani başta “ben”/kendi varlık alanı çerçevesinde ve kendi hakikatinin içinde verilen temayı anlamlandırıyor, müziğe çeviriyor. Sonrasında ise grup olarak devam ediyor anlama/idrak/anlamlandırma çabası. “Ben”in “biz”e yöneldiğini görüyoruz ve orada da kalmayarak Eru’nun zihninde/ilminde oldukları hali anlamaya; “biz”den “O”na yönelmeye başlıyorlar. Kısaca “Eru” ile başlayan bu bölüm, Eru’nun verdiği temaların “biz” aynasında müzik olarak yansıyıp yine “O”nu göstermesi ile son buluyor.

“Ben”den “Ben”e Dönüş ve Melkor

Silmarillion’da, Melkor’un müziğin temalarına uymadığına yani başta tüm Ainur gibi sahip olduğu “ben”i “biz” içindeki ahengin bir parçası gibi görmediğine şahit oluruz. Ilúvatar’ın verdiği tema içinde olmayan ve sadece kendisine ait olan bir müzik geliştirmeye çalışır, Ainur’un genel ahengini de bozma pahasına. Melkor’un müziğin temasında böylesine bir tercih yapmasından önce iç dünyasında bir tercih daha yaptığı anlaşılmaktadır: Başkalarının müzikteki payını önemsememe ve onları okumayı seçmeme. Bunun bir sonucu olarak kendisinin müzikteki payını hâkim ve nihayetinde tek kılma. Sadece “kendi”/”ben” sınırları ile ilgili olduğu için, kardeşlerinin, Valar’ın, birbirinin müziğinden etkilenme yoluna girmez.

Melkor’un “Ben”den “Ben”e Yolculuğu

Efsane-i Tolkien’e göre, Eru/Ilúvatar, herkesin yolculuğunu kendi zihninden/ilminden başlattı. “Zihninin Meyveleri”/İlmi suretler, Sönmeyen Alev’den geçerek yokluktan varlık sahasına girdiler. Yaratılmışlar henüz tarihlerine sahip olmadıkları bir dönemde tarih yerine ilk olarak sadece Ilúvatar’ın zihnindeki/ilmindeki yerleri ile vardılar. Varlık kazandıklarında ise bu varlık, yüzü Ilúvatar’a dönük olan harici bir “ben” ile mümkündü. “Ben” şuurunun önüne iki yol belirdi: (1) “Biz”e yönelmek ve “O”nun ilmindeki murada/dileğe ayna olmak veya (2) “Ben”in kendine yönelmesi yani aynanın içe kapanması ve kendisinden başka bir şeyi görmemesi ve göstermemesi. Melkor’un içe kapanan ayna metaforunda olduğu gibi ikinci yolu seçtiği anlaşılıyor. Ainur’un ise sadece kendi müziği ile ilgilenmeyip başkalarının müziği ile “ben”den “biz”e çıktığı ve orada Ilúvatar’ın zihniyle/ilmiyle ilgili daha fazla bilgiye sahip olup geliştiği/tekâmül ettiği, olgunlaştığı anlaşılıyor. Özetle; “ben”in varlığı bizatihi kötü gözükmüyor ancak “ben”in “O”nun yerine merkeze oturtulması kötü veya kötülüklerin ilksel kaynağı gibi gözüküyor.

Silmarillion’da Melkor, müzikte sadece kendisine ait, kaynağı “ben” olan bir parça hatta sadece kendisine ait bir müzik istiyor. Ainur ile yapılan müzikteki yerini benimsemiyor çünkü o zaman bütünün bir parçası yani “ben” olarak değil “biz” olarak var olabilecek. “Biz” aynasındaki yerini benimsemeyip oradan kaçışının bir göstergesi olarak yalnızlığı seçiyor. Buradaki esas kaçış “biz” aynasından da ziyade o aynanın gösterdiği “O”ndan ve “O”nun ilmindeki, benimsemediği rolünden ve halinden kaçış.

Halini ve müzikteki rolünü benimsememek; kaderindeki rolü oynamamak Melkor’u yeni bir kader yaratma seçeneğine itiyor ve Ilúvatar’ın her şeyi yarattığı Sönmeyen Alev’in peşine düşürtüyor. Efsane-i Tolkien’e göre ise Sönmeyen Alev, Melkor’un aradığı boşlukta/yoklukta değil, belki yokluğun kendisinden yaratıldığı çok daha yüksek bir mevkide Ilúvatar’ın yanında bulunuyor. Ilúvatar’ın yanında bulunma hali, sembolik olarak en yüksekte ve Ilúvatar’a en yakında bulunma halini ifade ediyor.

Melkor’un düştüğü kuyunun derinliği oradan çıkmak için tanrısal bir güce muhtaç ediyor. Bu noktada Melkor’un biri hakiki diğeri illüzyon iki seçeneği var:

  1. “Ben”den vazgeçip muhtaç olduğu gücün kaynağına, “O”na yönelmek
  2. Bu muhtaç olduğu gücü, Sönmeyen Alev’i ele geçirmek ve Ilúvatar’ın yaptığı gibi ondan âlemler, kaderler, felekler yaratmak.

Melkor, aslında olmayan ikinci şıkkı seçiyor. Ilúvatar’a ulaşması nasıl mümkün değilse O’nun yanında olan Sönmeyen Alev’e de ulaşması mümkün değil. Düşüşüne böylelikle yeni bir sayfa daha eklemiş oluyor ve en yüksek düzeyde tanrısal/ilahi kılınmış olan Sönmeyen Alev’i elde etme ve Tanrı’yı oynama fantezisi/uluhiyet iddiası kazanmış oluyor. Bu fantezinin bilinç düzeyinde bir iddiaya dönüştüğünü “Númenor’un Düşüşü” bölümünde görüyoruz. Elçisi olarak kullandığı Sauron üzerinden kendisini “Tanrı” olarak takdim ediyor ve kendi adına bir tapınak inşa ettiriyor.

Silmarillion’da geçtiği kadarıyla Melkor’un düşüşünde birbiri ile ilişkili iki temel unsur göze çarpıyor:

  1. “Ben” şuurunun yanlış yönde ilerlemesi ve referans olarak kendisinde başlayan ve kendisinde biten bir hapishaneye dönüşmesi, kendinden kurtulamaması, “biz”e ve “o”na yönelememesi
  2. Bunun bir sonucu olarak sadece “ben” aynasındaki ilimle sınırlı kalması ve önemsiz görüp bakmadığı “biz” aynasındaki ilimden ve “O”nun ilminden kendisini mahrum bırakması.

Bu mahrumiyetin bir sonucunu Melkor’un Sönmeyen Alev’i, biricik çıkış noktası olarak gördüğü şeyi, aslında olmadığı yerde boşlukta/yoklukta aramasında görüyoruz. Melkor’un bu nevden cehaletine/bilgisizliğine sıradan anlamı ile cehalet gibi bakamayız. Onun cehaleti, kaynağını malumatsızlıktan/bilgisizlikten değil “ben” aynasındaki malumatın çokluğunun kendisini aldatmasından alıyordu. Silmarillion’da ilim ve kudret yönünden Valar’ın en ulusu olan Manwë’ye denk tutulmasından da bu sonucu çıkarabiliriz.

Valar, tüm yaratılmışlar içinde en fazla insanı Melkor’a benzetiyordu. İnsanı yani “ene”/”ben” şuuruna sahip olan varlığı. İslam inancına göre insan ise dünyaya “Yeryüzü Halifesi” olarak gönderildi. Arapçada “halife” kelimesi “muhalefet” kelimesi ile aynı kökten gelir. İnsan, “ene” sahibi ve bunun sonucu olarak “biz”e, “biz”den “O”na seyahat edebileceği gibi, isyan etme, muhalefet etme seçeneğiyle de yaratılmış varlıktır. İradesi ile Manwë olmayı da seçebilir Melkor olmayı da.


‘Morgoth’ İllüstrasyonu © Joel Kilpatrick
Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply