Sokak – Bölüm 36

0

Bir Misafirliğe Gitsem

Ağaçları kesiyoruz, nasıl yetiştiğini düşünmeden. Havayı kirletiyoruz, ciğerlerimizin nasıl zarar göreceğini hesaba katmadan. Sözlerimizin gıybet pazarında bini bir para. Her an bir şeyde bir şeyler durmadan katlediliyor. Ama en acısı nedir, biliyor musunuz? İddialı, görmemiş ailelerin çocuklarına uyguladıkları şey: “Buldumcuk olma.” 

Çocuk… Varlık âleminin en güzel, en muhteşem filizi. Aynı ilerde ağaç olacak bir fidan gibi. Ama daha boy atmadan orasını, burasını buduyoruz. Karşımda küçük bir kız çocuğu. O kadar güzel ki… Ve genç hanım da annesi olmalı. Keşke evin önünde durmasalar, geçip gitselerdi.  Ama bahçe duvarındaki kedi dikkatini çekiyor. Yanına gidiyorum. 

– Hayvanları seviyor musun? 

Keşke sormasaydım. Annenin yaklaşımı, çocuğun hali kocaman bir hayal kırıklığı. Orhan Veli’nin şiirlerinden biri dilimin ucuna kadar geliyor. Şiirde esasında kızgınlık yok. Ama sözler o anki hislerime uygun. Yüksek sesle yüzlerine okusam…. Ancak yapamıyorum. 

Güzel kız sen, küçüklüğümde,
Bahçemizdeki erik ağacının
En yüksek dalına kurduğum
Öksenin üstünde dolaşan
Saka kuşu kadar
Sevimli değilsin.1

Ne zamandır sahilde yürümedim. Vücudumda bir dirilme var gibi. Adımlarımı hızlandırıyorum. İki sokak ötemizde şeklini çok beğendiğim apartman da yıkılmış. O güzelim geniş balkonlar tarihe karışıyor. Tabii o balkonlarda içilen muhabbet kahveleri de… Geniş balkonlar, ağaçların gölgelerinde dinlenen bahçeler. Hepsi teker teker gidiyor.  Ancak buralarda az da olsa direnen sahiplerinin korumasında güzel evler var. Restore edilmiş, elden geçirilmiş köşkler. Mesela Sokak’taki iki apartman da bu şanslı olanlardan. Hava gerçekten soğuk. Karşıya, sahil tarafına geçmeye cesaret edemiyorum. Caddenin bu tarafından yürüyeceğim.

.Elif abla!…

Salih’in sesi. Yanında ikizler ve başka birileri daha var. Uzaktan seçmem mümkün değil. Yaklaştıklarında Cihangir Bey’i fark ediyorum. Ve tabii Nur’un söz ettiği Hayat’ı.

.Abla sana uğrayacaktık. Ama kısmette burada karşılaşmak varmış. Cihangir’i tanıyorsun. Bu da bizim kırmızı kafamız; Hayat. 

O kadar sevimli ki… Hele çilli burnu. Hiçbir dalı budanmamış, filizleri taze. Yaradılışın kendine verdiği saf orijinalliği ne güzel taşıyor!… İkizler görmeyeli bayağı serpilmişler. 

.Pervin Hanım bizde. Sabah geldiler. Gülümser yenge, Menekşe’yle evde kaldı. Biz de Cihangir’le çocukları gezdirelim, sahildeki oyun parkına götürelim dedik. Fakat hava bayağı soğudu; kızlar üşüdüler. Biz de fırından öteberi aldık. Size de vermek için uğrayacaktım. Simitler hâlâ sıcak.

Onlarla geri dönüyorum. Kızlar kaynaşmış. Cihangir Beyler akşama kalmadan gidecekmiş. Pervin Hanım ise birkaç gün daha buradaymış. 

“Ne kadar hesap yaparsanız yapın hesapta olan değil, nasipte olan gelir başınıza.” denir. Ne kadar doğru. Nasibim sıcacık. Çayın demlenmesi uzun sürer. Ayran yapıyorum kendime. Ben çıkarken evde sadece İrem vardı. O da gitmiş.

Yine köşemdeyim. Güne Orhan Veli’yle başladım. O zaman onun yol arkadaşı Melih Cevdet’le devam etmeliyim. Kütüphaneden birkaç şiir kitabı seçiyorum. 

Şiir… Konuşurken kendini hiç dinlemediğini hissettiği birine içindeki zenginliğini dökemeyen yürek. En garip dönemlerinden birinde alabildiğine yalnız. Nedense itildiğini gördükçe içimden ona daha da yaklaşmak geliyor. Bir kenarda kalmış, değeri anlaşılamamış ruhuna dokunmak istiyorum. Ne tuhaftır; bazı şairleri, ders olarak öğrettiğim yıllarda olduğundan daha fazla anlıyor ve seviyorum. Demek ki görevden gelenle gönülden gelen bir olmuyormuş. İkisini birleştirebilmek en güzeli. Bunun için yeterli zamana ve de kendimizi bulmamıza ihtiyaç var. Sırtımı her zamanki gibi yastığıma yaslıyorum. Elimde “Bütün Şiirleri – Sözcükler.” Ve gelişigüzel bir sayfa açıyorum:

Bir misafirliğe gitsem
Bana temiz bir yatak yapsalar
Her şeyi, adımı bile unutup, 

Uyusam…
Kalktığımda yatağım hâlâ lavanta koksa
Kekikli zeytinli bir kahvaltı hazırlasalar
Nerede olduğumu hatırlamasam
Hatta adımı bile unutsam…
2

Olduğu gibi, özentisiz, süssüz, sofrandaki birine “Ekmek uzatır mısın?” der gibi. Ama üst üste tekrarlanan “gitsem, yapsalar, koksa sözleri ihtiyacın boyutunu hayli yoğun hissettiriyor. Nereye gitmek? Misafirliğe. Bizi bekleyen ve bizim için hazırlık yapılan bir yere. Özen gösterilmek, beklenmek ve karşılanmak. Bunlar da ihtiyaç kokuyor. Yatak yapmak değil, “temiz” bir yatak yapmak. Zeytinli değil, “kekikli” zeytinli kahvaltı. Temizlik, güzellik ve yine özen gösterilme isteği. 

Şiirdeki kelimelerin arasında dolaştıkça derin bir yalnızlığın, zor bir yaşamın pençesinden kurtulmak isteyen birinin adeta sesini duyuyor gibiyim. Ve o ses ihtiyacını bir yerde noktalıyor: “Hatta adımı bile unutsam…” Ayrıca “Her şeyi, adımı bile unutup, uyusam…” dan sonra ikinci kez tekrarlanıyor. Acaba bu“unutma”, hasreti çekilen bir sıcaklıkta kaybolmak mı? Yoksa geriye dönmeyi istemeyen sessiz bir feryat mı? Ne şekilde yorumlanırsa yorumlansın her kelimesi, hep “birini” düşündürüyor bana. “Ey koca şair!” diyorum. Sen bunu Enis Bey için mi yazdın?

‘Unutamadım o günü. Unutmak için elimden gelen her şeyi yaptım.’
İnsan olabilmek için her ülkede sınırların arasında sınırsızlığı aradım. Dağda, denizde, çölde, ekvatorda aradım. Bulabildim mi? Hayır! Serkeş oldum, kavga çıkarttım, içeri atıldım, aç kaldım. Adam olabildim mi? Hepsinin cevabı sadece ‘Hayır!…  Hayır!’ feryadıydı.’

Salih’in Enis abisinin defterinden aktardıklarından aklımda kalan bu sözler içimi hayli acıtıyor. İnşallah huzuru yakında bulur diyorum. Şu anda kader böylesine acı çeken adamı, Maide Hanım’ın şefkatli ellerine teslim etti. Vesile olan şey ise hastalık.  

“Bana temiz bir yatak yapsalar. Kalktığımda yatağım hâlâ lavanta koksa. Kekikli zeytinli bir kahvaltı hazırlasalar.” İnsan unutmak isteyip de unutamadığı karabasanları böyle bir yatakta, sofrada unutabiliyorsa o zaman Enis Bey’e hazırlanan ortam onun cenneti olamaz mı?

Telefon çalıyor. Tahminim doğru. Nur.

.Hocam. Salihler şimdi içeri girdiler. Size uğramışlar. Adınızı duyunca annem “Elif kardeşim de keşke burada olsaydı!” dedi. Ben de ona söylemeden sizi aramak istedim. Bir sürpriz yapsanız… Pervin Hanım gelip sizi görmek istiyordu. Hem öğleden sonra Arifler de gelecek. 

Güneş açıyor. Hava biraz ısındı gibi. Bir anda aklıma geliyor. Pervin Hanım da oradaysa “Gelincik Tarlası”nı ona götürebilirim. Biliyorum ki, bu tablonun onun üzerindeki etkisi fazla. Ayrıca her baktığında içinde kıpırdanan duyguların çok güzel filizler vereceğini de hissediyorum. Çünkü son geldiğinde “Galiba ben o gelincik tarlasındaki kelebeğim.” dediğini unutmadım. Eşimi arayıp Maide Hanımlara gideceğimi ve tabloyu söylemeliyim. 

Pastaneye uğrayıp çocuklara sevecekleri şekerlemelerden alacağım. Hava soğuk; ama insanı dipdiri yapan bir etkisi var. Yürümek iyi gelecek. Bilhassa -şiirdeki gibi- içinde sıcacık dostluğun olduğu bir evde karşılanmak beni de ısıtacak. Ve şairin duygularına karışıyor içimden dökülenler:

Bir misafirliğe gitsem
Bana gönülden kapı açsalar
Anlaşılmazlığı, zamanı bile unutup
Sarılsam…
Ayrıldığımda gözlerim hâlâ sevgi koksa
Yollarda insanî adımlar iz bıraksa
Ve üzerlerinden yürüsem…
Çevremi unutsam
Hatta adımı bile hatırlamasam…

Nur haklı. Maide Hanım’a sürpriz oluyor. Çok şükür o da Mümtaz Bey de iyi. Evin içindeki çocuk sesleri, sevdiklerini bir arada görmenin sevinci yüzlerinden okunuyor. Gülümser Hanım gerçekten ikinci bir Nur. Bu da Pervin Hanım için bir nimet. Pervin Hanım beni görünce beklemediğim bir şekilde sarılıyor. Tabloyu ortalık yerde vermek istemiyorum. Nur’a açıkladığımda halledeceğini söylüyor. Tabloyu yanına alarak dışarı çıkıyor. 

Bir aralık Mümtaz Bey’le konuşmaya dalmışım. Pervin Hanım yanıma gelince tabloyu aldığını anlıyorum. Bir şey söylemiyor. Sadece ellerimi sımsıkı tutuyor. O anki gözlerinin aldığı hal görülmeye değer. Bir bakış vardır; bir yudumluk sevgiye dar gelir. Bir bakış vardır; dünyayı saramamak ona ar gelir. Kimse bu durumu fark etmiyor. Fark etmesin de… Çünkü korunması gereken bir kelebek var gelincik tarlasında. 

Enis Bey yok. Belki istirahat ediyordur. Arifler geliyor, ikram başlıyor. Yine yok. Nur’a soracağım.

.Hocam. Enis Bey Gevher teyzenin yanında. Onu tanıdıktan sonra sık sık ziyaretine gidiyor. Gevher teyze hatıralarını anlatıyormuş. Menekşe “Ne tat alıyor aynı şeyleri dinlemekten anlamıyorum?” diyor. Bir de Gevher teyze “Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar”ı söylemiş bir keresinde. 

Cihangir Beyler Boğaz trafiğine takılmamak için çıkmak istiyorlar. Hayat gidince Salih de ikizleri evlerine götürüyor. Nur, Menekşe’yle birlikte. Pervin Hanım’ın bir telefon görüşmesi varmış. Yalın Bey de yanında. Bir anda her yer sessizliğe bürünüyor. Ariflerle aynı eskiden olduğu gibi sohbet ediyoruz. Tabii dilimizde hep Hamza Bey var. Ve bir ara konu değişiyor. Âyende Mümtaz Bey’e dönerek “Efendim!” diyor ve ben günün belki de en anlamlı olayına tanık oluyorum.

.Aradan çok zaman geçmesine rağmen içimden bir şeyi atamadım. Size karşı çok mahcubum. Evlilik kararımızı size açıkladığımızda yuva kurmanın, mutlu olmanın sırlarını o kadar güzel anlatmıştınız ki… İşte o gün kendi kendime “Böyle birine nasıl o terbiyesizliği yaptın?” diye kendimi suçladım. Ve içimdeki bu his gittikçe büyümeye başladı.

.Ne terbiyesizliği, ne utancı yavrum? Estağfurullah… Neden suçluyorsunuz kendinizi? Anlayamadım…

Sanırım Maide Hanım anlıyor meseleyi. Yüzüme bakıyor. 

.Duvardaki bir hat çok dikkatimi çekmişti. Siz de anlamını izah etmiştiniz. Ve sonra da hediye etmek istemiştiniz.

.Evet… Evet…  Hatırlıyorum. Çok sevdiğim bir hattır. O an içimden öyle gelmişti. 

.Ama ben ne yaptım? Bu nazik, hassas jestinizi kabaca geri ittim. İçimde sakladığım o keskin, katı yanımı ortaya çıkardım. Edepsizlik ettim. Beni affedin lütfen. 

Sesi titremeye başlayınca Arif dayanamıyor. Bir şey demeden eşinin ellerini tutuyor. 

.Sizden bir şey isteyeceğim. Ama gerçekten gönülden isteyeceğim. O hat hâlâ aynı yerinde. Onu bana verebilir misiniz? Evimde öyle bir yere asmak istiyorum ki, her baktığımda hem sizdeki asaleti hem bendeki üstü örtülü kabalığı unutmayayım.

Maide Hanım bu sözlerin üzerine dayanamıyor. “Gel yanıma güzel huylum; gel, otur yanıma.” diyerek yanına gelen Âyende’ye sarılıyor. 

.Ne demek… yavrum. İstediğiniz sizin olsun. Lakin bakarken esas siz kendinizdeki hazineyi unutmayın. Bilirsiniz hazine derinde saklıdır. Maharet onu bulmada. Arif oğlum! Hattı getirir misin? Ve sonra da şu çekmeceden kağıt, kalem al ve eşine ver.

Eveet… Yaz bakalım kızım:

Hak tecelli eyleyince her işi âsân eder
Halk eder esbâbını, bir lahzada ihsân eder.

Eve gittiğinizde bu sözleri bol bol düşünün ve içinizden geldiği gibi yorumlayın. Sonra içinizden gelenleri kağıda dökün. Ama aceleye getirmeyin sakın. Ne vakit gönlünüzde bir şeyler hissediyorsanız o zaman yazın. Sonra da bana verin. Böylelikle bir sünneti de yerine getirmiş oluruz. 

.Neyi yerine getirmiş oluruz efendim? 

.Sünneti Âyendeciğim. Sünnet, peygamberimizin davranışları ve sözleri. Bizler onlardan birini uyguladığımızda sünneti yerine getirmiş oluyoruz. Mümtaz Bey’le sen de hediye alış verişinde bulunarak “hediyeleşmek” sünnetini yerine getirdiniz. Hem de böylelikle birbirinize olan muhabbeti de ziyadeleştirmiş oldunuz.3                                                              

Mümtaz amca! Esasında benim de danışmak istediğim bir şey var. Hem Elif Hanım da burada. Aynı önceki günlerdeki gibi görüşlerinizi almak istiyorum. 

.Tabii oğlum… Hay hay. 

.İnşallah kötü bir şey değildir Arif. Daha içeri girdiğinde sende bir hal hissetmiştim.

.Yok, Maide teyze. Kötü değil; ama biraz üzücü ve düşündürücü. Konu babam. İstanbul’a gelmiş. Bir haftadır abimin yanındaymış. Halamdan yeni öğrendim. O da yeni öğrenmiş. Abim telefon edip bildirmiş. Fazla bir şey söylememiş. Sadece halama: “Arif gelsin, götürsün.” demiş. Bana bu konuşma çok çiğ, insafsızca geldi. Ama bir yandan da babama çok kırgınım. Ne yapacağımı bilmiyorum. Önemli bir sorunu var sanırım. Yoksa asla hiç kimsenin kapısını çalmaz. Elbet babamı gidip alacağım. Aksini düşünmek insanlığa sığmaz. Ancak bu kadar aradan, gelişen olaylardan sonra nasıl konuşacağımı, ona nasıl davranacağımı bilemiyorum. Dün akşam halamla geç vakte kadar konuştuk. Dedikleri biraz rahatlattı. 

“Merak etme! Abim bende kalır. Onunla yalnız kaldığımızda konuşur, meseleyi anlarım. Hem düğün öncesi telefonda bana söyledikleri abimin tarzı değil. İnan Arif; o yine annenden etkilendi. Ben abimi iyi bilirim. İradesi biraz zayıftır. Çabuk kanar, çabuk karar verir. Sonra pişman olur; özür diler. Çocukken bu özürlere çok şahit oldum. Şimdi senden özür dilemiyorsa pişman olmadığından değil, engellendiğinden dolayıdır. Sen hep farklı oldun. Ne Can gibi bencil ne Esin gibi havaisin. Ben öz halalarıyım. Hiç arayıp sordular mı? Biliyorum sen Twitter ve Instagram’ı işinin dışında pek kullanmazsın. Eşin de senin gibi. Magazin olaylarından, dedikodulardan haberiniz yok. Olsaydı Can’ın hayat tarzını görür, babana davranışını garipsemezdin. Esin desen; o hiçbir zaman buralı olmadı ve olamaz da. Çok şükür sen onlara hiç benzemiyorsun. Ve inan oğlum, baban için tek ümit ikimiziz.” 

Kısmetse yarın Arnavutköy’e gideceğim. Israr etmesine rağmen Âyende’yi götürmeyeceğim. 

.İşin gerçekten zor oğlum. Ama altından kalkamayacağın kadar değil. Göreceksin her şey kolay olacak. Birincisi, halanın dediği gibi sen farklısın ve güçlüsün. Ayrıca yalnız değilsin. Yanında halan, Nazlı ablan ve sana her bakımdan destek ve yaren olabilecek bir eşin var. İnşallah babanın sorunu, telafisi imkânsız bir şey değildir.

Mümtaz Bey’in ve Maide Hanım’ın her zamanki rahatlatıcı sözleri Arif’e iyi geliyor. Bir müddet sonra acil bir telefon sebebiyle kalkmak zorunda kalıyorlar. Ben de onlarla çıksam iyi olacak. Ancak Maide Hanım’ın ricası üzerine biraz daha oturacağım. 

Yalın Bey’le Pervin Hanım’ın görüşmeleri bitmiş. Onların arkasından Salih’le Enis Bey geliyor. Enis Bey bayağı toparlamış kendini. Gevher Hanım’a ziyareti kalabalıktan bir nevi kaçış olsa gerek. Hayret! Beni görünce rahatsız olmuyor. Hal, hatır derken Nur ve Menekşe ellerinde tepsilerle içeri giriyorlar. 

.Elif kardeşim. İkram sebebiyle kalmanızda ısrar ettim. Ama Ariflerin nasibi yokmuş. Yine Gevher Hanım’ın özel tarifleri. Böğürtlenden yapılan Burisnitça şurubu ve Boşnak tatlısı slatka. Enis Bey oğlumun üşütmeden dolayı hasta olduğunu öğrenince Menekşe’ye bu tatlıyı öğretmiş. Solunum yollarındaki rahatsızlıklara iyi geliyormuş. 

.Gerçekten doğru Elif Hanım. Faydasını hissediyorum. Bir de ikizlerin tatlısı yok mu? Enfes…Bunca sene sonra aynı çocuk gibi ihtimam göreceğimi düşünemezdim. Biliyor musunuz? Nerdeyse sevineceğim hasta olduğuma. Çünkü böyle bir ortamda olmamın, Maide Hanım’ı ve Mümtaz Bey’i tanımamın sebebi hastalığım. Salih’in annesi Ayşe teyzemi saymazsam böyle bir yakınlığı yaşamadım. Şaşırıyorum. Beni daha yeni tanıdılar. Her iki kapıyı da bana Salih açtı. 

.Salih kimlere kapı açmadı ki Enis Bey? Değişik bir çocuk o. Adı gibi her yaptığı yararlı. Gevher Hanım’ı ziyarete gitmişsiniz. Vaktim olsaydı ben de isterdim. Ancak kapıdan ayaküstü uğramak ayıp olurdu. Ama yakında muhakkak görmeye gideceğim. Nasıl kendisi? 

Aniden aklına bir şey takılmış gibi duruyor. Çünkü soruma cevap vermiyor. Bir müddet öyle kalıyor. Neden sonra: 

.Salih! Biliyor musun? Gevher teyzenin yanında rahmetli annenin yanında hissettiklerime benzer şeyler hissediyorum. Aralarında sanki ortak bir şey varmış gibi. Ama nedir, bilmiyorum. Yapıları benzemiyor. Konuşma tarzları benzemiyor. Her ikisi de farklı yörelerin insanı. Ama hissediyorum; bir şey var. Önce hüzünlendiren, sonra ferahlatan bir şey. Gözümle görmesem de ruhum bu şeyi görüyor.

.Gerçekten ikisi de birbirine benzemez. Hissettiğin abi, sana yakınlıkları olamaz mı?

.İyi de… Bu yakınlık beni neden hüzünlendirsin ki? Hayır!… Bu başka bir şey. 

Bir anda o şey hepimizin merakını uyandırıyor. Ve ne olabilir konusunda konuşmaya başlıyoruz. Ama sonuç yok.

Tam o sırada Menekşe heyecanla birden ayağa kalkıyor:

.Enis abi! Galiba ben bir şey buldum. Ama tam emin değilim. Salih! Sakın “Böyle saçmalık olur mu?” diyerek bana gülme! 

.Kimse gülmez. Merak etme Menekşe kızım! Anlat bakalım. Neymiş bulduğun şey? 

.Geçen gün ikizleri parka götürdüğümde Kardelen koşarken düştü ve dizini yaraladı. Eve gelince yarayı temizleyip tentürdiyot sürdüm. Bunu gören Gelincik: “Misa ninem hep yere mi düşüyor anne? Ona da bu ilaçtan mı sürüyorsun?” dedi. Neden böyle söylediğini sorduğumda “Çünkü onun iki elinde de bu ilaç var.” cevabını verdi. Gevher anne, nişanlısı ölünce ömrünün sonuna kadar ona bağlı kalmak için eline kına yakmayı adet edinmiş. Kimse görmesin diye de sadece avucunda var. Ayşe annemin de avucunda kına vardı. Bu geldi aklıma birden. 

.Doğru… Her ikisinin de elleri kınalı. Bu olamaz mı abi? Hay aklınla yaşa Menekşem! Evet… Bu olabilir. Olabilir de kınayla hüznün ve ferahlamanın ne ilgisi var?

Enis Bey bir ara duralıyor. Arkasına yaslanarak bir müddet öyle kalıyor. Sonra da birden ayağa kalkarak Salih’e dönüyor. 

.Çok ilgisi var Salih. Çok ilgisi var.

Ve salondan çıkıyor. Hepimiz arkasından bakakalıyoruz. 

Hüzün ve ferahlama. Aralarındaki ilgi hepimize göre farklı olmalı. Hüznün kaynağı nedir? Nereye akar, nereye dökülür? Kimse bilemez. Ancak hüznü yaşayan bilir. Başkasına anlatamaz; çünkü kelimeleri de kendincedir. Bir de kına var. Onunla nasıl ilgi kurulabilir? Hiç anlamadım. Çok karmaşık. 

Enis Bey’in tekrar yanımıza geleceğini umdum; ama gelmiyor. Hepimiz aynı düşünmüşüz. Bir tek Maide Hanım bunun dışında.

.Bu çocuğu biraz tanımışsam asla gelmeyecek yanımıza. Sakın kimse soru sormasın; hatta soru sorar gibi yüzüne dahi bakmasın!

Yağmur yağacak gibi. Salih’in ricasına rağmen yürümekte ısrar ediyorum. Çünkü kendime gelmeye ihtiyacım var. O iri adamın çaresiz bir çocuğun ses tonuyla “Çok ilgisi var” demesi kulağımdan gitmiyor. 

Evet… Bir damla… İki, üç… Yağmur başladı. Ne değişik bir gün? 

Kalpler açıldı, pişmanlık döküldü, çareler arandı, sorular soruldu ve kaderin kalemi, herkesin kağıdına kendi mürekkebiyle yazısını yazdı. Mevsim de kendi mürekkebiyle gökyüzüne, toprağa, havaya yazısını yazıyor. 

Yağmur…
Gökyüzü başka,
Toprak başka, hava bir başka…
Her şey başka şeyler fısıldar.
Ve bir başka yayılır
Hüzün.

Acı, sevinç…
Yumak yumak dolanır içimize.
Yaşanılan ‘an’dır.
Gözyaşı, kahkahalar
Bir bütün.

1. Orhan Veli Kanık / Bütün Şiirleri / Saka Kuşu
2. Melih Cevdet Anday / Bütün Şiirleri – Sözcükler / Bir Misafirliğe Gitsem
3. “Hediyeleşiniz ki, birbirinize olan muhabbetiniz ziyadeleşsin.” / Hadis
Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply