Sokak – Bölüm 35

1

Ah…  Koca Adam!

Zaman ne kadar hızlı ilerliyor. Hamza Beyleri uğurlayalı neredeyse bir haftayı geçti. Sokağa döndüğümüzde kapının önünde bekleyen taksi, yaşanılan panik ve Enis Bey sürprizi… Her şey sanki dün yaşanmış gibi. Birkaç gündür elektrikler sık sık kesilmeye başladı. Hatta dün gece tamamıyla karanlıkta kaldık.

Ne kadar alışmışız aydınlığa, konfora. Işığın yokluğu onun varlığındaki güzellikleri ve sunduklarını çok derinden hissettiriyor. Karanlık ne zaman ortaya çıkar? Işık olmadığında. Çünkü ışık azaldıkça karanlık artar. Aynı iyilik yapma düşüncesi azaldıkça kötülüğün otomatikman ortaya çıktığı gibi. Yani kimse kötü olmaya çalışmıyor. Sadece yaradılıştaki saflıktan, iyilikten uzaklaşmak yeterli. Biraz uzaklaş! Hemen yerini riyakarlık, kötülük alıyor. Sadakat azaldıkça yalan çoğalıyor. Sevgi, merhamet yok oldukça kin, zulüm ortaya çıkıyor. Temizliğin ihmali pisliği çoğaltırken manevî, eğitimin eksikliği kalbin kararmasına, vicdanın sönmesine neden oluyor. Sonunda ruh, yaşadığı memleketin bozulduğunu gördükçe hiçbir yerine sığamıyor. Bu da bunalım ve psikolojik sorunlar demek. 

Dün geceyi uzun süre gökyüzünü seyrederek geçirdim. Ve gökten yansıyanlarla içimin adeta yıkandığını hissettim. Bir ara kendimde şunu gördüm. Karanlığın işleri engellemesini ve aydınlığın sağladığı nimetleri düşünmem çok yüzeysel, eksik bir bakış. Anladım ki, karanlıkta gözlerin ister istemez yöneldiği gökyüzünü seyretmenin, oraları düşünmenin çok güzel, zevkli olduğunu ihmal etmişim! Gökten yansıyanlar sadece içimi yıkamadılar. Kirlerinden arındıkça içimde ortaya çıkan bir huzur kaynağını bana fark ettirdiler. 

Daima bilmediğimizi bilme, görmediğimizi görebilme çabasındayız. Orijinal; özgün, eşsiz, popüler olmayan hiçbir şey dikkatimizi çekmiyor. Halbuki yaşadığımız her an, gördüğümüz her varlık, yüzümüze vuran her esinti esasında orijinaldir. Orijinal anlam olarak aslî, sonradan eklenmiş olmayan demek. İşte bu sebeple varlığın kendini olduğu gibi sunduğu sade ortamlar ruha iyi geliyor. Çünkü yaşanılan anı doğru değerlendirdiğimizde -gökyüzünü seyrederken bende olduğu gibi- kendimizi varlığın ritminde buluyoruz. Ve bu asla bizim maharetimiz değil. 

Tabanı sayısız güzelliklerle, sanat eserleriyle donatılmış ve tavanı da güneşle, yıldızlarla süslenmiş bir sarayda yaşıyoruz. Gökteki nur, havadaki iletişim, topraktaki doğurganlık, dağdaki maden, istiridyedeki inci… Hepsi yaradılıştaki gizli hazineler. Bize düşen sadece gökle bütünleşmek, havayı incelemek, toprağı kazıp işlemek, dağlara tırmanıp doruklara çıkmak ve denize dalıp derinlere inmek. Yani sadece farkına varmak ve aramak. 

Bu sebeple kimimiz görerek, kimimiz görüleni düşünerek, kimimiz düşünüleni yazarak, çizerek, kimimiz de yazılanı eyleme çevirerek farkına vardıklarımızı arıyoruz. Ben ruhumun fark ettiklerini yazıya çevirerek arıyorum. Ve bazılarını “Sokak”ta buldum. Sokak’ta yaşayan Yalın Beyler de eyleme çevirerek arayanlardan. Kendi ellerindeki imkâna sahip olmayanları fark ediyor ve bu vicdanî farkı hemen eyleme çevirmeye çalışıyorlar. Onlar, “Bu dünyada sadece ben yaşamıyorum. Başkaları da var. Benim sahip olduklarıma sahip olamayanlar var. Onlara da bakmasını bilmeliyim.” diyenlerden. Sanırım Pervin Hanım da bu kafileye yakında katılacak.

Hava kararmaya başladı. Sanırım yağmur yağacak. İçimde aynı kedi gibi sıcacık bir ortama sığınma, bir kenara kıvrılıp yatma hissi var. Eşim ufak tefek tamir işlerine dalmış. Sütlü kahve pişiriyorum. Yanında da sevdiği kek. Hoşuna gidecek. İşte sade, doğal güzellikler. Dışarıda tabiatın tabii akışı ve bizim bu akışa uyan içteki tabii; doğal akışımız. Müzik yok, konuşma yok. Konuşan, sadece varlık ve bizim ruhumuz. Cama vuran yağmur damlaları en güzel müzik. Eşimle karşılıklı bunları paylaşmak ise bizim zenginliğimiz. 

Kapı çalıyor. Kim acaba? Görüntülü diyafona basıyorum. Salih. Elinde bir paket var.

.Maide Hanım’dan Ekrem Bey’e. Abi geçen gün yemekte sarmayı çok sevmişti.

.Hay Allah… Ne zahmet ettiniz oğlum. Hadi gel içeri. Biz de sütlü kahve içiyorduk. Merak etme! Fazla tutmam.. 

.Yoo… Abla. Tutsan da olur. Bugün evdeyim. İkindide bir işim var, o kadar.

Bu çocuğun tabii, yapmacıksız hallerini gerçekten seviyorum. Varlığı -aynı Nur’da olduğu gibi- bana ümit veriyor. Oturur oturmaz yine aynı heyecanlı üslubuyla olanları anlatmaya başlıyor. İkindide Gevher Hanım’ı hastaneden çıkaracaklarmış. 

.Bir ara iyice ümidi kesmiştik. Demek ki daha yaşayacak ömrü varmış. Her şey Allah’tan. Menekşe, kızlar sevinç içinde. Gevher annenin varlığı bizim için çok önemli. O adeta evimizin direği. Yıkılacağından çok korktuk. Çok şükür; durumu iyiye gidiyor.

Eşim, Enis Bey’i soruyor.

.Biliyor musunuz? Abim o gece gitmedi; Maide Hanımlarda kaldı. Hiç aklıma gelmeyen bir hareket. Benim Enis abim, ziyaret ettiği günün gecesi o evde kalacak… Mümkün değil! Ama o akşam çok garip şeyler oldu. Siz gittikten sonra ikizleri getirdim. Onları görünce abim sevinçle ayağa kalktı. Malum boy uzun. Yapı iri. Bir de saçlar uzun. Herhalde kızlara bu görüntü tuhaf geldi. Öylece kalakaldılar. Abim üstelemedi. Yerine oturdu ve sadece onlara gülümseyerek baktı. Bizimkiler bir müddet süzdüler. Sonra ikisi de bana dönerek hiç beklenmedik şeyler sordular: 

.Baba! Akşam sen bu uzun amca için mi ağladın? 

.İzmirli abin bu mu?

Demek ki bizi uzaktan dinlemişler. Ufacık çocuk deriz. Kızlarımın bu duyarlılığına çok şaşırdım. Fakat daha da şaşırdığım, Enis abimin haliydi. Bana öyle bir bakışı vardı ki… Gözleri dolmuş; neredeyse ağlayacak. Ağladı da. Hayret! Halini hiç gizlemedi. İlk defa üzerindeki zırhını çıkardığına şahit oldum. 

Ekrem Bey! Merak ediyorum. Sizce geçirdiği hastalık onu böyle değiştirebilir mi? 

.Değiştirebilir. Lakin değişimine etken olan sadece hastalık değil. Kendisine gösterilen ihtimam, çevresindeki insanların samimi halleri, yürekten onu benimsemeleri bu konuda çok önemli. Tabii yaşın kemâle ermesinin de payı büyük. Herhalde Yalın Bey’e yakın olmalı yaşı.

.Sanırım öyle. Elliyi geçti. 

.Nedense hep saçtaki aklarla, yüzdeki kırışıklıklarla meşgulüz. Yıllar geçtikçe gözlerin hayata farklı baktığından, ruhun bilmediği lezzetleri tattığından hiç söz etmiyoruz. Yaş aldıkça belki beden gücümüzde azalmalar oluyor; fakat bu sefer de yüreğimizdeki güç artmaya başlıyor. 

.Hanım doğru söylüyor Salih Bey. Kemâle doğru yaş almak, ilk saf halimize doğru bir adım atmak demek. Kendimiz gibi olabilme halini kazanmak demek. Bu da içtenliği, alçak gönüllülüğü getiriyor. Enis Bey’in davranışlarında gördüğünüz beklenmedik tepkiler bu değişikliğe işaret olabilir. 

.Ayrıca hem çocuk tabiatlı olup hem de olgun olma özelliğine sahip olan insanlar çok. Hz. Ömer’in bir sözü var:

Evinde, aile arasında çocuk tabiatlı olup da meşveret yapıldığı zaman olgunluk gösteren adamı severim.

İnsanları izlerken hep bu sözü hatırlarım. Anlattıklarına göre senin Enis abin de böyle biri. O akşam sen onun bu çocuk yönünü görmüşsün.

.Doğru…  İyi de neden o akşam, abla? Ve orada bu çocuk halini abime yaşatan ne?

.Şimdi bu konuşmalarımızı düşünmeye başladıkça Enis abinin halini daha iyi anlamaya başlıyorum. Birincisi neden o akşam? 

Dikkatle izle! Olayların ta başından beri abini o akşama ve o mekâna kendiliğinden getirdiğini fark edeceksin:

İlk önce Yalın Bey’le iş için koştururken yolda bir çocuğa çarptığınızı sandınız. Sonra onun aç olduğu için bayıldığını anladınız. Ve bunun sonucunda bir mahalle projesi ortaya çıktı. Memleketten güvenilir arkadaşlar getirdiniz. Onlardan biri Kerim, iş için memlekete gidince abinin durumundan haberdar oldu. Ve Seyit deden, abinin acıklı durumuyla ilgili bir mektup gönderdi. Mektubu okur okumaz Yalın Bey’e danışarak hemen gidip onu buraya getirdin. Sonra abin burada Yalın Bey’i tanıdı. Yalın Bey’e neden güvenildiğini, onun nasıl biri olduğunu çok sevdiği Salih kardeşinden dinledi. 

Çevresinden darbe yemiş kişilerde güven ve şefkat açlığı yoğundur. Bu açlığı gideren şey de sizlerde var. O, bunu anladı. Sonra aileyi merak etti. Esasında kendinde olmayan şeyleri merak etti. Sonra da kimseye haber vermeden eve geldi. Merak ettiği anneyi, babayı gördü. Ruhtaki açlık, sizdeki mükellef sofra ve şefkatin sarmaladığı ortam birbirine denk geldi. Bu sebeple davet edildiği sofraya hiç itiraz etmeden oturdu. Ve ilk defa böyle doyduğunu hissetti. Bilirsin, hayatımızdaki ilkler asla unutulmaz. 

Ve en önemlisi hemen akabinde iki küçük masumdan bir başkasının kendisi için ağladığını öğrendi. İşte o an iç dünyasında artan duygu yoğunluğuyla, yüreğiyle sana baktı. İçinde riya olmayan bir yüreğin kontrolündeki yeri sevgi, samimiyet ve doğallık kaplar. O da bu doğal ortamda gözyaşlarını tutamadı. Bu samimiyet karşısında ağladığını saklamadı. En önemlisi kendinden utanmadı. Çünkü kendisine sevgiyle kollarını açan bu aileye güvendi.

.Yaşanılan hal, hasretten başka bir şey değil Salih Bey. “Hasret” eğer bir şeyin yokluğundan ötürü acı çekmek demekse kim acısını geçiren ilacı bulduğunda onu reddedebilir ki?

Tam bu sırada Salih’in telefonu çalıyor ve ne duyduysa yüzü bir anda karışıyor. Belli ki bir şey olmuş.

.Tamam! Hemen geliyorum.

.Rengin attı birden oğlum. Bir şey mi oldu?

.Kerim aradı. Enis abim fenalaşmış. Hemen gitmem lazım. Size haber veririm.

Bu ani haber nedense beni de etkiliyor. Mideme sanki bir kramp girmiş gibi hissediyorum. 

.Hay Allah… Enis Bey o gün çok iyiydi. Yazık! Bu çocuğun sıkıntısı bitmedi bir türlü.

.Öyle düşünme hanım! Başa gelenlerdeki hikmeti bilemeyiz. Hem hikmetin sıkıntıyı yaşayana olduğu kadar görene ve dinleyene de bakan tarafları var. Mevlâna ne der: 

Gam bir hazinedir. Senin zahmet ve meşakkat çekişinse maden… Gam derdine düşen, madeni kazmaya başlamıştır.1 

Belki de “bitmedi bir türlü” dediğin sıkıntı bulunacak bir madene işarettir. Bak şimdi sana bir kitaptan bir yer okuyacağım? Geçen gün Tarık verdi. Tanımadığım bir yazar. Simon Weil.  Başucumda bırakmışım. 

.Dur! Sen kalkma! Ben getiririm. Tanıyorum bu yazarı. 

“Allah Aşkı Üzerine Düzensiz Düşünceler”. Evet… Oğlumun bana da tavsiye ettiği kitap. 

Felaketler bizi bir durağanlığa itsin yahut itmesin ruhumuzda acılardan bağımsız olarak bir hareketsizlik hali vardır: 

İşte ruhun bu durağan direnci sayesinde, ilahî aşkın en küçük zerresi dahi bir tohum gibi ruhumuzda büyüyüp, sabrımız sonucunda meyvelerini verebilir…

Ne mutlu ki bedeninde yaşadığımız çağın felaketini taşıyanlara. Çünkü onlar, hakikati anlama ve büyük bunalımları hakikatle aşmaya yetkinler.

Simon Weil / Allah Aşkı Üzerine Düzensiz Düşünceler / s.23

.Rüzgârın hızı gittikçe artsa ne düşünürsün?

.Biraz sonra fırtınanın çıkacağını.

.Neden?

.Çünkü hep böyle oldu. Ayrıca kitaplardan da böyle olduğunu öğrendim. 

.Yani tabiattaki olaylara dikkat ettin, rüzgârın fırtınanın habercisi olduğu bildin. Hava karardığında da yağmuru hissettin. Ayrıca bütün bunlar olurken varlığın nasıl el ele verdiğini de gördün. 

.Evet. Yalnız sadece görmekle kalmam. Ayrıca bu yardımlaşmaya muhabbet duyarım. 

.Ve sonunda ne gök gürültüsü korkutur seni ne şimşek ne fırtına. Oysa tabiatta birbirine destek vererek gelişen bu tür olayları göremeyenler hemen paniğe, endişeye kapılır. Dertler de yaşamı sardığında onların geliş hikmetini bilemeyenler, aynı şekilde paniğe kapılıp endişeyle feryat eder. 

.Doğru. Olayların hikmetini çözen idrak hemen bir sükûnet ortamı sağlıyor. Ve bu sükûnet de kalbe huzur veren bir iksir gibi. Yazıdaki “ruhun bu durağan direnci” derken bu hal anlatılmış olabilir mi?

.Evet. Zaten bunun için okudum sana. Çünkü başına gelenlerin, musibetlerin bir hikmete dayandığını bilen kişi, Yaratan’ın kendi üzerinde bir planı olduğunu düşünür. Bu da “Her şeyin Sahibi’in kendisiyle ilgilenmesi demektir. Bu idrak zaman geçtikçe muhabbete; ilahî aşka dönüşür. Ve sonunda muhabbetin olduğu yer sabrın lezzetini tadar, teslimiyetle rahatlar ve sükûnete bürünür.

Akşam olana kadar hangi işe dalarsam dalayım aklım hep Salih’teydi. Hâlâ ses yok. Nur’u arayacağım.

.Hocam. Gevher Hanım’ı biraz evvel getirdiler. Ondan iki saat önce de Enis Bey’i getirdiler. Anlayacağınız eve gelen gelene. Enis Bey’in durumu iyi değil. Çok üşütmüş. Bizim üst katta yer hazırlandı. Maide annem öyle istedi. Şu anda yanında. Annemi hiç böyle görmemiştim. Merhamet mi, kaybettiği kızının yerine koymak mı; yoksa yaşlılık mı? Gözleri dolu dolu ve elleri sürekli titriyor. Adeta dirayetini kaybetmiş gibi. Sanırım son günlerdeki yorgunluğu sebep olabilir. Babam halinden çok endişeleniyor. 

.Peki. Nerde üşütmüş bu kadar? Kendisine bakılmıyor muydu?

.Bakılmaz olur mu? Ama koşturulacak iş çok. Bir ara yalnız kalmış. Mahallenin çocukları yeni yapılan sahada onunla top oynamak istemişler. Seslenmişler. Enis Bey de kıramamış. Bir de Enis Bey laf dinlemeyen biri. Hiç terlememesi lazım. Çocuklar durumu nerden bilecek? Bayağı yormuşlar. Velhasıl olan olmuş Hocam. Annem bunu duyunca Yalın Bey’e ültimatomu verdi. “Onu buraya getirin!” Babamdan izin almadan hiçbir şeye karar vermeyen Maide annem, kimseye sormadan böyle dedi. Olayın özeti bu. 

Bir de Pervin Hanım olayı var. Hiçbir şeyi umursadığı yok. Kolunu koruması lazım. Bu yaşta kırık kolay geçecek bir şey değil. Yine de evin işleriyle meşgul. Ayrıca halinden oldukça memnun. Uzun zamandır Cihangir Beylerde kalıyor. 

Cihangir Bey’in eşi Gülümser’i kendime benzettim. Güvenip sevdi mi kendini adayan tiplerden. 6 yaşında bir kızı var. Adı, Hayat. Göreceksin Hocam. Çok şirin. Kızıl bir kafa. Minicik bir burun ve yanaklar çilli. “Nerden biliyorsun?” diyeceksiniz. Geçenlerde bizdeydiler. Pervin Hanım’ın gelmesi gerekiyordu. Onları da beraberinde getirmiş. Bu küçük kıza çok bağlandı. Aynı Yalın Bey’in ikizlere yaptığı gibi hep bir şeyler alarak Hayat’ı sevindirmek istiyor. 

Tuhaf değil mi Hocam? Her ikisini de hayata bağlayan şey çocuklar. Kardelen, Gelincik derken şimdi de Hayat.

Nur haklı. Yalın Bey’in hayata tutunmasında Kardelen ve Gelincik’in payı büyük. Çünkü bir çocuğun tertemiz, taze duyguları dokunduğu yere şifa veriyor. Pervin Hanım’ın Hayat’a bağlanmasında da böyle bir durum olabilir.

.Kiminle konuştun bu kadar? Pek sevmezsin uzun telefon konuşmalarını. Nur Hanım’la konuştun o zaman. Enis Bey nasılmış?

Nur’un anlattıklarını özetliyorum. 

.Dalma yine bir yerlere! Hadi gel seni çarşı içindeki balıkçıya götüreyim. Bu akşam evdekiler başının çaresine baksın. İsterlerse onlara da birer paket yaptırırız.

Eskiden sık sık değişik yerlere giderdik. Ama birkaç senedir ev kuşu olduk. Bunun sorumlusunun ben olduğumu biliyorum. Bu sebeple teklifi kabul ediyorum. 

Bildiğimiz bir yer. Dört kişilik bir aile işletiyor. Biri ocak başında, biri kasiyer, diğerleri serviste. Mekân küçük ve çok sade. Her yer tertemiz. Kendine has dinlendirici bir havası var. Sunulan her şey çok leziz. İyi ki gelmişiz. 

Mevsimin güzel gecelerinden biri. Çarşı yakın olduğu için yürümeyi tercih ettik. Yemekten sonra da sahilde yürümek iyi gelecek. Hava yosun kokuyor. Güzel vapurum biraz evvel yolcularını bıraktı. İskeleye yakın banklardan birine oturup Adaları seyrediyoruz. Bu, bize her zaman zevk veren bir alışkanlığımız. Evliliğin güzel taraflarından biri iki ruhun aynı noktadan, aynı yürekten bakabilmeyi bilmesi. 

Hiç konuşmadan ne kadar vakit geçti bilmiyorum. Dalıp gitmişim.

.Telefonun çalıyor.

Nur arıyor. Sesi bir tuhaf. Eyvah… Birisine bir şey oldu. Korkarak soruyorum.

.Nur… Ne oldu? Sesin titriyor.

.Hocam… Hocam… Biraz evvel Nursel Hanım aradı. Hamza Bey sizlere ömür. Bugün defnetmişler. Bizlerden dua istemek için aramış. Hamza Bey’in son hali çok garipmiş. Umreyi tamamlamışlar. Ertesi gün yola çıkacakları için son kez tavafa gitmişler. Yolda Nursel Hanım’a dönerek “Hanım. Bana bir hal olursa, burada kalayım. Olur mu?” demiş. Kabe’yi seyrederken de bir anda yığılıp kalıvermiş. Başımız sağ olsun Hocam…

Karşımda Büyükada hayal meyal… Güneş iyice batıya doğru kaymaya başlamış. Ufukta sarı ve kızıl renkler, birbirine karışarak bir hat çiziyor. Biraz sonra güneş, çizilen bu hattın ardına geçecek ve gözlerden kaybolacak. İskeleden kalkan vapurun sesi batan güneşi selâmlıyor. Tutamıyorum kendimi. Hıçkırıklarım duyulur mu? Umurumda değil. Eşimin elini sımsıkı tutuyorum. 

Ah…Koca adam!…

Hiç aklıma gelir miydi, senin için böylesine gözyaşı dökeceğim? Bize bu yaşattığına ters köşe yapmak denir. “Ben hayatımda hikmet diye bacanağım Hikmet’ten başka bir şey bilmiyorum.” demiştin. Oysa oralarda; hikmetler beldesinde kim bilir ne hikmetler yaşadın? İnşallah istediğin neyse ona kavuşmuşsundur.

Kabe’ye yüz sürmeye yola çıkan,
Dileği neyse alıp dönermiş.
Neydi dileğin ki, kalbine bakan
Nasibi bir ‘Melek’ eliyle vermiş.

Gitmem dediğine ruhunu serdin.
Gönlün sırrına oralarda erdin.
Hikmet olanı bulmak mıydı derdin?
Buldun ki, çevreni al güller sarmış.

Bu güller başka gül, özü has bahçeden
Ne yaptın ki, bunca iltifat neden?
Nadim oldun, yandın ecel gelmeden.
Böyle kavrulana müjdeler varmış.2

Al gülüm, ver gülüm olsaydı ihsan
Hangimizi kabul ederdi Sultan?
Nasıl bir dille ulaştı ki duan,
Rahmetiyle kul arasında sırmış.

O sırrı ne melek bilir ne de şeytan.
Ümit kesme! Kalpten pişman olursan
‘Bağışlanır her günahın’ der ferman.3

Ruh, selâmetine böyle varırmış.

***


1. Mevlâna / Mesnevi / 3. cilt / s.510
2. ‘Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi helak eder ve yerinize, günah işleyip, peşinden tövbe eden kullar yaratırdı.’ – Hadis
3. ‘De ki: Ey nefislerine zulmeden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları affeder. Gerçekten O; Gafurdur, Rahimdir.’ – Zümer / 53
Paylaşın.

Yazar Hakkında

1 Yorum

  1. Koca Adam küçük prens gibi ölümü yumuşak ve tatlı bir doğallıkla karşılamış. Tıpkı güneş ışığı ve yağmur gibi doğal bir şekilde. Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun inşallah..
    Yazılarınız manevi bir buluşma gibi. Teşekkür ederim.

Leave A Reply