Hastalık, Ümitsizlik ve Denethor

1

Gandalf ve Aragorn arasında cereyan eden konuşma, şehrin sağlığının ve diriliğinin emaresi olan “Ak Ağaç” meselesine, onun kurumuş olmasına ve Aragorn’un bundan kaynaklı endişesini izhar etmesine dek ilerleyecektir. Hemen akabinde, ileride daha detaylıca ele almayı düşündüğümüz bir şekilde “Ak Ağaç” yenilenir ve bir müddet sonra tekrar çiçek açmaya başlar. Evet, şehir sağlığına kavuşmuş; yani hakikati ile dirilmiştir.

Fakat şimdi bahsetmek istediğim konu bu mutlu son değil. Hastalık nasıl başladı veya nasıl ilerledi? Ağaç neden kurudu? Biraz buna değinmek istiyorum. Biraz dedim; çünkü serinin ileri bölümlerinde başka açılardan da ele almak istediğim bir konu bu.

Konumuza geçmiş makalelerden bir alıntı ile devam edelim:

…İstanbul cankeş. Oksijen çadırındaki ne ölü ne de diri sayabileceğimiz biri gibi. Sanki, yaşlığı kalmamış, kurumuş ya da kurumasına ramak kalmış bir balık… Veya yaşamını ve yeşilliğini yitirmekte olan kurumuş ya da kurumakta olan bir ağaç… Evet, ölgünleşmekte İstanbul…

Bu cankeşlik, kuruma ve ölgünleşme ilk defa olan bir şey değil. Fatih Sultan Mehmet öncesi Konstaniyye’sinin canlı ve sağlıklı bir şehir olduğunu söylemek oldukça hatalı bir yorum olur. O güzel kumandan ve onun güzel askeri (dua ve kılıç orduları beraber) ile oraya tekrar hayat gelmiştir. Kalbin tıkalı damarları açılmış; yani fethedilmiştir.

Minas Tirith ve İstanbul – Bölüm 2 / Mars’taki İstanbul

Bizans döneminin İstanbul’una benzer şekilde, yine Yüzüklerin Efendisi’ne bakarsak, Denethor’un başında olduğu Gondor ve onun merkezi; “Kale Şehir” Minas Tirith de aynı durumda değil miydi? Ehil olmayan ellerde kuruyan, ölgünleşen ve mahvolmaya yakın “hasta” bir şehir…

Siyaset felsefesi üzerine kendisinden hikmet dolu çok dersler alınabilecek Denethor oğlu Faramir, yöneticilerin ehliyetini yitirme süreciyle ilgili Frodo’ya bakın neler söylüyor:

Krallar kendilerine yaşayanların evlerinden çok daha mükemmel mezarlar yaptılar ve şecerelerinde tekrarladıkları eski isimleri oğullarının isimlerinden daha çok sevdiler. Çocuksuz hükümdarlar yaşlanıp saraylarında hanedanlarının armalarını düşünerek oturdular; gizli odalarında buruşuk yüzlü adamlar kuvvetli iksirler yaptılar ya da soğuk, yüksek kulelerde yıldızlara sorular soruldu. Ve Anárion sülalesinin son üyesinin hiç varisi olmadı.

J.R.R. Tolkien / Yüzüklerin Efendisi / İki Kule / s.327-328

Faramir sanki Bizans İstanbul’unu anlatıyor. Benzeri bir durum daha sonra Gondor’un müttefiki olarak yardıma koşacak olan Rohan ve onun kralı Théoden için de geçerli. O da Gandalf’ın Hızır gibi yetişmesinden önce aklını yitirmiş, iradesinin dizginlerini hiç farkına varmadan Sarumun’a kaptırmıştı. Denethor’un aksine Théoden iyileşebildi. Gerçek kişiliği yeniden hayatına kavuşurken şehire de kurtulmak için bir şans, bir imkân verilmiş oldu.

Fakat burada bir başka soru aklımıza takılıyor:

Gandalf’ın Théoden’in şifasına vesile olurken Denethor’unkine -tabiri caizse- güç yetirememesinin hikmeti acaba ne olabilir?

Denethor Neden Kaybetti?

Théoden iradesinin hakkını vermesine fırsat kalmadan, dışarıdan bir büyü ile iradesine ket vurularak akıl sağlığını yitirmişken, Denethor ise bile isteye hırsının anaforuna kendini teslim etmişti. Hukukta da geçerli bir kaide vardır: “Zarara kendi rızasıyla girene merhamet edilmez.”

Denethor bir “Vekilharç”tı. Yani gerçek kral, sahip olduğu tahtına oturuncaya kadar, Gondor’un idaresini niyabeten almış (ailesi ile beraber) bir “emanetçi” idi. Aragorn’un gerçek kimliğinin farkında olduğu ve artık aile emanetini ona teslim etmesi gerektiği; yani atasözünde ifade edildiği gibi “Suyun gelip teyemmümün bozulduğu” bir durumunda iken, nahoş bir şekilde inat etti Denethor. Bu gaspıyla haddini aşarak zalim olmuş ve böylece doğru/sağlıklı yola iletilme gibi bir nimete mazhariyeti de reddetmiş oldu.

‘Resûl’ün (elçi) kesinlikle hak olduğuna şahitlik ettikleri halde üstelik kendilerine apaçık deliller de gelmişken imanlarından sonra küfre giren bir toplumu Allah nasıl hidayete erdirir? Doğrusu Allah zalimler toplumunu hidayete erdirmez.’

Âl-i İmran / 86

‘Haberiniz olsun ki, Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz vakit adaletle hükmetmenizi emrediyor. Gerçekten Allah size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz ki Allah işiten ve bilendir.’

Nisa / 58

Ayette geçen “ehline vermenizi” ifadesinin orijinali “en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ”dır. “Tueddû” ise “iade etmek, teslim etmek” manalarına geliyor. Yani Allah emanetlerin ehline iade edilmesini, teslim edilmesini istiyor. Denethor bu evrensel ilkeye isyan etmiştir. (Yanlış anlaşılmasın. Elbette Denethor bu ayete değil; bu ayette ifade edilen evrensel prensibe isyan etmiştir. Tüm kadim öğretilere baktığımızda kolayca görülebilecek bir şey bu.)

Kendine Yazık Eden İki Karakter

Tüm bunlarla beraber, Denethor basit bir adam değildi.

Metnin Aslı

Denethor looked indeed much more like a great Wizard than Gandalf did, more kingly, beautiful, and powerful; and older.

J.R.R. Tolkien / The Lord of the Rings / Return of the King / p.23

Çevirisi

Gerçekten de Denethor, Gandalf’tan çok benziyordu büyük bir Arif’e (Türkçe çeviride “Büyücü” denmiş); daha haşmetliydi, daha yakışıklı ve güçlüydü; yaşlıydı.

J.R.R. Tolkien / Yüzüklerin Efendisi / Kralın Dönüşü / s.23

Faramir'i yakmak için elindeki meşale ile hazır bekleyen Denethor

Faramir’i yakmak için elindeki meşale ile hazır bekleyen Denethor

Trajik bir hikayeydi onun hayatı. Minas Tirith’i kurtarmak için çok gayret sarfetmiş, fakat kötülüğün amansız gücü karşısında ümidini kaybetmiş ve yeis (ümitsizlik) bataklığına düşmüştü. Aklını yitirmesinden sonra yanarak ölmesi, bana biraz da onun, daha önce taşımış olduğu iyi hasletler ile alakalıymış gibi gelir. Bu açıdan Denethor, Orta Dünya’nın kurtuluşunu sağlayan son damla olan Gollum’a benzer. Bu iki trajik karakter de mutlak kötüyü temsil etmez. Bazı zaafları ile başa çıkamamışlardır. Zaman içerisinde akılları zehirlenmiş ve sonrasında iç dünyalarında onları hasta eden bir bölünme yaşamışlardır. Her ikisinin de iki temel hatası vardı:

İslam’da küfür sayılan ve Şeytan’ın bir önceki isminin de (İblis) kaynağı olan ümit kesmeleri ve ehil olmadıkları şeylerde aşırı hırs sahibi olmaları…

Yaşadıkları bu ızdırabın bir remzi gibi ikisinin de hayatı ateşte can vererek neticelenmiştir. Kim bilir belki de bu son, tıpkı suyla temizlenemeyen bazı kapların ateş ile temizlenebilmesinin bir benzeridir…

Hüküm Dağı'nın alevlerinde yanarken bile Tek Yüzük'ü bırakmayan Gollum

Hüküm Dağı’nın alevlerinde yanarken bile Tek Yüzük’ü bırakmayan Gollum

Sözlerimizi, İstiklal Marşı’mızın şairi Mehmet Akif Ersoy’a bırakalım. O, karanlığın ruhları sardığı bir zaman diliminde, Denethor gibi ümitsizlik bataklığına kendimizi salmamamız için, millet ruhuna ümit ve gayret mayası çalmaya çalışıyordu. Makalemizin sonundaki Akif’in şiiri o kadar evrensel manalar içeriyor ki hem günümüze hem gelecek nesillere ve hem de Orta Dünya’ya hitap ediyor gibi okuyabilirsiniz. Hele şu ifadeler aklımıza Denethor’un ümitsizlik içinde kendini ve oğlu Faramir’i yakma teşebbüsünü akla getirmiyor mu?

Hüsrâna rıza verme… Çalış… Azmi bırakma; 
Kendin yanacaksan bile, evlâdını yakma!

Biz bu muhteşem şiirin tamamını -günümüz Türkçe’sine sadeleştirilmiş olarak- bir de kendimiz için okuyalım:

Geleceği karanlık görerek azmi bırakmak…

‘Oğullarım! Gidiniz de Yusuf’la kardeşini araştırınız; hem sakın Allah’ın inayetinden ümidinizi kesmeyiniz. Zira, kâfirlerden başkası Allah’ın inayetinden ümidini kesmez.’

Yusuf / 87

Geleceği karanlık görerek azmi bırakmak…
Alçak bir ölüm varsa, eminim, budur ancak.
Dünyada inanmam, hani, görsem de gözümle;
İmanı olan kimse gebermez bu ölümle.
Ey canlı cenaze! ‘İki el bir baş içindir.’
Davransana… Eller de senin, baş da senindir!
Duygu yok, hareket yok, acı yok… Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana… Sen böyle değildin.
Kurtulmaya azmin, niye bilmem ki, süreksiz?
Kendin mi senin, yoksa, ümidin mi yüreksiz?
Geleceği karanlık görüvermekle apıştın!
Sebepleri elinden atarak ümitsizliğe yapıştın!
Karşında ışık yoksa, sağından, ya solundan,
Tek bir ışık olsun buluver… Kalma yolundan.

Dünyada ışık kalmasa, sen onu icad etmelisin!
Ey elleri böğründe yatan, şaşkın adam, kalk!
Herkes gibi dünyada henüz hayat hakkın
Varken, hani herkes gibi azminde direnişin?
Ümitsizlik öyle bataktır ki: Düşersen boğulursun.
Ümide sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!
Azmiyle, ümidiyle yaşar hep yaşayanlar;
Ümitsiz olanın ruhunu, vicdanını bağlar
Lanet olası bir zihnî düğünlenme,
En korkulu cânî gibi ümitsizin yüzü gülmez!
Madem ki alçaklığı aynı, ümitsizlik ile küfrün;
Madem ki ondan daha lânetli, daha çirkin
Bir kötülük yoktur sana, ey imanlı toplum,
Allah’ın vâdettiği rahmetten ümitsiz olarak,
Yoksunluğa razı olma… Çalış… Azmi bırakma;
Kendin yanacaksan bile, evladını yakma!

Evler tünek olmuş, ötüyor bir sürü baykuş…
Sesler de: ‘Vatan tehlikedeymiş… Batıyormuş!’
Fakat, hani, milyonları örten şu yığından,
Tek kol da ‘Yapışsam…’ demiyor bir tarafından!
Sahipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.
Feryadı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar…
Uğraş ki: Telâfi edecek bunca zarar var.
Feryat ile kurtulmayı umuyorsan haykır!

Yok yok! Hele azmini bağlayan zincirleri bir kır!
‘İş bitti… Direnmenin sonu yoktur!’ deme; yılma.
Ey rahmete layık millet, sakın ümitsizliğe kapılma. 

Mehmet Akif Ersoy / Safahat / 27.Mart.1913

Şiirin Orijinali:

‘Oğullarım! Gidiniz de Yûsuf’la kardeşini araştırınız; hem sakın Allah´ın inâyetinden ümîdinizi kesmeyiniz. Zîrâ, kâfirlerden başkası Allah’ın inâyetinden ümîdini kesmez.’

Yusuf / 87

Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak… 
Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak. 
Dünyâda inanmam, hani görsem de gözümle. 
İmânı olan kimse gebermez bu ölümle: 
Ey dipdiri meyyit, ‘İki el bir baş içindir.’ 
Davransana… Eller de senin, baş da senindir! 
His yok, hareket yok, acı yok… Leş mi kesildin? 
Hayret veriyorsun bana… Sen böyle değildin. 
Kurtulmaya azmin neye bilmem ki süreksiz? 
Kendin mi senin, yoksa ümîdin mi yüreksiz? 
Âtiyi karanlık görüvermekle apıştın? 
Esbâbı elinden atarak ye’se yapıştın! 
Karşında ziyâ yoksa, sağından, ya solundan 
Tek bir ışık olsun buluver… Kalma yolundan.

Âlemde ziyâ kalmasa, halk etmelisin, halk! 
Ey elleri böğründe yatan, şaşkın adam, kalk! 
Herkes gibi dünyâda henüz hakk-i hayâtın 
Varken, hani herkes gibi azminde sebâtın? 
Ye’s öyle bataktır ki; düşersen boğulursun. 
Ümîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun! 
Azmiyle, ümidiyle yaşar hep yaşayanlar; 
Me’yûs olanın rûhunu, vicdânını bağlar 
Lânetleme bir ukde-i hâtır ki: çözülmez… 
En korkulu câni gibi ye’sin yüzü gülmez! 
Mâdâm ki alçaklığı bir, ye’s ile sirkin; 
Mâdâm ki ondan daha mel’un daha çirkin 
Bir seyyie yoktur sana; ey unsur- îman, 
Nevmid olarak rahmet-i mev’ûd-u Hudâ’dan, 
Hüsrâna rıza verme… Çalış… Azmi bırakma; 
Kendin yanacaksan bile, evlâdını yakma!

Evler tünek olmuş, ötüyor bir sürü baykuş… 
Sesler de: ‘Vatan tehlikedeymiş… Batıyormuş!’ 
Lâkin, hani, milyonları örten şu yığından, 
Tek kol da yapışsam demiyor bir tarafından! 
Sâhipsiz olan memleketin batması haktır; 
Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır. 
Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar… 
Uğraş ki: telâfi edecek bunca zarar var. 
Feryâd ile kurtulması me’mûl ise haykır! 
Yok, yok! Hele azmindeki zincirleri bir kır! 
‘İş bitti… Sebâtın sonu yoktur!’ deme, yılma. 
Ey millet-i merhûme, sakın ye’se kapılma.

Mehmet Akif Ersoy / Safahat / 27.Mart.1913

(Devam edecek)


Okuyacağınız makale, “Minas Tirith ve İstanbul” yazı dizisinin 4. bölümü olarak okuyucularımızın beğenisine sunulmuştur.

Paylaşın.

Yazar Hakkında

1 Yorum

  1. günümüzün denethorları kendinide yaktı evlatlarınıda..ama tabiki ümitsiz olmamaız gerektiğini çok iyi anlattınız. Minas tirith eski günlerine dönecektir inşallah 🙂 Allah razı olsun.

Leave A Reply