Mantar Değil, İnsan Olmak

0

Varolduğumuz süre boyunca hepimiz sorunlarla, yani çelişkilerle, paradokslarla1, çözüm bulamadığımız anlaşmazlıklarla karşılaşırız.

Sosyal düzeni tehlikeye sokan adaletsizlik, bizi doğru yoldan saptıran hatalar, baskıların ve zorunlulukların kısıtladığı özgürlükler, gerçeğin önüne perde çeken tutkular ve hayaller, anlaşıldığı zannedilen gerçeklerin yanılsamaları, başkalarının çekimi, vb…

Bu problemlerin kaynağı aslında bizim kötü yanımızdır ve bu yüzden de onları görmezlikten gelmek veya onlardan kaçmak yerine kesin bir çözüm bulmaya zorlarız kendimizi.

Filozoflar, problemi tamamen ortadan kaldırmasa bile varoluşumuza2 bir anlam verebilecek ve huzur bulmamızı sağlayacak bir çözüm üretebilmek için soruna meydan okuyan kişilerdir.

Saint-Exupéry de tüm filozoflar gibi felsefî düşünceye, bir sorunun çözümü ile ilgili farkındalığı sayesinde adım atar: Bilincin sözcüklerle anlatılamıyor oluşu.

Ama felsefenin öncesinde, zekanın ve hareketin prensiplerini tanımlayacak bir metafizik3 yer alır ki Saint-Exupéry, Küçük Prens’te bu metaforu, Küçük Prens’in ve pilotun bilinç serüvenleriyle ilişki kurarak vermektedir. Aralarındaki konuşmaları izlememizi sağlar ve varoluşumuza bir anlam katacak her şeyi yavaş yavaş ortaya çıkaracak düşünceler sunar bize.

Jean-Philippe Ravoux / Küçük Prens ve Felsefe / s.39-40

İnsan denilen, bir muamma yumağı gibi… Bazen kendimizi bile tanıyamıyoruz. Nereden çıktı bu duygu? Ben, biraz önceki ben neden değilim? Çekiyoruz içimizden, çekiyoruz; uzuyor da uzuyor ipler… Belli ki ucu bilinçaltımızda. Rüyalar… kağıtlara karaladıklarımız, dilimizin ucundan dökülen anlık sözler, içten gelerek yazılan şiirler… Hepsi bu gizli âlemin kapıları. Açılması için sessizlik, anlayış gerekiyor. Hızlı, gürültülü hayatın rüzgarıyla kapanıveriyor hemen.

Bütün bunların sancısını Exupéry çok iyi biliyordu. Açıldığı ve rahatladığı iki kapısı vardı: Uçmak ve yazmak. Belki de bu nedenle gökyüzünde yaşadığı ve gülerek geçtiği onca ölümüne tehlikeler korkutmuyordu onu. Yazdıklarında ise istediği zaman açıp nefesleneceği metafordan korunaklar inşa ediyordu. Pilot kişiliği; onun kızdığı yüzü, diyemediği pişmanlıkları, arayışı, dünyaya sorularıydı. Küçük Prens ise sevdiği yüzü, umudu, aradığının ışığı, sorularının cevabıydı.

Her iki bilinç yolcusu gürültüsüz, riyasız çöl yolculuğunda sözcüklerle anlatılamayanı dökeceklerdi önlerine.

20111011_littleprince_yuyusillust_f01.jpg~original-Edit

Bir şey söylemedim. O anda aklımda tek bir şey vardı. ‘Eğer bu cıvata hâlâ gevşemeyecekse çekiçle vurup kopartacağım,’ diyordum içimden.

Küçük prens düşüncelerimi dağıttı yine:

‘Demek sen sanıyorsun ki çiçekler…’
‘Hayır! Hayır!’ diye bağırdım. ‘Hayır, hiçbir şey sanmıyorum ben. Aklıma ilk geleni söylemiştim yalnızca. Görüyorsun ki çok önemli işlerim var benim!’

‘Önemli işler mi?’

Bana bakıyordu. Elimde çekiç, parmaklarım yağdan simsiyah olmuş, ona çok çirkin gözüken bir nesnenin üzerine eğilmiş olan bana…   

‘Tıpkı büyükler gibi konuşuyorsun!’

Biraz utandım ama o acımasızca sürdürdü:
‘Her şeyi birbirine karıştırıyorsun, karmakarışık ediyorsun…’

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.33

Salt mantık… Duyguların kapılarını içimize çarpan bir fırtına. Fırsat vermiyor açılmasına.

Gün ışığının okşamasına, sabah yelinin kokusuna hasret çocuk gözleri… Ürkek bekliyor kapı sesini.  Ama ne yazık ki büyüklerin “büyük dünyası”nda kararlar “mantık” ile alınıyor, yollar “mantık”la aşılıyor. Aklın çözebileceği, anlamlandırabileceği her şey, mantıklı oluyor. Mantık denilen kalemle tutuluyor, “gün”den kalanlar. Bu gerçeğin dünyasında duygular esmiyor. Her akşam güneş sadece batıyor; koru, hüznü, gurbeti yaşanılmadan.

Ve böylece değer sanılan şeyler, ruhtan neleri alıp götürür; fark edilmiyor. Acil, büyük projelerde “an”lar boğuluyor, soluklar kesiliyor; kanı akmıyor. Doruklar artık tehlikeli; ufuklar ise meraka değmez. Sadece hayali tanımamış gözlerde, yaşsız gözpınarlarında bakışlar kuruyor.

Hiç kimsenin dile getirmediği, apaçık bir gerçek karşısında ağzım açık kalıyor. Ruh, kesik kesik yaşıyor.
….
Ruh nesnelere aldırmıyor, onları birbirine bağlayan anlama bakıyor. Tersinden okunan bir yüz. Ve Ruh, bir şeyi ya bütünüyle görüyor ya da hiç görmüyor. Malını mülkünü seven adam gün geliyor, birtakım uyumsuz nesneler gibi görüyor onu.

Gün gelir, şu anda olduğu gibi yurdumu anlayamam bir türlü. Yurt, zekamın her zaman kavrayabileceği bir bölgeler, araç ve gereçler toplamı değildir. Bir varlık’tır o. Ve gün gelir, ben Varlıklar’ı göremediğimi anlarım.

Komutan Alias, geceyi General’in yanında salt mantık konuşarak geçirdi. Salt mantık, Ruh’un yaşamını allak bullak eder. Sonra yolda içinden çıkılmaz trafik tıkanıklarına düştü. Sonra Grup’a geldiği zaman, önüne geçilmez bir dağ kayması gibi, bir sürü küçük etkiyle insanı yiyip bitiren sayısız maddî güçlükle karşılaştı. Ve sonra bizi çağırttı, başarılması olanaksız bir görev verdi. Genel tutarsızlığın birer parçasıyız hepimiz. Alias’ın gözünde, her şeyi kendine özgü biçimde gören ya da göremeyen, düşünen, yürüyen, yiyip içen gülümseyen….

Bir yerimde bir tik olsaydı, Alias, yalnız o tiki görecekti. Ondan sonra Arras’a yalnız bir tik imgesi gönderecekti. Yıkılış sırasında, karşımıza çıkan sorunların hayhuyu içinde, bizler de paramparça oluyoruz. Bir ses. Bir burun. Bir tik. Ve parçalar insanı duygulandırmıyor.

Antoine de Saint-Exupéry / Savaş Pilotu / s.20-21

Benliği hayat edinen pusula, ahlakı da imanı da “çıkar”a götürür. Çıkara giden sokak çıkmazdır. Yaradılışını4 ve yaratılışı5 bilmeyen, ruhunu nasıl tatmin edebilir ki…

Exupéry gibi varlığa, varoluşa değer veren biri, “insan”ın özünü, insan kelimesinin kalıbından çıkarıp canlandırmak için çabalamalıdır. Mantar değil, insan olmanın anlamını her yerde bıkmadan anlatmalıdır.

Gerçekten çok kızmıştı. Altın renkli saçları rüzgârda dalgalanıyordu.

‘Gezegenlerden birinde yaşayan kırmızı yüzlü bir adam tanıyorum. Tek bir çiçek koklamamış, tek bir kez bir yıldıza bakmamış, kimseyi sevmemiş. Yaşamı boyunca tek yaptığı şey birtakım sayıları toplamak.

O da bütün gün kendi kendine aynı şeyi söylüyor, senin gibi:

‘Çok önemli işlerim var benim!’ Bunları söylerken gururla kabarıyor göğsü. Ama o bir insan değil ki, mantar!’

‘Ne?’

‘Mantar!’

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.34

20111011_littleprince_yuyusillust_s11.jpg~original

Bir şeyin özünü yakalama niyetinde olan çocuk, pilotu rahatsız edecek ve dikkatini uğraştığı şeyde toplamasını engelleyecek sorular sormaktan asla vazgeçmez. Laf olsun diye verdiği yanıtlardan tatmin olmayarak onu sürekli zorlar ve sonunda her şeyi birbirine karıştıran büyüklerin verdiği gibi bir yanıt alır. Şimdi ‘ciddi şeylerle’ uğraşmaktadır.

Pilotun zihnindeki çocuk onu rahatsız etmiş ve (o çocuk) şimdiye kadar hiçbir yıldıza bakmadığının, hiç kimseyi sevmediğinin, tek başına ve yanına kimseyi yaklaştırmayacak kadar gururlu, var olmaktan çok sahip olma, biriktirme modunda yaşadığının farkına varmasına neden olmuştur. Pilot aslında bir küf, bir mantar olduğunu görmüş ve böylece varlıkların var olma nedenlerinin önemini anlamıştır.

Jean-Philippe Ravoux / Küçük Prens ve Felsefe / s.56-57

Nereden geldiği bilinmeyen bu küçük çocuk, pilota “çocuk mantığı”nın sadeliği içinde soru sormaya başlar. Bu sorular ardı ardına sıralanır. Hepsi yüreğinden geldiği gibi doğru ve sadedir. Ama pilotun soruları nedense hiç duyulmaz. Sanki çocuk yaradılışının el değmemiş vicdanı; menfaati, bencilliği görmek istemiyor gibidir. Çünkü pilot rasyonel mantığıyla faydacı kalıplara göre hazırlanmış sorular sorar. Ve masumiyet, yetişkin dünyasının mantarlaşmış duygularından rahatsız olur.

Küçük Prens, iç âleminden dışarıya kapı açmaz. Sadece vicdanıyla kritik eder; büyüklerin tutkulara teslim olmuş yapısına itimadı yoktur; nefsin müdahalesini istemez.

İnsanın derinliğindeki benlik; yani gerçek kişilik, görüntülerin arkasında gizli kalmış, üzeri dilin kurallarıyla ve düşüncelerimizi kapattığımız mantıkla örtülmüştür. Bu benliği çok çabuk unuturuz. Yaşayan benliklerinin yerine koydukları cansız görüntüler haline gelen insanlar gibi, işin özünü görmeyi bilemeyiz.           

Jean-Philippe Ravoux / Küçük Prens ve Felsefe / s.50

İşin özü ağacı görüp meyvesini; tatmakta. Nimeti tatmak olmasa varlığın, ağacın varoluşu niye?

Kâinat bir ağaç gibi… İnsan ise ağacın özelliklerini taşıyan bir meyve. Bedenindeki her zerre, bir yıldızdır; damarlarında kan aynı nehirler gibi akar. Kemikleri dağlar gibi dik; saçları bitkiler gibi uzayıp gider.

Ağaç varlığını tohumdan alır. Tohumun sancısı, toprağın sırrıdır. Onun için düşünürler, hikmet sahipleri hep bu soruyu sormuşlar insana:

Toprak mayan, tohum ilahî özünse sana düşmez mi ne olduğunu, nasıl olduğunu aramak? Varlıkların var olma nedenlerinin önemini anlayabilmek… Yaradılışını ve yaratılışı bilmezsen ruhun nasıl nefeslenecek, kalbin nasıl tatmin olacak?

Varoluşun hikmetini anlayamazsan, varlıkta “Sanatkarın Kudreti”nden dökülen şiiri nasıl yorumlayacaksın?

Gören gözün, konuşan dilin, işiten kulağın, hisseden kalbin sırrına bürünebilmek için kendini ne zaman yeni baştan okuyacaksın?

Yoksa değmez mi okumaya?

Maddeci medeniyet, gerçekten olduğumuz kişiyi keşfetme duygusunu doğuran gerçek yaşamın susuzluğunu gideremez. Böyle bir medeniyet ihtiyaçlarımızı değil, arzularımızı gidermeye yönelik bir tüketime zorlar, bizi gerçeklerden uzaklaştırır. Var olma ve paylaşma yerine, sahip olma ve ‘mış’ gibi görünme modunda yaşamaya zorlar. Gereğinden fazla olan şeylerle bulanıklaşan bir bakışı vardır ve güzele, gerçeğe, adil olana ve iyiye değer verilmesini önemsemez.

Jean-Philippe Ravoux / Küçük Prens ve Felsefe / s.87

Varoluşumuzu unutmak… Bize bu varlığı vereni unutmak… Dipsiz bir kuyuya atlamak ve çıkamamak gibi. Korkunç… Hiç düşünemiyorum. Mirasyediler geliyor aklıma. Alın teri karışmamış servetleri… Tutmasını bilmeyen ellerin parmak aralarından dökülen onca emekleri geliyor. Yürek konulmamış yaşamların gelgitleri… Halbuki yürek dediğimiz çırpınmalı. Heyecan, hayret, çile, coşkuyla dalgalanmalı. Rahata alışarak kabuklaşmamalı.

…bir arkadaşına yazdığı mektupta, bu kez evliliğin getireceği konforlu ortamın bir erkeğin yaratıcılık potansiyeli üzerinde yıkıcı bir etkisi olabileceğinden bahsediyordu. Konformizm6, insanı ilerleme arzusundan soyutlardı. Böyleleri ileride Küçük Prens’in de diyeceği gibi bir ağacın kabuklu yüzeyine parazit gibi yapışıp mantarlaşıyorlardı. Aklı iki uç arasında salıncak gibi sallanıyordu.

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.81

Çöl desek değil, bahçe desek hiç değil… Ortalarda bir yerdeyiz. Ölmeyecek kadar su, biraz azık… Böylesine geçerken bir yaşam, onu yaşamdan hayata çeviren yerlere ihtiyacımız var.

Zindan desek değil, açık alan desek hiç değil… Ortalarda bir yerdeyiz. Soluklanacak kadar hava, biraz esinti… Böylesine zorlanırken soluk, onu soluktan nefese döndüren erlere ihtiyacımız var.

Güneşi olmayanın sabahı olmaz. Menzili olmayanın ise gayesi. Bir yolcuysak bu dünyada, varılacak menzilimiz var demektir. Yollara düşeceksek görmeye, aydınlığa, sıcaklığa, canlılığa ihtiyacımız var demektir.

Bu yolların sonu yücelere varır. Onun için dorukları hedefleyenin gözü göklerde olmalı. Oraya ulaşabilmek içi atılan her adımla yerden uzaklaşabilmeli. En değerliye, “En Yüce”ye varabilmek için diğerlerinden vazgeçebilmeli. Bu ise bir “hakikat yolcusu”nun, göklere aşık bir pilotun hedefidir.

20111011_littleprince_yuyusillust_s03.jpg~original-Edit

İçimde, kendi gözümde değerini artırmak için uğrunda savaştığım bir varlık var. Yüceleşen insanla savaştığım bireyi birbirinden ayırt edebilmem için şu zor yolculuğa çıkmam gerekti. Aklıma gelen imgenin değerini bilmiyorum, ama kendi kendime ‘birey bir yoldan başka bir şey değil’ diyorum. Bu yolu tutan insan önemli yalnız.

Antoine de Saint-Exupéry / Savaş Pilotu / s.152

Onun için değişmeli ve terk etmeliyiz.

– Nasıl değişeceğiz? Nasıl terk edeceğiz?

– Her basamağa bir adımın adıdır, terk etmek. Basamak basamak çıkacağız.

– Neyi terk edeceğiz?

– Daha az değerliyi, daha düşük düzeylerdeki yükseklikleri…

– Nereye çıkacağız basamak basamak?

– Yüce duygulara, gök mavisi özgürlüklere, güneş gibi düşüncelere ve hepsinin “Sahibi”ne. Onun için ruhumuza yapışan dünya kirlerini terk edeceğiz.

– Bir toplumun hedefi dünya nimetleri ise, duygularını sadece dünyadan yararlanmak sarmışsa, onun önüne neleri dikeceğiz, hangi değerleri koyacağız ki başını yücelere çevirebilsin.

– Her şeyini “Hak Olan”a çevirenin yüreğinde Yunusça bir duygu olmalı. Yunusça duygular dikeceğiz yoluna.

Renklerimiz, desenlerimiz, tonlarımız farklı; ama Yaradılış sırrımız bir; çünkü Yaradan’ımız bir. Ondan gelen ruhumuzun hakikati bir. İçinde ayrı âlem de taşınsa, hepimizde bir gönül var. Bütün insanlığı ayakta tutacak, aynı cevher. Bu cevheri koyacağız önüne.

Yaradan’ın rahmeti, nazarı hep o gönül üzerinde. İnsan olandan istenilen de her varlığa “bir göz ile bakmak.” Bu gözle baktıracağız.

Kâinatın nizamı, düzeni, birlik. Birliğin olduğu yerde hasetlik, kin, nefret olmaz. Ayrışma, kavga olmaz. Birliğin ruhu toplumu diriltir. İlişkileri sağlamlaştırır. Bu birliği oluşturacağız onda.

Yalnız yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan da sorumluyuz. Gücü bir iyiliğe yettiği halde yapmamakla, kötülük yapmak arasında çok fazla bir fark var mı?

Teselli bekleyen komşu… Cevabı unutulan mektup… Aranılmayan dost… Ziyaret edilmeyen hasta… Çok şeyin farkına varmadan yaşıyoruz.

Günün bu saatinde kim bilir hangi önemli iş bekliyor ilgimiz?

Biz iyilik yapmayı uzaklarda ararken, en önemli iş yanı başımızda bekler. Evimizin önünde bir çukur ya da tümsek; her an bir çocuk koşarken düşebilir.

Ayşe nine yalnız yaşıyordu. 6100 liralık elektrik borcunu ödeyemediği için elektriği kesildi. Mumla aydınlanmaya çalışan yaşlı kadın, bir gece uyuyakaldı, bir ara mum devrildi, eviyle birlikte yandı.

Belki de ‘Hangi tiyatroya gitsek?’ diye düşünülen saatte…

Kemal Ural / Küçük Şey Yoktur / s.373-374

Bu kadar yeteneksiz ve yetersiz insanların olayların ardındaki gerçeği görmelerini ve anlamalarını sağlamak nasıl mümkün olabilir?

Onların içine nasıl olur da varlıkların ve olayların gerçek yanını gösteren önsezi yerleştirilebilir? Ruhları nasıl güzelleştirilebilir? Kanatlarını açıp, başka bir şeye dönüşmedikleri sürece varlıklarının bir anlamı olamayacağını keşfetmelerine yetecek bir alanın anahtarı nasıl verilebilir?

Jean-Philippe Ravoux / Küçük Prens ve Felsefe / s.42

Hayat bir imtihan, bize sunulan her şey bir imtihan. Sayfalar hızla çevriliyor gözümüzün önünde. Her gün, ayrı sayfa… Ve bizler günlük hızımızla yazılanları okumaya çalışıyoruz.

Çalışıyoruz; ama anlayabiliyor muyuz? Satır aralarından neler deniyor bize, her cümle neyi anlatıyor, her kelime neyin ifadesi; biliyor muyuz?

Bir hazinenin üstüne oturmuş, ömrümüzün dilenciliğini yapıyoruz. Hazinenin farkında değiliz. Farkına varsak da kilidini açamıyoruz; çünkü anahtarımız yok.

– Peki nasıl temin edeceğiz anahtarı?

– Etrafımızda gördüklerimiz, yaşadıklarımız, içimize yönelip de nedir dediklerimiz… Hepsi birer birer ömrün soruları… Ve hikmet; onunla cevaplayacağımız, şuurumuza sunulmuş bir anahtar. Onun için “hikmet sahibi” olacağız.

– Nasıl gerçekleşecek ki bu? Nerede arayacağız?

– Hikmeti aramayacağız; onu Yaradan’dan isteyeceğiz. Çünkü hikmet, aynı zamanda insanı iyi olana yönlendiren, çirkin ve kötü olandan alıkoyan bir iksir.

Ve biz de hikmet anahtarıyla hazineyi açacak, yine hikmet iksirini kullanarak huzuru yakalayacağız. Huzurla daha iyi düşünecek, daha iyi görecek, daha ferah hissedeceğiz. Kalp güzelliğin kaynağı olacak; doğru hallerle taşacak. Ruh kabına sığamayıp bedeni âlemden âleme ta… yücelere kanatlandıracak.

İşte o zaman varoluşun hakikatini anlayabilecek ve varlıkta “Sanatkarın Kudreti”nden dökülen şiiri yorumlayabileceğiz.

Her yerde şefkatli bir göz,
Bakmasını bilene.
Gizli kollar koruyor,
Sırlı diller dökülüyor önümüze.
Dönüyor sihri zerrede
‘Şiir’in…

Her şey ne ince…
Boş değil bir çentik bile.
Örülüyor hece hece, gergefi
Kaderin.

Yuvarlanan taş, solan bir gül…
Rüzgâr tüy kalemince hikmeti yazıyor
Sulara…
Ne varsa bir işaret yolunda;
Sadece fark et.

Eninde, sonunda döneceğin:
“Tek”
Bekle… Düşün… Şükret.

1. Paradoks: Başı sonu ve aynı zamanda sonu da başı olan, kısır-döngüsel olaylar zincirine verilen ad.
2. Varoluş: Yaşama, var olma. Bir şeyin ne olduğu, nasıl olduğu değil; var olduğu olgusu. Mevcudiyet.
3. Metafizik: Görünen-görünmeyen tüm gerçekliğin esas mahiyetini; her şeyin neden, öz ve mahiyetini anlamaya çalışan felsefi bir alan. Varlığın ya da varolmanın ne olduğunu araştırır.
4. Yaradılış: İnsan fıtratı. Bir kimsede doğuştan bulunan vücut ve ruh özelliklerinin tümü.
5. Yaratılış: Yaratılma.
6. Konformist: Uymacı, uyumlu, sorgulamadan itaat eden, boyun eğen. Zannedildiği gibi ‘konforu seven, rahatına düşkün’ anlamına gelmiyor. Fransızca conformiste‘ten Türkçeye girmiş.

‘Pilot ve Küçük Prens’ İllüstrasyonu © Kim Minji
‘Pilot ve Küçük Prens’ İllüstrasyonları © YuYu Jeong
Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply