Kainat’ın Musikisi – Bölüm 8

1

Efsane-i Tolkien’in (Tolkien’s Legendarium)  başlangıç öyküsü olan ve Silmarillion’un başında yer alan Ainulindalë bugüne kadar yazılarda defalarca değindiğim gibi, yaratılışı, ruhani varlıklar olan Ainur’un, tek tanrı Eru Ilúvatar’ın huzurunda, O’nun bahşettiği ezgi ile yaptıkları müzik ile anlatıyordu. Yapılan bu Ulu Musiki, ardından Ilúvatar’ın kudreti ile cisimleşerek kainatı oluşturdu. Ilúvatar bu musikiye cisim vermekle kalmadı; bu musikiyi Boşluk’ta zamanı, mekanı ve daha bilemediğimiz pek çok şeyi ya da boyutu katarak Efsane-i Tolkien’in ait olduğu evreni yarattı. Bu öykünün safhalarını Müziğin Tecessümü yazı dizisinde aktarmaya çalıştım. 

Kainat’ın Musikisi yazı dizisinde ise, Pisagor’dan bugüne gelene kadar müzik kavramının bilim ve felsefe üzerindeki etkilerine kabaca değinmeye çalıştım. Çarpıcı olan, Kürelerin Ahengi olarak adlandırılan kavramın, tarihin pek çok döneminde önemli bilim insanları tarafından ciddiye alınan ve ilham verici olduğu aşikar bir kavram oluşuydu. Pisagor’un Hermetisizm’den gelen matafizik anlayışının da, Kepler’in Tanrı’nın ihtişamını arayışının da temel motivasyonu, insanın Kainat’ın bir uyum, bir ahenk içinde olduğunu düşünmesi ve bu uyumu ve ahengi elindeki yöntemlerle anlamaya çalışmasıydı. Bu yöntem ise, çoğunlukla, günümüzde Sicim Kuramı’nı araştıran bilim insanlarının yapmaya çalıştığı gibi, gözlenemeyen ve denenemeyen varsayımları, matematik yöntemlerle ispatlamaktı. Kepler’in daire şeklindeki yörüngelerden eliptik yörüngelere geçişini sağlayan matematik, günümüzde de evrenin kaç boyutlu olabileceği üzerinde modeller kurulması için kullanılıyor. Müzik üzerinden yapılan metaforların ortak sebebi ise, müziğin nota, perde, oktav gibi matematik ile karşılanabilecek kavramlara sahip oluşudur. Görme, tad alma, koklama ve dokunma duyularımız ölçülebilir ve uyarılabilir olsalar da, matematik karşılıkları müzikte olduğu gibi objektif değildir.

Pisagor’un müziği matematik ile ifade ederek, niteliği niceliğe indirgediğini ya da daha objektif bir tabirle dönüştürdüğünü daha önce belirtmiştim. Bu nereden baktığınıza göre olumlu ya da olumsuz olarak tanımlanabilecek bir hamleydi. Antik Yunan’dan günümüze geldiğimizde, pek çok niteliği nicel olarak ifade edebildiğimizi görebiliyoruz. İnsanın çevresi kadar, holistik bütünlüğü de nicel olarak ifade edilebilen parçalara bölünerek yok olmakta. Max Weber’in “dünyanın büyüsünün bozulması” (disenchantment of the world) olarak ifade ettiği bu gelişim süreci bir çok farklı alanda keşifler ve icatlar yaparken, diğer yandan da yıkıcı etkisini farklı farklı boyutlarda gösteriyor. 

Örneğin, Laplace’ın 19. yüzyılda ortaya koyduğu ve Laplace’ın Şeytanı olarak bilinen, evrendeki tüm maddeyi/parçacıkları analiz edebilen ve evrenin işleyiş kurallarına hakim yeterince güçlü bir aklın, tüm bu parçacıkların herhangi bir zamanda nerede olabileceklerini bilebileceğine dair iddiası, bir yandan aşkın bir bilinci tarif ederken, diğer yandan da günümüzün yeni bilim dindarları tarafından aşkın bir yapay zekanın bu seviyeye erişebileceği iddiasına da dönüşebiliyor.

Tolkien’in Ulu Musiki ile ortaya koyduğu başlangıç/yaratılış hikayesinin hakikate ne kadar dokunduğu konusu benim bilgi sınırlarımı aşıyor. Ancak bunun boş bir hikaye olmadığını düşündüğümü ifade etmeye gerek de yoktur diye düşünüyorum. Kainat ve müzik benzerliği ise sadece bilim insanları tarafından ortaya konulmuş bir düşünce olmamış. 

Hem meselâ, mahir bir san’atperver, maharetini göstermeyi sever bir usta, güzel, plâksız konuşan fonoğraf gibi bir san’atı icad ettikten sonra onu kurup tecrübe ediyor, gösteriyor. O san’atkârın düşündüğü ve istediği neticeleri en mükemmel bir tarzda gösterse, onun mucidi ne kadar iftihar eder, ne kadar memnun olur, ne derece hoşuna gider, kendi kendine ‘Bârekâllah’ der.

İşte, küçücük bir insan, icadsız, sırf surî bir san’atçığıyla, bir fonoğrafın güzel işlemesiyle böyle memnun olsa, acaba bir Sâni-i Zülcelâl, koca kâinatı bir musiki, bir fonoğraf hükmünde icad ettiği gibi, zemini ve zemin içindeki bütün zîhayatı ve bilhassa zîhayat içinde insanın başını öyle bir fonoğraf-ı Rabbânî ve bir musika-i İlâhî tarzında yapmış ki, hikmet-i beşer, o san’at karşısında hayretinden parmağını ısırıyor.

Bediüzzaman Said Nursi

Güya bütün kâinat ulvî bir musikidir; iman nuru işitir ezkâr ve tesbihleri. Zira hikmet reddeder tesadüf vücudunu; nizam ise tard eder ittifak-ı evham-saz.

Bediüzzaman Said Nursi

J.R.R. Tolkien yaşadığı çağ ve kişisel algısındaki hassasiyet itibariyle, bu bozulmayı derinden hisseden bir kişilikti. Müzik konusunda yeteneği olmadığını söylese de kişisel zevkleri ve tercihleri olduğunu, bunun yanında mekanik müziğin yozlaşmış, bozulmuş olduğunu düşündüğünü de biliyoruz. 

Max Weber’in “dünyanın büyüsünün bozulması” kavramından devam edersek, Tolkien’in eserleriyle ortaya koyduğu ve Peri Masallarına Dair’de açıkladığı evren, okuyuculara giderek rasyonelleşen ve mekanikleşen dünyanın tam aksinde bir evren sunuyordu. Tolkien büyüsü bozulan dünyaya, büyünün bozulmadığı halini hatırlatıyordu. Bunu bir meydan okuma gibi de anlamlandırabiliriz; zamanın ve mekanın dışında yapılan bir müziğin niteliği bildiğimiz hangi nicelik ile ölçülebilir ki?

Paylaşın.

Yazar Hakkında

1 Yorum

  1. Çok güzel ama kapsamlı bir konu. Tolkien’in söylediği ile Nursi’nin söylediği aynı şeydir. Bu konuda Hikmetin ne olduğunu bilen azdır. Mesela Nursi demiş ki Hikmet tesadüfü reddeder. Ama sünnette yani kanunlarda evhamı yani oluşan hali dışlar. Bunların hepsi doğrudur. Bizce hakikat bağlamında önemi azdır. Zaten tutarsızlık olduğu için Zan konusu içine girer Allah bunları cennet ehli için kabul etmiştir. Hu Sırrında Zan anlatılmıştır.
    http://www.onaltiyildiz.com/haber.php?haber_id=6653
    Asıl mesele Hikmetin tesadüfü kabul etmemesi o zaman evham kalmaz dolayısıyla bunlar kıyaslanamaz. Hislerle, oluşan yada olan kıyaslamaz.
    Hacı Bayram Veli Hazretleri demiştir ki “Kaftan kafa hükmeden bilmez bu muammayı”

Leave A Reply