Orta Dünya Notları – Bölüm 8

0

1) Valinor’da ve Orta Dünya’da Ölüm ve Yaşam Üzerine

En mükemmel anlamı ile ölümsüzlük ne Valinor’da ne de Orta Dünya’da vardı. İki Ağaç, tabiatları gereği ölümlü olmamakla birlikte ve Valinor’da, Ölmeyen Diyar’da bulunmalarına rağmen, Melkor ve Ungoliant tarafından katledilebilmişlerdi. Diğer yandan insanların gözünde ölümsüz olan elfler öldürülebiliyor ancak ruhları Arda ile kaim olduğundan Arda’nın ömrü sürdükçe geri dönüyor ve var olabiliyorlardı. Bu tür bir ölümsüzlük onlar için bir deneyim olsa da gerçek anlamda bir nihai mükafat sayılmazdı. Bunun bir sonucu olarak, başarabilenler Valinor’a gidiyor ve bir daha oradan ayrılmıyorlardı; asıl ölümsüzlüğü Orta Dünya’nın dışındaki bir ebediyette arıyorlardı. Çünkü Orta Dünya’nın hayat verdiği her şeyin ömrü Orta-Dünya’nın sınırları içinde kalıyordu ve Orta Dünya, sürekli yıkımlar ve yeni yaratımların sahası olarak nihai ve mutlak ebediyetin doğru bir tanımını vermiyordu. Kendisinde yıkılmak ve yok olmak tabiatı olan bir yerde ne kadar uzun sürse de yaşanan süre sonsuzluğun yanında bir hiç olmak durumundaydı. Bu sebeple elfler, insanın ölümlülüğüne gıpta ederek baktılar ve kısa süren bir hayat ile ölümlü bir diyarı geri dönmemecesine terk etmeleri onlara gerçek ebediyetin, sonsuz yaşamın kokusunu, hissini veriyordu.

Valinor

Valinor

Elflerin kendi yaşamlarını tanımlama biçimleri ise sonsuzca bir dairenin içinde dönmeye benziyordu ve ancak -Galadriel ve Elrond örneklerinde olduğu gibi- saflaştıktan ve bilgelikleri arttıktan sonra Batı Limanları’ndan gemilerine binip bu döngüyü kırabilmeleri mümkün oluyordu. Bir elfin ancak kendi türünün tüm tarihinin acıları ve tecrübeleri ile yüzleşip, sayısız yok oluşa şahit olduktan sonra elde ettiği bu şansa insan en başından sahipti ve kısa bir hayatın ardından bu döngüden kurtulabiliyordu. Dolayısıyla elfler, kendi bakış açılarından, insanın, tabiatında savaş ve yok oluşların olduğu bir yerde sonsuzca yaşama ve kendilerinin çıkmaya çalıştıkları döngüde sonsuzca kalma isteğini haklı olarak anlamıyordu. Bu açıdan, Akallabêth bahsinde geçen Valar’ın elçisinin sözlerine bakmak düşüncemize ışık tutacaktır:

Metnin Aslı

…Whereas you and your people are not of the Firstborn, but are mortal Men as Ilúvatar made you. Yet it seems that you desire now to have the good of both kindreds, to sail to Valinor when you will, and to return when you please to your homes. That cannot be. Nor can the Valar take away the gifts of Ilúvatar. The Eldar, you say, are unpunished, and even those who rebelled do not die. Yet that is to them neither reward nor punishment, but the fulfilment of their being. They cannot escape, and are bound to this world, never to leave it so long as it lasts, for its life is theirs. And you are punished for the rebellion of Men, you say, in which you had small part, and so it is that you die. But that was not at first appointed for a punishment. Thus you escape, and leave the world, and are not bound to it, in hope or in weariness. Which of us therefore should envy the others?

J.R.R. Tolkien / Silmarillion

Çevirisi

…Ama siz Ilúvatar’ın sizi yarattığı biçimde, İlk Doğanlardan değil, fani insanlardansınız. Ama anlaşılıyor ki siz iki soyun da yaşadığı güzel şeylere sahip olmayı, istediğinizde Valinor’a yelken açıp, canınız çektiğinde evinize dönmeyi arzuluyorsunuz. Bu mümkün değil. Valar bile Ilúvatar‘ın sunduğu hediyeyi geri alamaz. Diyorsunuz ki, Eldar cezalandırılmadılar ve isyan edenler bile ölmüyorlar. Ölümsüzlük onlar için ne ödül ne de ceza değil, yalnızca varoluşlarının gereğidir. Onlar kaçamazlar; bu dünyaya bağlılar, ne kadar sürerse sürsün asla burayı terk edemezler, çünkü dünyanın hayatı onların hayatıdır. Ve sizin, neredeyse hiç karışmadığınız İnsanların isyanı yüzünden cezalandırıldığınızı ve bu yüzden öldüğünüzü söylüyorsunuz. Ama bu ilk başta bir ceza olarak tasarlanmadı. Siz ölüm sayesinde, alıp başınızı bu dünyadan kaçabiliyorsunuz, ona bağımlı değilsiniz, umutta da usançta da. Böyle düşündüğümüzde, hangimiz diğerine imrenmeli sizce?

J.R.R. Tolkien / Silmarillion

Açıkça görüleceği üzere elf bakış açısına göre üç nükte çok belirgindir:

1. Dünya, kaçılması gereken bir yerdir.

2. Ölüm bu dünyanın dertlerinden ve usançlarından kurtuluşu temin etmesi itibariyle bir mükafat olarak -Valar’ın dahi dahli olmadan- bizzat Ilúvatar tarafından verilmiş bir hediyedir.

3. Elfler, her şeyin ölümlü olduğu bir dünyadaki ölümsüzlüğü taşınması ağır bir yük olarak görmekte ve belki de insanın, Númenorlular’ın, kaderine/ölümlüğüne imrenmektedir.

2) Silmarillion’a Kısa Bir Bakış

Silmarillion, Tolkien’in, eseri için seçmiş olduğu üç temadan en fazla “Düşüş” ve “Ölüm” temaları ile ilgilidir. Medeniyetler ne kadar yükselseler de düşerler ve bir süre sonra yaşanan çağlardan geriye sadece o çağların hatıraları kalır. Elfler ve Valar dünyayı imar etme ve bir çeşit cennet alt-yaratısı sunma konusunda ne kadar mahir olsalar da bu “cennetler” hakiki bir cennetin mutlak vaadi olması gereken emniyet ve sonsuzluk sıfatlarından mahrumdurlar. İnsanın ihtiyacı olan cennet ise onun “emniyet”/kendini güvende hissetme ve ebediyen var olma taleplerine cevap verebilecek nitelikte olmalıdır. Tolkien’in eserinde, insanın ölümlülüğünün hikmeti en fazla bu noktada aranmalıdır; Dünya, insana tam bir emniyet ve sonsuz düşüşsüz bir hayat sunmadığı için, insanın ruhu, bu ihtiyaçlarını başka bir yerde, ölümün, bu dünyadan azat oluşun açtığı bir kapıdan geçerek bulabilecektir. Sonsuz bir varlık için sonlu bir dünyada yaşamak bize cennetin değil cehennemin tanımı gibi gelir. Tolkien, ölümlülüğü ile barışıktır ve eseri de bu barışın çok uzun bir anlatısıdır.


‘Valinor Sahilleri’ İllüstrasyonu © Ted Nasmith

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply