Sokak – Bölüm 14 – 1/2

0

O Âsudelik Yok mu? – Bölüm 1

.Elif Hocam. Bu saatte rahatsız ettim. Size bir şey söyleyecektim.

Arayan, Nur Hanım’dı. Bir arada olabilmek için davet ediyorlardı. Bugünü başka bir şeye ayırmamam için erken aramış. Eşimi de davet ettiler. Onun işinin olduğunu belirterek geleceğimi söyledim. 

.Ben gelip sizi alacağım. Sakın siz çıkmayın. Emir büyük yerden. 

Özel odadaki samimi itirafın üzerinden tam üç hafta geçti. Mümtaz Beyler İsviçre’ye gitmiş. Aylarca süren evdeki telaşın yorgunluğunu atabilmek için kuzenleri çağırmış. O arada ne sahile yürüyüşe çıktım ne de başka bir yere gittim. Eşim benim sohbet arkadaşım. Havalar da güzel olunca balkon sefası epeyi kendimize getirdi bizi. Çok şükür eski kuvvetimize kavuştuk. İhmal ettiğim işler vardı; onları hallettim. Kafama takılan konular hakkında okudum. Bilhassa dert ve derman üzerinde düşündüm. Okuduklarımdan birkaç alıntıyı yazdım defterime. Mümtaz Beylere sorabilirim. Hem onların da yaşadıkları bir hakikatti bu.

Elim boş gitmek istemedim. Spesiyal bir böreğim var. Onu tam paketlemiştim ki telefon çaldı. Nur Hanım. Taksiyle gelmiş; bekliyormuş.

Gerekmeyince konuşmayan bu güzel insan takside birkaç dakikanın içinde -Ne oldu ne bitti?- durmadan anlatıyor. 

.Salih kardeşim! Hocamız bizim için değerlidir. Yeni tanış olduk; ama bu kalp çok çabuk benimsedi.

.Bilmez miyim? Sizin o gün nasıl davrandığınıza şahidim.

.Salih Bey, baygınlık geçirdiğiniz gün sizi evinize getirmek için çağırdığımız taksinin şoförü. 

O güne dair bazı şeyleri hatırlayamıyorum. Ancak araba kapısının Nur Hanım’a nasıl hürmetle açıldığını unutmamışım. Salih Bey’e kapıyı açtıran duygunun riyakarlık olamayacağı, tertemiz yüzünden belli. Orijinalliği bozulmamış Anadolu toprağı kokuyor sanki. 

Kapıda Maide Hanım, Mümtaz Bey, Melek bekliyorlar. Bu ihtimam karşısında mahcubiyetimden ne yapacağımı şaşırıyorum. Bu yüzler, bu içten atmosfer… Evin aurası çok farklı. Sanki bir esinti etrafımı sarmalıyor; dış dünyadan soyutlanarak ruhun hâkim olduğu bir âleme dalıyor gibiyim. Maide Hanım ile salona geçiyoruz. 

.Sizi zinde gördüm Elif’cim. Geçtiğimiz ay, galiba hepimize iyi geldi. Biliyorsunuz İsviçre’ deydik. Hep bir yerleri gezdirdiler. Çok iyi ağırladılar. Ahmet Bey bizim yaşlarda, Pervin Hanım daha genç. Çocukları olmadı. İkisi de seyahati seviyor. Kafa yapıları da birbirine çok uyunca devamlı bir yerdeler. Yine ısrar ettim buraya gelmeleri için. Ahmet Bey meyilliydi. Mümtaz Bey evdeki değişiklikleri anlattıkça içi gitti adeta; ama Pervin’i ikna edemedik. Belki de haklı. Uzun yıllardır oradalar. Arkadaşları, yaşam tarzları bizden çok farklı.  

Ama bir şeyi itiraf etmeliyim size. İyi ki böyleyiz. Hareketli yaşam bize göre değil. Hareket denilince çok farklı şeyler anlıyoruz. Hareket bizim için gayesi olan bir olay üzerinde aktif olmak. Okumak, dinlemek, araştırmak, tefekkür etmek, yeni toprakları keşfetmek gibi bilinmeyenlerimize açılmak. Yani daha çok iç dünyamızla ilgili. 

Mesela bahsettiğim sıkıntılı günlerde her gün en aşağı on saat minyatür çalıştım. Sabahlara kadar Mümtaz Bey kitap okudu. Şimdi de öyle. Durmadan notlar alır. Tabiat, sanat, kitaplar, hikmetlerle işlenmiş bir dünya, bizim özlediğimiz şeyler. Kaç yaşındayız; ama aynı tempoyu olabildiğince devam ettirmeye çalışıyoruz. Hep bir yerlerde olmak telaşı bize göre değil. Belki gençken biraz öyleydik; ama kısa sürdü. 

.Evet… Anacım! Sizi bekliyoruz.

Nur Hanım bahçe kapısını açıyor. İç dünyası temizlenmiş, kalbi saflaşmış birinin gözlerinden taşan, nasıl çevresine farklı anlam yansıtırsa gördüğüm de böyleydi. Eşikte durduğumda karşımdaki manzara buydu. Tahmin ettiğim gibi bir müjdeye davetti “Sizi bekliyoruz.”sözü.

Boydan boya zemini kaplayan kesme taşlar adeta cilalanmış gibi ışıldıyor. Hatırladığıma göre büyük olan bu yer biraz daha genişletilmiş sanki. Taşlığa inen 4-5 basamaklı çok eski mermer bir merdivenden iniyoruz. Merdivenin sağını, solunu, üstünü begonviller sarmış. Adeta koyu mor renkli, gizemli bir ülkeye giriliyor gibi. İleride yeşil bir koridor. Gülleri görüyorum. Kırmızı okka gülleri… Hafif bir esinti. Karşımda kendi hakikatine ulaşmış bir ruh var. “Bu efsunlu güzelliğin derinliğinde yaradılış mucizesine şahit olman bahtiyarlık Elif.” diyorum kendime. 

.Çok güzel değil mi? Hepsi Mümtaz Bey’imin sayesinde. 

Maide Hanım’ın yüzündeki ifade görülmeye değer. Ama benimki herhalde daha da görülmeye değer ki, Nur Hanım takılıyor: 

.Elif Hocam nerelere daldınız? Neyin izini buldunuz? Ne demiş Yunus? 

Girdim gönül bahrine, daldım anın ka’rına
Seyrederken iz buldum, baktım bu can içinde.

Gönül madem bir deniz; o zaman onun dibine dalmalı değil mi? Kim bilir, can içinde nelerin izini buluruz?

Evet, onun dediği gibi bahçeye değil, yemyeşil bir denize girmiş gibiyim. Buradan çok görkemli bahçeler gördüm. Parklar, birbirinden güzel çiçekler, orijinal şekilli tarhlar. Sadece özenle yapılmış peyzaj mimarinin tezahürleri. Yeşillikler, güller, begonviller her yerde var. İtiraf etmeliyim ki, bu mekân benim için sadece bir bahçe değil. Burada bulduğum farklı bir şey var. Bu âsudeliğin içinde hep başka duyguların izini buluyorum. Ve bu izler her seferinde beni kendi hakikatlerine davet ediyor.

.Böyle buyrun, Elif Hocam.

Karşımda başka bir güzellik. Taşlığın sol tarafında ahşap bir sundurma. İki tarafı sürgülü cam. Geniş bir kış köşesi. Yine sedirler, yine işlemeli örtüler. 

.İlerideki yeşilliğe, güllere öyle dalmışım ki… Sağımda, solumda ne var, farkına varamamışım. Kusura bakmayın. Gördüklerim karşısında ne diyeceğimi bilemiyorum.

Mümtaz Bey eserinin bıraktığı etkiden memnun; gülümsüyor:

.Sizin içinizden olduğu gibi geleni taşırdığınız bu heyecanlı hal yok mu? Aldığım en güzel tebrik. Tabii Maide’mden sonra. Hoş geldiniz, Elif kardeşim.

Sedir, vişne kırmızısı renginde döşenmiş. Arka minderlerdeki beyaz işler harikulade. Sedirin bir tarafı evin duvarına, diğer tarafı çok eski taş bir duvara dayanıyor. Sürgülü camlarda beyaz işlemeli storlar var. Acaba aklımdan geçenleri okuyan mı var? Nereye baksam, her şeyin tasarımını ben yapmış gibiyim. 

.Derviş kızım biraz evvel Yunus’tan okuyordun. Ne anlatıyordu Yunus bize? 

Gönül deryasına girdim, onun dibine daldım. Seyrederken iz buldum. Baktım ki izler, bu canın içindedir. Bu gönül nasıl deryadır ki babam, giren, hemen dibe dalıveriyor. Daldıkça gönül gözü açılıyor. Açıldıkça hiç bilmediği yerlerde kim bilir neler neler görüyor? Gönül bu; nice sırlarla dolu. Ama en a’lası da Çalab’ın tahtı olması. 

Gönül Calab’ın tahtı, Calap gönüle baktı
İki cihan bedbahtı, kim gönül yıkar ise.

.Onun için Yaradan’a ulaşmak isteyen hem başka gönülleri hem kendi gönlünü hoş tutmalı. Başkasına kötü davranmamalı. Kendini kinden, kibirden uzak tutmalı. Gönül arınmışsa onun duru sularında yüzen sağına soluna baktıkça nice izler görür. Her iz, takip edeni nice sırlara götürür. 

Bu izimi izledim, sağım solum gözledim,
Çok acayipler gördüm, yoktur cihan içinde.

.Öyle babam. İzi takip eden, bir anda bu dünyaya benzemez bambaşka bir âlemde bulur kendini. Eşiğin ötesinde gönlün muradı gönlü bekler. Yunus’um da bizi kendi deryamıza, içimize, gönlümüze bunun için çağırıyor. Oraya bizim de dalmamızı istiyor. Sığ sularda ayaklarını ıslatanlar, nerden görecekler derindeki anlaşılmadık güzellikleri? Hem Yunus ne der?

Yunus senin sözlerin, manadır bilenlere,
Söyleniser sözlerin, devr-ü zaman içinde.

Sen istediğin kadar irfandan dem vur, hikmetler saç etrafına; ancak irfanın, hikmetin değerini bilenler senin söylediğini dinler ve anlar. 

.Devir döner zaman geçer. Gönül, gönlün izini takip eder. Gün gelir Yunus’un sözleri asırlar sonra senin gibi onu anlayanların dilinde hayat bulur, şifa olur dervişim. Yunus’un sözlerini çağları aşarak kendi zamanına taşıyanlar, sözlerinin manasını anlayarak söyleyecek olanlar yine bu bahre dalanlar. Can içinde hakikatten izler bulanlar. O izleri takip ederek, hakikatlerine erenlerdir. 

Hazırlık yapılmadan akışına bırakılmış konuşmalar her zaman en anlamlı sohbetlere dönüşüyor. Yeter ki alıcılar açık olsun. Ortam, alıcılar için müsait. Bir ses… Akan su sesi… Tatlı bir şırıltı. Nerden geliyor diye bakıyorum. Maide Hanım hissediyor merakımı.

.Su şırıltısı… Kulağa ne güzel geliyor değil mi sesi? Karşısında otur ve dinle. Ne sıkıntın kalır ne yorgunluğun. Müsaade ederseniz, yan tarafı Elif’cime göstermek istiyorum Mümtaz Bey.

Taşlığın öte tarafı suyun kelimeleriyle huzurun anlatıldığı bir köşe. Etraf açık. Yalnızca yağmurdan korunmak için üst, aynı ahşap sundurmayla kapatılmış. Tam köşede mor çiçekli begonvillerin arasında bembeyaz mermer bir şelale var. Hayli büyük. En üste fıskiyeden çıkan sular, çanaktan bir alttaki çanağa aktıkça etrafa sadece ses değil, serin bir esinti de dağılıyor. Tam ortaya bir masa ve sandalyeler konulmuş.

.Maide Hanım… Burası tam anlamıyla bir huzur köşesi. Afiyet içinde güzel vakitler geçirin inşallah.

.Hep birlikte Elif’cim… Hep birlikte. Huzur, suyun dilinden bir başka hissediliyor değil mi? Biliyor musunuz, suyun bu şırıl şırıl akışında ruha şifa olan neler, neler var? Biraz sonra hep birlikte nasipleneceğiz. 

.Buranın sihri sadece su değil. Gözümüzü kapatınca bizi alıp götüren o âsudelik1 yok mu? 

.Çok doğru. Alıp götüren o âsudelik… Onun için varlıkla dinlenmek ve rahatlamak ruhumuz için çok elzem. Mesela bu mermer şelale. Yeri burası değildi. Bahçenin sonunda eski bir müştemilat var. Ne varsa oraya konulmuş. Bu şelaleyi yığınların arasından bulup çıkaran Mümtaz Bey. Her şey gibi o da ihmal edilmiş. Dededen kalma. Bayağı bir işlemden geçti. Sağ olsun, bahçıvanımız Park ve Bahçeler Müdürlüğü’nde uzun yıllar çalışmış ve bu konuda da çok mahir. Burada gördüğünüz her şey, onun ehil elleriyle ortaya çıktı. Çocuklarını da kendisi gibi yetiştirmiş. Ailecek çalıştılar. Mümtaz Bey onların başında hayli yoruldu. Yaşının ilerlediğini kabul etmiyor. Huzurlu olabilmem için çırpınıp duruyor. Bilmiyor ki huzur kaynağım odur.

Melek, elinde masa örtüsüyle gelince biz de yan tarafa geçiyoruz. Anladığım kadarıyla yine geçen sefer olduğu gibi biz bizeyiz.

.Ne söyleyeceğimi bilemiyorum Mümtaz Bey. Sadece bu gördüklerim, çocuk gibi heyecanlanmama yetti. Her şey güzelden öte, çok latif. Burada vakit geçirip de huzuru bulamamak mümkün değil.

.Huzuru gerçek yurdunda koruyana huzur zaten kendisi geliyor Elif kardeşim. Sağ olun…

Letafet bir kuş. Ürkütmezsek gönlün semasında durmadan uçar ve sadece zarafetin, inceliğin, güzelliğin olduğu yerde konaklar. Ruh latiftir. Bedenin hantallığıyla engellemezsek hayallerimizle ufkun ardında, aklımızla kâinatta, hislerimizle varlığın arasında dolaşır durur. 

Esasında bu görülen her şey, her yerde var. Sadece burada onlardan seçilmiş bir kompozisyon yazılmış. Siz de okuyorsunuz. Mesele doğru kelimeleri doğru yerde, sadeliğini bozmadan kullanabilmek. Adım başı peyzaj mimari gündemde ve bir sürü orijinallikler peşinde. Bir sürü fıskiyeler, şark köşeleri, sedirler, otantik perdeler… Ancak çoğu kalabalık mekânların, gürültünün, ses kirliliğinin kurbanı. O hengamede kaç kişi suyun sesini dinleyebiliyor? Perdelerin nakışlarını görebiliyor?

Buranın sihri ne sedirde ne işlemelerde ne fıskiyede. Pergelin iki ayağı var. Biri iğneli, sabit olan. Diğeri dönen, hareketli olan. Pergel, merkezini bulup bir de ucunu sağlam tutarsa döndüğü diğer ilgi alanları da merkezle ahenk sağlayacaktır. Ahengin sırrı pergelin ucunun bulunduğu yer. Sizce buradaki güzelliğin merkezi nedir?

.Ben söyleyebilir miyim Mümtaz amca? 

.Elbette güzel kızım. Burada en fazla sen vakit geçiriyorsun. Muhakkak merkezi bulmuşsundur.

Biz konuşurken Melek, fıskiyeli bölmeye durmadan tabak çanak taşıyordu. Demek ki aynı zamanda bizim konuştuklarımızla da ilgileniyormuş. Bu kızda da annesi gibi bir farklılık var. 

.Biliyorsunuz, akşamları; hatta -çok çalışmam gerekiyorsa- geceleri da buradayım. Odamda da çalışabilirim. Ancak tuhaftır; buradaki atmosfer sanki zihnimi açıyor. Merak ettim ve geçenlerde internette zihni açan ortamlarla ilgili bir araştırma yaptım. Karşıma sessizlik çıktı. 

Onun için “Buradaki güzelliğin merkezinde ‘sessizlik’ var.” diyorum. 

.Eveet… Bu güzelliğin merkezi sessizlik. Ve onun getirdiği âsudelik; iç huzuru.

.Ayrıca sessizlik beyin hücrelerini de yeniliyor ve geliştiriyormuş. Farelerin üzerinde yapılan bir deneyle de bu kanıtlanmış.2

.Melek, sen farklı bir çocuktun ve hep öyle oldun. Babanın ne çok hayali vardı senin için. Başarıdan çok, senin hep varlığa duyarlı olmanı ve ruhunla yaşayacak bir meslek edinmeni istedi. 

.Ama biliyoruz ki Maide’m, kızımız babasını hayal kırıklığına uğratmayacak. 

Onlar konuşurken gözüm tam karşımdaki duvarda küçük otantik yapılı raflara takılıyor. Alt alta değiller. Değişik yerlere konulmuşlar. Zarif bir kütüphane oluşmuş. En sağdakinde bir öğrenciye ait olduğu belli birkaç kalın kitap var. 

.Evet, müsaadenizle Mümtaz babam. Gevher Hanım yemeklerin hazır olduğunu haber veriyor.

Nur Hanım’ın bu uyarısıyla yan tarafa geçiyoruz. 

.Maide Hanım. Arife Hanımlar nasıllar? Arif oğlumuz yok galiba. 

.Halimizi hatırımızı sormak için Arif geçen gün aradı. Bitirmesi gereken önemli bir projesi varmış. Âyende iş için İtalya’ya gitmiş. Bir müddet orada kalacakmış. Şimdi Arife Hanımları çağırsak, Arif’in aklı kalacak. Onu zora sokacağız. Biz de haber vermedik. Yani biz bizeyiz. 

.Her şey harika. Bu ortamda peynir ekmek bile bana bir ziyafet gibi gelir. 

.Ancak şu da bir gerçek ki Elif kardeşim, yan yana gelen ruhlar aynı frekansla titremezse bu sihir asla tam manasıyla yaşanamaz. Şu anda bizi cezbeden su sesi, begonvil ve sükûnet yaradılışın sanat malzemeleri. Mahirsen yerinde kullanarak sanatını ortaya koyabilirsin. Ressamsan resmini, şairsen şiirini, müzisyensen besteni. Ama en zoru nedir bilir misin? Şuuru ve kulluğu ortaya koyabilmek. Suyun gözle görülmeyen yapısından, çiçeğin kendinde sakladığı tohumundan, sessizliğin ruha şifa oluşundan Yaratan’a varabilmek. Bunda da hayli zorlanıyoruz. 

.Su sesi çok güzel. Dinlemeye doyamıyorsun. Biraz evvel söz ettiğimiz gibi bu mekânı kaldır; geriye su kalsın. Ne oldu? Suyun sihri gitti. Aynı su, aynı mekân. Bu sefer mekânın yapısını değiştir. Sessizliği al; gürültüyü koy. Ne oldu? Mekânın sihri de gitti? Çünkü tabiatı ruhumuza göre yaratan, varlığın yapısını bize şifa kılan, her şeyi ruhumuza, ihtiyacımıza göre düzenlemiş. Oysa biz insanlar ne yapıyoruz?

.İnşallah nasiplendiklerimizin şuurundayızdır, Maide Hanım.

Yemek safhası çoktan bitmiş; ama sohbet bitmemişti. 

.Kahvelerimizi sedirli köşede içsek… ne dersiniz?

.Elif kardeşim de arzu ederse neden olmasın?

.Memnuniyetle, nasıl isterseniz. Mümtaz Bey, sizden bir ricam olacak. Bir gün yine bu ortamda “kâinatın musikisi ve su sesinin neden kalbimizi, ruhumuzu bu derece etkilediği” hakkında konuşabilir miyiz? 

.Hay hay…

Tam o sırada Melek yanımıza geliyor:

.Salih Bey sizinle görüşmek istiyor Mümtaz amca. “Benim için önemli; sadece birkaç dakika.” dedi. Ben de çalışma odanıza aldım. 

Mümtaz Bey gidince biz de kalkarak yan bölmeye geçiyoruz. Biraz sonra Maide Hanım’la Nur Hanım da içeriye gidiyorlar. Şu an bu şirin ortamın sıcaklığıyla baş başayım. Yemekten sonra üzerime çöken rehavetle sırtımı duvar tarafına vererek camın ardındaki yeşil koridora dalıyorum:

Ah… insanım!
Yıllardır
Unuttun duvar ardında
Suyun
Rüzgârla dans edişini.

Avuttun kendini
Yaşamın tam kırılan ucunda;
Duymadan
Zamanın o âsude sesini.

Yine de geçmiş değil.
Ruhunda demlenecek
‘Bir an’ bul,
Örerken vaktini efsunlu
Bu bahçede.

Yine de bitmiş değil.
Can olacak
‘Bir can’ bul,
Serperken iksirini
Fıskiye.

Havuza sorsam;
Söyler mi nerden öğrenir
Gönlün su dilini?
Su,
Niçin hüznü yazar
Zaman koktukça mazi?

Ah… bahçem!
Nerde gizli hazinen?
Anlam suskun, bekler kelime.
Sırdan anahtarı, gönüllerin
Bilirim ki, sende.

***


1. Âsudelik: Endîşelerden uzak, huzur ve sükûn içinde olma durumu.
2. 2013 yılında biyolog Imke Kirste, farelerin beyni üzerinde sesin etkisini test ediyordu. Sonuçlar şaşırtıcıydı. Seslerin kalıcı bir etkisi yoktu, ama günde iki saat sessizlik hafızada önemli rolü olan hipokampustaki hücre gelişimini tetikliyordu. Bu yeni büyüyen beyin hücrelerinin sağlık için faydası olmasa da bu hücreler işlevsel sinir hücrelerine dönüşüyor. Eğer sessizlik ve sinir hücreleri arasındaki bağ insanlarda da kurulabilirse sessizliğin bunama ya da depresyondan muzdarip olan hastalara yardımcı olmak için kullanılması mümkün olabilir. Kaynak

Fotoğraf © Stephen Govel

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply