İç Âlemimde Neler Oluyor? – Bölüm 9

0

Mekânın Ruha Göre Tasarlandığı Bir Yer 

Hem yaşadığım çevrenin rengi hem çok kitap okumam sebebiyle yaşıma göre bilgi dünyasını iyi tanıyorum. Ama Âdem dostum onlara hiç benzemiyordu. O, bir bilgeydi. Daha önce de onun yanında şahit olduklarım ve verdiği bilgiler, hep araştırma ötesinde şeylerdi. Daha ziyade basiret, irfan nakışlı; manevî âlemlerin açıldığı tespitlerdi. Şimdi yaşadıklarım da buna delildiler. Sanki konuşurken önce kalbine fırçasını batırıyor, sonra yaşadığı ortama aklın sanatını işliyordu.

.Şimdi gözlerini kapatır gibi -bir an da olsa- düşüncelerini, hislerini kapatabilir misin?

Düşünceleri, hisleri kapatmak… Böyle bir şey olabilir miydi? 

.Deneyebilirim.

Denize sırtüstü uzanır gibi bıraktım kendimi. Su nasıl taşıyorsa zaman da öyle taşıdı. Ne düşünce ne his… Suya batmadım, zamana dalmadım.

.Sadece gözlerini aç şimdi.

Dediği gibi sadece gözlerimi açtım. Denize çok dalardım. Nefesim yettiğince dipten yüzmeye çalışırdım. Ama zamana dalmayı hiç düşünmemiştim. Demek böyle bir şey varmış. Gördüklerim, buna şahittiler. Zamanda yüzüyor gibiydim. Güzel kokuyu bilirim. Zaman da güzel kokarmış meğer. Bunu bilmezdim. Şimdi bana mekânı çiz deseler; çizemezdim. Sadece “ana göğsü” çizerdim. Yaşadığın anı söyle deseler; söyleyemezdim. “Can doğuyor.” derdim. Hangi renkler hakimdi? Dağ mıydı, bahçe miydi? Durmadan tazelenen bir yeşilliğin içine girmiştik.

.İşte burası dinleneceğimiz, muhabbet edeceğimiz yer. Kimse bilmez burayı. Sözüne karışanın olmaz. Rahat ol.

Nasıl bir haldeydim ki, yükselen sesi çınladı kulağımda:

.Kimse bilmez burayı. Beni duyuyor musun? 

Sonra sesi yumuşadı:

.Burası mekânın ruha göre tasarlandığı bir yer. Tam bir uyum cenneti. Ruhun neyi istediyse burada onu görecek, onu bulacaksın. 

Nasıl gerçekleşiyordu bunlar? Hiçbir şeye anlam veremiyordum. Şaşkın ve durgun halime gülümsedi:

.Şu anda hiçbir şeye anlam vermeye kalkma! Sadece beni dinle!

Ruhun bir şeye ihtiyacı olduğunda hayal ediyorsun değil mi? Sonra hayal ettiğini zihninde şekillendiriyor ve ihtiyacının içeriğine göre bir tasarım oluşturuyorsun. Kısacası kurduğun tasarım, kendisine ne gerekiyorsa ona bürünüyor. Bir mekânsa taşa, betona, renge; bir müzikse notaya, sese, alete bürünüyor. Manevî hisse o hissi tatmin edecek olan renge, şekle, kokuya, havaya, ortama. Kısacası oluşan şey, senin ihtiyacına ayna olduğu için ruhunla bütünleşiyor. Aynen şimdi bütünleştiğin gibi.

Gördüklerinden fazlaca etkilendin ve ortam seni alıp bir yerlere götürdü. Kendine gel! Daha önce de şahit oldukların dünyalık değildi ki… Hangisi aklına yatkındı? Hangisini izah edebilirsin? Bu hallerde sana düşen, tefekkür etmek ve kalbini tazelemek. 

Bahçelerin tasarımı, varlığın ihtiyacıdır. Sen, senin ihtiyacın zannedersin; ama öyle değildir. Toprak kendinde olanı göstermek, ot yeşermek, dal çiçeklenmek, ağaç meyve vermek, gonca açmak, kuş ötmek ihtiyacındadır. Toprağın, taze otların, çiçeklerin kokusu ihtiyacı karşılayan suya, havaya, güneşe birer teşekkürdür. Yani hepsinin Sahibi’ne teşekkür. Demek ki ruhunun tatmin olacağı yer burasıymış; arkasını sen düşün.

.Benim ruhumun ihtiyacı, insan olmak. Benim tasarımım, insan. Edebe, sadakate, sevgiye bürünerek ruhla bütünleşmek. Burayla nasıl bütünleşeceğim?

Bunları dememle tazelenen yeşilin içinden bir ney sesi yayılmaya başladı çevreye. Böyle bir sesi daha önce hiçbir yerde duymamıştım. Çok ney dinlemiştim; ama bu farklıydı. Sesini ruhuma havayı ciğerlerime çeker gibi çektim. Zaman gibi kokusu mu vardı? Evet, vardı. Reyhan kokuyordu. Genzi yakan, keskin ve kendine has bu meltemi tekrardan öylesine çektim ki, içimdeki olumsuzların dışarıya adeta bir sis gibi çıktığını hissettim. 

Neyin sesi yayıldıkça her yerden gül, karanfil, yasemin kokuları gelmeye başladı. Yeşilin durmadan yeşil verdiği böyle doğurgan bir yerde maviden mora çalan zarif yapraklı reyhanın, Efendimiz (sav)’in indindeki manevî değerini düşündüm. Düşündükçe kokular sesin esintisiyle birbirine karıştı. Sanki ruhumda sema etmeye başladılar. Bu kokuları duymamın, bilhassa reyhanı burada görmemin ne hikmeti olabilirdi?

.Tabii ki hikmetsiz bir şey olamaz. Bak şimdi sana Mesnevi’den bir yer okuyacağım. O vakit hikmetini anlayacaksın.

O ceylanlarla Hoten sahrasına yürü!
Mideni o reyhanlara, güllere alıştır da peygamberlerin hikmet ve gıdasını bul.
Mideni şu ottan, arpadan vazgeçir, reyhan ve gül yemeye başla.
Ten midesi, insanı samanlığa çeker. Gönül midesi reyhanlığa. 

Mevlâna / Mesnevi / V / 2475- 2480

Doğu Türkistan’ın güneyinde tarihî bölge olan Hoten ülkesi, misk ceylanının yaşamasına uygun bir yer. Bu bölgede onun yiyeceği bitkiler var. Her yerde misk ceylanı yaşamıyor. Ayrıca her ceylanda da misk olmuyor. Çünkü miskin oluşması için hayvanın uzun yıllar yasemin, karanfil, erguvan, gül, reyhan gibi güzel kokulu bitkilerle beslenmesi gerek. Yani reyhan, ceylanda miskin oluşmasını sağlayan bir bitki. Şu an ikisi de var burada. Reyhan ve ceylan.

.Ceylanın ben olduğumu biliyorum; ama beyitlerdeki “reyhan” hangi hakikati ifade ediyor?

.İlahî bilgileri, sırları. Aynı ceylanın mis kokulu bitkilerin olduğu bahçelere dalması gibi ilahî sırların bahçesine dalanın da iç âlemi zamanla nefsin kirlerinden kurtuluyor. Peygamber yolunda ilerleyerek olgunlaşıyor. Dünyanın maddesine kapılanlar ise Mevlâna’ya göre arpayla besleniyorlar. 

Ruhu kabukla asla aldatmamalı. Bilakis onu varlığın özüyle doyurmalı, gönlü marifete açmalı. O zaman iç âlemde bir nevi misk oluşuyor. Sen de bizim ceylan ruhlumuzsun. O zaman ilahî bilgilerle beslenebilmen için hikmet bahçesinde yaşaman ve gönül midenin seni reyhanlığa çekeceğini unutmaman lazım. Yoksa unuttuğunda ten miden seni samanlığa doğru çekecek. Şimdi mideden vazgeçip gönle gitme zamanı. Gönle varıp orada Rabbi bulma zamanı. Ne görüyorsun karşımızda?

.Yemyeşil bir âlem. İçinde her yere serpiştirilmiş mor, yeşil reyhanlar, yaseminler, karanfiller…

.Yani sonsuz üretkenliğin içinde ilahî nurlar. Misk ceylanıysan eğer, o nurları toplamaya başla. Zamanı gelince iç âlemin, aynı ceylanın göbeğindeki kese gibi miskle dolacak. Yani kemâle erecek.

Yağmur damlaları sedeflerin içinde inci olur.
Sedeften dışarıda küçük, büyük damlalar var, sedefin içinde ise küçük, büyük inciler.
Onlarda misk ahusunun göbeğindeki kabiliyet vardır. Dışarıdaki kan damlaları, bunların içlerinde misktir.
Sen, dışarıdaki kan, göbeğin içinde nasıl misk olur? deme!
Bu bakır, dışarıda adi ve bayağı bir şeyken iksirin içinde nasıl altın olmuş da deme!

Mevlâna / Mesnevi / 1 /1470-1475

.Damlayı sedefte inci yapan, bakırı iksirde altın yapan ve kanı ceylanın kesesinde misk yapan ilahî kabiliyet elbet gördüklerimi, işittiklerimi, yaşadıklarımı gönlümde ilahî bir nura dönüştürür. “Kün fe yekün” Sahibi’nin kudreti karşısında “Bunlar nasıl olmuş?” diyebilmek ne haddime…  Benim merak ettiğim sadece miskin oluşma aşamaları. Anlayabilirsem içimdeki dönüşümü belki idrak edebilirim.

.O zaman dinle! Ceylan bir şeyden ürktüğünde veya diğer ceylanlarla oynadığında vücudunda hararet oluşuyor. Ve hararet sonucu göbeğindeki keseye kan düşüyor. Bu olaylar devam ettikçe kese kanla doluyor. Damla damla biriken kan, kuruyarak miski oluşturuyor. Vakti gelince de ceylan -yaradılış hikmeti- o keseyi düşürüyor. 

.Yani ben içimdeki ceylanı bulduğumda bu miske sahip mi oluyorum? O zaman Yaradan’ın emanet ettiği hikmeti, ilahî sırları hissedebilecek ve değerlendirecek miyim?

.Önce dinle, yaşa, düşün ve sonra cevabını kendin ver. 

İnsanoğlu yaşamın içerisinde korkuyu ve sevgiyi iç içe yaşar. Bu iki duygu onu ayakta tutar. Korkuyla zarardan, kötü olandan korunurken sevgiyle umuda, şevke hayata tutunur. Her iki his damarlarında dolaşır durur. Zamanla hayata dair düşünceleri, hisleri, acizliği, fakrı, çaresizliği -keseye olduğu gibi- damla damla iç âlemine damlar. Zihinde düşünceler, kalpte duygular böylelikle insanı kendisine yaklaştırır. 

Gün gelir senin de bedenin ruhunla öyle bir noktada bütünleşir ki, işte o zaman gözün can olur, kulağın can olur, dilin can olur. Hikmeti görür, hikmeti idrak eder, hikmeti konuşursun. Ve ruhunda ceylanını bulur; sabır kokar, şükür kokar, misk kokarsın. Mekânın güzel kokması için miski, içinde ateş bulunan buhurdana koyarlar. Allah dostlarına bak. Onlar hikmet nazarıyla baktıkları her çilede, acıda hep hayır görüyorlar. Bu sebeple hayatları hep güzel kokuyor.

.Söyledikleriniz çok farklı şeyler. Daha önce hiç düşünmediğim hakikatler. Demek ki ceylan ruhumda kendimi bulduğumda; gözüm can, kulağım can, dilim can olduğunda her birinden hakikate pencereler açılacak. Kim bilir ne kadar pencerem olacak? Hiç yalnızlık hissetmeyeceğim.

.Evet. Bu pencere benzetmesi güzel oldu. Gözlerini gönlüne bağlayan, sayısız gözlerle seyahat eder. Can odandan ne kadar pencere açarsan onun tevhid telleriyle örülü manzarasından zamana o kadar huzur elersin. Ayrıca penceresi öte âlemlere açılan odada korkudan, yalnızlıktan söz edilemez. Bunlardan bahsedeceğiz.

.Biz de bunun için buraya geldik. Öyle söylemiştiniz. Yine birlikte Allah’ın isimlerini işleyebileceğimizi belirtmiştiniz. Hatta öyle bir mekânda ki, Hızır yürümüş gibi her yer yemyeşil… 

.Doğru. Şu anda Hızır yürümüş gibi her yerin yemyeşil olduğu yerdeyiz. Yaşadığın dünyevî ortamlardan çok başka. Tedirgin olma! Biraz evvel dediğim gibi Yaradan kuluna her yerde muhataptır. Sen hangi odada olursan ol, hangi pencereden bakarsan bak; hep tek mekândasın. Ve Rabbin hep oradadır. Canan’ın olduğu yerde korku ve yalnızlık düşünülebilir mi?

.Tabii ki düşünülemez. Her sırrın çözülüşü açlığımıza bir reyhan, karanfil, yasemin sunuyorsa o zaman mis kokulu reyhan da -misk ceylanda olduğu gibi- benim boğazımdan geçecek demek. Ve o zaman ilahî sırların içime işleyişine sizinle inşallah şahit olabileceğim. 

.İnşallah… Şimdi geldik esas konumuza. İlahî sırların içe işleyişinin en tesirli yolu: Kelime-i Tevhid. Şunu aklından çıkarma! Bir şeyin hakikatini anlayamazsan onun yaradılış hikmetini çözemezsin. Çözemeyince yanlış değerlendirmelere girer, batıla saparsın. İnsanoğlu yaradılış hikmetini çözebilseydi, kendi gerçek kimliğini bulabilseydi, batılla sarılmış bu yaşamda elbet bunalıma girmezdi. 

.Bir hikmete göre yaratıldıysak onun çözümünün, cevabının bizde var olduğuna inanıyorum. Bunun delili ise benim yolculuğum. Daha önce sizinle ölüm ve insandan söz etmiştik. Acaba bu hakikatin kapısını Kelime-i Tevhid’le açmaya çalışabilir miyiz? 

.Ben de bunu hatırlatacaktım. Mademki şu an zihnin ölüm konusuyla meşgul, bu meşguliyetin düşüncelerine kattığı ciddiyetten yararlanalım. Çünkü basiretin ve muhakemen bu ciddiyetle hep diri kalacak. Bu sebeple kapıyı açmaya sen başlayacaksın, ben tamamlayacağım. Tamam mı? 

İlk başta şunları tekrarlayalım:

“La ilahe illa Allah”ı sırlı bir kalıp olarak ele aldım. Bu kalıbın içinde ilâhî isimlerin sayısınca tevhitlerin olduğunu biliyorum. Kalıptaki tevhide varabilmem için “ilahe” lafzının yerine konuyla ilgili ilahî ismi koyuyorum. Konu “ölüm.” O zaman meyyit – hay, memlûk – malik, fani – baki olmakla ilgili esmaları iyi anlayarak değerlendirebilirim. 

Tamam mı? Deneyecek misin?

.Deneyeceğim. Gayret kuldan, tevfîk Allah’tan.

“La Hayye illa Allah (illallah).” Hay olan yoktur. Hay Olan; canlı olan sadece Allah’tır. Bu hakikat beni nereye götürüyor? Hay Olan yalnız Allah’sa O’ndan gayrısı meyyittir, ölümlüdür. 

“La Bakiye illa Allah (illallah).” Baki olan yoktur. Baki Olan sadece Allah’tır. Baki olan Allah’sa ondan gayrısı fanidir.

.Allah’ın Malik oluşuyla da değerlendir.

.“La Malike illa Allah (illallah).” Yani Malik yoktur. Malik Olan yalnızca Allah’tır. Malik Olan bir tek Allah’sa O’ndan gayrısı memlûktür. 

.Güzel… “La ilahe illallah”ta ilerlemek, anlamaya çalışmak adeta bir hikâyede ilerlemek gibi. Bir yaradılış hakikatinin hikâyesi. La’dan illa‘ya yolculuk anlatılıyor. Ömrün de la’dan illa’ya varılan bir yolun hikâyesi ve anlatan sensin.

Yaradan, Hakîmdir. Hikmetsiz iş yapmaz. Her yarattığında bir fayda ve hayır gözetir. Kâinatın yaratılışındaki muhteşem denge ve nizam bu ismin tecellisi. Her şeyde bir şerikin; ortağın olma tehlikesine karşı her hissin de bir tevhid formülü var. İşte unutmaman gereken bir hakikat de bu. “La” bu şerikle irtibatını kesiyor ve kalbini tamamıyla tevhide yönlendiriyor. 

.La ilahe illallah zikri tekrar gibi gelse de tekrar değil, bir inşadır deniliyor. Neyi inşa ediyoruz?

.İmana zarar gelmesin diye her zikirle kalbin çevresine sıra sıra duvarlar örüyoruz ki, tevhid hazinesini koruyabilelim. Gönülden iman; kendi irademizle teslim olmamız ve tasdik etmemiz demek. Bunun için de zaman gerekir. İşte zamanın haramilerine yenik düşmemek için tekrar şart.

.“La” ve “illa” sanki iki durak gibi…

.Olabilir. Çünkü aramayan, yola çıkmaz ve bulamaz. La “arayış”ın ve illa “buluş”un durağıdır, diyelim. Bu durumda durakların arasında da kalbin hikâyesi yazılıyor. Hakîm Olan, insanın bütün hücrelerinde bir fayda, bir hikmet gizlemiş. Başımıza gelen olaylarda da kim bilir ne hikmetler, faydalar var? 

.O zaman hikmeti anlamak, faydayı bulmak ve hikâyeyi yazmak bize düşüyor. “La” ile düştüm yola “illa” ile de bulacağım inşallah.

.İnşallah… Şimdi gelelim seni yola düşürenin hangi “la” olduğuna. Hangi hissin peşinde bunca arayışa girdiğine. O hissin tevhidini bulup bulamadığına. 

.“Ne kadar seviliyorum?” hissine çok takıldım. Hayli arayışlara girdim. Arkadaşlarım beni ne kadar seviyor? Dostlarım bana ne kadar değer veriyor? Ailem beni ne kadar tanıyor? Sözüm dinleniyor mu? Yoksa umursanmıyor muyum? Her birinde çok hayal kırıklığı yaşadım. Her adreste karşıma “la” çıktı. La, la, la… Aynı zincir gibi. Gerçek sevginin adresini bulamadığım ve gerçek sevenin, sevilecek olanın varlığını idrak edemediğim sürece öğrettiğiniz “la” zincirinin hayatıma nasıl dolanacağını ve beni nefessiz bırakacağını artık yakinen görüyorum.

.Peki adresi bulabilecek misin?

.“La Mahbuba illa Allah (illallah).” formülüyle bulmaya gayret edeceğim. Tevhid yolu çok uzun. Hemen “Şunu bulurum.” diyemem. Çünkü yolun haramisi, kandıranı çok. Ama Rabbimin izniyle çalışacağım.

.Denemesini yap bakalım.

.“La Mahbuba.” Yani Mahbub yoktur. “İlla Allah.” Mahbub Olan sadece Allah’tır. Allah’tan başka Mahbub yoktur. Peki bu hakikat beni nereye götürecek? Mahbub Olan yalnız Allah’sa O’ndan gayrısından gerçek, kalıcı bir sevgi bağı beklememeliyim. 

Çünkü insanoğlu zayıf ve her zaman bana destek olamaz. Aciz ve fakir ve kendinde olmayanı bana nasıl verecek? Zaafları var, hisleri inişli çıkışlı. Bir anda çöküntüye girebilir, fayda gelmez ve bu sebeplerle sevgim karşılık bulamaz, boşluğa düşerim.

.İşte bu analizlerinle, kurduğun tevhid kelimeleriyle muhabbetin insana bağlanan iplerini “la” ile kesmeye başlıyorsun. Ve “illa” ile Allah’a; Mahbub’a bağlıyorsun. Şimdi dikkat et! Farkında mısın? Bu analizle kendini öyle bir çıkmazdan; öyle büyük bir tehlikeden kurtarıyorsun ki… Ne olabilir bu tehlike?

Soru zordu. Haydi Ceylan! Çek içine reyhanı, yasemini, karanfili… Kesene ilahî hikmetler damlasın. 

.Bu analiz benim varlığa olan bağımı koparıyor, sonra Gerçek Mahbub’a bağlıyorsa bana düşen şey, sadece O’nu sevmek ve O’ndan başkasını da O’nun namına sevmek olmalı. Bunu gerçekleştirebildiğimde, düşüncem, duyularım ve duygularım muhabbette tevhidi idrak etmeye başlayacak. Nefsimin hatalı seçimiyle zihnimde, kalbimde oluşan gizli şirklerden böylelikle kurtulmuş olacağım. Çıkmaz ve tehlike dediğiniz şey bu “gizli şirk” zannediyorum. 

.Tefekkürde iyi gidiyorsun. Ortam yaradı Ceylan’ıma. Bakıyorum kesene kan damlıyor. Dediğin gibi kalp bir yandan temizleniyor, bir yandan süsleniyor. Hem temizlik hem süsleme. Bir batılı çıkar, bir hakikati koy. Bir şirkten temizle, bir tevhidle süsle. Böylelikle her tevhid, ilgili bölgeyi bir urdan temizliyor. Şirkler ortadan kalktıkça insan-ı kâmil olmaya ilerliyoruz.

Kötülükle, gafletle boyanmış olsa da dünya -çok şükür- donmuş duyguların ayaz sabahlarını diriltecek güneşler hâlâ vardı. Âdem’im böyle bir güneş; bir gönül adamıydı. Gönülden konuşur, gönülden dinler, gönülden verir, gönül mızrabından dökerdi. Tel vurdukça tellere, yankılanırdı ova, bayır, dağ, tepe… Şimdi söyledikleri de böyleydi. 

Ve bir ses geldi yeşilin ardından, bir misk kokusu okşadı dalları… Merhaba diye bir ses yükseldi Âdem’den her ceylan olana, reyhanlara, karanfillere, yaseminlere, erguvanlara… 

Merhaba! Ne anlamlı bir kelimedir1. Ama anlamındaki derinlik bilinmediği için eski diye bir kenara atılır. Merhaba! Bize gönülden üfler. Merhaba! Felaha, geniş olmaya götüren bir nefese benzer. Merhaba! İçten diyen “Benden sana zarar gelmez. Ferah ve geniş ol, günü ferahlıkla karşıla.” demek ister.

Merhaba!
Anlamınca derinleşen, verilen değerce sonsuzlaşan kelimeler âlemi!
Tevhid hazinem.
Merhaba! 

1. Farsça merhaba; “Benden size zarar gelmez” anlamında.
Arapça marḥaba; felaha, geniş olmaya götüren, “Ferahlıkla” anlamında.
Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply