İç Âlemimde Neler Oluyor? – Bölüm 7

0

Dikkat Et! Deryaya Giriyorsun

Daha kim bilir, hangi yüzlerimle karşı karşıya gelecektim? Daha kim bilir, ne kadar dostum vardı bana yol gösterecek? Dünyadaki dost anlayışından apayrı, duru, sıcak, çıkarsız… En son martı ve çiçekten edindiklerim, onların söyledikleri yaradılış âlemindeki yardımlaşmanın deliliydi. Her biri kucaklayan Müheymin bir nazar’ın “Ben buradayım.” işaretiydi. Turnayı takip etmiş, denizin kokusunu almış, dağın ardına varabilmek için kayalık, engebeli, çok dik yamacı bir çiçeğin yardımıyla çıkmıştım. Belki de bu yardımla inşallah denizi görebilecek ve ona varabilecektim. 

Dağın en tepesinden güneş tam haşmetiyle kendini hissettiriyordu. Bir anda başımın üzerinde bir gölge belirdi. Baktım martı. Kanatlarını açmış, adeta beni yelpazeliyor. Çok hoştu. Ferahladığımı görünce yanıma kondu. Kapanan kanatların ardından gökyüzüne baktım. Bir sürü martı. Demek deniz çok yakınımdaydı.

.Gel, dedi. Biraz ileriye gideceğiz. Orada istediğine kavuşacaksın.

Martıyı takip ettim. Bir uçurumun kenarına iyice yaklaştık. Ayaklarımın altında bir sonsuzluk tablosu, upuzun… Sahilin ucu, bucağı yok. Olduğum yerden bu görüntü, hem çok muhteşem hem çok korkutucuydu. Oraya bir an önce varabilmek, sahile vuran dalgaları hissetmek istedim.

Aynalar, kapılar, gümüş levhalar, işaretler, yapraklar, kuşlar, ışıklı levha, güvercin, örümcek, kartal… Hepsi birer hakikati anlatmak içindi. Peki bu derya, bu esinti ve martı neyi anlatmak için vardılar? Ne yaşanıyorsa her şey sırdı.

.Sır dediğin, deryayla senin arandaki temas. Onu senden başkası hissedemez. Bunu bedenine dalgalar değdiğinde anlayacaksın. Gönlün diliyle söyleyecek olursam; sır Allah’la kulu arasında bir bağ. Başka el değemez, başka göz göremez. Sen yaklaştıkça, kapılar açıldıkça, izin verildikçe tül çekilir.   

Zahirden hakikate geçmek, iğne deliğinden ufuklara açılmak gibi. Bir noktadan göklere açılmak. Nerde nokta, nerde gök… Nerde ben, nerde hakikat… Hangi halde bakmış olmalıyım ki, martı gözümdeki “Ne olur!”u anladı. Ve bana öyle bir karşılık verdi ki; varlığın bu gözbebeklerindeki duyguya yeniden aşık oldum. 

.Allah’ım! Merhametin nasıl bir sunumudur bu! Aklım almıyor, yüreğime sığmıyor. Bu merhameti görmeyen göze yazıklar olsun! Bu sevgiyi anlamayan kalbe, şükrü bilmeyen dile yazıklar olsun! 

.Yavaş ol! Nedir bu heyecanın? Sakinleş! Ama ağlama demem. Çünkü bu hal insana çok yakışıyor. Sanki her yaşta onun aklını, yüreğini, ruhunu görüyorum. Üzülme! Gören göz, anlayan kalp, şükreden dil tahmininden çok fazla. Sen görmesen de bizler görüyoruz. Biliyor musun? Doğan her bebek kâinatın nurundan öyle güzellikler getiriyor ki; bizler onunla gıdalanıyoruz. Umudunu kesme insandan. Dua et.  

Bak şu denize. Gördüğün sadece dışı. İçinde neler var? Ne kadar derin? Bilmiyorsun, değil mi? İçinde neler yaşar, göremiyorsun. Aynı ufkun ardını göremediğin gibi. Sana gâib olanı bilemediğin gibi. Bu denizin de gâib olan derinliğinde, genişliğinde ne manalar, hikmetler gizli. Bir düşün. Sanki neye benzer?

.Yaradılış ve Yaradan hakkındaki bilgi de bize gâib değil mi? Ne kadar çırpınsak ancak izin verildiği kadar ucunu görebiliyoruz.

.Doğru tahmin ettin. Marifet denilen bu bilgi de gaybîdir. Sınırsız olduğu için deryaya benzer. Deniz veya derya, bunu sana anlatmak için var. Burada bir deniz olduğunu nasıl anlamıştın? Kokusunu getiren meltemle. Ve o esintiyi içine çekerek adımlarını hızlandırdın. Hissettiklerin seni tetikledi. Yani meltem, senin yaşamdan etkilenme istidadını, içindeki hazları gösterdi. 

.İyi de bu esintinin olumsuz bir şeye beni götürüp götürmeyeceğini nerden bileceğim?

.Kokusundan, çevrede oluşan yeni belirtilerden. Kısaca devamlı tetikte iz süreceksin. 

Şimdi sıra bana geldi. Benim varlığımın hikmeti nedir? Esasında sorunun cevabını sen bulabilirsin. Bu potansiyel sende var. İstersen birlikte düşünelim: Ben nerelerde uçuyorum, nereden besleniyorum? Yaradılışım neye, nerelere uygun? Sanki ne gibi?  

.Sen olunca muhakkak deniz olmalı. Gökler, dalgalar, balık… Düşününce genişlik, ferahlık; kısacası özgürlük geliyor aklıma. Rızkını bulmak için durmadan denize dalman, derinlerde bir şey araman aynı benim kendimi aramama benzer. Kendini bulman, keşfetme çabası gibi.  

Dalgalarla iniş çıkışların özgürlüğe ulaşma mücadelesi gibi.

.Şuurdaki seher gözlerinden sisleri kaldırıyor. Güzel görüyor ve berrak düşünüyorsun. Bunlar yolculuğun neticeleri. Dağdan inerken gördüğün kartal, sana ufukları gösterdi. Farkındalığını uyardı, esareti düşündürdü, özgürlüğe imrendirdi, cesaret verdi. Turna, yönünü çizdi. Senden görünürde ayrıldı gibi; ama hakikatte ayrılmadı. Ruhundan tuttu; birlikte gidiyorsunuz. Dağdaki kovuktan beri hiç iç sesinden söz etmiyorsun. Ne oldu ona? Hiçbir şey. Sadece görevini turnaya teslim etti.

Bense senin Altın Çiçek gibi bilge arkadaşınım. Hayatın sırlarından bahsediyor, seninle hikmetler paylaşıyorum. Çarşı, dükkânlar seni kendinle tanıştırmıştı. Bu âlemse seni ölçüyor, biçiyor. Onun için bizler görünmez değiliz. Seninle açıkça, yüz yüze konuşuruz. Dersler veririz.

Bu âlemde deniz, aynı zamanda ilim hazinesidir. Derindeki incileri, mercanları ancak akledersen çıkarabilirsin. Çünkü aklın, bu denizin inci arayıcısı. Şimdi sana bir soru soracağım ve denizi yine birlikte düşüneceğiz. 

.Balık için deniz nedir?

.İçinde yaşadığı, hareket ettiği, ihtiyacını giderdiği bir yer. 

.Bundan ötesi balık için sırdır değil mi? Balık sadece yaşadığı mekânı bilir. Çünkü balığa çevresi ve beslenmesi yeter; ama sen öyle değilsin. Bak kendine. Enin, boyun posun bu kâinatta bir damla, bir nokta kadar. Ama iç âlemin öyle mi? Aklının alamayacağı kadar büyük. Peki derya damlaya sığar mı?

.Mümkün değil.

.Peki insan, sonsuzluğu taşıyan ruhunu, Sultan’a otağ olan kalbini bedenine nasıl sığdırabilir?

.Sığdıramaz. İmkânsız.

.Ama bak etrafına; sığdırmaya çalışıyorlar. 

.Onlar ya deryayı hiç görmemişler, hakkında bilgileri yok ya da akılları yerinde değil. 

.Balık denizin dışını bilmez; çünkü ihtiyacı yok. Ama insanın dünyanın dışını bilmesi gerekir; çünkü balıkta olmayan cevherlere sahip. Haklısın, insanın aklı yerinde değil. Yerinde olsa bir damla bedene koskoca deryayı sığdırmaya çalışmazdı. Bir de o beden egonun tutkuları, öfkesi ve korkularıyla ağzına kadar doluysa…

.Sığdırdığını sanmak yanlış algı sarmalı. Yani kaos. Bu yüzden soluk alamıyoruz, değil mi?

.Evet. Ayrıca bu muazzam genişliği ve derinliği, yaşadığın küçücük alan gibi algıladığında ötesini göremiyorsun. Ruhunu, kalbini, başka âlemleri tanıyamıyorsun. O âlemlerle temasa geçmedikçe yaşadığın hiçbir şey sana yetmiyor. 

.Elbet yetmez. Yetseydi arayışa girmez, yollara düşmezdim. 

Bunları konuşurken içimde nedense tuhaf bir tedirginliğin yayıldığını hissettim.

.Korkma! Benimle sahildesin. Sahil, karayla derya arasında sınır. Sen sahilin idrakindeysen korkmazsın.

.Korkmam elbet. Sizler varsınız… Şu an eski dostlarımı hatırladım. Her zaman basiretim, sezgim, kalbî derinliğim olan dostlar. Hele birisi. Yanında kendimi hep emniyette hissetmişimdir. Deryanın “Vahdet”i anlattığını o söylemişti. Mutlak Varlık Olan’ın kudretini, rahmetini onun uyarılarıyla idrak etmeye başlamıştım. Bütün varlık âlemi günü gelince “Mutlak Varlık” Olan’a dönüyor demişti. Burada da aynı şeyler oluyor, değil mi? Dalgalar, köpük, su, bulut, yağmur, sel, ırmak, çağlayan… Hepsi deryadan çıkan buharın dönüştüğü haller. Dünyada şekilden şekle giriyor ve görevlerini yerine getiriyorlar. Ve sonuçta yine deryaya dönüyorlar. Bu hakikatleri hep ondan öğrenmiştim.

Sahil, kara ve derya… Derya, Mutlak Varlık ise kara denilen de insan olmalı; yani ben. Dalgalar, O’ndan gelenler; yani tecelliler. Dalga nereye vuruyor? Sahile. O zaman sahil tecellilere ayna. Sahil aynı zamanda karanın; insanın denizi tanıdığı yer. Aradaki sınır, idrak mahalli. Martının dediği gibi sahilin idrakindeysem, kendimin ve Yaradan’ın farkındaysam, hududumu aşmaz, edepsizlik etmez, isyana girmem. 

Peki, derya olmazsa sahil olabilir mi? 

.Tabii ki olamaz. Şimdi beni takip et. Sana bir sürprizim var. Ondan sonra benim işim bitiyor ve ayrılıyoruz. Ama üzülme! Kafan karıştığında beni düşün; hemen gelirim. 

Denileni yaptım. Martı gibi uçmuyordum; ama onun ardından ilerliyordum. Nasıl oluyordu bu, bilmiyorum. Burada olanları aklımla çözmem mümkün değildi. Öylesine halden hale giriyordum ki, başım fırıl fırıl dönüyordu. 

.Herkesin başı döner böyle bir yolculukta.  

Sesin sahibini göremedim. Dalga sesinden oluşan sisli bir ortamın içinde gibiydim. Neden sonra:

.A… Siz misiniz? diyebildim. Sizi diğerleri gibi bu âleme has bir görüntü zannettim. Bağışlayın.

Nutkum tutulmuştu. Nasıl tutulmasın? Az evvel hatırladığım, bana her şeyi öğreten o irfan sahibiydi karşımda duran. İçim içime sığmıyordu. Birden martının yanımda olmadığını fark ettim. Yanımdan ayrıldığına göre sürpriz dediği, bu karşılaşmaydı.

.Sen başını döndürecek bir şeye talip olmuşsun. Başın dönmesi de ne ki… İç âlemin dönüyor durmadan.

Bu ses her zamanki gibi içimdeki tedirginliği alıp götürüvermişti. Hep o konuşsa ve ben sadece dinleseydim…

.Ceylansın yeryüzünde; ama bu âlemde turnasın. Ürkeksin çayırlarda; ama turna ruhunda merak etmediğin ufuk yok. Herkes yolculuğa çıkar. Lakin çok azının ulaşmak istediği bir hedefi, beklediği bir cevabı var. Sen, hedefi olanlardansın. Biraz yürüyelim seninle. Sahil çok güzel. Hem de muhabbet ederiz.

.Benim için şereftir diyebildim. Heyecandan devamını getiremedim. Sesim çıkmıyordu. Halimden anladı ve soru sormadan devam etti:

.Hedefsiz yolculuk aynı cevabı beklenmeyen soru gibi, hayata hiçbir şey katmaz. Birisi adım kalabalığı, diğeri laf kalabalığı. İkisi de anlamsız kalabalıklar.

İyi ki herkesin yolculuğu böyle değil diye düşündüm. Yoksa ne deryanın anlamı bilinir ne de içindeki incilerin değeri anlaşılırdı.

.Bilirsin; Hz. Musa’nın da Hızır’la bir yolculuğu var. Önce Hızır’la buluşması, görüşmesi gerek. Bunun için yardımcısı Yuşa b. Nun ile birlikte yola çıkar. Buluşma mevkii “iki denizin birleştiği yer”dir.

Deniz kenarında denizle ilgili bu konunun dile getirilişi enteresandı. Ama ben bunun hikmetini öğreneceğimi biliyordum. Genelde böyle oluyordu. Bu sohbetlerin kendine has bir özelliği de konu – mekân uyumuydu.

.Denizle ilgili bir hakikatin deniz kenarında konuşulması dikkatini çekti değil mi? Muhabbetin ruhu hep uyum istiyor. Uyum huzurun adresi. Varlık âleminde bu hep var. Ama insanın olduğu yerde maalesef az. Sadece mabetler, bahçeler bu uyuma güzel örnek. Sen merak ettin içinden, ben söyledim. Şimdi esas konuya gelelim. Muhabbete pek halin yok gibi. Bu sebeple çok kısa cevaplar gerektirecek sorular soracağım. 

.Aman efendim! Siz nasıl dilerseniz…

.Peki. Hz. Musa buluşma noktası olan “iki denizin birleştiği yer”i nasıl bulur? 

.Taşıdığı balıkla. 

.Çünkü balığın canlanarak denize atlaması, buluşma yerini belirleyen bir işarettir. Mekân mucize. İşaret mucize. Sen de bulmak için yola çıktın. Yolunda senin yardımcın kimdi?

.İç sesim. 

.Doğru söyledin. İç sesin. Doğuştan verilmiş değerlerini hatırlatan yol arkadaşın. Gerçek seni, sana hatırlatmak için uyardı değil mi? Peki ne diyerek uyardı, hatırlıyor musun?

.Hatırlıyorum. “Dirilen mi yok? Girilen mi sığ? Atılan mı güçsüz? Yoksa “asa”nı mı kaybettin? Nedir bu halin?” dedi.

.Ama ondan önce bir şey daha söylemişti.

.Evet haklısınız. Hikmetli bir dörtlüktü; ama…

.Onu da ben söyleyeyim:

Balıklar dirilir Hızır eliyle,
Deryaya girilir arif diliyle,
Kulaçlar atılır âdem kuluyla.
Hakka yol açanı “Asa”n bilirim.

Şimdi bak şöyle bir etrafına. Ne görüyorsun?

.Deniz, sahil, dalgalar… Denizde yaşayan; ama göremediğim milyonlarca canlı. Ve ben mucizevî bir buluşma sonucu sizinle yürüyorum. 

.Dirilen balığın var ki, buradasın. Demek ki çoraksan bağa, çölsen vahaya, şaşkın bir beşersen gerçek insana seni çevirecek bir Hızır eli sırtını sıvazlıyor. Çöle sadece bir el karışır; sırlı bir el. Çölün yeşili işte bu eldedir. O el nereye değse “Hızır (as)” anlamınca hemen yeşillenir. Yaradan’ın dardaki kulunun yardımına koşturduğu, olmazı olur yapan bir el bu. Yaşananların görünmeyen hikmetli yüzünü bulduracak bir el.

Girilen su sığsa bu kabaran dalgaların hikmeti ne? Demek ki içinde fark edemediğin gaybı hisseden bir derinliğin var. Derinlik yoksa arif olanın yanında işi ne? Tamam kendinle gururlanma; ama olanı da yabana atma!

Önceden atılan kulaçlar güçsüz de olsa, artık güçsüz olmayacak. Çünkü Ceylan kendindeki gerçek âdemi; yaradılışındaki hikmeti fark etti. Bundan sonraki her mücaheden, her tefekkürün bu deryaya göre olacak.

Kovukta sana verilen neydi? Sahibini bulan gönül. O gönülle dağın bu yanına geldin. Her şeyden öte öyle bir yere vardın ki; dışı diken, içi şifa; dışı kayalık, içi gülistan. Acizliğinde kudreti, çaresizliğinde rahmeti buldun. Dışardan değil, kendi yarandan hakkın ve hakikatin kokusunu aldın. Şimdi sadece sana açılan bu sahilde sırlı bir sınırın; edebin üzerinde beraberce hakikate yürüyoruz.

Peki senin buluşma mevkiin neresiydi? 

.Kalbim. Biraz evvel ayrıldığım kovuk. 

.Yani zihin ve vicdan kanalının birleştiği yer.

.Peki buluşma noktasını bulmak için neyi aldın yanına?

.Unuttuğum özümü. 

.Çünkü özün içinde uyanarak hakikate yol alması sana Hızır’ı bulduracaktı. Peki kalbinde buluşacağın bu Hızır kim?  

.Biraz önce siz çok güzel izah ettiniz. Çoraksam bağa, çölsem vahaya, şaşkın bir beşersem beni gerçek insana çevirecek bir Hızır eli. Bu el “iman”dan başka ne olabilir? Çoraklığımdan kurtaracak, içimi yeşertecek imanım. 

.Bu değerlendirmeler isabetli ve yerinde. Bir üflemeyle sönmeyecek bir iman. Balık nasıl dirildiyse öz de ancak bu imanla uyanabilir. Peki buldun mu Hızır’ı?

.Allah’ın izniyle buldum zannediyorum. Gördüklerim, hissettiklerimden anladığım bu; ama….

.Haklısın bunu zaman gösterecek. Her cevherin değeri terazide belli olur. İmanın terazisi de hayatın ta kendisi. Yaşadıkça anlayacaksın kaç karatlık olduğunu. 

Musa’nın Hızır’la olan yolculuğu hikmete ve sabra dayalı. Senin de gerçek kimliğinle çıkacağın bir ikinci yolculuğun olacak. Ve bu, baştan başa hikmete ve sabra dayalı olacak. Başına gelenler karşısında “Nasıl oluyor bunlar?” sorusu devamlı beynini kurcalayacak. Ama bekleyecek, sormayacak, sabredeceksin. Vardır bir hikmeti diyeceksin. 

.Ben daha önce de böyle diyordum. Bu dünyada sınavdaysak, geçebilmek için bu iki sırrı bilmemiz gerekmiyor mu?

.Kendin söyledin, iki sır: Hikmet ve sabır. Dikkat et! Karşında derya var. Deryaya giriyorsun, sığ suda yüzmüyorsun. Derinlerden toplanır sırlar, çok derinlerden… Sır toplamayı bir de inciden, mercandan öğren! 

Herkes biliyor bu dünyanın sınav olduğunu. “Hikmeti vardır, sabret” sözleri dilden düşmüyor. Ama sınav başlayınca sapır sapır dökülüyorlar. Geriye ne sabır kalıyor ne hikmet… Hem bilginin hamalı ol hem bilge geçin. Ne tuhaf bir haldir bu… İnsanoğlu asırlardır ab-ı hayatı arıyor ve ölümsüzlüğün peşinde koşuyor. Gafil olan, ölümlü dünyada arıyor ve hiçbir şey bulamadan göçüp gidiyor. Şuurlu olan ise kendi özünde arıyor, gönlüne varıp buluyor. Sen böylesin. Ama yine de “Neden dara düştüm de bu yola çıktım?” diye sor bakalım kendine. Bundan böyle ya yüzmeyi çok iyi öğren ya da deryaya girme! İnci olmak istiyorsan dalgaya, fırtınaya yenik düşme!

.Haklısınız, diyebildim. Sırrı derinlerde arayacağım. Rabbimin izniyle dalgalara, fırtınaya yenik düşmeyeceğim.

.Sen yalnızca garip olmasını bil, aczine bürün. Rabbin önce çöllere atar seni, sonra Hızır eliyle çeker oradan, deryaya kavuşturur. Sen sadece fakrını bil, benliğinden kurtul. Yayı ne kadar gergin olursa olsun ancak dümdüz ok hedefine varır. Rabbinin izniyle yayını gerecek olan, okunu pürüzlerinden temizleyecek olan el, Hızır’ın elidir.

Sahil boyu bayağı ilerlemiştik. Birden durdu:

.Ben şimdi buradan ayrılıyorum Ceylan. Hakikat sınırında gösterdiğin bu edep, erdemdir. Aferin. Yâre yâr olanları, bizleri bu kadar sevmen de güzeldir, hayırdır ve sana çok şeyler kazandırır. Lakin Gerçek Yâr Olan’ın vereceğini kimse veremez. Her şeyin önemi kendi değerince; bunu unutma!

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply