İç Âlemimde Neler Oluyor? – Bölüm 1 

1

Ben İçten Seslenmesem Duyar mıydın Sesimi?

Balıklar dirilir Hızır eliyle,
Deryaya girilir arif diliyle,
Kulaçlar atılır âdem kuluyla.
Hakka yol açanı “Asa”n bilirim.

.Efendim!

.Dirilen mi yok? Girilen mi sığ? Atılan mı güçsüz? Yoksa “asa”nı mı kaybettin? Nedir bu halin?

.Kim konuşuyor? Kimsin sen?

.Tüm seslerden kaçtığında sığındığın iç sesin. Gerçek yoldaşın. Hakikatin, özün. Hiçbir yere sığamadığında sığındığın arkadaşın. 

.Yolumda dayanağım, yoldaşım. Sen misin?

.Evet, benim. Neler oluyor sende? Neden bunca zaman benden uzaksın? Yine de ben senin her halini, her acını ta zerrelerimde hissederek sesleniyorum. Uzaklaşmak unutmanın bir başka diliyse, unutmak var olduğun yerden silinmek demekse beni unutman kendini yok etmek değil mi? Ancak sildiğin ben değilim; sensin. Niçin görmediğim tepkileri sende görmeye başlıyorum? Öfke sana yakışmıyor. Sen benim ceylan tabiatlım değil misin? Ördüğün kalın duvarlar hiç senlik değil. Koştuğun çayırlara mı bir şey oldu? Yağmur mu yağmaz? Ceylan gözünde bin bir renge dönen suları mı kurudu gölünün? Ne oldu?

.Demek vefasızlık bana, vefa yine sana düştü. Gittikçe çetinleşen bir fırtına içindeyim. İnsanın hissettikleri bir rüzgâr mıdır? Kime esse karşısındakini önce vuruyor, sonra üzerine siniyor. Bende görmeye başladıkların böyle bir rüzgâra tutulmam. Sana olan vefasızlığım belki de böyle bir rüzgârdan nasibimi almam. 

“Balıklar dirilir Hızır eliyle diyorsun. Ama balık yok. Niyet yok. İçimde bir şeye ne yönelme düşüncesi ne de isteği var. Çünkü göl müsait değil. “Deryaya girilecekse arif diliyle…” Yanımda arif olmadan hikmet denizine karşı oturmuşum, neye yarar? Giremediği denizde âdem nasıl kulaç atacak? Tefekkür yolunu, kendiyle mücahede gücünü kimden alacak? “Hakka yol açanı ‘Asa’n biliriz.” Bilinir elbet. Hakikate her zaman yol açık; ama cevherini kullanana. Ben ise asamı kırdım. 

Koştuğum çayırları soruyorsun. Yeşilliğin içinde sevdiğim ne varsa hepsini toplamışlar. Tekrar büyürler diye bekledimse de nafile; çünkü toprağa düşen tohumlar değişmiş. Yağmur yağar yağmasına, veren verir rahmetinden. Lakin rahmeti anlayan yok; çünkü yağmurun düştüğü toprak değişmiş. Otlar diz boyu olmuş olmasına; ama içinde mineler, ballıbabalar yerine zehirli bitkiler çoğalmış. Isırganlar her yerimi yakar, baldıranlar tehlikeli. Zakkum ağaçları sadece seyirlik. Ne meyvesi var ne kokusu… 

Sevgiler de seyirlik. İlişkilerin ne bereketi var ne sıcaklığı… Güzel olan, anlamı olan her şey yok oluyor. En acı yok oluş nedir, bilir misin? İçten içe, yavaş yavaş gerçekleşeni. Kimse görmez ki derdini, yardım edebilsin. Kimse duymaz ki sesini, feryadına yetişebilsin. Bir de görmek istemeyenlerin, duymazlıktan gelenlerin arasındaysan… Zaman geçtikçe önce içindeki hayat ölür, sonra çürür. Ve sen neden sonra kokusunu duyarsın. Benim gölüme de olanlar budur. Onun suları yoksa güneş nasıl vuracak üzerine? Nasıl bin bir renge dönecek ceylan gözleri? Yalnızım; çok yalnız.

.Ah Ceylan’ım! Masumiyetin yansıdığı en güzel yanım. Senin halinden anlamayanlara ne muğlak bir bilmecesin. Ruhunu anlamayanların arasında yalnızlık, senin kaderin olmayacak da kimin olacak? Zaten bu değil miydi hep korktuğun şey? Haklısın; koşacağın yeşillik artık buralı değil. Has tohumların saklandığı ambarlar yok. Meyvelere bürünmüş ağaçlar, başka âlemlerin güneşine gülüyor. Senin miskini bilen ise hiç kalmadı. Kokunla daha önce mest olanlar, çoktan başka kokulara alıştılar. Sen ve senin gibiler bu dünyanın garibisiniz. Öğren artık bunu. 

.Eşek, yolda eşek pisliğini koklarmış. Bu kokuya alışana miski nasıl sunabilsin ceylan? Lakin sorarım sana: Ceylan tabiatlı olanların kaderi ahırda boğularak ölmek midir? 

.Tabii ki hayır. Bir kere ben varım yanında. Ancak bu hale düşmende senin hiç mi payın yok? Seni arayan benim, unutan sensin. Düşün bakalım: Neler böylesine yaralıyor seni? Neden hepsinde kızgınlığın, sitemin, küskünlüğün izleri var? Elinden gidenlere, gözünden kaybolanlara üzülmende haklısın. Fakat bu madalyonun başka bir yüzü yok mu? Bütün bu duyguların nefsinin toprağında yetiştiğini arif olan anlar. Çünkü elindeki ürünler hep nefis renkli. 

.Doğrudur. Bildin halimi? Ne güzel koydun önüme. Hissediyordum hayli zamandır kusurlarımı; ama ortaya dökülmesi senin dost elinle olacakmış. Ey dost! Şimdi söyle: Ben çevreme ve kendime rağmen hasretini çektiklerime nasıl kavuşacağım? İç âlemimde neler oluyor? Kim bana gösterecek? Var mı bir cevabın?

.Var elbet. Bizi halk eden, vermeyi istemeseydi istemeyi vermezdi. Ben içten seslenmesem duyar mıydın sesimi? Seni senden iyi tanıyan birine götüreceğim seni: “Gerçek İnsan”a…

.Gerçek insan ne güzel yolcudur! Hakka, hakikate yol almaktan hiç vazgeçmez. Sanki başka âlemden gelir bu dünyaya? Ayak izleri bu dünyalı değildir. Dünya bahçesinden topladıkları aynı değildir. Adeta arı gibi öz toplar. Doğru mu söylediklerim?

.Hakikat bu hayatın balıysa evet. Onun için hakikat yolcusu her yerden, her olaydan öz toplar. Durmadan, yorulmadan toplar. Çünkü bal yapacağı kovan da başka âleme özgüdür. Geniştir, derindir. Bilir ki yol alırken çevresinden bir şeyler tükenecek, kaybolacak ve ölecektir. Yine bilir ki basiretiyle topladığını gönlünde korursa şifa verecektir.

.Bana da nasıl şifa verildiğini bilmez miyim? Ne yazık ki hayatımıza renk katanları çabuk unutuyoruz.

.Sadece renk mi katılıyor hayatımıza? Bir varlık olarak bu çağdaki kendi gerçeğini bir düşün: Ölen fıtrî yanın kiminle dirilecek? Onunla. Olan bitenin hikmetini sana kim gösterecek, hayatın anlamını kim kavratacak? Yine o. Peki, içinde yaşadığın kaosa, batıla rağmen hak ve hakikati kiminle bulacaksın? Ancak onunla. 

Gerçek insan… Aczince kudrete teslim olmuş, fakrınca rahmete meftun. İçi dışı bir; Mevlâ huzurunda tam sadakati yaşayan. Adeta bir cenin gibi. El, hatta soluk değmemiş. Hepimiz hayatın başında ana rahminde bir ceniniz, sonra bir bebeğiz. İçimiz dışımız bir. Ana kucağında tam teslimiyetiz. Masumuz, tertemiziz. Toz değmemiş bir fıtratımız, üzerine gölge düşmemiş ruhumuz var. 

.Kaç kişi bu ceninin farkındadır? Kudrete teslim, rahmete meftun, huzurda tam sadakat… Onun gibi ilahî bir hazineye sahipken faydalanmamak hata. 

.Evet. Çok azımız kalbin rahmindeki bu bebeğin farkında ve hazinenin idrakinde. Haydi kalk! Gerçek insana gidiyoruz. Sorularının cevabını ve onları nerde bulacağını sana o söyleyecek.


Ceylan söylenenleri dinledi. Tek tek hepsini düşündü. Ve sonra kapadı gözlerini. Bir bayırdan süzülürcesine ta içine… ta derinliklerine kaymaya başladılar. Sanki derinler soluklanıyor, göl canlanıyordu. Kaydıkça sıcak, tatlı bir hava sardı etrafı. Sadık, sağlam bir dostun gönül eşiğinden de böyle geçilirdi ancak. Gölün sularında gün doğuyor, ceylanın içinde sabah oluyordu. 

.Ben de sizi bekliyordum. 

Sesinde ne kırgınlık vardı ne öfke. Sadece güven ve sükûnetle sarmaladı ikisini. Hakikati bulmuş, şüpheden uzak köşelerinden gelen ilahî havayla rahatladılar.

.Oturun bakalım. Belli ki bir istediğiniz var. Bu istek, önünüze konulan soruların ve cevapların hikmeti olabilir mi? Öyleyse çok çetin bir kapının önündesiniz demektir. Onu açmak kaç babayiğidin harcıdır? Ve açabilmek için de bana geldiniz.  

Kendileri bir şey demeden içlerini okuyan bu hikmete hayretle baktılar ve hiçbir şey diyemediler.

Ceylan’a döndü:

.Peki, kapıyı açtın diyelim. Ardında buldukların, karşılaştıkların karşısında dik durabilecek misin? “Bu, ben miyim?” dedirten sinsi dürtülerle baş edebilecek misin? Kendini aynı kitap gibi kalp merceğiyle incelemek için kaç yıl geçirmen gerekecek? Sana sunulan yeteneklerin, iç âlemindeki savaşın anlamını bulmak çok ama çok zor. Zorlanıyorsun, biliyorum. Biliyorum, hep bunları düşünüyorsun. 

“Evet” diyebildim. Boğazıma tıkanan, mahcubiyetim miydi, bilmiyorum. Bütün cesaretimi toplayarak devam ettim: “Haklısınız, hep dediklerinizi düşünüyorum. Düşündükçe de ümitsizleşiyorum. Ama düşünmemem mümkün mü?”

Her insan apayrı bir dünya olabilir. Bu gerçeği anlıyorum. Benim anlamakta zorlandığım, dünyamıza başımızı gömüp diğerinden habersiz olmamız, bir adam sendeciliğe bürünmemiz. Çünkü bürünme bizi “bu dünyanın merkezi benim” benliğine götürüyor. Bunlara şahit oluyorum. Benliğin yaptığı tek şey ise hükmetmek ve bencillik. Bencil adamın başkasına ayıracağı zamanı yok. Sadece bakıyor ve geçiyor. Ne iz bırakıyor ardında ne fayda. 

.Adam dediğin yürektir. Yürek dediğin alabildiğine toprak. Toprak dediğin aldığının karşılığını katlayarak veren. Adam eker, toprak verir ve hayat sular, korur. 

.İşte ben bu yürekleri, toprakları özlüyorum. Elleri emek, dilleri dilek, hisleri çiçek olanları özlüyorum.

.Özlemekte haklısın. Ancak istenilen olsaydı, arayışa gerek kalmazdı. Arayış yoksa yolcu olunmaz, yola ihtiyaç duyulmazdı. Her şeyin bir hikmeti var. Bütün bunların hikmeti, varoluşun değeridir. 

“Kişinin değeri nedir?” diye sormuşlar arife. O da “Aradığı şeydir!” cevabını vermiş. Yani aranılan şey, arayanın değeridir. Hayatının ölçeğidir. Cam mısın, elmas mı? Teneke misin, altın mı? Yalan mısın, gerçek mi? Hepsi ilk görüşte zahirde aynı görünür; ama çok farklı olduklarını hayat gösterecektir. Söyle bakalım; sen ne arıyorsun?

.Bulunduğum dünya ruhuma yetmiyor, sığamıyorum. “Ruhu, kalbi tatmin edecek şey başka boyutlardadır.” dediler. O boyutları arıyorum. Yolları yolum olanları, koskoca yüreklerini bir kelimeye sığdıranları arıyorum. Toprağımda iz bırakanları arıyorum. 

.Hükmetmek ve bencillik, emeği bilmeyenlerin, varlığı görmeyenlerin işi. Neyi ektiklerini bilerek işleyenler, neye baktıklarını bilerek seyredenler böyle değildir. Yüreği toprak olan bilmez ki hükmetmeyi? Merkezi Mevlâ olan ne bilir bencilliği? Demek ki tanıyorsun onları. Yalnızım dedin. Sen mi ittin; yoksa terk mi edildin? Nerede aradıkların? Ne oldular peki?

.Mevsimlerin hallerini herkes yaşar; ama değişimin hakikatini çok az kişi bilir. Ben de bilmiyorum. 

.Yolu yolun olanlar, koskoca yüreği bir kelimeye sığdıranlar, başka boyutlar… İşte bu dediklerinin hepsi manevî âlemin esintileri ve ruhun bu esintiyle serinlediğinden beri maddî kuruluktan kaçıyor değil mi? Haklısın. O âlemin ölçüleri buranın ölçülerine hiç benzemez. Oranın bir noktasında buranın milyonları kaybolur. Bu dünyada sırrını çözemediğin “zaman” dört boyutluyken oradaki boyutları aklın nasıl alacak? Sadece ruhun görür, kalbin hisseder. Onun için arayıştasın. 

Aradığın yürek de oradan beslendiği ve kendi kabından dil döktüğü için her kelimesinde hem kendi hem başkaları atıyor. Sen bundan etkilendin. Sözün hikmetini kavradın. Tadını aldın bir kez; artık başkalarını istemiyorsun.

.Evet! Evet!…

.“Ruhu, kalbi tatmin edecek şey başka boyutlardadır.” demişler sana. Tatmin olman için itminana ermen gerekir… Tatmin rahatlatma hali. İtminan; sakin, emin, huzurlu olma. Yüreğin dile gelir, her şeyden emin olursun. Kalbin rahatlar, ruhun nefes alır. Kısacası sen huzuru arıyorsun. 

Arif cevabına ayrıca şu hakikati de eklemiş: “Aradığın ancak sensin, sen.  Yolcu aradığına ne kadar açsa muradıyla o kadar bütünleşir. Önce açlığı zamana meyleder ve bir su gibi akar. Açlık arttıkça meyilden ihtiyaca, ihtiyaçtan iştiyaka ve iştiyaktan aşka yol alır. Kısacası halden hale döner. 

Susuza suyu billur bardaktan da sunsan aldırmaz. Suya ihtiyacı olan ise billur bardağı ne yapsın… İhtiyaç, her nimetin en önemli albenisidir. O, suya taliptir. Uzun zaman susuz kalan, can verme noktasında davet beklemez; atılır can havliyle. Can suya hasret, damarlar su iştiyakında tutuşurken, paslı tenekede olsa o bardak, billurdan değerlidir. 

Şu an sen de böylesin: Önce dilinden döktün, sonra aklına yazdın. Şimdiyse kalbinden damarlarına ve ruhuna yayılanın farkındalığını yaşamaya başlıyorsun. Böyle giderse onunla hemhal olacaksın. Yani, huzura ne kadar açsan onunla o kadar bütünleşeceksin. Öyle ki sana bakanlar, sende huzuru görecek. Yanında olanlar, huzuru hissedecek ve “Sen huzur olacaksın.” 

.Ben ki küçük bir Ceylanım. Bazen kendi gölgemden korkarım. Hele gölüm, çayırlarım olmadan bu dedikleriniz nasıl olacak? 

.Hazırlık lazım. Koskoca yüreklerini bir kelimeye sığdıranları arıyorsan “Önce kendi yüreğine bak, sonra dilinden dökülenleri tat.” derim. Sen gerçek kendini ne kadar az tanıyorsun… Ceylansın; ama korkak değilsin. Sana verilen nimetlerin, istidatlarının farkında mısın? Tabii ararken neye meylettiğini, ona neden bu derece aç olduğunu ve bu yolda ne çok engeli aşman gerektiğini de tek tek düşünmelisin.

.Kısaca anladığım, bu arayış yolculuğu benim bir çeşit eğitimim mi olacak? 

.Belki de en çetini, en ateşlisi. Huzuru kimler bulur, biliyor musun? Şüphelerinden, vehimlerinden kurtulanlar, kendilerinden emin olarak hakikati görenler. Yani senin ilk önce arayacağın şey, kendinden emin olmak. Bu dünyada her varlığın bir hakikati olduğu gibi senin de sen olarak bir hakikatin var. Kalbini, aklını, iradeni, ruhunu ne kadar tanıyorsun? Hep bu dünyadaki halleriyle değil mi? Bizler de -iç sesin, gerçek insan yönün- bu maddî dünyaya sığmıyoruz. Sen de bizlerden dolayı daralıyorsun.

Manası, çok derinde bir hakikat, insanın
Anlayamadan niceleri göçüp gittiler.
Hikmetini bilseydiler; özündeydi canın.
İnce, latif sırlarla dolu idi sineler.
Bilmediler kimdiler? Bilemeden bittiler.

İçindeki ses seni hakikatine uyandırdı. Birlikte bana doğru yola çıktınız. Canın içinde başka bir can taşıdığını anladın. Sinende neler yaşanır? İçinde kaç âlem dönenir? Sabahı nedir bu âlemlerin, gecesi nedir? Nedir latife dediğin, sır dediğin; kalbin, aklın, iraden, ruhun nedir? 

Mademki yola çıktın, sen bitmeyeceksin. Önce tanıyacaksın bizleri. O zaman benimle bütünleşeceksin. İnsanlık sanılan sahte güruhta tükenmeyeceksin.

.Nasıl tanıyabileceğim sizleri?

.Bir harita çizdim. Yol arkadaşına bir adres verdim. O adrese gideceksiniz. Yer, bir çarşı. Oradaki dükkânlarda aradığın cevapları bulabilirsin. 

Ne kadar yürüdüler, ne kadar zaman vardı varabilmeleri için kestiremediler. Ta ki uzaklardan gözlerini alan garip bir parıltı yayılana kadar. Değişik bir aydınlık… Sanki iç içe âlemler var da birbirinde yansıyormuş gibi. Yaklaştıkça aydınlığın ötesinde sihirli bir sarmalın içinde buldular kendilerini. İlerledikçe altın tozları iliklerine işliyordu. Tarif edilemez bir kanatlanma hissiyle adımları başkalaştı. Uçuyor gibiydiler.

Bu sonraki varlığın,
seni evvelki ve hakiki varlığa ulaştırmak
ve böyle bir varlığın olduğunu bildirmek için gelmiş asılsız bir varlıktır.
Senin senliğinde başka bir sen gizlidir.
Bu varlıkla var olup kendini gören kişiye kurban olayım ben.

Mevlâna / Mesnevi / VI / 3775-6

Paylaşın.

Yazar Hakkında

1 Yorum

  1. Muhteşem bir yazı.
    Bir solukta okumaya kıyamadım.
    Hikmet ve huzur dolu sözler, hisler…
    Ne diyeyim? Allah razı olsun, iyi ki varsınız.
    Elinize, emeğinize, güzel gönlünüze sağlık.
    Sevgi ve Hürmetlerimle,

Leave A Reply