Tolkien’in Zaman’ı – Bölüm 6

0

Bu yazı dizisindeki yazılar Verlyn Flieger’in A Question of Time isimli kitabından faydalanılarak ve kitap içerisindeki konu sırasına uyularak yazılmıştır.


J.R.R. Tolkien’in mektupları içinde 208 numaralı mektupta geçen bir anlatım, Tolkien’in zamanı Efsane-i Tolkien içinde nasıl konumlandırdığı hakkında bize fikir verdiği gibi, kendisinin zaman algısı ve yorumu konusunda da bizi aydınlatır. Tolkien bu mektupta ilk yaratılışı anlattığı ve Eru’nun Müziği olarak adlandırdığı müziği kısaca anlatır; Valar ile bu müziğin ilişkisini ortaya koyarken şöyle devam eder:

….Tek olan bunun ardından kendi Müzik’ini ortaya koyar, görünürde olan ahenksizliklerle beraber, görsel bir ‘tarih’ olarak.

Bu aşamada sadece bir geçerliliği vardır, bu da bizlere göre bir ‘hikaye’nin geçerliliği ile kıyaslanabilir: sadece anlatıcının zihninde ‘varolur’, ve bundan türeyerek dinleyicilerin zihninde (varolur), ancak (bu varoluş) anlatıcı ve dinleyiciler için aynı seviyede değildir. Tek olan (Anlatıcı) ‘Ol’ dediğinde, Hikaye Tarih’e dönüşür, dinleyicilerin seviyesindedir: ve dinleyiciler, eğer arzu ederlerse, (hikayenin / tarihin) içine girebilirler.

208. Mektup / Tolkien’in Mektupları / Humphrey Carpenter

Bu alıntı için şöyle bir not düşersem, anlatımın hoşluğu daha da berraklaşacaktır: Alıntıda “Ol” olarak yaptığım çevirinin aslı “Let It Be”dir. Elfçe’de dünya anlamına gelen kelimesinin anlamı, bir manada bu tabirin mukabelesi gibidir. Eä, İngilizce’de “It Is” anlamına gelmektedir. Türkçe’de bunu şu şekilde karşılayabiliriz. Tek olan “Ol” demiştir; dinleyiciler de Tek olanın “Ol” emrinin görsel biçimi olan dünyaya “Olan” ismini vermiştir.

Bu alıntının, Tolkien’in Zaman anlayışının Yaratıcı anlayışı ile olan bağlantısını ortaya koyması açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Bu ilişkiye yazının ilerleyen bölümünde döneceğim. Bu aşamada Verlyn Flieger’in Tolkien’in zamanı döngüsel olarak nasıl yorumladığı konusundaki notlarına dönmeyi daha uygun buluyorum.

Friedrich Nietzsche ve Giambattista Vico daimi bir döngüden söz etmişlerdir. Bu daimi döngü, Doğu Felsefesi’nin reenkarnasyonundan farklı olarak, insan tarihi boyunca benzer olay ve kurguların tekrar ederek yeniden ortaya çıkışı şeklinde tanımlanabilir. T.S. Eliot ve James Joyce da benzer kurguları kendi eserlerinde ortaya koyarak, bu bakışa artistik manada katkıda bulunmuşlardır. Bu konuda bir diğer önemli kavram, kadim tarih üzerine araştırmaları olan tarihçi Mircea Eliade’ın “Eternal Return / Ebedi Dönüş” kavramıdır. Bu kavram, aynı olayın, tarihsel olarak geride kalsa da, muhtemelen – hatta muhakkak – kadim tarih boyunca tekrar tekrar ortaya çıkışı olarak tanımlanabilir.

Tolkien, hikayelerin bir yazarın zihninde oluşumunu anlatırken, çok sevdiği ağaçlar üzerinden bir analoji kurar. Hikaye “karanlıkta büyüyen bir tohum gibi zihnin fundalığından dışarı çıkar” der ve bunu “bir kişinin kendi çürümüş yaprak/gübre yığını” olarak tanımlar. Bu analojiye devam ederek kendi zihnini de şöyle tanımlar:

Benim yığınım şüphesiz çoğunlukla dile ait malzemeden oluşuyordu.

Kendisinin hakim olduğu ve çok sevdiği iki dil olan Eski İskandinav dili (Old Norse) ve Eski İngiliz dili (Old English), kelimeler üzerinden oluşmuş döngüsel bir zaman yaklaşımına sahiptir. Bu dillerde görülen, kader ve zaman kelimelerinin benzer bir biçimde insanın üzerinde hakimiyeti olan kavramlar oluşlarıdır. Eski İngiliz dilindeki wyrd kelimesi, her şeyin etkisi altında olduğu “kader, alınyazısı” anlamına gelmektedir. Eski İskandinav kozmolojisindeki üç tanrıça (Nornlar) olan Urth (wyrd kelimesi ile bağlantılıdır), Verthandi ve Skuld da kabaca geçmiş, şimdi ve gelecek olarak çevrilirler.

Urth (geçmiş) ve Verthandi (şimdi) kelimelerinin, Hint-Avrupa kökenli olduğu düşünülmektedir. Bu kökenin de “dönmek” fiili ile ilişkili olduğu Flieger’in aktarımıyla Paul Bauschatz tarafından ortaya konulmuştur. Buna göre Verthandi “dönmekte olan, dönüşen” anlamları taşırken, Urth ise “dönmüş, dönüşmüş” anlamları taşımaktadır. Gelecek anlamına gelen Skuld ise (ki günümüz İngilizcesi’nde gereklilik içeren modal fiil ‘should’ da bu kelimeden türemiştir.) bu ikisinden bağımsız daha farklı bir anlam taşımaktadır. Skuld’un taşıdığı anlam ise “daha önceden hükmü verilmiş” şeklinde tanımlanabilir.

Flieger’e göre hem çağının düşünür ve sanatçılarının yaklaşımı hem kadimden gelen sezgisel bilgi hem de Tolkien’in sevdiği ve hakim olduğu dillerdeki efsanelerin ve dolayısıyla o dillerin içerdiği döngüsellik onu oldukça etkilemiştir. Bu kendisine zamanda yolculuk yaklaşımını olgunlaştırabildiği, uygun bir alanı oluşturmuştur. Burada söylemem gereken bu döngüsellik ile daha önceki yazılarda ortaya koymaya çalıştığım, zamanı bir saha olarak görmek arasında oluşur gibi olan zıtlığın aslında olmadığıdır. Aslında Tolkien, Zaman’a ait tüm görüşleri iç içe alan bir anlayışa sahiptir. Zaman doğrusaldır; çünkü ileri ve geri gidiş doğrusallıkta mümkündür. Zaman döngüseldir; çünkü efsanelerden, dinlerden, masallardan ve söylencelerden gelen bilgi, benzer olayların tekrarlandığını bize hissettirir ve biz de bunları sezgisel olarak onaylarız. Zaman bir sahadır; çünkü Zaman da bir Yaratıcı’nın eseridir, ve Yaratıcı’nın öngördüğü şekilde diğer yaratılmışları kapsar ya da hapseder.

Zaman yolculuğu kavramını işleyen kurguların en iyi örneklerinden birisini vermiş olan H.G. Wells’in yanında Olaf Stapledon ve hatta Mark Twain de aynı konuda önemli eserler ortaya koymuşlardır. Bu alanda yazan bir çok yazarın ortak noktası, bu konuda felsefi bir spekülasyon yapma güdüleri oluşudur. Diğer yandan bir diğer ortak noktaları da insan türünün geleceği konusunda ortak fikirlerinin pek de olumlu olmayışıdır. Bu bir çok yazarı ve düşünürü zaman konusunda felsefi ve teolojik yorumlar yapmaya götürmüştür. Bu bazen Tanrı’ya karşı olan bir kin oluşturmuş ve O’nun varolmadığını ispat çabasına dönüşmüş bazen de O’nu yeniden tanımlama çabasına dönüşmüştür.

Flieger, Tolkien’in, kabaca söylemek gerekirse, zamanının insanı olduğu için Zaman kavramı üzerinde kendi yaklaşımını ortaya koyarken bu ortamdan etkilenmiş olduğunu düşünür. Flieger Tolkien’i incelerken kendi zamanını da incelemenin önemini vurgular. Bu yöntem olarak doğru bir yöntem olsa da Flieger’den ayrıldığım nokta böyle bir etki varsa bile bu etkinin oldukça asgari düzeyde oluşudur. Tolkien’in ana kaynağı olan dilbilim, Tolkien’in ilksel beslenme kaynağıdır. Bu nedenle Beowulf üzerine yaptığı çalışmanın kendi üzerinde oluşturduğu etki, yani Başka Zaman’ın Tolkien üzerinde oluşturduğu etki, kendi çağdaşlarından kat be kat fazladır.

Flieger’in düşünceleriyle bu noktada ayrılsam da, kendisinin sonraki tespitleri hayranlık vericidir. Flieger, Tolkien’in zaman üzerine düşünme, kendi zamanından kaçma konusunda tetiklenirken, çağdaşlarıyla benzer bir hayal gücü kullanımına ve benzer dürtülere sahip olsa da Tolkien’in onlardan çok önemli bir noktada, arifane bir biçimde ayrıldığını vurgular. Tanrı hakkında, çağının düşünürlerinin ve sanatçılarının varolmadığını ispat çabası Tolkien’de zerre yoktur. Tolkien Tanrı’yı yeniden tanımlamaya, ona yeni bir konum vermeye de çalışmaz. Bilakis Tolkien, Flieger’in deyişiyle, insanlığı tekrar tanımlamaya ve daha da önemlisi Yaratıcı ile yaratılmışın ilişkisini tekrar tanımlayamaya çalışır. Oğlu Christopher Tolkien, Silmarillion’a yazdığı önsözde, babasının fanteziyi “kendi arifane yansımalarının aracı ve emanetçisi” olarak gördüğünü, bunun onun başlıca “felsefi ve teolojik uğraşı” olduğunu belirtir.

Burada Tolkien’in mektuplarındaki kendi sözlerine yer vermek, onun bakışını kendi sözlerinden dinlemek çok daha etkili olacaktır. Tolkien Frodo’nun başarısızlığını sezen bir yorumcusuna yazdığı mektupta, bu tespitin çok yerinde olduğunu söyler. Basitçe bakıldığında Frodo aslında kendi görevini başaramamıştır; bu durumu ahlaki bir sorun olarak görenler de olmuştur. Tolkien bunun sebeplerini mektubun ilerleyen noktalarında anlatır; ancak bundan önce buna basitçe bakan ve sadece bunu görenler hakkında şunları yazar:

Onların zayıflığı, ancak, iki yönlüdür. Zaman’da verilen bir durumun karmaşıklığını algılayamazlar, ki o anda mutlak bir gaye için tuzak kurulmuştur / mutlak bir gaye örgülenmiştir. Onlar Dünya’da varolan ve Şefkat ya da Merhamet olarak adlandırdığımız yabancı / tuhaf bir bileşeni de unutma eğilimindedirler, ki bu ahlaki bir hüküm için mutlak gereklidir (İlahi nizamda var olan bir şey olduğu için). En yüksek uygulamada, bu (Şefkat ya da Merhamet) Tanrı’ya aittir.

246. Mektup / Tolkien’in Mektupları / Humphrey Carpenter

Devam edeceğiz…

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply