Sokak – Bölüm 27

0

Bahçıvan

.Hayata sıfırdan başlamak ve her şeye rağmen ümidi kesmemek. İnsan bunların önemini ancak başına bir şey gelince anlıyor. Hele eşler arasındaki dayanışma, fedakârlık. Melek’in bu aileden öğreneceği çok şey var. Ben kızım adına seviniyorum. Havai yetişmesini hiç istemedim. O da beni yanıltmadı. Ama belli olmaz. Okul bitti. Eğitime devam edeceğim diyor. Konusu moda. Burası İstanbul. Kimler olacak etrafında? Zor… Hocam…zor!…

Bizim evdeyiz. Nur’la karşılıklı oturmuş kahve içiyoruz. Bu, geçerken bir uğramak istedim ziyareti değil. Sadece telefonda tek cümle: Hocam size geliyorum!

Rüyasında beni görmüş. Karışık bir rüya. Merak etmiş. Rüyayı anlatıyor. 

.Hayırlara çıkarsın Nur. Rüya yorumunu hiç yapamam. Üzerinde akla geldiği gibi konuşulmasını doğru bulmuyorum. Çünkü insanın içindeki dünyayla ilgili bir sır. Ve ben o dünyanın kelimelerini, cümlelerini bilmiyorum. Bu kelimelere anlam yüklemek, ehlinin işi olmalı.

Konu, Menekşe ile Salih’in yeni bir ortama bu denli çabuk ve kuvvetlice tutunmaları konusuna geliyor. 

.Kendilerini bu hızda geliştirebilmelerine şaşırıyorum Hocam. Böyle giderse seneye ikisi de mezuniyet belgelerini alacak. Helal olsun Yalın Bey’e! Aklına koyduğunu yapıyor. Geçen gün Salih’e derslerini sorduğumda bu sıkı tempoya alıştıklarını ve böyle de devam edeceklerini söyledi. Menekşe’nin cidden gözü kara. Bakmayın ufak tefek oluşuna. Benim diyen erkekten daha sağlam duruşlu. Gevher Hanım’ın yanında yemek konusunda iyi pişti. Ortaokuldan sonra liseyi de bitirecekmiş. Hayali, Açık öğretim Fakültesi Aşçılık Bölümü’nden diploma almak. 

.Demek ki samimiysek günü gelince içimizdeki ümitler ve niyetler cevabını Yaradan’dan alıyormuş Nur. 

.Haklısınız. Melek de cevabını almaya başladı. O da çok çalışıyor. Kızım, benim hem evladım hem eşimin emaneti. Evlat çok seviliyormuş. 

.Evlat canın bir parçası. Evlat dediğin sadece dünyaya getirdiğin mi? Ya sonrası? Anne ve babanın bütün sevgisinin işlendiği bir kitap gibi. Kağıdı farklı, üstelik üzerinde sayısız imzamız ve bir ömrün mührü var. Ve zaman geçtikçe, üzerinde göz nuru olan sayfalar çoğalıyor ve bir kitaba dönüşüyor.

.Benim inandığım bir şey var Hocam. İnsan gönülden isterse başka bir insanın dünyasına rahat girebiliyor. Kapılar kapalı da olsa doğru anahtarı bulan açabiliyor. Yalın Bey’in açılmasının da böyle olduğunu sanıyorum. Ama ne yazık ki bazıları bunu anlayamıyor.

Nur’un ses tonunun son cümlede birden artması dikkatimi çekiyor.

.Bir şeye canın mı sıkıldı senin? 

.Şey… Her seferinde bir şeyle canınızı sıkmaktan korkuyorum. 

.Nur? Aramızda böyle şey olabilir mi? Bizler ruhdaş değil miyiz? Maide Hanım ne diyordu? “Ruhdaşlık ne büyük sevdaymış Elif kardeşim.” Onun dediği gibi bunun tadını alamayan, bu sevdanın lezzetini de bilemez. Elbet bu lezzette acı da olacak tatlı da. 

.Öyle de Hocam… Ne bileyim? Öyle düşündüm birden.

.Sen bu konuda düşünme; sadece hisset. 

.Geçen gün Mümtaz babamın çalışanlarından biri geldi. Zannediyorum avukat. Çalışma odasında konuşurlarken kahve ikramı için odaya girdiğimde duyduğum sözler canımı sıktı:

.Mümtaz Bey. Lütfen yanlış anlamayın. Benim ve bazı arkadaşların şu andaki tempolu çalışmalardan biraz endişesi var. Yalın Bey çok girişken ve çok zeki biri; ama…? Ne desem… Bazı projeleri sanki gücü aşıyor. Yeni gelen arkadaşı da kendisi gibi atak. Bu da endişelendiriyor. Siz her zaman yardım konusunda çok şeyler yaptınız. Hâlâ da devam ediyor. Okuttuğunuz gençler malum. Ancak bir mahalleye el uzatmak fazla hayal ürünü değil mi? 

Yüzümün rengini fark eden babam, hemen odadan çıkmam için üşüdüğünü ve hırkasını getirmemi söyledi. Ben de Menekşe’den rica ettim. O konuşmayı bir daha dinleyemezdim. Çünkü kendimi tanıyorum. Olmadık bir şey söyler, babamı mahcup edebilirdim. Neyse adam fazla kalmadı. Çünkü az sonra Mümtaz babam beni yanına çağırdı. 

.Bak kızım. Bu tip konuşmaları çok duyacağız. O beyefendi kötü biri değil. Kaç yıllık çalışanımız. Dürüst, çalışkan, sadık. Diğerleri de öyle. Hepsini iyi tanırım. Ama Yalın’ın yapmak istediklerini anlayamazlar. Harun’un ataklığına anlam veremezler. Sen biliyorsun ne hikmetleri yaşadığımızı, nelere şahit olduğumuzu. Biz Müşfik dedeyi nasıl anlatacağız onlara? Onun kerametli sözlerini nasıl izah edeceğiz? Anlayacaklar mı zannediyorsun? Hayır. Ne yapalım ki bu hal şu anki beşeriyetin gerçeği. Merak etme sen. Ben gereken şeyi söyledim kendisine. Anladı veya anlayacak. Anlamasa da fark etmez. Ben sonuna kadar oğlumun arkasındayım. Ahmet desen sorumluluğu bize bıraktı. Değil mi Maidem?

.Öyle Mümtaz Bey. Her şeyimizle arkasındayız. Baban doğru söylüyor kızım. Bizim hikmetle dolu dünyamız farklı. Ama bizim gibi olan –çok şükür- var. Hem de sandığımızdan fazla. Harun Bey genç bir adam. Bu şartların çocuğu. Arif de Ömer Bey de öyle. Hatta Âyende. Peki hepsi birdenbire mantar gibi mi bittiler? Bu topraklardan ümidimizi kesmeyeceğiz. Çünkü toprağın kalitesini biliyoruz. Yalnız İhsan Bey’in “masal dünyası” sözünü kendisine hiç yakıştıramadım.

 Sonra çekmeceyi açarak üzeri sarılı bir şey getirdi. 

.Mümtaz Bey. Bu minyatürü siz de bilmiyorsunuz. Gösterecektim; ama tamamlanacak birkaç yeri vardı. Neyse bu konuşma sebep oldu. Oğlum için yaptım. Sizlere bile söylemedim. Bir tek Melek biliyor. Ondan da söz aldım. Geceleri hepiniz uyurken, gündüz bir yerlere gittiğinizde oğlumu içimde hissederek çalıştım. Birkaç kez Yalın beni çalışırken yakaladı; ama bir şey anlamadı. Minyatür; onun hayallerini, tasarımlarını, beklentilerini anlatıyor. Adı “Bahçıvan”. 

Sonra bana döndü:

.Nur. Sakın kızına kızma! O, sadece verdiği sözü tuttu. Bir de ne düşündüm biliyor musun? Yalın’a “Bahçıvan”ı verirken Elif de yanımızda olsun. Sanırım oğlum bu dostluğu seviyor ve ona iyi geliyor. 

Yani Hocam yakında küçük bir açılışa davetlisiniz. Âyende’nin davetine engeliniz vardı; gelemediniz. Ama inşallah bir terslik olmaz da buna gelirsiniz. 

.Haa… sahi nasıl geçti? Neler yaptınız o gün?

.Biliyorsunuz Âyende yeni bir yerde oturmak istemedi. Eşinin oturduğu katı ve bilhassa terası çok sevdi. Gerçekten çok değişik biri Hocam. O küçük kız duruşunun içinde böyle bir olgunluğu, derinliği nasıl korumuş çevresinden? Tabii onu en iyi tanıyan, Yelda Hanım. Gerçekten ablası gibi. Biliyor musunuz, Yelda Hanım bana çok benziyor. İçim ona nedense birden ısındı. Nasıl desem? Size bile ilk başta mesafeliydim. Belki duruşunuzdan, yaşınızdan; bilmiyorum. Ama bu kadın hakkında verilen “yılanı bile sever” teşhisi var ya… 

Üst kattaki diğer daire aileden birinin ve satılıkmış. Arif Bey orayı satın almak istiyor. En üst kat dubleks. İki dubleks birleşince kocaman bir daire olacak. Arif Bey Nazlı ablasını asla bırakmaz. Bu sebeple de daireyi genişletmek isteyebilirler. Esasında fikir Âyende’ninmiş. Büyük annesinden kalan mirası eşine teklif etmiş. O zaman üst katı komple; tamamıyla restore edecekler. Manzara harika. Bizim bahçenin üstten görüntüsünü görmeliydiniz.

Nur’un bu ziyaretinin üzerinden bir hafta geçti. Sabah erkenden onun telefonuyla uyandım. 

.Hocam. Bugün nasılsınız? İnşallah bir işiniz yoktur.

İnşallah ile başlayan sözden davet olduğunu anlıyorum.

.Tamam Nur. Anladım. Çok şükür bir sıkıntım yok. Hatta bugün evde kimse olmayacak. İşim de yok. Alabildiğine özgürüm. Davete geleceğim. Yalnız ikiden önce olmasın. 

.Tamam Hocam. Ancak özgür olmanız mümkün değil. Melek gelip sizi alacak.

Bugün herkesin ayrı bir yerde işi var. Kahvaltıyı erken hazırlayacağım. Nur’un uyandırması iyi oldu. Ah… heyecanlı atak kardeşim! İyi ki varsın. 

Yatak odamın penceresi büyük bir kestane ağacına bakıyor. İki taneydiler. Biri yok artık. Kalana gözümle değil yüreğimle bakıyorum. Beyaz kandillerini yakalı çok oldu. Hava sürpriz yapıyor. Bulutlar gitmeye başladı, rüzgârın etkisi azaldı.

Kahvaltıda, Nur’la konuştuklarımızı anlatıyorum eşime. Minyatürden söz ediyorum. Annenin bu hassasiyetinden etkileniyor. 

.Senin masalın da bu sokak değil mi? Ben de gerçek olduğunu o insanları tanıyarak gördüm. Hakikati öyle herkes göremez. Varsın birileri masal desin. Sokak da senin masalın da gerçek. 

Her kahvaltıdan sonra hemen işe girişme yok. Beden yediklerini sindirirken, bir kitapla veya bir müzikle ruhun da kahvaltısını yapması lazım. Maide Hanım’ın oğlu için yaptığı minyatürün adı acaba neden Bahçıvan? Gülüyorum kendime. Biraz sonra kendisine sor diyorum. İlla ki düşünmeye yer mi arayacaksın?…  

Bahçıvan ne yapar? Bağa, bahçeye bakar. Toprağı terbiye eder, çiçekleri sular, ağacı baştan ayağa gözden geçirir. Zararlı böceklerinden temizler. Her zamanki alışkanlığımla kelimenin kökenine iniyorum. Bahçıvan, Bağçe- ban. “Bağ” kısmet, hisse, bağış. “Ban” ise bakan, bekleyen demek. Buna göre bahçıvan hissesine düşene bakan, kollayan oluyor. Bu anlamda, hem sorumluluk hem bir şeye odaklanmak var. Bahçıvan kendine ne düşmüşse sadece onunla ilgileniyor ve koruyor. O zaman sorumluluğu idrak eden herkes, bir bahçıvan sayılır. İşini yürekten yapan, bir bahçıvandır. Eksiğe, hataya takılmadan çözüme giden, toprağı ayrık sarmış diye her şeyi kökünden sökmeden aradaki çiçekleri fark edip koruyan da bir bahçıvan.

Bu dünyada her birimize düşen pay, bizim nasibimiz. Yaşamamız için ayrılan hisse, ömrümüz. Verilen beden, kabiliyetler, imkânlar birer bağış. Peki kim bunların başını bekleyecek, koruyacak? Elbette biz. Demek ki benim varlığımda bir bağ, bahçe var. O zaman ben de bir bahçıvanım. Bakalım Maide Hanım minyatürünün figürlerine, çizgilerine neler işlemiş? 

Melek tam zamanında kapıda. Yol boyunca gerçekleştirdiği şeylerden söz ediyor. Âyende ile birlikteliği onu bayağı geliştirmiş. İçindeki yetenek tohumlarını toprak üzerine çıkaran bir el, ona ufku göstermiş. 

.Galiba Âyende, senin bahçenin bahçıvanı olacak Melek.

Susuyor. Belli ki ne demek istediğimi anlamadı. Nerden bilsin kızcağız bu yaşlı kadının kafasında nelerin dolaştığını?

Yalın Bey henüz gelmemiş. İstanbul’un trafiğine takılmışlar. Mümtaz Bey ilk tanıdığım zamanki gibi yine gözleriyle gülüyor. Maide Hanım hep aynı zarafetinde. Nur’a takılıyorum.

.Pervin Hanım İsviçre’den mi gözlüyor seni? Bu kıyafet çok yakışmış. 

.Pervin’in gözleyecek pek hali yok Elif kardeşim. Ahmet hâlâ kendini toparlayamamış. Artık eski enerjisi kalmadı. Eh… yaşımız da malum. 

.Özür dilerim. Kusura bakmayın. Elimde olmayan nedenlerle geciktim.

Yalın Bey hatırımızı sorduktan sonra babasına işle ilgi bazı bilgiler veriyor. Biz de oradan burdan konuşuyoruz.

.Anne. Bugün sizin hayaliniz olan bir şeyi gerçekleştirdik. Bir atölye bulduk. Dediğiniz gibi dikişten resim yapmaya kadar her el sanatına yer verilecek. Salih’in memleketinden üç arkadaşı daha geliyor. Hepsi inşaatta çalışan ustalar. En üst katta oturacaklar. Biri Kerim’in eşinin kardeşiymiş. Sanırım hepsi bekar. 

Annesinin gözlerinin dolduğunu görünce yanına gidiyor.

.Merak etme. Her şey güzel olacak. Ancak zaman gerekiyor. Kim ne derse desin sizler inandınız ya… Bu bana yeter. Harun iş yerinde birini gözüne kestirmiş. Yeni mezun; ama ateş gibi. Burslu okumuş. Atölyeye gerekli olan ne varsa o halledecek.

.İyi yapıyorsunuz oğlum. Sizin gerçekleştirmek istediklerinize de böyle insanlar gerekli.  Hayali olan, geleceğe ümitle bakan, coşkulu ruhlar. Bu ortak özellikler birbiriyle kaynaştıkça dediğin gibi Salih’in cinsinden bir familya oluşur. Ve bu özel aile ile sen, nice masal denilenleri hakikate çevirirsin. 

.Haklısınız baba. Kim ne derse desin; hatta masal okuduğumu zannetsin. Önemli değil. Biz şifalı bir nazarla çözüldük, sırlı bir sözle düştük yola. Bu yolun haramileri korkutamayacak bizi. Masalı suretiyle değerlendirenin alacağı şey, ancak bir varmışla başlar ve bir yokmuşla da biter. Bizimki bitmeyecek. Zannedilir ki masallar hep eğlence içindir ve uyutur. Ama öyle değil. Biz uyandıracağız. Masalda öyle bir dil var ki her çağa her coğrafyaya seslenir. Evrenseldir. İnsana kendisini anlatır. Kendini tanıyan da zaten yerinde duramaz, içindeki sınırsızlığa koşar. 

.Vallahi Yalın Bey. Siz mi konuşuyorsunuz, yoksa bir bilgenin ruhu mu? Anlayamadım. 

.Anlayamayacak ne var Nur! Ne denildi biraz önce? Biz şifalı bir nazarla çözüldük, sırlı bir sözle düştük yola.” Elbet Dedenin etkisi var. 

Bunu der demez çekmeceye giderek sürprizini alıyor. 

.Oğlum. Bu paketteki şey, senin verdiğin müjdeye ve bu anlamlı sözlerine benim cevabım.

Yalın Bey heyecanla elleri titreye titreye paketi açarken sanıyorum herkesin de benim gibi içi titriyor. 

.Anne! Bu harikulade bir cevap. Ne diyeceğimi bilemiyor…

Eskisi gibi yine nutku tutuluyor. Ama bu sefer sözün söyleyemediğini gözleri ve elleri söylüyor.

.Biraz evvel diyeceğini dedin zaten oğlum. Bu minyatürün adı “Bahçıvan”.

Ve Maide Hanım oğluna neden bu temayı seçtiğini, bahçıvanın ne anlama geldiğini tek tek anlatırken bizler de minyatürü elden ele geçirerek inceliyoruz.

Bu bahçıvan sensin oğlum. Bahçen senin iç âlemin. Orada beslediğin ümitlerin, tasarımların. Şu anda çok farklı şeyleri üst üste düşünüyorsun. Çoğu zaman işin içinden çıkamıyorsun. Projelerin var. Etrafına sana inananları topluyorsun. Sana inanan olduğu gibi inanmayan da var; hatta alay eden. Ve bu hep böyle olacak. Hayalperest diyecekler, masal anlatıyor diyecekler. Babanın dediği gibi sen ve beraberindekiler masal denilenleri hakikate çevireceksiniz.   

Minyatürde bir daire var. Dairenin kenarında rengarenk çiçekler yan yana. Dairenin içinde daha geniş bir daire daha var. Tamamıyla yeşil renkte. Ve onun tam ortasında küçük bir daire. Simsiyah. Aynı göz bebeği gibi. Aslında onun anlamı başka. “Nerden geldi aklına anne bu şekil?” dersen…

.Nur! Çekmecede bir kitap olacak. Getirir misin?

Kemal Ural’ın “Küçük Şey Yoktur” adlı kitabı. Gelişigüzel sayfaları seçer ve okurum. Oradaki bir kısımdan aldım bu ilhamı. 

Ve arasına ayraç koyduğu sayfadan okuyor:

Küçük şeyler büyük şeylerin tohumlarıdır. Büyüğe küçükle erişilir. Şarkı istiyorsan notalara, ağaç istiyorsan tohuma, mutlu tablo içinse küçük fırça darbelerine yönelmelisin önce.

Kemal Ural / Küçük Şey Yoktur / s. 131

Oradaki “Ağaç istiyorsan tohuma yönelmelisin.” fikri hoşuma gitti. Aynı senin yapacağın gibi küçük şeylerden ağaca ulaşmak. Düşüncelerine masal diyenlere işte bunu bildirmelisin ve yaptıklarınla anlatmalısın. 

Masalda ne zamanın ne de mekânın sınırı vardır. Sınırsızlığın sırrı “bir zamanlar”daki “bir”de gizlidir. Mekân ise Kaf Dağı’nın ardı kadar uzak. Masalda zamanın ve mekanın bu sırrı, kahramanın yolculuğa çıkmasıyla başlar. Neden kahraman? Herkes çıkar mı yola? Hayır. Çünkü çıkılacak yol gözü pekliği, sabrı gerektirir. Oysa nefis bunları sevmez. Duymazlıktan, görmezlikten gelir. Akıl ise bilinmeyene yol almaktan korkar. Her adımın ardındaki hakikatte ne vardır? Her şeyi ellemek, tanımak ister. Bu sebeple masalda yol alan, kalptir. Kalbinin sesini dinleyen, yola düşer. 

.Aynı kokuyu aramam gibi mi? Çünkü o kokuyu ben burnumla almıyordum. Kalbimde hissediyordum. Dedem de “Evlat! Aradığın o koku, onca dolaştığın dağ bayırdan değil, kendi canından geliyor.” demişti.

Evet oğlum. Bahçıvan masallara inanır. Her bahçeye girdiğinde masal ülkesinde bulur kendini. O bir kahramandır. Emeği, ümitleri, hayalleri, gücü gerçeküstüdür. Bu gücü çeken başka bir güç vardır toprakta: Gömülü bir hazine. Elindeki birbirine benzer tohumlardan onca bereketi, güzelliği çıkartan bir hazine. Aynı çocuk gibi o tohumları dinler. Yüreğini masaldaki kahramanın gücüyle, ellerini mekânın genişliğiyle, beklentilerini zamanın sınırsızlığıyla besler. Zaten elleriyle dokunduğu toprak da bir masal gibidir. Tohumları serper. Aynı suyla sular ve zaman zaman aynı yağmur yağar ve her gün aynı güneş ısıtır. 

Sen görevini yap, ışık ol deniz feneri gibi fırtınaya aldırma. Çünkü yoktur vicdanın uyanamayacağı saat. Gerçeğin tohumu bir kez, yeter ki kalbe düşsün!…

Kemal Ural / Küçük Şey Yoktur / s. 187

Ve gün gelir, tek yeşil bürümeye başlar toprağı. Sonra ne olur? Farklı boylar, farklı yapraklar. “Nerden çıkar bu birbirine benzemez çiçekler?” diye düşünür. Hele meyveler… Nereden gelir bunlar? Kim yapar bunları? Bu masal değildir de nedir? 

.O zaman anne. Merkezdeki küçük daire tohum mu oluyor? Ortadaki geniş daire de filiz verdiğinde toprağın üstünü saran yemyeşil dallar, yapraklar. Ve sonra tek yeşilden türeyen farklı boyda, renkte çiçekler ve meyveler… Esasında bu minyatür birden fazla şey anlatıyor gibi.

.Doğru anladın oğlum. Minyatür, ona bakanın niyetine göre birden fazla şey anlatıyor. 

Tam bu sırada elindeki minyatüre bakan Nur, yine içinden gelen o etkili ses tonuyla konuşmaya başlıyor:

.Gökten aniden benek kadar küçük zerreler düşmeye başlar. Kimisi beyaz toprağa düşer, kimisi kırmızı toprağa, kimisi sarı toprağa. Sabah olur, güneş açar; gece olur, ay çıkar. Gök gürler, rahmet yağar ve bahçıvan gelir, çapalar. Bahçıvan yağmur yağsa da yağmasa da her gün gelir. Toprağı havalandırır, düzenler. Ne bir fazla ne bir az; hep aynı halde. Emeğinin yanında yüreğini, terinin yanında ümidini verir. Günler geçer. Kırmızı, sarı ve beyaz topraklar kabarmaya başlar. Hiçbirinin rengi değişmez; ama hepsinden çıkan hep aynı yeşil renktir. Bahçıvan sevinir. Zerreler farklı renkteki toprağa düşse de hepsi aynı gökten geliyordur. Ve bu hakikati hiçbir toprak değiştiremez. Çalışmaya devam eder. Çünkü o böyle inanmış ve inandığına da şahit olmuştur yıllarca. 

Susuyor. Yaradılışın mucizesi ruha bir şifa gibi. Konuşan hakikatse susmak en güzeli. Neden sonra:

.Bizler insanız, farklı yaratılmışız. Birbirimize benzemeyiz. Dünyaya gelen sayısız insanın parmak izi, sesi, saç teli birbirine benzemez. Her birinin yüz şekli, dokularının molekül yapısı kendine hastır.Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O’nun ayetlerindendir.”1 ayeti bu gerçeği dile getirir.

.Çok doğru Mümtaz Bey. Huylarımız da birbirine benzemiyor. Doğduğumuz yeri, yetiştiğimiz aileyi, edindiğimiz kültürü de hesaba katarsak apayrı halde, değişik renkteyiz. Aynı dış dairedeki çiçekler gibi. Ama ortak noktalarımız çok. İki elimiz, iki ayağımız, iki göz, iki kulağımız, tek burnumuz var. Hepimiz ağzımızla konuşuyor, ciğerlerimizle soluklanıyoruz. Kalbimizde inancın, sevginin, vicdanımızda adaletin mührü var. İkinci geniş yeşil daire de bu benzerliği, beraberliği anlatıyor ve bizi bir hakikate götürüyor: “Hepimiz insanız ve yaratıcımız tek olan Allah.” Ve Bahçıvan bunu idrak eden biri. 

Bir annenin çocuğuna verebileceği ne güzel bir nasihat. Eve yürüyerek gitmek istediğimi söylüyorum. Dolu dolu bu sohbetten sonra yürürken düşünmenin bana zevk verdiğini belirtiyorum. 

Doğru yerde, doğru insanlarla, doğru olanı konuşmak. Ruhuma bir bahar rüzgârı gibi esiyor. İnsan olduğumu bir kez daha hatırladığım, ümidimi körükleyen dakikalar bunlar. “İşte yaşamanın gerçeği bu!” diyorum. Ancak ne yazık ki toplumda yaşanan olumsuzluklar da birer gerçek. Peki kim düzeltecek bunları? Hem zaman hem mekân kaosumuz olmuşsa o kaostan kim çıkartacak bizi? Gerçekleşemeyeceğini sandığımız güzel günlere kavuşabilmek için kalbin sesini dinlemeye ihtiyacımız var. Ve bu kalp çocuğun ve bahçıvanın kalbi olmalı. Çünkü o kalpte önyargı, kutuplaşma, umudu kesmek, korkmak yok. İşte tam o zaman güç, gerçeküstü olabilir. 

Yanından geçtiğim bahçe duvarına oturuyorum. Yoruldum. Etraf mis gibi taze ot kokuyor. Belli ki çimler yeni biçilmiş. Kokuyu içime çekerek Maide Hanım’ın okuduğu kitaptan -bir ara- defterime aldığım notlara bakıyorum:

Yalnız yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan da sorumluyuz. Çok şeyin farkına varmadan yaşıyoruz. Hızla ve telaşla sokakta ilerlerken, ümitsiz bir insan yanı başımızdan geçer. Çöp bidonunu karıştıran adamın, yırtık pabuç içinde donarken parmakları, hep gizli kalır içinde olup biten. Alaca karanlıkta, pazar artıklarını toplayan yoksulları, insan görmeden geçer.
….
İnsan, bir fırtına gibi esen kötülüklere karşı, ‘Ben bir bireyim, ne yapabilirim?’ mi diyor. Fakat dağların, kırların bütün çiçeklerin arasından bir tek çiçek çıkar, sevinçle, gururla:

‘Kovanın balında ben de pay sahibiyim.’ der. 

Kemal Ural / Küçük Şey Yoktur / s. 373, 422

Adı Yalın.
Ama yaşadıkları adı gibi duru, sade değil. Karmakarışık.
Önce süslerle, sonra karalamalarla dolu.
Ama o, bir insan.
Nefsi şaşırtmış, zihni unutmuş, iç dünyası çalkantılı bir beşer.
Ama ruhuyla, vicdanıyla, ihtiyacıyla bir insan.
Ve gün gelir;
ruhu daralır, gökleri ister. Vicdanı sızlar, yanlışı idrak eder.
Kalbi öyle koku almaya başlar ki, bulmaya yollara düşer.
Yaradılış onu -aynı arıda olduğu gibi- doğru dala, doğru çiçeğe götürür.
Ve yine gün gelir;
kovanına dönerek balını yapmaya başlar.

***


1. Rum / 22
Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply