Çölün Aynasından Kendini Seyret; Kainata Denk, İçinde Gördüğün

0

İnsan, ne zaman dünyanın ihtiyaç duyduğu “insan” haline gelebilecek? Ne zaman “gerçek insan” olabilecek?

Kendi cevherinin farkına vardığı zaman.
.

Cevherin farkına ne zaman varabilecek?

Kendi içine baktığı, kendi hakikatini görebildiği zaman.
.

Yavaşlamanın ilk adımı kişinin ruhuna dönmesidir. İç sesini duyabilmesidir. Ruhunun ihtiyaçlarını, en az bedeninin ihtiyaçları kadar önemseyebilmesidir.

Kemal Sayar

Meksika’da İnka tapınaklarına çıkmak isteyen Avrupalı bir grup arkeolog, birkaç yerli rehberle yola koyuluyor. Dağın tepesindeki tapınaklara giden uzun yolu, kısa bir sürede yarılıyorlar. Aynı hızla tempoyla biraz daha yol aldıktan sonra, yerliler kendi aralarında konuşup birden yere oturuyor ve böylece beklemeye başlıyorlar. Tabii Avrupalı arkeologlar buna bir anlam veremiyorlar. Saatler sonra, yerliler kendi aralarında konuşup tekrar yola çıkıp sonunda tepenin üstündeki görkemli İnka tapınaklarına geliyorlar. Arkeologlardan biri, yaşlı rehbere soruyor:

– Hiç anlayamadım, niye yolun ortasına oturup saatlerce yok yere bekledik?

Cevap düşündürücü:

 – Çok kısa sürede çok hızlı yol aldık, ruhlarımız bizden çok uzakta kaldı. Oturup ruhlarımızın bize yetişmesini bekledik.

stars_by_t1na-d7ujb9p-Edit

Hakikatini ruhunda ara… Esma tecellileri sarmış her yanını. Gölgelerinde yürümek istemez misin?

Bu yolculuğun adı sevda. Menzili vuslat. Lezzeti huzur. Ruhun arkadaşlığının tadını bilmez misin? Kalbinde şevk. Adımlarında gayret.  Bu arkadaşlığı bilmeyenlerin her adımı yük, her lezzeti acıdır duygularında.

Çağın insanı işte bu yükün altında eziliyor. Ezildikçe sıkılıyor. Ne yapsa, ne söylese, nereye gitse sıkıntıyla yatıyor, sıkıntıyla kalkıyor. Yaşadığı zamanın burukluğuyla buruluyor durmadan.

Her adımımız ayrı arayış.  Her işimiz ayrı heyecan. Nefes nefese testere gibi kesiyoruz hayatı. Yollar değil, biz tükeniyoruz. Arkada bıraktıklarımızın farkında değiliz. Ruhumuzdan nasıl ayrıldığımızın farkında değiliz. Farkına varmayı unuttuğumuzdan beri kendi kendimizden gitgide uzaklaşıyoruz. İçimizde azalıyoruz. Dilimizde manalar azalıyor, gözlerimizde hayret, ömrümüzde anlar azalıyor. Ne zaman duracağız, durup ne zaman kendimize bakacağız?

Kendimizi göremeyecek kadar kalabalığız. Çevremizi bilemeyecek kadar yalnız.

İnsan düşündüğünü, daha doğrusu hissettiğini ve yaşadığını görür; fakat o kadar olumsuz etken var ki. Gerçek, ışığını insana ancak kendi mahrem sığınağına çekildiği zaman verir. Düşünebilmek için ruh sükunet ister.

Kemal Ural / Küçük Şey Yoktur / s.9

Ruha hayat vermek ve coşkuyla akıp gitmek için insan olağanüstü bir şeylere veya alışkanlıklar ve aşırı tutkularla gölgelenmiş anlamları ortaya çıkaracak, varlığına çeki düzen verecek bir olaya ihtiyaç duyar.

İnsan görüntünün arkasında gerçek varlık olduğunu anlamak için aramak istemeyi kesmek zorunda olduğunun farkına varmalıdır.

Pilot için bu olağanüstü durum uçağın çölde arızalanmasıdır.

Jean-Philippe Ravoux / Küçük Prens ve Felsefe / s.43

Varlıkların yaratılış nedenlerini anlamak ve bunun için de yeterince düşünecek zaman bulmak gerekmektedir. Bu zamanı bulmak ancak bizi acele ettiren şeylerden uzaklaşabildiğimiz zaman mümkün olabilir. Pilot için bu etkenler motorunun bozulması ve içme suyunun tükenmek üzere olmasıdır.

Jean-Philippe Ravoux / Küçük Prens ve Felsefe / s.56

Bundan altı yıl önce Büyük Sahra Çölü üzerinde uçağımla geçirdiğim kazaya kadar işte bu yüzden yapayalnız bir hayat sürdüm.

Motorda bir parça kırılmıştı. Değil tamirci, yanımda bir yolcu bile olmadığından bu çetin işe tek başıma koyulmuştum. Benim için ölüm ya da kalımdı bu. Çünkü yalnızca bir haftalık suyum vardı.

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / Bölüm 2 / s.10

Küçük Prens’in bu bölümünde maddeden manaya uzanan batınî; içsel bir yol anlatılıyor bizlere.

Uçağın arızalanması, pilotun çöle zorunlu iniş yapmasıyla başlayan ve motorun tamir edilmesiyle son bulan bir yoldur bu. Bu yolu anlatırken yazarın kullandığı her sembol ve kavram, kelimenin içeriğinden daha fazlasını kendisinde taşıyor, daha derinlere götürüyor bizleri. Kısaca Exupéry, metaforik1 anlatımıyla muhatabına vermek istediği mesajı dile getiriyor. Motorun tamir edilmesinde bir başka tamir gözler önüne seriliyor:

İnsan’ın tamir edilmesi
.

İsviçreli psikiyatr Carl Gustav Jung’a göre:

İnsan karmaşık olduğu kadar da anlaşılabilir bir varlık. Her birimiz kendimize özgü ve biricik de olsak, bütün insanlıkla ortak bir bilinçaltını paylaşırız. Duygusuz, karanlığı aydınlatamayız ve bitkinliği harekete çeviremeyiz.

Exupéry de bu nedenle gönlündeki mesajı verebilmek için simgesel diliyle duygulara, sezgilere hitap ediyor. Bu hitap, adeta bu yolculukta sevgi deryasına atılan birer taş gibi. Sularda halkalar genişledikçe yazarın da gönlü de tüm varlığa açılıyor.

Aynı çölde onu kurtaran Libyalı Bedeviye “Sevgili kardeşsin sen. Ben de bütün insanlarda seni tanıyacağım.” dediği gibi hiç tanımadığı nice okur kardeşine eserlerinde tüm yüreğiyle, samimiyetiyle sarılıyor.

Peki… insan’ın tamir edilmesinden ne anlıyoruz?

Kendini tanımak topluluklardan, insan kalabalıklarından uzaklaşmayı başarıp kendi kişisel deneyimleriyle çölde yürümektir. Çöl gerçek mutluluğa varmak için ilk etaptır.

Jean-Philippe Ravoux / Küçük Prens ve Felsefe / s.76

Antoine de Saint-Exupéry ve Çöl

Antoine de Saint-Exupéry ve Çöl

Acil durumdaki uçak çöle iner. Ve iki anahtar kelime: Acil durum, kriz2 ve çöl.

Çöl, yalnızlık. Çöl, hiçbir şeye sahip olmadığını anlamak. Hayat yok; bomboş her şey. Su yok, insanı oyalayacak hiçbir şey yok.

Çöl bir anlamda musibetlerin, hastalıkların, yaşadığımız imtihanların metaforu. Aile içinde anlaşmazlıklar, iş hayatındaki sorunlarımız. Kimse beni anlamıyor sarmalında bunalım. Tüm bu sıkıntılar bizi yalnızlığımıza çeker. Yani şevkimizin, umudumuzun, düşüncelerimizin, duygularımızın motoru bozulur. Adeta hayat uçağında göklerde süzülürken, aniden hava boşluklarına düşmeye başlarız. Gücümüz azalır, direncimiz. Aklımız karışık, içimizde sıkıntılar. Yaşam motorundan gelen sesler… Neden oldu, niçin ben, neyim ben, şimdi ne olacak? Aniden uçak arızalanır; zorunlu iniş, yalnızlık ve kendimizle yüzleşmek.

Bir kere daha anlamadığım bir gerçekle yüz yüze geldim. Kaybolduğuma, umutsuzluğumun doruk noktasına ulaştığıma inandığım ve kendimi bıraktığım anda huzuru yakaladım. Görünen o ki insan, vazgeçme noktasında tanıyor esas kendini ve en yakın dostu oluyor kendisinin. İçimizdeki hangi ihtiyaca cevap verdiğini bilmediğimiz o bütünlük hissinden daha değerli hiçbir şey olmuyor artık o anda. 

Unutmak mümkün mü, boğazıma kadar kuma gömülü, susuzluktan yavaş yavaş boğulurken, yıldızlardan yorganımın altında yüreğimin nasıl ısındığını?

İçimizdeki bu her şeyden bağımsız olma duygusunu nasıl kalıcı hale getirebiliriz? Neyi bilebiliriz ki, şimdiden öngöremediğimiz koşulların günü gelince bizi yeşertip büyütebileceğinden başka? İnsanın gerçeği nerede?

Antoine de Saint-Exupéry / İnsanların Dünyası / s.172

Yüzleşmeden hakikat bulunmaz, acı çekmeden büyüyemezsin. İçinde kımıldayan o yarayla yüzleş, o yaranın seni büyütmesine izin ver.   

Kemal Sayar / Beni Sessiz de Sevebilir misin? / s.17-18

Bu nasıl bir dünyadır ki, merkezine kendini koymuş; benliğinde kayboluyor.

Nerden bulacağım kanatlarımı diye sorarsan, 

‘İçine bak’ diyeceğim. 

Bilirim; bu sefer ‘Bulsam da içinde süzüleceğim gökler nerede?’ diye soracaksın. 

Yine içine bak, ‘yüreğine açıl’ diyeceğim. 

‘Kanatlar bende, gökler de bendeyse neden bugüne kadar bulamadım?’ diye soracaksın. 

‘Çünkü anahtarını kaybettin duygularının’ diyeceğim. 

Anahtarın yerini merak edeceksin.

‘Masumiyetinde, saflığında sadeliğinde’ diyeceğim.

Bir şeyler söylemeye çalışacaksın. Kelimeler gözbebeklerin gibi donakalacak. Çünkü ilk defa bu kadar çaresiz olduğunu anlayacaksın. Yitirilmiş manalara bakacaksın. Çünkü yıllar merkezlerine hep senin oturmanı söylemiş. Yıllar döne döne geçmiş geçmesine; ama esasında dönen sadece senmişsin.

Ortada motoru tamir edilen bir uçak vardır. Ama bu uçak aynı zamanda pilotun diğerleri ile birlikte yaşamak için ihtiyaç duyduğu, onu yalnızlığa mahkum eden ve olayları anlamasına engel olan şeyleri de temsil etmektedir. Pilot bugüne kadar büyüklerin istediği şekilde yaşayan kişiliğini ve arzularının zorladığı maddiyatçılığını terk etmek, çöl kumlarının ortasında yeniden doğmak, ruhuna kavuşmak zorundadır.

Jean-Philippe Ravoux / Küçük Prens ve Felsefe / s.91

İlk gece en yakın yerleşim merkezinden bin kilometre uzakta kumda uyudum. Okyanusun ortasında kalmış salın üzerindeki bir gemi kazazedesinden çok daha yalnız ve terk edilmiştim.

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.10

Burası hayat ve su olmayan, yalnızca sınama, deneme, uyanış ve dönüşümün yaşandığı yerdir. Bildiğimizi sandığımız şeylerin ötesine geçmek, varoluş gerçeğini yakalamak için aşmak, geçmek gereken bir geçittir. Tıpkı aydaki bir kum tanesi gibi varlığımızın gerçeği de onu aradığımız bu sonsuzlukta kaybolmuştur.

Küçük Prens krizin ve insanın kurtuluşunun anlatısıdır. Çöl ıssızlığı ve merhametsiz sertliğiyle insanın kendi kendisiyle kesinkes yüzleşebileceği yerdir. İnsan şehrin gürültüsü içinde boğulurken çölün içsel özüne ulaşamaz, der Saint-Exupéry bir başka bölümde. Çöl elle tutulabilir hiçbir varlık sunmadığı, çölde görülecek ya da duyulacak hiçbir şey olmadığı için şöyle bir idrak ortaya çıkar: 

İnsanoğlu öncelikle gözle görülmeyen harekete geçiriciler sayesinde yaşar, çünkü içsel yaşam – burada uykuya dalmak veya kendinden geçmek kastedilmiyor – güç kazanır. İnsana ruhu hükmeder. 

Çölde kendimden kaçamam. Sert kum fırtınası özüme ait olmayan her şeyi benden koparıp alır.

Mathias Jung / İçimizdeki Küçük Prens / s. 22-23

Sadece bakmak… Bakmanın görmek olmadığını seneler geçtikçe öğreniyormuş insan. Sadece şekle, surete takılmanın, aldattığını. Şeklin arkasında neler vardır ki onları anlayabilmemiz için senelerin geçmesini beklememiz gerekiyor.

Dünyalar içinde dünyalar varmış? Tohuma bakıp da şu şudur demeyi nasıl becerebiliriz? Dikene değmeden nasıl gül derebiliriz? İdrak, dikenlerin arasında gonca gibiymiş. Eller kanamadan ele almak zormuş. Bunun için görmesini bilmek gerekirmiş.

İdrakin anahtarı gözbebeğinde saklı; gözbebeğinin anahtarı da gönlünde. Her varlığın bir hakikati var. Senin varlığının hakikati güneşin gözbebekleri. Hem mana âleminin hem madde âleminin birlikte seyredildiği doruklar gibi.

Ancak dünyanın kirleri, yaşanılanların tozları gözlerinde; gürültüler, laflar da kulaklarında öyle bir tabaka oluşturuyor ki hakikati göremiyor, işitemiyorsun. Bu halden arınabilmek sükunetin, sadeliğin limanına çekilmekle mümkün. Öyle bir yer ara ki, ruhun ağırlığından kurtulabilsin. Rengin, sesin, çokluğun, zenginliğin olmadığı bir ortam bul; aynı çöl gibi…

Çölün aynasından seyret kendini
Kainata benzer, gönlün gördüğü.
Uyan artık, döndür kuma cismini
Anla sanemdir, nefsin ördüğü3.

Bilsen, bu âlemin hakikati nerde?
Her şeyde yokluğa başlar seferin.
“Hiç” oldukça yücelecek göklere
Eriyen canından damlayan terin.

Çöl gizemi buhurdan; sırları tüter.
Dil yoktur, ses yok söze sereceğin.
Ne toprak baş verir, ne tohum biter.
Kordan bir sükunettir dereceğin.

Bülbül ağlar gülü için, bağların.
Çöl gülü başkadır; kendisi ağlar.
Her seherde başı yanar, dağların.
Çöl dağı başkadır; kendini dağlar

Kor, hüznün canında kırmızı bir gül.
Aczin sessizliği sarar derinden.
Kumlara dalarak kendinden çözül;
Süzülsün tüm benliğin bedeninden. 

Sanma ki yalnızsın, kimsesiz, garip.
Yıldızlar, zerrelerce yürek rehberin
Bunca yokluk kıskacında muzdarip.
Sabret; Hakk’ın ellerinde kaderin. 

Benim bir şans ve vaat olarak “içimdeki çocuğu” yeniden keşfetmemi sağlayan krizdir.

Ansızın dünyaya, bize reva görülen haksızlığa, sefaletimde kendi payıma ve her şeyden önce kabiliyetlerimin şaşırtacak derecede büyük potansiyeline yine çocuk gözüyle bakarım. Hayatımın anlamını yeniden bulmaya çalışırım. Kendi kendime, niçin sevilmek istediğimi ve neyin gerçekten yaşanmaya değer olduğunu sorarım.

İçimdeki çocuğun basit duygu–mantığıyla yaşamımdaki iyi ve kötüyü, güzel ve çirkini sorgularım. Bir çocuğun gözyaşlarıyla ağlarım. Bir panzer gibi dünyanın katılığına karşı giyindiğim sert kirpi derisini üzerimden çıkarıp atarım. Baştan ayağa çırılçıplak kalırım. Acıdan bağırırım. Eski olandan, artık yaşanası olmayan yaşamdan ayrılırken yeniden doğarım. 

Hayallerinin göğünden acı verici bir şekilde düşmüş olan pilotun başına gelen de budur. Dışındaki ve içindeki çöldeki 7 günlük ruhsal alıştırmaları esnasında iç dünyasına dalar.

Mathias Jung / İçimizdeki Küçük Prens / s.28-29

Küçük Prens ve Çöl

Exupéry’nin dışındaki çöl; yani içinde bulunduğu, gerçek dünyayı unutarak oluşturduğu çöldür.

İçindeki çöl ise ruhsal alıştırma diyebileceğimiz yepyeni bir hayata yol almak için mana âlemindeki yaşam iksirinin membaını bulmaya yaptığı iç yolculuğudur.

Çölün bu yüzünü idrak edenlere, aynı pilot gibi, bir çölden bir çöle yol uzanır. Yol kenarlarında hiçbir şey yoktur ki göz takılsın. Çölde yön yoktur ki nereye yönelsin?

Bir ses düşer yücelerden:

Ey yolcu! Yönünü ancak kalbinde bulabilirsin.
.

Çünkü bu yol başka, bu yolculuk başkadır. Kılavuzu da sen, bineği de sensin. Onun için sebeplerden sıyrıl ki, “sebepsiz açılan kapıların Sahibi”ne ulaşabilesin.

Bu da ancak kendini çölleştirmenle olur. Bırak rengini, kokunu, neyin varsa bırak kumlara. Kumun yüreğini yakan, kordan bir sevda. Bu sevdanın ateşiyle yansın kavrulsun benliğin. Yanmadan, bedenden cana köprü kuramazsın. Bilmeden aczini, Kadir Olan’a; görmeden fakrını, Gani Olan’a ve içindeki seni sen yapan “İlahî öz”e ulaşamazsın.

Saint-Exupéry, özgün taslağı bin küsur olan Küçük Prens adını vereceği yapıtını nihai hali yüz sayfanın altına düşene dek sıkıştırmış, inceltmiş, fazla olan bir tek nokta veya virgül kalmayana dek içindeki çocuğun derinlerine girmeye çalışmıştı.

Aslında aradığı şey, antik Grek bilgesi Platon’un4 anamnasis5 diye tanımladığı, ruhun bedenlenmeden önceki mutlak güzelliğinin belleğine ulaşmaktı. 

Bir başka deyişle o parçasız bütünün dünyaya ulaştıktan sonra unuttuğu özgün varlığının zorlu bir hatırlama çabasıydı yaptığı.

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.11-12

İçinde kendinden daha değerli bir şey taşıdığını görsen… O emanetle Yaradan’dan gelip yine O’na gideceğini bilsen, arınmak için çıkmaz mıydın hicretine? Ruhunun bu dünyada misafir olduğunu, gün gelince evine döneceğini hissetse kalbin, bu koşuya küheylanını hazırlamaz mıydı?

Ruhun aradığı, dirilişe gebe şafaklar. O şafaklar insan fıtratının habercisi. Rengi seherin müjdecisi.

– Nedir fıtrat6, bilir misin?

– Senin insanî varoluşunun ilk ve saf hali. Mutlak yokluğun yarılarak, içinden varlığın çıkması; yani öz yaratılışın. Aynen bir şeyi başlangıcında yarmak, kazmak gibi.

Yaradan insana, ruhundan üflemiş; onun yaratılış özüne, kendi isimlerinin ve sıfatlarının tecellisini lütfetmiş. Bütün varlığı, kendisini bilip tanıyacak ve idrak edecek bir kabiliyette yaratmış ve her uzvunu bu göreve uygun şekillendirmiş. Kendinde gizli böyle bir yaratılış hazinesini taşıyan insan ne zaman ki tutkularının, zaaflarının; nefsinin kabuğunu kırmaya başlayacak, işte o zaman zahirden batın denilen iç âlemine kapılar açılacaktır.

Yaradan’ın lütfettiği bu âlemin güzellikleri keşfedildikçe insan bozulmamış, lekesiz saf o ilk haline; fıtratına selim kalbi sayesinde kavuşacaktır.

Tanrı düşüncesi doğuştan sahip olduğumuz, sanatçının eserine koyduğu imza gibi, doğduğumuz andan itibaren içimizde var olan bir şeydir.

Descartes 

Exupéry’nin; yani pilotun aradığı şey, antik Grek bilgesi Platon’un tanımladığı, batından zahire çıkış olan

“anamnasis” insanî varoluşun ilk ve saf halidir. Yazarın hemen hemen tüm eserlerinde, insanın içinde kendinden daha değerli olan bu halinin dile dökülüşü var.

Gerçek insan olma yolunda ilerlemek istiyorsan kendinden içeri ve kendinden öte olana yönel. Çünkü hakikate yöneleni, hakikat âleminin Sultanı kendine çeker. Kainat adeta mıknatıs olur. O zaman neye baksan, gözün sadece o Sultanı görür. Neyi dinlesen, kulağın sadece O’nu işitir. Dilin O’nu söyler neyi bilsen. Bu cezbe haliyle varlığını O’na ada. Artık O’na hizmet etmek için olacak bütün niyetin, amellerin.


1. Metafor: Türkçe’ye Fransızca’dan geçmiş.
    Métaphore: Simgesel anlatım. Mecaz ile eşanlamlı olarak kullanılır.
    Eski Yunanca  metaphérō = meta + phérō 
    ön eki + taşımak = taşıma, başkalaştırma
2. Kriz:Buhran, yargı, hüküm, hastalığın dönüm noktası. Fransızca crise
3. Sanem: Put.

4. Platon: Platon ya da İslam dünyasında Eflatun olarak bilinen (MÖ 427 – MÖ 347) Antik Klasik Yunan filozofu.
5. Anamnasis: Ana+mimneskesthai: Hatırlama / Grekçe bir kelime.
6. Fatr: Bir şeyi başlangıcında yarmak, kazmak.
    Fıtrat: İlk yaratılış, mutlak yokluğun yarılarak, içinden varlığın çıkması. Bu yarma sonucu ortaya çıkan ilk varlık hali.

‘Yıldızlar’ İllüstrasyonu © Martina Stipan
‘Küçük Prens ve Yılan’ İllüsrasyonu © Ann Baratashvili

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply