Yüzükler Hakkında – Bölüm 1 / Irklar ve Yüzükler

0

Yüzüklerin Efendisi hikayesinin merkezinde olan şiiri, kitapları okuyanlar muhakkak hatırlayacaktır. Hikayeyi Peter Jackson’ın çektiği üçleme sinema filmi ile öğrenenler için de ufak bir hatırlatma yetecektir. Bu şiir yüzüklere dair bir şiir olup, öncelikle yüzüklerin ırklar arasındaki dağılımlarını anlatır, ardından da Tek Yüzük’ün diğer yüzükler üzerinde olan hakimiyetini ortaya koyar.

Üç Yüzük göğün altında yaşayan Elf Kralları’na,
Yedisi taştan saraylarında Cüce Hükümdarlar’a,
Dokuz Yüzük Ölümlü İnsanlar’a, ölecekler ne yazık,
Bir Yüzük gölgeler içindeki Mordor Diyarı’nda
Kara tahtında oturan Karanlıklar Efendisi’ne.
Hepsine hükmedecek Bir Yüzük, hepsini o bulacak,
Hepsini bir araya getirip karanlıkta birbirine bağlayacak,
Gölgeler içindeki Mordor Diyarı’nda.
(Yüzüklerin Efendisi, Epigraf)

“Yüzük ve Kod Mehdi” yazısında yüzüklerin oluşturduğu ağı, Asa (Oktan Keleş) kitabındaki Kod Mehdi yazısı ile ilişkilendirmiştik. Ancak sadece Yüzüklerin Efendisi perspektifinden baktığımızda Tek Yüzük ile şiirde belirtildiği gibi Elf Kralları’na verilen üç yüzük dışında başka yüzük görmemekteyiz. Ancak eserde bize anlatıldığı kadarıyla şunu biliyoruz ki, insanlara verilen dokuz yüzük, bu yüzüklerin sahiplerini, yani şiirde belirtildiği gibi ölümlü insanları, Yüzüklerin Efendisi eserinde gördüğümüz Yüzük Tayfları’na çevirmişti. Bu Yüzük Tayfları Sauron’un sadık hizmetkarları haline gelmişlerdi.

Sauron'dan kabul ettikleri yüzüklerle Karanlığın Hizmetkarlarına dönüşen Yüzük Tayfları

Sauron’dan kabul ettikleri yüzüklerle Karanlığın Hizmetkarlarına dönüşen Yüzük Tayfları

Elf Kralları’na verilen üç yüzüğün akıbeti ise, yine eserde Gandalf’ın belirttiği gibi öncesinde gizli idi. Fakat eserin ilerleyen bölümlerinde bu yüzüklerin, Galadriel, Elrond ve Gandalf’ın mesuliyetinde olduğunu okuyucular ya da izleyiciler anlayacaktır. Cücelere verilen yüzükler ise tamamen yok olmuştur ve nerede oldukları en azından okuyucu açısından belirsizliğini korumaktadır.

Yüzüklerin Efendisi eserinin birinci kitabı olan Yüzük Kardeşliği kitabının Geçmişin Gölgesi bölümünde Gandalf bu durumu şu şekilde anlatır:

“Hepsinin arasında en güzelleri olan Üç Yüzük’ü Elf Hükümdarları zamanında ondan saklamışlar, ellerini sürüp kirletememiş. Yedi tanesine Cüce Krallar sahip olmuş ama bunların üç tanesini geri almış, kalanları da ejderhalar imha etmiş. Dokuz tanesini mağrur ve büyük Fani insanlara vermiş ve böylece onları ele geçirmiş. Uzun zaman önce O’nun hâkimiyeti altına girip Yüzük Tayfları olmuşlar, yani onun büyük Gölge’sinin altındaki gölgeler, en korkunç hizmetkârları. Çok eskiden bütün bunlar… Şimdi durum şöyle: Dokuzlar’ı geri aldı; Yediler’in de kimini aldı, kimi yok oldu. Üçler hâlâ gizli. Fakat bu artık onu hiç rahatsız etmiyor. Tek olan ona yeter; çünkü o yüzüğü bizzat yapmıştı; o onun yüzüğü ve eski gücünün büyük bir bölümünü bu yüzüğe aktarmıştı ki, tüm diğerlerine hükmedebilsin. Eğer yüzüğü tekrar elde ederse, o zaman yine hepsine emri geçebilecek, nerede olurlarsa olsunlar, hatta Üçlere bile; o zaman bu yüzüklerle işlenmiş olan her şey ortada kalacak ve o her zamankinden daha güçlü olacak…”
(Yüzük Kardeşliği, Geçmişin Gölgesi, sf. 73)

Sadece Yüzüklerin Efendisi eserini okuyanlar için tüm bu yüzüklerin orijinleri ile ilgili bilgi, yukarıda alıntıladığımız bölüme eklenen bir kaç ufak bilgi dışında bu kadarla kalmaktadır. Peki tüm bu yüzükler nasıl ortaya çıkmıştır ve neden bu ırklar Sauron gibi bir karakterin geliştirdiği bu teknolojiyi kabullenmişlerdir?

Bu detay için bir kaç farklı kaynak üzerinden ilerlenebilir, başlangıç olarak da bir çok defa alıntıladığımız Tolkien tarafından Milton Waldman’a yazılan o meşhur mektubu bir kez daha alıntılayacağız. Ancak bunun öncesinde eserin giriş bölümünde bulunan şiirdeki önemli bir noktayı açıklamaya çalışacağız.

Görüldüğü gibi şiirde üç ırktan ve bu ırklara verilen yüzüklerin sayılarından bahsedilmektedir. Ancak üç ırk için, üç farklı tanımlama yapılmaktadır. Bu tanımlamaların nedenlerini irdelemek, yüzüklerin işlevlerini anlamak açısından önem taşımaktadır.

Elfler için yapılan tanım “göğün altında yaşayan” şeklindedir. Aklımıza gelen ilk soru diğer ırklar göğün altında yaşamıyor mu olacaktır. Türkçe çeviride “yaşayan” tabiri kullanılmıştır, ancak şiirin orijinalinde bu mısra şu şekildedir:

“Three Rings for the Elven-kings under the sky”
.

Orijinal metin üzerinden gidersek “yaşayan” tabirini çıkararak “Üç Yüzük göğün altındaki Elf Kralları’na” şeklinde bir çeviri daha doğru olacaktır. Çevirideki kullanım makul olsa da inceleyeceğimiz bağlamda bu şekilde kullanmayı daha doğru buluyoruz. Elflerin, diğer bir deyişle Ilúvatar’ın ilk çocuklarının, en önemli özellikleri görece ölümsüz bir hayat yaşamalarıdır. Öldürülebilirler, ki bu duruma bir çok yerde rastlıyoruz, ancak kendileri yaşlılık ya da hastalıktan ötürü ölmezler. Orta Dünya’ya bağlıdırlar; Orta Dünya var oldukça varlıklarını sürdüreceklerdir. Ölenler ise, ilk çağlarda Orta Dünya’nın bir parçası olan ancak sonradan Orta Dünya’dan ayrılan ve Üçüncü Çağ’da sadece “doğru yol / straight path” ile ulaşılabilir olan Valinor’daki Mandos’un Salonlar’ına geçeceklerdir.

Elfler Orta Dünya’ya bağlıdırlar; yaratılışlarının ardından Cuivinen Gölü’nün yakınlarında uyanarak, var oldukları dünyayı tanımaya başlamışlardır. Uyandıklarında ilk gördükleri şey ise yıldızlarla dolu olan gökyüzü olmuştur, henüz güneş ve ay yaratılmamıştır. Yıldızlarla dolu gökyüzü Elf ırkında kalıcı bir iz bırakmıştır.

"Yedisi taştan saraylarında Cüce Hükümdarlar’a..."

“Yedisi taştan saraylarında Cüce Hükümdarlar’a…”

Cüceler ise Ilúvatar tarafından değil de, Aulë isimli Maia tarafından yaratılmıştır. Aulë yaratma dürtüsü sonucunda Ilúvatar’dan bağımsız bir biçimde cüceleri yaratmış, sonra hatasını anlayıp Ilúvatar’dan aman diledikten sonra cüceleri yok etmek istemiştir. Ilúvatar ise buna engel olarak cücelerin Elflerden önce uyanmamasını uygun görmüştür. Bunun üzerine, cüce ırkının ataları olan yedi cüce babası, Aulë tarafından kendi yaptığı taştan odalara konulup uyandırılmayı beklemişlerdir. Cüce ırkı Elfler gibi ölümsüz değillerdir ancak ölümden sonra ne olacaklarına dair de bir muğlaklık vardır. Genel kanı Aulë’nin onlara Mandos’un Salonları’nda ayrı bir yer ayırdığı şeklindedir. Cücelerin uyanışı yerin altında taştan mekanlarda olmuştur, sonrasında da cüceler yer altına kurdukları büyük yerleşimlerde yaşamayı seçmişlerdir.

Ilúvatar’ın ikinci çocukları ise insanlardır. İnsanlar’ın özelliği ise ölümlü olmaları ancak ölümlerinden sonra ne olacağı hakkında bir bilgiye sahip olmamalarıdır. İnsanlar ilkdoğanlardan bağımsız olarak hastalık ve yaşlılıktan da ölmektedirler. Bu nedenle onlara Elfçe Firimar (ölümlüler) ve Engwar (hastalıklılar) adı da verilmiştir.

Irkların özellikleri ve tarihleri hakkında çok daha detaylı bilgi verilebilir, ancak odak noktamız şiirdeki tanımlar olduğu için daha fazla detaya girmeden, ırkların şiirdeki tanımlarının neye atıf yaptığını belirtmeyi daha önemli buluyoruz.

Görüldüğü gibi her ırkın yaratılışlarıyla ilgili kendilerine özel bir karakteristikleri var ve bu karakter onların Orta Dünya tarihinde yer aldıkları hadiselerde olumlu olumsuz şekillerde kendini açığa çıkarıyor. Bu karakteristik zaman içinde ırkların zaafları haline de geliyor. Sauron’un yüzükler aracılığıyla ulaşmaya çalıştığı iradelere boyun eğdirme amacı da, bu zaafları kullanma üzerine kuruluyor. Şiirdeki ifadeler bu açıdan bakıldığında, ırkların yaratılışlarındaki en özel noktalara dokunuyor.

Üç Yüzük göğün altında yaşayan Elf Kralları’na,
……Uyanınca yıldızlı gökyüzünü gören elfler

Yedisi taştan saraylarında Cüce Hükümdarlar’a,
……Taştan odalarda uyanan yedi cüce babası

Dokuz Yüzük Ölümlü İnsanlar’a, ölecekler ne yazık…
……Ölümlü yaratılan insanlar

İlerleyen yazılarda, bu karakteristiklerin örnekleri ve yüzüklerin yapılış süreçlerini incelemeye devam edeceğiz.

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply