Yüreğin Kadar İz Bırakır Hatıran

1

Büyüklere İthaf 

Sevgimizi dizdik nota nota…
Türkü oldu;
Çığırdık.
Düşlerimizle boyadık çevreyi.
Dünya oldu;
Yaşadık
Ve benzemedi sizinkine.

Çocukların dünyası sahte olmayan ruhun görünüşüne aldırmadığı ve varlıklarla olayları hayal ettiğimiz veya istediğimiz ya da göründükleri gibi değil, oldukları gibi kabullendiğimiz bir dünyadır.  

Büyüklerin dünyası ise körleştirici mantığın, hayattan kopuk bilimin, gerçekle değil, mantıkla dolu söylemlerin baş tacı edildiği, insanların onlara dünyanın hâkimi ve efendisi olduğu inancını veren yanılsama teknikleriyle körleştirildiği, boa yılanı ile fil resmini anlamayan ciddi insanların arasında yitip giden bir dünyadır.

Jean-Philippe Ravoux / Küçük Prens ve Felsefe / s.41

Bu kadar yeteneksiz ve yetersiz insanların olayların ardındaki gerçeği görmelerini ve anlamalarını sağlamak nasıl mümkün olabilir? 

Onların içine nasıl olur da varlıkların ve olayları gerçek yanını gösteren önsezi yerleştirilebilir? Ruhları nasıl güzelleştirilebilir? Kanatlarını açıp, başka bir şeye dönüşmedikleri sürece varlıklarının bir anlamı olamayacağını keşfetmelerine yetecek bir alanın anahtarı nasıl verilebilir? 

Jean-Philippe Ravoux / Küçük Prens ve Felsefe / s.42

Dünyayı saran iki büyük kolektivist1 sistemden; yani insanı ruhundan ayırıp kitselleştiren iki büyük akımdan; hem faşizmden hem de komünizmden nefret ediyordu. Aslında o insanı kendinden soyutlayan her şeyden koparmak, insanlar arasındaki eşitlik ütopyasını2 ilk masumiyetine dönerek yeniden kurmak; günahla kirlenmemiş başka bir dünyadan, saf ve özgür bireylerin yaşadığı İnsanların Dünyası’na geri getirmek istiyordu.

Çağın kaotik3 yapısını özümseyebilmek için görünen gerçeğin arkasına bakabilme yetilerini geliştirmek istiyordu. Çözüm burada yatıyordu.  

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.236

Görgünün kanadı derinden uçar;
Bir başka sezer
Zaman aralıklarını.
Gül solsa da kokusu geçmez
Mısralardan.
Yüreğin kadar iz bırakır hatıran.

Hatırası eserlerinde silinmeyecek bir kalemdi ve hatırası yüreği kadar. Yaşadığı dönemin hastalığının farkında olan bir basiretti. Gerçeği görme açlığını duyan bir şuur. Varlığın anlamını keşfetmesi için insanı uyarmak isteyen ve bunun için çabalayan bir vicdandı. Kimdi bu kalem, bu basiret, bu şuur? Kimdi bu yürek, bu vicdan?

Antoine Marie Jean-Baptiste Roger, Comte de Saint-Exupéry

29 Haziran 1900’de Fransa’nın Lyon kentinde beş kardeşin üçüncüsü olarak doğdu. Aristokrat bir aileye mensup olan Exupéry dört yaşındayken babasını kaybetti. Ardından annesi onu ve dört kardeşini alıp bir akrabasının malikanesine taşındı. Babasının ardından aile hızla yoksullaştı. Anneleri kültürlü bir kadındı. İlk öğretmenleri anneleri oldu.

Exupéry (sağdan ikinci) ve dört kardeşi

Exupéry (sağdan ikinci) ve dört kardeşi

Baba, Kont Jean de Saint-Exupéry Fransa’nın en eski ailelerinden birinin son kuşak temsilcisi. 

Antoine’ın genetik olarak sahip olacağı özelliklere sahip.  Çok uzun boylu, etkileyici bakışları var.

Annesi Marie de, Aix-en-Provence asillerinden Lestrange ve Boyer de Fonscolombe’lardan. Ancak, tüm bu asalet unvanları ileride yapıtlarıyla bütün dünyanın gönlünü fethedecek olan Küçük Prens’in umurunda değil.

O, Fransa’nın geçmiş zaferleriyle değil; yaşadığı dönem Fransası’nın zaaflarıyla ilgilenecek. Ebeveyninden üç yaşında yitireceği babasının neşesini; annesinin sanata olan hayranlığıyla ruhsal inceliğini alacak.   

Ailedeki en büyük erkek evlat olması nedeniyle babasının Kont unvanını devralır.

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.26-28

Exupéry'nin babası Kont Jean de Saint-Exupéry

Exupéry’nin babası Kont Jean de Saint-Exupéry

Babasız büyümek onu annesine çok yaklaştıracaktır. Hiç tanıyamadığı babasını aksine annesine olan sevgisini her zaman dile getirecek mektuplarında, romanlarında ölümsüzleştirecektir.

Marie de Saint-Exupéry 29 yaşındayken kocasının ani ölümü üzerine beş çocuğuyla birlikte yalnız kalmıştı.

Kendisi de genç yaşta kocasını ve küçük kızını yitirmiş olan Kontes Gabrielle de Tricaud, duruma el koymuştu. Marie’nin büyük teyzesi ve vaftiz annesi olan bu soylu kadın, artık varını yoğunu Marie ile çocuklarının bakımlarına adayacaktır. 

Kadın egemen olan bir evde yaşamaya başlayan Antoine, baba yokluğunu kısmen büyükbabalarıyla doldurmaya çalışır. Özellikle ailenin her iki tarafındaki soylu geçmişlerini araştırmak, çevresini saran büyüklerinden hikayeler dinlemek onu oldukça heyecanlandırır.

Bu konuda temel kaynağı, şatonun kitaplığında bulduğu ve baba tarafından dedesi Fernand de Saint-Exupéry’nin kaleme aldığı Saint-Exupéry Ailesi Hakkında Notlar olmuştu.

Burada büyük dedelerinin Haçlı seferlerine katılan şövalyelerden, Bourbon hanedanına, oradan Napoléon’un devrim ordusuna katılan subaylara kadar uzanan geniş bir yelpazede yer alan atalarının kayıtları vardı. Bu da küçük Antoine’ın hayal dünyasında soluk kesici serüvenlere çıkmasına, renkli düşler kurmasına neden oluyordu. 

Baba tarafında yazılı kaynağa dayanan ayrıntılar, anne soyunu araştırırken kişisel ilişkilerle, daha çok annesinin hikaye anlatmadaki ustalığıyla yerlerine oturuyordu.

Onların arasında, baba tarafındaki eylemci heyecanı bulamamıştı. Boyer de Fonscolombe’lar, Aix-en-Provence yöresinin asilzadeleriydiler. Daha çok kültürel ve artistik özellikleriyle tanınıyorlardı. 

Annesi Marie böyle bir ailede yetişmiş ve küçük yaştan itibaren yazmaya ve resme yönlendirilmişti. Bu nedenle küçük Antoine’ın çocukluk anılarında hep annesinin onlara anlattığı hikayeler ve tuval üzerine çizdiği yağlıboya resimler yer alır. İleride Küçük Prens’in çizimlerini yaparken onun çizgilerinden ne denli etkilendiği görülecektir.

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.29

Exupéry'nin sevgili annesi Marie de Saint-Exupéry

Exupéry’nin sevgili annesi Marie de Saint-Exupéry

Annemiz sürekli bizlerin arasında olur, oynarken hepimizi tek tek izler, bir yandan da kurduğu planche’ında4 çevresinde gözlemlediği her şeyi ölümsüzleştiren harika tablolar çizerdi. Benim ise bu cennetteki en büyük düşmanım ıhlamur çiçekleriydi. Alerjim vardı onlara. Polenlerini teneffüs ettiğimde, sık sık saman nezlesi olurdum. Böyle durumlarda annem de beni kitaplığa yollardı.

Kalbimin gerçek sahibi annemdi. Bize hep heyecanlı öyküler anlatır, bizim de kendi küçük yapıtlarımızı oluşturmamızı isterdi. Tabii diğer çocukları arasında en ilerlemiş olan bendim. Daha beş yaşındayken Jule Verne ile Hans Christian Andersen’in bütün eserlerini su gibi biliyordum. Geceleri yatmadan önce şiir yazmaya başladığımda altı yaşındaydım. Yazdıklarımı dinlemeleri için en olmadık saatlerde kardeşlerimi uyandırırdım. Kahramanlık öyküleri de yazardım. Hatta bir operet bile yazdığım olmuştu. Bet sesimle kardeşlerime aryalar söylüyor, takdir bekliyordum.

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.36-37

1912 yılında ilk kez bir uçağa binme fırsatı buldu ve bu deneyim onda kalıcı bir iz bıraktı. Evlerinin yanındaki hava alanına gizlice girer, uçakları yakından seyrederdi.

Uçan nesnelere çok meraklıydım. Bir uçak yapamadım; ama yaptığım uçan bisikleti uçurmama ramak kalmıştı, tabii dahiyane icadım François’nın yüzüne karşı patlayıp, onu neredeyse kör etmeseydi!

Büyüklerin akşam toplantılarından birinde uçakların bir savaş silahı olarak ilk kez 1912 yılında Türk- Bulgar çatışmasında kullanıldığını duymuştum. Bu da beni ahşaptan yonttuğum uçak maketleriyle hava savaşlarına yönlendirdi. Bir tanesi vurulup Simone’un nakış kasnağına düşünce, savaş kardeşler arasına sıçradı. Annem barış konferansı düzenleyip taraflar arasında anlaşma sağladıktan sonra hava savaşları da sona erdi.

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.37

Saint-Exupéry’nin göklerin çağırısına kendini kaptırdığı ilk an, Notr-Dame-de-Saint-Croix’da okul başlamadan hemen öncesine rast gelir.

1909 yılının sıcak bir yaz günüydü. Saint-Maurice’teki şatolarına birkaç kilometre uzaklıktaki Bellièvre Ovası’nın üzerine kurulu Ambérieu-en-Bugey kasabasında o gün büyük bir şenlik havası esiyordu. 

Bunun nedeni, Fransa’nın ulusça sahip çıktığı yeni tutkusu havacılık gösterilerinin yapılacağının daha önceden duyurulmuş olmasıydı.

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.46

272d245a237b8b00240

Saint-Exupéry için havacılık tutkusu ilk görüşte aşk gibi gelişti. 

Ambérieu’deki ilk gösteriyi izledikten sonra uçmaktan başka bir şey düşünemez oldu. Artık fırsat buldukça bisikletine atladığı gibi soluğu havaalanında alıyor; bütün gün uçakları seyrettikten sonra eve dönüyordu. Hayal dünyası artık uçuş tutkusuyla kaplanmıştı.

Kız kardeşi Simone çocukluk anılarını topladığı kitapta şöyle yazar:

‘O günleri anımsadığımda içim hep bir hoş olur. Antoine kağıttan uçaklar yapıp bahçedeki köknarlara tırmanırdı. En üst dallara ulaştığında onları fırlatıp kendi kendine:

 ‘Yaşasın, gökler fatihi Saint-Exupéry’ diye tezahürat yapardı.’

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.48

Saint-Exupéry bir süre sonra kağıt uçak imalatından sıkıldı. Artık gerçek bir uçak yapmanın zamanı gelmişti. Tasarımı kafasında şekillendirene kadar bir süre geçti. Uçuş dört temel unsurun bir araya gelmesiyle gerçekleşiyordu: yerde hız alış, kalkış, düz uçuş ve iniş. Kalkış için gerekli hızlanmayı bisikletiyle yapabileceğine karar verdi. Kanatları ve pervaneyi şatonun işlerini de gören köyün marangozuna yaptırabilirdi. Ancak temel sorun motordu. Bunu da kısa sürede çözdü. Bahçenin sulanması için yeni alınan sulama motorunu modifiye ederek5 amacına ulaşabileceğine karar verdi. Ne var ki, daha ilk denemesinde ateşleme sistemi bozulan motor, kendisini merakla seyreden kardeşi François’nın yüzünde patlayınca tarihin belki de en ilginç buluşu olmaya aday bir araç, cisimlenemeden rafa kalktı.

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.49-50

Antoine okula başlamıştı. Ancak yeni hayatına hiç alışamadı. Havacılık tutkusunu hayallerinde yaşatmaya devam etti. Her anını tatilde eve döneceği günleri geçirerek geçirdi. 1912 yılının Paskalya tatilinde eve döndüğünde büyük bir heyecanla Ambérieu-en-Bugey’de yeni kurulan askeri ve sivil pilot okulunun açılışını kutlamak için bir şenlik düzenlendiğini öğrendi. Annesinden izin alarak daha teri soğumadan soluğu kasabada aldı.

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.51

Liseyi bitirdikten sonra pilot olmayı çok istediği halde annesini kırmamak iςin denizcilik okuluna kaydoldu.

1917 sonbaharında Alman ordusunun Fransa üzerindeki üstünlüğü sürüyordu. Savaş sanılandan çok daha uzun sürecek gibiydi. Fransa askerlik çağındaki bütün erkekleri silaha altına almakta kararlıydı. Le Mans ve Fribourg’daki sınıf arkadaşlarından çoğu askere alınmıştı. Kendisinin çağırılması da an meselesiydi.

Aile meclisi toplandığında Antoine’ın savaştan en az etkilenen denizci sınıfına geçmesi kararlaştırıldı.

Giriş sınavına hazırlanabilmek amacıyla Paris’teki Lycée Saint-Louis’e kaydı yaptırıldı.

Birinci Dünya Savaşı’nın son altı ayında yakın olduğu aristokrat çevreler Saint-Exupéry’yi yalnız bırakmadı. Verdikleri yemeklere, çaylara, sosyal toplantılara katıldı. Nispeten sınırlı öğrenci bütçesiyle Latin’in kenar kahvelerinde latte croissant’lardan sonra bu davetlerde ikram edilen yemek kalitesi onu memnun ediyordu. Annesine sık sık mektup yazıyor, Paris’teki yaşantısını anlatıyor, özellikle akraba evlerinde tanık olduğu olaylardan bahsediyordu.

Ancak dış dünya farklıydı. Annesine yazdığı bir mektuptan bu dönemde yaşadıklarını okuyalım:

‘Paris’in tamamı maviye boyanmış. Tramvayların ışıkları mavi. Saint Louis Lisesi’nin koridor ışıkları da öyle… Yani eğer bir yerden bakarsak Paris’e, kocaman bir mürekkep lekesi gibi görebiliriz onu…’

Hayatındaki ilk büyük dehşeti ona Krupp’un kızı Dicke Bertha yaşatmıştı. Koca Bertha… Almanların cehennem topuna verdikleri isimdi bu.

Koca Bertha’nın Paris’e 95 kilometre mesafeden ateşlediği gülleler Saint-Exupéry’nin yaşadığı semte düştüğünde neredeyse bütün bir sokak havaya uçuyordu. Bu anları da okul arkadaşı Louis de Bonnevie’ye yazdığı satırlardan okuyalım:

‘Gece yarısından hemen sonraydı. Derin uykudaydım ve çok heyecanlı bir düş görüyordum. Büyük bir gürültüyle uyandım. İlk gördüğüm şey nöbetçi öğretmenin korkunç yüzü oldu. Elinde tuttuğu mum yüzüne yansıyordu. Telaşla herkesi uyandırıyordu. ‘Salak mı bu?’ diye düşündüm önce. Neden ışıkları yakmıyor ki? O an kalkma vaktinin geldiğinden emindim. Yanımda yatan çocuk da en az benim kadar şaşırmıştı. Gözlerini kırpıştırarak saatine baktı. Sonra ‘Ama daha saat on ikiyi çeyrek geçiyor.!’ diyebildi. Hemen ardından yatağında sıçradı. ‘Kalkalım… Zeplin olmalı. Bombalıyor bizi…’ diye bağırarak kaçmaya başladı.’

Onu daha da korkutan, hava aydınlandıktan sonra tepelerinde uçan dev Gotha uçakları oldu. Bu kez bomba değil, kağıt atıyordu havadan. Yerle bir olmuş sokakların üzerindeki binlerce kağıttan birini moloz yığınlarından birinin üzerinden aldı. İki satır yazı… ‘Yarın akşama kadar hoşça kalın…’ diyordu. Savaştan sonra gazetelerde Gotha’ların 77, Koca Bertha’nın da 44 kez Paris’i bombaladıklarını okuyacaktı.

Ancak yaşadığı ilk dehşet anlarını izleyen günlerde Saint-Exupéry’deki onulmaz merak ve serüven duygusu korkunun yerini aldı. 

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / 59- 62

19 yaşında mimarlık fakültesine girdi. Fakat eğitimini henüz tamamlayamadan orduya çağrıldı.

Daha ilk günlerden Saint-Exupéry’nin mimarlık eğitimiyle pek ilgilenmeyeceği belli olmuştu. Bunu, annesinin ısrarları karşısında kapağı Paris’e atmak için kabullendiği aşikardı. Günlerini kahvelerde bohem takılarak, gecelerini de ucuz kabarelerde eğlenerek geçiriyordu.

Zengin akrabaların verdiği yemeklere yine katılıyordu. Zaten kimse onun geleneksel aristokrasinin temel çizgisinde yürümekten imtina etmesini pek anlayamıyorlardı. Neden atalarının yaptığı gibi, varlıklı bir ailenin para ve unvan sahibi kızıyla evlenip şatoya dönmüyor, orada etliye sütlüye karışmadan yaşanacak huzurlu ve müreffeh bir hayatı tercih etmiyordu?

Paris’in savaş sonrası yaşanan özgürlükçü hayatı Saint-Exupéry’yi sarmıştı. Ancak içindeki gerçek tutku hiçbir zaman değişmiyordu. Paris yaşamının bütün renkliliğine rağmen sürekli havacılığı düşünüyordu.

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.65

1921 yılında zorunlu askerlik hizmetini yaparken hayalini gerçekleştirme fırsatı buldu ve uçak kullanmayı öğrendi. Ertesi yıl hava kuvvetlerine katıldı ve Kuzey Afrika’da pilot olarak görev yaptı.

Askerlik yıllarında Antoine de Saint-Exupéry

Askerlik yıllarında Antoine de Saint-Exupéry

1923 yılının Ocak ayında hayatındaki bir başka ilki daha yaşadı. Eğitim uçuşlarından birinde Le Bourget pistinin hemen başında yere çakıldı. Derhal hastaneye kaldırıldı. Kafatası çatlamıştı. Tedavi sürecinde tek düşündüğü şey ise bir daha ne zaman gökyüzüne çıkabileceği oldu.

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.68

1922’de nişanlanınca hava kuvvetlerinden ayrıldı; ancak nişanlısıyla birlikteliği uzun sürmedi. Bir müddet sonra Saint-Exupéry havacılığa geri döndü ve bir yandan yazmaya başladı.

Louise de Vilmorin. Savaştan hemen sonra soylu akrabalarının düzenlediği yemeklerden birinde tanışmıştı onunla. Uzaktan akraba oluyorlardı. Yakın çevresinin kısaca Lulu diye andıkları bu genç kadının çevresini soylu erkekler pervaneler gibi sarar, zenginliklerini ayaklarının altına serebilmek için birbirleriyle yarışa tutuşurlardı. O dönem görece bir öğrenci yoksulluğu yaşayan Antoine için kadını saran bu aristokratik çevre oldukça iticiydi. Ağabeylerince çok sevilip şımartılan Louise davetlerin en büyük ilgi odağı olurdu hep. Edebiyata düşkündü. Şiir ve roman yazdı.

İlişkilerinin ilk aşamasında Saint-Exupéry kızı önce pilotluğuyla etkilemeye çalıştı. Ancak bu bilinmeyen dünya Louise’i sandığı gibi etkilemedi. Anlaştıkları ortak konu şiir ve edebiyattı. Daha önce de iki kez nişanlanmış, ama canı istediği zaman yüzükleri atmaktan hiç çekinmemişti.

Saint-Exupéry, kadınlara değer verilen bir aile ortamında büyütülmüştü. Ona göre hepsi de annesi gibi, erdemli, kültürlü, nazik varlıklardı. Ancak kendi taşralı ahlakına karşılık Parisli soyluların sınır tanımaz küstahlıklarıyla karşılaştı. 

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.70-72

Saint-Exupéry 1931’de El Salvador’lu Consuelo Suncín ile evlendi. Çift, Saint-Exupéry’nin ölümüne dek evli kalsa da evlilikleri problemliydi. Saint-Exupéry seyahatleri nedeniyle eşinden uzun süre ayrı kalıyordu.

Exupéry ve eşi Consuelo

Exupéry ve eşi Consuelo

Benzer özelliklerde bir kadın olan Consuelo sekiz yıl sonra hayatına girdiğinde Saint-Exupéry yine bocalayacaktı. Zira Consuelo da en az Louise kadar eksantrik bir yapıya sahipti. Artistik yönü güçlüylü. Sosyal mizaçlıydı. Ancak o, Saint-Exupéry’yi sevdi. O’na bağlandı. ‘Gül’ü oldu.

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.74

Bu seyahatlerin en ünlüsü Saint-Exupéry’nin 1935’te Paris ve Saigon arasındaki uçuş hızı rekorunu kırma denemesiydi. Yolda uçağı Sahra çölüne düştü ve yardımcı pilotuyla beraber günlerce çölde kayboldu. İkili, susuzluktan ölmek üzereyken Bedeviler tarafından kurtarıldı.

1943 yılının sonlarına doğru Özgür Fransa adına müttefik kuvvetler komutasında yeniden uçmaya başladı. Normandiya çıkarması öncesi keşif uçuşları yaparak düşman hatlarının gerisine sızıp bilgi topladı.

Kaza yapınca bir süre uçmasına izin verilmedi. Çok geçmeden, Müttefik Kuvvetler Başkomutanı General Eisenhower’dan çıkan özel izinle tekrar göklere döndü.

Artık uçamayacağını biliyordu. Ona göre dünyanın gerçeklerinden sıkıldığında kaçabileceği göklerin sonsuzluğu elinden hoyratça alınmak isteniyordu. Bu da hayatın üçüncü boyutunun alınması anlaması geliyordu. Sadece en ve boydan oluşan bir yaşam biçimine ise tahammül edemeyeceğini biliyordu artık. 

Kendini tamamıyla yazıya veren konformist6 bir düzende pimpirikli bir ihtiyar olma düşüncesi ruhundaki yarığı daha da genişletiyordu. Bu yüzden gidebildiği yere kadar gitmek, şansını sınırlarına dek zorlamak istiyordu. Ama hep direndi. Sonunda Eisenhower’a varana kadar herkesi bıktırdı. 

Ike’ın (Eisenhower) bir kahvaltı sırasında konuyu yeniden gündeme getiren dostu General Giraud’ya büyük bir bezginlikle şöyle dediği rivayet edilir:

‘Pekala lanet olsun! Bırakın ne yaparsa yapsın. Sanırım o havadayken yaşanacak endişe, yerdeyken bize verdiği sıkıntıdan daha az olacaktır.’

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.258

01_Saint_Exupery

Yanında çalışan teknisyenlerinden René Lefébvre’in sonraları Juby Burnu’nda geçirdiği zamanı anlatan hatıratından Saint-Exupéry ile ilgili bölümleri okuduğumuzda ilginç ayrıntılara rastlıyoruz.

Beni en çok çeken tarafı dünyaya olan kayıtsızlığı ile sınır tanımaz hayalciliği olmuştur. İşini doğru yapmaya çalışan bir teknisyen olarak pek çok hata yaptığına tanık oluyordum. Ancak onun bu davranışları bazı koşullarda büyük tehlikelere yol açabiliyordu. Örneğin size onunla yaşadığım bir olayı anlatayım:

Bir sabah güneydeki Villa Cisneros’a postayı götürmek üzere üsten kalktık. Kalkıştan hemen sonra motor sarsılmaya teknik dille öksürmeye, silkelenmeye başladı. Bu şartlar altında hemen üsse dönmemiz ve ancak arızanın bütünüyle giderildiğine kanaat getirdikten sonra tekrar havalanmamız gerekirdi. Ama onun hiçbir şeyi umursadığı yoktu. Rio de Or Körfezi üzerinde geniş daireler çizmeye başladı. Motor aşırı derecede ısınmıştı. Her an patlayabilirdi. Bunu ona defalarca söyledim. Ama o hiçbir şey yokmuş gibi davrandı. Bir süre sonra deniz seviyesine kadar alçaldı. Dalgaların bir boy üzerinden uçuyorduk. Panik içinde soyunmaya başladım. Çoraplarımı çıkarıyordum ki yüzünde geniş bir sırıtmayla bana bir kağıt uzattığını gördüm.

Karikatür çizmişti. Fırtınalı denizde yüzen kazazedelerdi çizdiği. Şaşkınlıktan küçük dilimi yutmak üzereyken bir tane daha uzattı, sonra bir tane daha. Saatlerce dalgaları yalayarak uçtuktan sonra nihayet Port-Étienne’e inebildik. Kokpitten inerken ıslık çalıyordu. Uçuş raporuna ise aynen şöyle yazmıştı; 

‘Motor iyi. Uçuş sırasında kayda değer bir şey olmadı…’’

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.103-104

Daha sonra çeşitli işlerde çalıştı ve pilotluk deneyimlerinden ilham alan öyküler kaleme aldı. Fransa, İspanya ve Kuzey Afrika arasında posta uçuşları yaptı. Hayatının geri kalanında da pilotluğu ve yazarlığı onun iki ana mesleği olarak kaldı.

İnsanoğlunu yaşatan yalnızca ekmek değildir. İnsan hayat boyu düştüğü çukurlarda ayağa kalkıp kanatlarını açabilir; böylece idealler uğruna mücadele verip ideallerini yaşayabilir. 

İnsan bu dünya üzerinde yaşayan çabalama, ruhsal olarak yükseklerde uçma, zihinde canlandırma ve kahramanlık yetisine sahip tek canlıdır. Olanakları elverdiğince bir kartaldır. Fakat kartal da yere düşebilir.

Ve bu insanın dünyevî mevcudiyetinin diğer yüzüne aittir. Düşüş ise krizi temsil eder.

Mathias Jung / İçimizdeki Küçük Prens / s.21

Şafaklara küskün kartal, dağları aşamaz. Onu coşturmak için gök gibi gürlemeli, şimşek gibi parlamalı insan. Kelimeleri gök renginde olmalı, davası ufuklar ötesine uzanmalı. Yoksa şafaklara uçamaz dipsiz kuyulardan.

Kargaların istila ettiği yerde ne güle ne de bülbüle yer vardır. Dilden bereket beklerse, candan gonca dilerse, himmette gayret isterse; şefkatiyle yağmur olmalı, sevdası ile güneş, şevki ile yerde küheylan; gökte kartal olmalı.

Boğaz vapurlarından birinin iskelesinden geçiyordum. Vapur kalkmak üzereydi. Sık ve keskin düdükler çalındı, son yolcularda koşuştular, sonra ‘şrak!’ diye demir parmaklıklı kapı kapandı. Bir iki saniye geçmemişti ki, bir genç soluk soluğa koşarak geldi, kapıya dayandı. Bakışlarını, çaresizliğini unutamıyorum. Kuş gibi çırpınıyor, vazifeli memura: ‘Açın! Ne olur açın! Beni de alın!’ diye yalvarıyordu. Uzaklaşan gemiyi, pervanenin köpürttüğü suları seyrediyordu uzaktan. Manzara o kadar dokunaklı idi ki gözyaşlarımı tutamadım ve orada dünyaya geliş ve ayrılışın, vazife ve mes’uliyetin, zaman ve fırsatın, saadet ve elemin birbirine girift olmuş, hıçkırtan sesini işittim. 

İnsanlık gerçeğin uzağında yaşıyor. Dağılıp kaybolmuş insanın parçaları. İnsan farkında değilse erdemin, çiçeklerini acımasızca çiğner. İnsan işte o zaman bakıyorken göremez. Bu, susuz, gıdasız kalışıydı bakışın. O kadar olumsuz etken var ki, fıtratın sesi çok derinlerde kalmış. İnsan işitmez olmuş.

Dünyanın değişime ihtiyacı var. Eyleme ihtiyacı var. ‘İnsan’a ihtiyacı var. 

‘Çünkü ancak anlayan, çocuğa, başlangıca, ilk adıma yönelir.’   

Kemal Ural’la Bir Röportaj

“Açın! Ne olur açın! Beni de alın!” diye yalvarılacak günlerin idrakinden uzak yaşıyoruz. Kısa sürelerle iskeleye yanaşan vapurlara alışmışız. Birini kaçırırsam, öbürü gelir. Çok önemli bir iş yoksa hayıflanmıyoruz. Ama manevî dünyanın limanından sadece bir gemi kalkıyor. Kurtuluş gemisinin seferi bir kerelik. Bir geliş, bir gidiş. Ne yapsak da dünyaya geldiğimiz gibi tertemiz ayrılabilsek… Ayrılmadan “insan”a gidebilsek, onun hakikatini iç âleminde çözebilsek. Ne olur açın! Beni de alın! diyenlere sinemizi açıp onları insanlığımızla sarabilsek… Bakışların çaresizliğini sevgimizle silip dünyanın ihtiyaç duyduğu “insan” olabilsek…


1. Kolektivist: Ortaklaşacı
  Kolektivizm: Ortaklaşacılık; Üretim araçlarından kişisel sahipliği kaldırıp ortak kullanmayı ve toplum içinde her türlü harekette ortak davranışı savunan öğreti.
2. Ütopya: Ou + eu  + topos
  Yok, olmayan + mükemmel olan + yer, ülke Yunanca. Aslında olmayan, tasarlanmış ideal toplum.

3. Kaotik: Karmaşık, darmadağın olma durumu, kaos hali.
4. Planche:Tahta. Fransızca.
5. Modifiye etmek: İngilizce “Modify” ve “Tuning” kavramının Türkçe karşılığı.
    Modifiye: Değiştirmek, ayarlamak. Teknik olarak herhangi bir şeyin üzerinde yapılan değişiklik.
6. Konformist: Uymacı; uyumlu, sorgulamadan itaat eden, boyun eğen. Zannedildiği gibi “konforu seven, rahatına düşkün” anlamına gelmiyor. Fransızca “conformiste”ten Türkçe’ye girmiş.
Paylaşın.

Yazar Hakkında

1 Yorum

  1. uzun zamandir boyle guzel bir derleme okumamistim kimsenin yorum yapmamis olmasi ne tuhaf .. harikasin yazmaya anlatmaya devam et boyle , benim gibi bi bilgi gurmesinin dimagina dokundun ?

Leave A Reply