Ya Süperman Ya Huzur – Bölüm 5

1

Bir önceki makalemizde “Huzura koşarken vurulan Süper Asker Max Spiers”dan bahsetmiş ve şunlar ifade etmiştik:

Biraz daha araştırdıktan sonra, 80’li yaşlarındaki (Rabbim daha nice hayırlı, uzun ömürler lütfetsin) gönül ehli latif bir zata kendisinden bahsettiğimizde, Max Spiers’ın hakikaten bir süper asker olduğunu öğrenmiş; daha doğrusu teyit ettirmiş olduk. Heyacan vericiydi. Zira Max’ın konuşmalarında hakikaten inanmanın ve kabul etmenin oldukça zor olduğu iddialar vardı. (Bu iddialardan bir ikisinden ve gönül ehli latif zattan bu iddialar hakkında öğrendiğimiz tashih edilmiş hallerinden gelecek makalemizde bahsetmeyi düşünüyoruz.) Belki onlar hakikaten doğru değildir ve Max’ın hayalî iddialarıdır. Bilemiyorum… Ama bir takım deneylerden geçmiş bir süper asker, insanlık dışı bir projenin/projelerin deneği olduğundan şüphem yok.

Bir Bilgeden 2 Enteresan Tasdik ve Tashih

Evet, gönül ehli latif zatın Max Spiers’ın bazı söylemleri hakkında bizlere anlattıklarından bir iki bahis açalım:

1) Max Spiers’a göre “Project IBIS” 1972 yılında başlatılan ve 1980 yılında son verilen; Nazi’lerin “übermensch” gayelerinin uzanımı “öjenik” bir projeydi. Seçilmiş annelerin taşıyıcı olduğu bu projede Max’ın arkadaşı bir diğer süper asker olan James Casbolt, Kanada’nın Nelson bölgesinde bir yeraltı tesisine (bu tesisin adı: Q552), dünyanın değişik yerlerinden 42 yetim çocuğun getirildiğini söylüyor. Bu 42 çocuğun özelliği biraz da genetik farklılıklarından kaynaklı.

Bu 42 çocuk meselesini gönül ehli zata tevcih ettiğimizde, hakiki rakamın 42’nin çok üzerinde olduğunu ifade etmişti.

(Bu arada bu 42 rakamının pop kültürde de önemli bir rakam olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim. Özellikle – bir benzerinin yapılabileceğinden kuşkulu olduğum – fenomen televizyon dizisi “Lost”un meşhur 6 rakamından sonuncusu 42’dir. İnsanlar üzerinde psikolojik deneylerin, beyin yıkama faaliyetlerinin de olduğu Dharma istasyonları, yukarıda kendisinden bahsettiğimiz ve daha pek çok benzeri olduğu söylenen Q552 gibi tesisleri aklıma getiriyor.)

2) Diğer mesele oldukça enteresan. Ama mevzuya girmeden önce tarihin gördüğü en büyük canilerden biri olan Dr. Josef Mengele’den bahsedelim.

“Ölüm Meleği” lakablı bu Nazi doktor, yüzbinlerce insanın ölümünden mesul bir canidir. Onları sadece öldürmekle kalmamış; onlar üzerinde, ölümün onlara adeta bir nimet gibi geldiği işkenceli deneyler yapmıştır.

(Aşağıdaki satırlarda alıntılamış olduğum olayların tasviri oldukça rahatsız edici olabilir. Fakat “güzelin güzelliğini arttıran çirkinin çirkinliğidir.” Bâtılı tasvirde ileri gitmemek şartıyla, varlık hiyerarşinde (yaratılmış) en yüksek bir makamda (Eşref-i mahlûkat) bulunan insanın, bulunması gereken konumu yitirmesi halinde nasıl bir canavara dönüştüğünü ve verebildiği tahribin ürperticiliğini anlamak da oldukça önemli geliyor bana. Hakiki güzelliğin (zira “etik”, estetik ilmine ait, onun üst mertebesidir) bir tezahürü olan “insanlık”ın kıymeti, onun olmaması halinin eseri olan bu korkunç yaşanmışlıkların kontrastında daha bir parlar. Ayrıca geçmişte çekilen acıların gelecekte tekrar edebilmesi ihtimaline binaen, sinir uçlarımızın her zaman hassas olması adına da bunlardan haberdar olmak önemli. Fakat bütün bunlara rağmen bazı okuyucularımız, bahsedilen acı hatıralardan bir hayli rahatsız olabilir. Uyarması bizden.)

Mengele’nin Ölüm Deneyini Anlattı

Ölüm Meleği olarak ün yapan Nazi doktoru Josef Mengele’nin yaşayan kurbanlarından biri. İsrailli İzak Ganon bugün (11 Aralık 2009 tarihi itibariyle) 85 yaşında ama tam 65 yıldır doktora gitmeyi reddediyor. Kalp krizi geçirdiğinde isteği dışında hastaneye kaldırıldı. Hastalığı atlattıktan sonra niçin doktora gitmediğini anlattığında ortaya bir dram çıktı.

Kalp krizi geçirene kadar 65 yıl boyunca doktora gitmeyi kabul etmeyen Ganon, 1944 yılında Nazi kampında koluna dövmeyle yapılan numarayı gösterdi. Aslında “182558” numarasının altında tarihin korkunç bir dönemi yatıyor. Yunanistan’ın kuzeyindeki Arta kentinde dünyaya geldiğini belirten Ganon, “25 Mart 1944 yılında akşam üzeri Hitler’in muhafız birliği olarak bilinen SS ve Yunan polisi evimize geldi. Bizi güzel bir yolculuğa çıkaracaklarını söylediler.” dedi.

İki hafta sonra Polonya’daki Nazi kampı Auschwitz’e vardıklarını belirten Ganon, yolculuk sırasında babasının hayatını kaybettiğini söyledi. “Auschwitz’e vardığımızda elbiselerimizi çıkarmamız istendi. Annem ve 5 kardeşim gaz odalarına gönderildi.” diye konuşan Ganon, kendisinin ise “Ölüm Meleği” olarak bilinen Dr. Josef Mengele’nin ölüm deneylerini yaptığı Auschwitz-Birkenau’ya gönderildiğini belirtti.

Narkoz Yapmadan Böbreği Kesildi

Bir masanın üzerine yatırılıp sıkıca bağlandığını hatırlatan Ganon, “Mengele içeri girdi. Narkoz yapmadan karnımı yardı ve tek böbreğimi keserek eline aldı. Böbrek onun elinde başı kesilmiş bir tavuk gibi kıvranıyordu. Ben ise acıdan avazım çıktığı kadar bağırıyordum.” dedi.

Bu ölümcül deney sonrası hiçbir ağrı kesici verilmeden toplama kampının çamaşırhanesinde çalıştırıldığını belirten Ganon, Mengele’nin kendisi üzerindeki deneylerine 6.5 ay boyunca devam ettiğini söyledi. Ganon, Mengele’nin ciğerlerinin fonksiyonlarını gözlemlemek için kendisini bir gece boyunca soğuk su içinde tuttuğunu da belirtti.

‘Numara 201’ Kurtardı

Daha sonra gaz odasına gönderildiğini ancak tamamen bir tesadüf sonucu hayatta kaldığını söyleyen 85 yaşındaki Ganon, “Gaz odasının kapasitesi 200 kişilikti. Benim elimde ise 201 numarası vardı. O gün gaz odasına gönderilmedim, bu benim şansımdı.” dedi.

Polonya’daki Auschwitz-Birkenau toplama kampı 27 Ocak 1945’te Sovyet askerleri tarafından ele geçirildi. Burada hayatta kalan Yahudiler kurtarıldı. Ganon da onlar arasında yer aldı. Ganon sonra doğduğu yer olan Yunanistan’a geri döndü. 1949 yılında da İsrail’e göç etti. Burada evlenen Ganon, bir daha asla doktora gitmeyeceğine yemin etti. Ama kalp krizi geçirince istemese de hastaneye gitmek zorunda kaldı.

KAYNAK

Deney Bahanesiyle Binlerce Çocuğu Öldüren Bir Nazi Doktoru:
Ölüm Meleği Mengele

”Sen sağa geç. Sen sola. Sen sola. Sen sağa. Sen sola. Sen sola… ”

Gitmeleri gereken yön sol taraf olanlar, böyle gitti işte ölüme. Hem de öyle bir ölüm ki, ya yanarak ya da kimyasal gaz dolu bir odada nefes dahi alamayarak.

Ne yargılama oldu ne de mahkeme önüne çıkarıldılar.

Bu kararın arkasında ise, sola geç ya da sağa geç cümlesi ile binlerce insanı öldürmeye gücü yeten kişi, yani Josef Mengele vardı.

Nam-ı diğer Ölüm Meleği.

Ölüm Meleği: Josef Mengele

Josef Mengele

Josef Mengele

Mengele, aile ilişkileri bakımından oldukça zor günler geçirerek büyüyen bir çocuk. Babası, sert ve disiplinli bir adam olan Mengele, babasını soğuk, uzak ve sadece işiyle ilgilenen bir adam olarak tarif eder.

Ne kadar sevgi ve şefkat görmemiş olsa da, yaşadığı köyde nazik ve güler yüzlü bir çocuk olarak tanınır ve özellikle dakikliği ve davranışlarıyla herkesten bol bol övgü alırdı. Giyimine özen göstermeye de erken yaşta başlamıştı, özel dikilmiş takım elbisesinin yanında, taktığı beyaz eldivenler de onun simgesi haline gelmişti. Auschwitz’den canlı çıkmayı başaranların dediğine göre onu diğer doktorlardan, beyaz eldivenleri sayesinde ayırıyorlardı.

Auschwitz toplama kampındaki esirler üzerinde dehşet verici deneyler yapmadan önce Dr. Josef Mengele, antropoloji üzerine çalışmalar yapan çok ünlü bir antropolog idi. Mengele’nin Afrika’yı gezip insan kanı ve virüs numuneleri topladığı, hayatı boyunca tek hayalinin farklı ırkların kanları arasındaki farklılığı kanıtlayan faktörleri belirlemek olduğu bilinir. Tüm bu çalışmaların sonunda da ırka özel veba yaratan Mengele’nin bulgularının, Tel Raptiye Projesi’nin parçası olarak ABD’ye geldiği ve CIA’in Nazi bilim adamlarını affederek, Mengele’nin araştırmasını paylaşmak koşuluyla onlara yeni kimlikler verdiği de ilginç bir detaydır.

Ölüm Kampı: Auschwitz

“Auschwitz diye bir yer var ve oraya giden insanlar ya hemen ya da bir süre sonra öldürülüyorlar. Ama mutlaka öldürülüyorlar…’’ İşte bu cümle birçok Yahudi’nin kulağına defalarca çalınmıştı.

4 gündür aç, susuz, banyo yapmadan, hatta temiz hava bile göremeyen, yük trenleriyle tıklım tıklım taşınan onlarca insan, Auschwitz’in ortasındaki istasyona ulaşmıştı. Savaş boyunca Nazilerin Yahudi ırkını kurutma kampanyasından hayatta kalmayı başarmış son Yahudi topluluk olan Macaristan Yahudileri yeni kurbanlardı. Burası, yani Auschwitz, Polonya’nın güneydoğusunda bulunan Yahudi sorununun en verimli çözüldüğü noktaydı. SS askerleri mahkûmları rampadan aşağı doğru sürüyordu, onları yönetense oradaki delilik, eziyet ve ölümün içinde tamamen aykırı duran bir SS subayıydı. Yakışıklı bir yüzü ve nazik bir gülümsemesi vardı, kusursuz dikilmiş üniforması, özenle temizlenmiş ve ütülenmişti. Elinde bir kırbaç vardı ama onunla insanlara vuracak yere, sadece yön gösteriyordu, sağa veya sola doğru…

Mahkûmlar farkında bile olmadan bu yapılı askerin zararsız hareketi ile seçiliyordu… Hala çalışabilecek olanlar ile halsiz düşmüş olup, hemen gaz odası veya fırınlara gönderilecekler ayrılıyordu. Sağa gidenler şimdilik yaşamaya devam edecekti, sola gidenler ise yargılama veya mahkeme olmadan, sadece şöyle bir bakışla ölüme mahkûm edilmişti. Bu kararı veren, oradaki bütün mahkûmların kaderine karar veren bu kişi Dr. Josef Mengele idi, yani Ölüm Meleği.

Deneyler Başlıyor

mengele2-1

Auschwitz toplama kampında, insanlar üzerinde yaptığı deneylerle ”ölüm meleği” olarak tarihe geçmiş bu adamın, yaklaşık iki milyon insanın ölümünden sorumlu olduğu sanılmakta. Sadece Yahudiler üzerinde değil, homoseksüeller, çingeneler, özürlü ve zihinsel engelli insanların üzerinde de deneyler yapan Mengele’nin, arı Alman ırkından olmayan Almanları Nazilerin zihniyetindeki forma sokmak için de çalışmışlığı vardır.

Bunların dışında Mengele, çocukların üstünde basınç testi, hadım etme, karşı direnç, ilaç testi gibi deneyler yapmıştır. Laboratuvara götürmek için şekerle, çikolatayla kandırdığı çocukları deney sonrası bildiğin parçalayarak öldüren, Auschwitz’de bir koğuşta başlayan bit salgınını da gaz ile çözüp (!), bitlenen 750 kadını bitleriyle birlikte öldüren bir Nazi doktoru.

Renkli gözlü çocukların gözlerine bir takım kimyasallar enjekte ederek deneyler yapan, doğum yapmış kadının göğüslerini bantlayarak, bebeğin beslenmeden kaç gün yaşayabileceğini görmek isteyecek kadar da cani ruhlu bir doktor.

Bir Deneğin Hatıraları

mengele3

Mengele’nin vahşi deneylerine maruz kalan çocuklardan biri olan İzak Ganon’un, yıllar sonra ağzından çıkan şu sözler, kan donduran nitelikte: ”Mengele içeri girdi. Narkoz yapmadan karnımı yardı ve tek böbreğimi keserek eline aldı. Böbrek onun elinde başı kesilmiş bir tavuk gibi kıvranıyordu. Ben ise acıdan avazım çıktığı kadar bağırıyordum.”

İzak’ın denek olarak kullanılmaya zorlandığı tek olay bu değildi. En sonunda gaz odasına gönderildi ve kapasitesi 200 olan gaz odasının önünde, elinde 201 yazan kâğıt sayesinde o kampta ölmekten kurtuldu. Fakat kız kardeşleri ve annesi kendisi kadar şanslı değillerdi…

Auschwitz’den canlı çıkan bir diğer mahkûmun anlattığına göre, bir olayda gene böyle bir çukur açılmış ve çevreleri ateşe verilmişti. 10 tane kamyonla çocuklar getirilmiş, bunları doğruca alevlerin gittikçe daralttığı çukurların içlerine attırmıştı, dışarı tırmanmaya çalışanları bir subay sopayla tekrar içeri itiyordu. Hoess (Auschwitz’in kumandanı) ve Mengele ise gayet memnun seyrediyorlardı…

Suçsuz binlerce kurbanlarına uyguladığı psikolojik ve bedensel işkencelerin sayısı ve büyüklüğü her ortaya çıkan yeni olayla gittikçe artıyor. Psikanalist, Dr.Tobias Brocher’ın düşüncelerine göre, acı vermekten değil, ölüm ve hayat arasında karar veren yetkili kişi olmaktan, bu güce sahip olmaktan zevk alıyordu.

Bir Caninin Sonu

Dr. Josef Mengele 17 Ocak 1945´te Rus ordusunun Almanya´ya girmesiyle Auschwitz´den kaçtı, Arjantin’e yerleşti ve neredeyse unutuldu.

17 Ocak 1985´te Auschwitz´den canlı kurtulan birkaç kişinin orayı ziyaretleri ve hatıraları sayesinde tekrar gündeme geldi. Bir anda bütün Dünya televizyonlarında ona dair haberler ve görüntüler gösterilir oldu ve herkes yaşanan vahşeti öğrendi. Arama çalışmaları yeniden başlatıldı. 31 Mayıs 1985´te Mengele´nin eski bir arkadaşı ve Avrupa´daki bağlantı noktası olan Hans Sedlmeier´in evine yapılan baskın sırasında yazdığı birkaç mektup ele geçirildi. Brezilya´da olduğu öğrenilmişti, yetkililere haber verildi ve bir hafta içinde yanında kaldığı aile ve mezarı bulundu. 1979´da boğularak ölmüştü. İskeletinin adli tıpta incelenmesi sonucunda gerçekten o olduğu ortaya çıktı.

Mengele´nin kurbanları uzun süre onun öldüğünü inkâr edip, savaşta ve sonrasında eziyetini çektikleri bu kişiden intikam alma zamanının gelmesini bekliyorlar. Ama Mengele uzun zaman üzerinde hâkimiyet kurmaya çalıştığı şeye yenilmişti – Ölümün kendisine.

KAYNAK

…Ve Dünyayı Sarsması Gereken Bir İddia

Şimdi gelelim bu uzun Dr. Mengele bahsinin sonuna… Max Spiers ve James Casbolt çok enteresan bir şeyden bahsettiler. 1911’de doğan ve 1979 yılında öldüğü söylenen bu caniyi gördüklerini; yani Mengele’nin halen yaşadığını söylüyorlar. Onu defalarca görmüşler ve bundan çok normal bir şeymiş gibi bahsediyolardı. Gönül ehli bilge zat, Mengele’nin yaşadığını doğruladı. Fakat bir de tashih vardı: Bu iki “Süper Asker”, Mengele’nin 50’li yaşlarda gözüktüğünü söylüyorlardı. Fakat bilgemiz, Mengele’nin çok düşük bir yaşam standardında olduğunu (bir nevi bitkisel hayat) bizlere ifade etti. Fakat nasıl olursa olsun, birçok filme konu olmuş, tarihin gördüğü en cani adamlardan birinin; bu meşhur Nazi’nin halen yaşamakta olması, dünya kamuoyunu sarsması gereken bir hadise.

Yan Okumalar ve Oğuz Aksakal

Bu makale serisinde bazı şeyleri – diğer makalelerimde de olduğu gibi – oldukça mücmel ve derinliklere inmeden sathi bıraktım. Hal müsaade ederse daha derinlikli analizler de yapılabilir… şu anda bir şey diyemiyorum. Bana bu kadarlığı, bu makale silsilesinin amacı için yeterli gibi geliyor. Ama “Süper Asker” (Super Soldier) meselesi ile alakalı Faruk Ay’ın da tahlilleri olacak. Ama ben size özellikle çalışkan yazarımız Akif Manisalı’nın “Popüler Kültürde Süper Askerler” yazısını ve bu yazıda da atıf yapılan – İstanbul beyefendisi, asil kardeşim – Oğuz Aksakal’ın “Transhümanizme Giriş – 5” yazısını tavsiye ederim. Oğuz Aksakal demişken, kendisi Her-an’ın ilk yazılarını öyle bir kapsayıcılık ile yazmıştır ki, “Transhumanizme Giriş” serisi ile bizim sonra dediklerimizi/diyeceklerimizi çok veciz bir şekilde çoktaaaan ifade etmiş. Araştırıp yazdıkça farkına vardığım bir mesele bu. Allah ona ve ailesine hayırlı, müstakim bir ömür ve daha nice ufkumuzu açan eserler vermeyi nasip etsin. Amin!

(Devamı gelecek)

Paylaşın.

Yazar Hakkında

1 Yorum

  1. İlgi çekici bir yazı dizisi. Sitenizde düzenli olarak 2 günde 1 yeni bir makalenin yayınlanması çok güzel. Sırf bu siteden okumak için bu yazı dizisinin sonraki bölümlerini diğer siteden okumuyorum.

Reply To İlhan Cancel Reply