Ya Süperman Ya Huzur – Bölüm 4

0

Geçtiğimiz iki makalede şöhret konusunu ele almaya çalıştık. Şöyle demiştik:

Çocukluk ile ilgili bu yanın, Exupery’nin Küçük Prens’i ile sembolize edilen “çocukluk hakikati” olduğunu düşünüyorum. Necdet Neydim‘in (Yrd. Doç. Dr.) ifadeleri ile belirtecek olursak:

Kralın gezegeni otorite tutkusunu,

sanatçının gezegeni, kendini beğenmişliği ve sanatçının toplumla yitirmiş olduğu iletişimsizliği,

sarhoşun gezegeni, umutsuzluk ve buna dayanan unutma isteğini,

işadamının yaşadığı gezegen, amaçsız sahip olma tutkusunu,

fenercinin gezegeni anlamsız ve sorgulamaksızın yerine getirilen görev duygusunu,

coğrafyacının yaşadığı gezegen ise bilimi kimin için yaptığını unutan bilim adamını ve bilim anlayışını sembolize eder. (Kaynak)

Huzur İle Aramızda Bir Duvardır Süperman

Süperman olmak da bunlardan birkaçının halitası olabilecek bir duvardır bizimle huzur arasında. Bir başka deyişle, çocukluk hakikatıyla bizim aramızda…

Süperman kadar güçlü olsam. Herkes bana imrenerek baksa. Ne araba, ne dolmuş, ne vapur, ne de uçak.. hiçbirine ihtiyacım yok; uçabiliyorum. O kadar güçlü ve kendine yeter bir haldeyim ki hiçbir aşağılık kompleksi semtimden geçmiş değil. O kadar müstağniyim ki, yardım için kapısını çalmak zorunda kalacağım bir kara gün dostum yok. İçimi dökebileceğim; acılarımı, zayıflıklarımı hiç çekinmeden, rahatsızlık hissetmeden faş edebileceğim bir kankam, bir hayırhahım… Hayır, yok… Mücessem bir karizmayım. Bu vasıflarımdan dolayı kendime taptıracak kadar boyun eğdirebileceğim mebzul miktarda zayıf karakterli insanı da bulabilirim. Bulmaya gerek yok; onlar zaten sinekler gibi etrafıma üşüşeceklerdir. Etrafımda bir çok yağdanlık, “evet efendim sepet efendim”ciler exponansiyel/üstel biçimde artmakta.

Belki orijinal Süperman karekterinin sevdiği bir kadın (Lois Lane), ona ebeveynlik yapmış büyükleri vardı. Belli zaafları ve kalp kırıklıkları da vardı. Süper kahraman edebiyatında bu “beşerî” özellikleri Örümcek Adam belki daha çok barındırıyordu. Belki bu yüzden popularitesi Süperman’dan daha fazladır. Ama ben burada, Singularity ve transhumanizm düşüncelerinin hep iştahlarımızı kabartan hipotetik Tanrı-insan’ından bahsediyorum. Süper.. aşkın.. üst bir insan. Hyperanthropos… Übermensch…. (Nietzsche’nin “Übermensch”inin böyle bir varlığı mı yoksa bir nevi “İnsan-ı kâmil”i mi tasvir ettiği bu makalenin konusu değil.)

Huzura Koşarken Vurulan Bir Süper Asker: Max Spiers

Süper insan demişken, bu felsefeye sahip olan bazı yapıların “Süper Asker” (Super Soldier) yetiştirdiklerini de ifade etmek isterim. Bunlardan belki de en meşhuru olan Max Spiers, 16 Temmuz 2016 tarihinde şüpheli bir şekilde öldü. 39 yaşındaydı. Yaygın kanaat, öldürüldüğü yönünde. Yakınları, Max’ın ölmeden önceki son gününde (2 litre olma ihtimali var) siyah bir sıvı kustuğunu söylüyorlar.

Max Spiers konuşmalarında bu süper askerlerin nasıl yetiştirildiğinden, “Project IBIS”den, parapsikolojik operasyonlardan bahsediyor. Hatta kendi gibi yetiştirilen süper askerlerden biri olan James Casbolt (Michael Prince) ile yapılan bir röportajda Ray Kurzweil ve Singularity hakkındaki fikirlerini de dile getiriyorlar.

Max Spiers’ı tanıdığımda anlattığı şeylerin ve bunları anlatırkenki ifade tarzından hissetiklerim, alelade bir komplo teorisyeninden farklı bir durumu olduğu ve söylediklerinin gerçek olabileceği intibaıydı… Biraz daha araştırdıktan sonra, 80’li yaşlarındaki (Rabbim daha nice hayırlı, uzun ömürler lütfetsin) gönül ehli latif bir zata kendisinden bahsettiğimizde, Max Spiers’ın hakikaten bir süper asker olduğunu öğrenmiş; daha doğrusu teyit ettirmiş olduk. Heyacan vericiydi. Zira Max’ın konuşmalarında hakikaten inanmanın ve kabul etmenin oldukça zor olduğu iddialar vardı. (Bu iddialardan bir ikisinden ve gönül ehli latif zattan bu iddialar hakkında öğrendiğimiz tashih edilmiş hallerinden gelecek makalemizde bahsetmeyi düşünüyoruz.) Belki onlar hakikaten doğru değildir ve Max’ın hayalî iddialarıdır. Bilemiyorum… Ama bir takım deneylerden geçmiş bir süper asker, insanlık dışı bir projenin/projelerin deneği olduğundan şüphem yok.

Rikkatime dokunan bir şey de, Max’ın ve benzerlerinin üzerindeki mütemadi hüzün durumu… Çocuklukları çalınmış (Michael Jackson gibi), Âdem cennetinden zorla çıkarılmış benzerlerinin de şu anda bir yerlerde olabileceği ihtimali ürpertici. Bu satırları okuyan anne ve babalar, bu gibi deneylerin mazlum ve mağduru küçük çocukları/gençleri düşünsün ve yanlarında bulunan evlatlarına bir kere daha – kıymetlerini bilerek/şükrederek – sarılsınlar.

Eğer şu anda yaşıyor olsaydı, Her-an ailesi olarak kendisiyle tanışmak isterdik. Hele ki kalbin önemi hakkında konuştuğu ve korunması adına ehemmiyetle üzerinde durduğu 23 Nisan 2016 Polonya konuşması, ortak yönlerimizin/endişelerimizin de olduğunun bir başka göstergesiydi. (Çocukluk üzerinde bu kadar durduktan sonra, Max’ın en önemli ve son konuşmalarından biri olan Polonya konuşmasının tarihi de ne kadar tatlı bir tesadüf/tevafuk olmuş.)

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply