Ya Hayatın Hakikatini Bulmak İçin Kaç Metreden Bakıyoruz?

2

Sizlerle satırlarda tanıştım. İnce, duyarlı mesajlarınız moral verdi, güç verdi. Bu günümde de yalnız bırakmadınız. İlginize, taziyelerinize çok teşekkür ederim.

Elif Kaya

Ya Hayatın Hakikatini Bulmak İçin Kaç Metreden Bakıyoruz?

Çok sevdiğim bir dostumla beraber Ataşehir’de adres arıyoruz. Günümüzde her yeni kurulan semtler gibi. Gösterişli binalar, geniş sokaklar, güzel bahçeler… Ancak her şey birbirine benziyor. İstanbul’un kendine özgü; nevi şahsına münhasır diyebileceğimiz kokusu yok. Arabayı kullanan ben olsam elbet bu incelemeyi yapamazdım. Ehliyetimin olmasına rağmen artık araba kullanamıyorum. Trafik stresi mi, yoksa reflekslerin azalması mı bilemiyorum; ama bu tembelliğe iyice alıştım. Sokaklardan birinden çıkıp diğerine giriyoruz. Arabadaki navigasyonun kafası karışık. Üst üste yanlış tekrarlamalarıyla iyice yolu şaşırıyoruz. 

Hiç gelmediğimiz bir yer değil Ataşehir. Çoğu bölgelerine aşinayız; ancak avucumuzun içini bilecek kadar tanımıyoruz. Yaşadığım yeri düşünüyorum. Suadiye, Bostancı. Hangi sokak nereye çıkar? Nereden kolayca sıyrılırız trafikten? Her bölgesi birer film şeridi gibi geçiyor gözümün önünden. Sanki yükseklerde bir yerde durmuşum da oradan kuş bakışlı bir nazar gibi seyrediyorum… 

Demek ki bir olayda ne kadar şuurlu yaşanmışlık varsa ona o kadar görüş kazandırıyor. Genişleyen her görüş ise idrak ve bakış noktasının yükselmesi demek. Elli metreden bakış, on metreden bakışa benzemiyor. Yüz… ikiyiz metreden olanın ise çok başka. Aynı uçan kuşlar gibi yükseldikçe kanatlar daha geniş alanları sarabiliyor. Her kuş bakışı, gördüğünü bulunduğu noktadan çizdiği bir koninin içine alabiliyor. Ve karşısındaki manzara, aynı önünde açılan bir harita. 

Kuş bakışı; eski ifadeyle ihatalı nazar, aynı okuyup bitirdiğiniz bir kitabın tümüne hakim olmak gibi. Konunun her tarafını biliyorsunuz. Başı, ortası ve sonu şuur bakışıyla ellerinizin altında. Yoksa okunmamış sayfalar, karanlık köşeler gibidir. Konu hakkında bir şeyleri tahmin etmeniz sizi yanıltır. Ataşehir de bizim için tamamlanmamış bir kitaptı. Ve adres ararken ona yüz metreden bakar gibiydik. Bilmediğimiz yerlerde okunmamış sayfaları yorumlamakta zorluk çekiyorduk. Oysa Bostancı’da adres arasaydık her noktası aklımızda; hemen rotayı çizecek, buluverecektik. 

Ya hayatın hakikatini bulmak için kaç metreden bakıyoruz? Aklıma gelen bu benzetmeye takılıyorum. Öyle ya olayları değerlendirirken, zamanı okumaya çalışırken kuşlar gibi mi, yoksa kanatlarına rağmen uçamayan tavuklar gibi miyiz? Düşündüklerimi dostumla paylaşıyorum. Oluşan anlık sohbet, adresi bulamamaktan doğan stresimizi unutturuyor. 

Adresi bulamamak zaman israfı, benzin masrafı, biraz yorgunluk veya randevuyu kaçırmak demek. Ancak bize biçilen ömrü değerlendiremememiz, verilen her ana yönelttiğimiz sığ bakış, ne demek oluyor? Kim bilir neler kaçıyor elimizden? Hele masum çocuklardan, genç beyinlerden kaçanlar ve kaçırdıklarımız? 

Hakkı, hakikati, doğruyu, güzeli, imanı değerlendirmemiz bütüncül görüş de diyebileceğimiz kuş bakışında gizli. Ne kadar yere yakınsak o kadar bilemediğimiz ve içinde kaybolacağımız karanlıklarımız var. Ve her düşünsel, her duygusal yükseliş, şuurun gökle bütünleşmesi bizi güneşe götürüyor. 

Dar görüşler ise dar mekanlar gibi ruhu boğuyor. Nefis dar görüşlü. Huzuru bilmiyor, anlık zevklerle kendini avutuyor. Nefis yere meyilli. Arzularını, ihtiyaçlarını bu dünyada arıyor. Gelecekle, ahiretle ilgisi yok. Kuş bakışıyla derdi yok. Yükselme isteği maviliklere değil, şehvete, hırsa. Bencil. İdeal, paylaşım, fedakarlık nedir bilmiyor. “Hep bana… hep bana” ilkesi olmuş.

Yaşama olan kuş bakışımız ancak yelpaze gibi açıldıkça yaşadıklarımızı daha net değerlendirebiliyor, olayların gidişatındaki hikmeti sezebiliyoruz. Karanlık köşeler aydınlandıkça, bilinmezlikler çözüldükçe şüpheler azalıyor. Kuş bakışı gönlün, ruhun bakışı demek. Kuş bakışı aynı zamanda imanın bakışı demek. Bu bakışta hem şuur, hem tevekkül, hem teslimiyet var. Ve hepsinin sonucunda da huzur.

Ne kadar yüksekten bakarsak o kadar geniş alanı görebiliyoruz. Görmek için yükseklik, oraya varmak için de iki kanat gerekiyor. Yüksekten bakabilmek kuşlara vergiyse, edinmek istediğimiz iki kanat nelerin metaforu olabilir? Akıl ve kalbin olabilir. Madde ve mananın, bilgi ve muhakemenin olabilir. Çünkü akıl olmadan kalple, kalp olmadan sadece akılla eksik değerlendirebiliyoruz. Çünkü duygu ve düşüncenin bütünlüğünde ilişkiler daha sağlıklı ilerliyor. Kısacası kaliteli bir yaşamın sırrı, isabetli yerden bakarak onu kaliteli görmekte.

Parça parça görmek gerçekten uzaklaştırıyor bizleri. İnsanı sadece beden olarak gören zihniyet ve ruhî yanını görmeyen körlük, asırlardır insana psikolojik sıkıntılar yaşatıyor. Dünyanın sadece maddî yanını değerlendirenler, manevî yanını unutanlar kalplerine en acı eziyeti çektiriyor. Varlığa, kainata bakan gözler, varlığa yansıyan ilahî güzellikleri göremediği için Mülk Sahibi’ni tanıyamıyor. Kendine verilen nimetleri değerlendiremiyor. Nasibini itiyor. Şükrün huzuru yerine nankörüğün bunalımını yaşıyor.

Varlıktaki hakikati net ve çıplak görebilmek için ondaki her ayrıntının göz önüne serilmesi lazım. Başı, ortası ve sonu. Sonu görmeden karar vermek, kitabın sonunu okumadan eseri değerlendirmeye benzer. Onun için bakmak değil görmeyi bilmek, bakmanın yerini doğru seçmek ve gördüğünü bulanık olmayan kalple değerlendirmek lazım. Akıl ve kalp kanatlarıyla yükselen kuşun bütüncül bakışıyla bakmak ve görmek… Kuş bakışıyla görmek… 

Peki bu bakış bize ne kazandırıyor? Neleri öğreniyoruz?

Yaşarken sergilediklerimizin kalitesi, yaşamı ciddiye almamızda saklıymış. Bunu öğreniyoruz.

Çoğu hataların bulanık bakışımızdan, ayrıntıları kaçırmamızdan ileri geldiğini; doğru ve yerinde karar veremeyişimizin hep bundan olduğunu fark ediyoruz. Bu idraki kazanıyoruz. Ne kadar görebiliyorsak o kadar geniş düşünebildiğimizi, ne kadar geniş düşünebiliyorsak o kadar sevgimizi geniş alanlara taşıyabildiğimizi öğreniyoruz.

İnsanları kucaklamak ve kendimizden varlığa açılmak, merkez “ben”den genişleyen daireler gibiymiş. Bu daireleri oluşturmaya ve insanî sorunları çözebilme kaygısını taşımaya beden gözü yetmiyormuş. Sorunların çözümüne akıl gözüyle bakmak da yetmiyormuş. Varlığa kucak açabilmek ve bunda ısrar etmek ancak sevmekle; yani gönül gözüyle gerçekleşebiliyormuş. Bunu öğreniyoruz.

Bir insanı değerlendirirken ona tek yönden bakmak yeterli değilmiş. Sadece eş olarak bakmak, sadece anne olarak bakmak, sadece müdür, öğretmen, arkadaş olarak bakmak olmuyormuş. Bu bakışlara başka bakışlar katmanın gerekli olduğunu öğreniyoruz. Çocuklarımıza sadece oğlum, kızım gözüyle baktığımızda itaat, saygı, hizmet beklentilerine girdiğimizi fark ediyoruz. Onların da bir insan olarak kalplerinin yanında nefislerinin de olabileceğini bazen göremiyoruz. Mesela eşim. Tek yönden baktığımda bazen kendisini alışagelmiş kalıplarla değerlendirmiş olduğumu düşünüyorum. Eşimse benim; muhakkak koruyucu olmalı, düşünceli olmalı. Sürprizler, anlayış, daimi nezaket… Kendi kadın dünyamdan baktığımda bir sürü beklentiler… Ya onun erkek dünyası? Fıtratındaki çalkantılar, çevresi, ailesinden, çocukluğundan getirdikleri, iş hayatı, erkek dünyasının cilveleri? İnsan bunu fark ettiğinde karşısındakine daha anlayışlı, daha şefkatli olabiliyor. Hatalar batmıyor. Batsa bile etkisi çabuk geçiyor. Kısacası kuş bakışı, akıldan ziyade gönlün bakışı. Çünkü sevdiklerime sadece aklımın ışığıyla bakabilmek onlardaki iyi yönleri öne çıkarmama, onları desteklememe, eksiklerini tamamlamama hatalarını görmememe, içten affetmeme yeterli olmuyor. Bütün bunlar düşüncenin çok ilerisinde bir noktadan hallediliyor gibi geliyor bana.

Onun için gönül penceresinden bakamayınca eksiklikleri, hataları affedemiyoruz. Ne yazık ki yaşamın hızlı temposu, zorlaşan geçim şartları ve bıraktığı bezginlik, yorgunluk bizleri yere öyle bir çekiyor ki yüksek seviyeden bakmayı beceremiyoruz. Daha neler… neler… Hep bunları öğreniyoruz. Kazancımız bu oluyor.

Bize bakan yönüyle de şunlar gerçekleşiyor. Mesela kendime baktığımda bütün gerçekliğimle kendimi görebiliyorsam, kendimi kuş bakışıyla değerlendiriyorum demektir. Ki doğru olan da bu. Aynadan, fotoğraflardan, başkalarının değerlendirmelerinden baktığımda gördüklerim tam anlamıyla beni yansıtıyor mu? Hayır. Gülerek poz verdiğimde belki de şiddetli bir sıkıntıyı örtmek istiyorumdur. Peki bende olmadığı halde olduğunu hayal ederek sergilediklerim beni yansıtıyor mu? Hayır. Çünkü benim olmayan, doğuştan gelmeyen veya kazanılmayan her özellik ya üzerimde sırıtacaktır ya da kısa zamanda onu kaybedeceğim. Demek ki kendimde görmek istediklerim de beni yansıtmıyor. O zaman gerçeğimde ne varsa, içimde dışımda maddemde, manamda ne taşıyorsam; o, benim. Gördüğüm, hayal kurarak görmek istediğim ve hakikatim. Ve sadece hakikatimde olanlar beni yansıtıyor. 

Kuş bakışı; okuyup bitirdiğimiz bir kitabın tümüne hakim olmak gibi demiştik. Yaşam da bir kitap gibi. Yazılan kitap, bir roman ise konunun bir girişi, bir gelişmesi, bir sonucu olacak. Bu nedenle okurken acele eden, bir bölümü atlayan konunun anlamına ve lezzetine tam varamaz. Yazarın duygularına varamaz. Sorsak kendimize: “Kitap okumanın zevkini nerden alıyorsun?” Sonucundan, yazarın neyi hedeflediğinden mi, yoksa sonuca giderken cümlelere döktüklerinden ve onlardan hissettiklerinden mi? 

Ömürler de değişik değerlendiriliyor. Kimimiz sadece sonuca odaklanıyor. Sonuç, yolun bitimi. Oysa yolu yol yapan, yürürken yaşadıklarımız. Kimimiz varılacak sonuçtan ziyade, yaşadıklarımızdan etkileniyor. Aklımızda kalanlar neşelendiğimiz, kederlendiğimiz cümleler, kelimeler…

“Bir sona doğru yolculuk etmek iyidir; ama sonunda önemli olan yolculuğun kendisidir.” der Ernest Hamingway.

Yine hayatın bir yolculuk oluşu konusuna geliyoruz ve hepimiz bu yolculuğu yaşıyoruz. Ancak günümüzde bu yolculukta temel hedef, kazanmak ve başarı. Peki yaşamanın zevki nerede kaldı? Zamana dokunmak, mekanın dostluğu ve ilişkiler… Sonuca odaklanma, adeta lokmayı çiğnemeden yutmak. Ne tadı var, ne hazmı… Midede şişkinlik ve belki de ağrı. İç dünyamızda yankılanan: Ya kazanamazsam? Ya başaramazsam? Yolcunun telaşı ise: Ya bulamazsam? Ataşehir’de adres ararken içinde bulunduğumuz halimiz de bu: Telaş, stres, sıkıntı.

Yaşamın en güzel dönemleri olan çocuklukta, gençlikte bu stres fazlaca yaşanıyor. Sonuca odaklamaya zorluyoruz enerjilerini. Bu körpe dönemde yaşlarını yaşayabilme zevkinden, kendilerini anlama, istidatlarını keşfetme idrakinden onları mahrum ediyoruz. Zamanı duymalarına, hayatın anlamını bulmalarına fırsat vermiyoruz. 

Süreç ve sonuç. Esasında her ikisi de gerekli bize. Ataşehir’de biran evvel varmak istediğimiz, ulaştığımızda neşeleneceğimiz bir yer olmasaydı neden yola düşecektik ki. Hedef önemli; ama hayatta bizi biz yapan şey hedefi ararken hissettiklerimiz, sıyrıldıklarımız, kazandıklarımız.  Şevk, sevgi, heyecan, sabır, paylaşım, nezaket hep ararken bizde yansıyanlar.

Öyleyse süreç bir kanatsa sonuç da öteki kanat. Süreci değerlendirerek sonuca vardığımızda aynı kuşlar gibi iki kanatla uçabiliyoruz. Ulaştığımız noktadan kuş bakışı nazarla baktığımızda zamanın, mekanın ve olayların haritasını net görebiliyor, hayatın anlamını okuyabiliyoruz. Hayatın damağında lezzeti, gözlerinde güzelliği, aklında anlamı, kalbinde mutluluğu ve ruhunda huzuru buluyoruz.

Başarı, insanlığa yarar sağlayacaksa, ona hedeflenebilmeli. O zaman hedefe ulaşmak için verilen emek, çekilen zahmet, yaşanılan duygular her şeye değer. Ancak nefsin çizdiği rotada hedeflenen başarı insanı insanlığa değil, sadece kendi benine, egoizmine götürüyor. Sadece ben diyen “narsist düşünce” kazanmak için her türlü haramı, yanlışı yapabiliyor; rahatsız olmuyor; hatta vicdanını rahatlatmak için türlü kılıflar da buluyor.

Bunların sonucundaki manzara: Ahlakî çöküş. Bir maya düşünün ki içindeki fıtrî değerler çürümeye başlamış. Bu mayadan şefkatli anneler, azimli, yürekli babalar, edepli, şevkli gençler, anlayışlı, fedakar büyükler oluşturulabilmek mümkün mü? İster eğitimci, ister doktor, ister sanatçı, emniyet mensubu; hatta fikir adamı, din görevlisi… bu mayayla yoğruluyorsak sonuç ne olabilir? Ve hakikati nasıl bulabiliriz?

Günlerden bir gün adamın biri hayatın anlamını merak etmiş. Köy, kasaba, ülke dolaşmış; ama yetineceği hiçbir cevap bulamamış.

Tam umudunu yitirmişken bir köyde ona demişler:

.Şu karşıki dağları görüyor musun? Orada yaşlı bir bilge yaşar istersen ona git. Belki o sana aradığın cevabı verebilir.

Çok zorlu bir yolculuk sonunda bilgenin yaşadığı yere ulaşmış adam ve bilgeye hayatın anlamını sormuş.

.Sana bunun cevabını söylemeden önce bir sınavdan geçmen gerek demiş bilge.

Adamın eline içi silme zeytinyağıyla dolu bir çay kaşığı vererek

.Şimdi çık ve bahçede bir tur at ve tekrar buraya gel demiş. Yalnız dikkat et; kaşıktaki zeytinyağı eksilmesin. Eğer bir damla eksilirse kaybedersin.

Adam gözü çay kaşığında, bahçeyi turlayıp gelmiş.

Bilge bakmış kaşığa:

.Güzel…! Kaşıkta yağ eksilmemiş. Peki bahçe nasıldı diye sormuş.

Adam şaşkın: 

.Ama, demiş, ben kaşıktan başka bir yere bakmadım ki.

.Şimdi tekrar bahçeyi dolaş. Kaşık yine elinde olacak; ama bahçeyi inceleyip de gel.

Adam tekrar bahçeye çıkmış. Gördüğü güzellikler karşısında büyülenmiş. 

Döndüğünde 

.Bahçe nasıldı? diye sormuş bilge.

Adam gördüğü güzellikler karşısında büyülendiğini heyecanla anlatmış.

.Ama kaşıkta hiç yağ kalmamış! demiş bilge gülümseyerek ve eklemiş: 

‘Hayat ancak senin bakışınla anlam kazanır. Ya sadece bir noktayı görürsün ve hayatın akıp gider de sen farkına varmazsın. Ya da görebileceğin tüm güzelliklerin tam ortasında hayatı yaşarsın ve zamanın anlam kazanır.’

Bu, bilinen bir kıssa. Daha önce birkaç kez değerlendirmek istemiştim; ama yorumunu hiç bu kadar net kavrayamamıştım. Evet ya sadece sonuca odaklanıp yaşadıklarımızın, çevremizin, sevdiklerimizin, bize sunulan güzelliklerin farkına varamayacağız ya da farkına vararak bütün bu nimetleri elimizde, yüreğimizde koruyarak hedefe yürüyeceğiz. Hangisi hayatın anlamına kapı açacak? Hangisi huzurun adresi olacak? 

Ataşehir’deki küçük yolculuğumuzun üzerinden dört yıl geçti. Adrese ulaştıktan sonra geçirdiğimiz güzel saatleri hatırlıyorum. Ve her şeye nereden bakabileceğimizle ilgili tefekkürleri…

Kuş bakışı hayatımıza idraki, anlayışı ve mutluluğu getiren sırlı bir nokta. O noktadan yola çıkan kendi hakikatini görebiliyor. Peki, hakikatini görene neler oluyor? Ruhu arınıyor üzerine çöken gölgelerden, egosundan, tutkularından. Kanatlanıyor güneşe doğru. Ve ruh ebedî âlemlerin kokusu burnunda, ışıklarda süzülerek Sahibi’ni buluyor. 

Nice bir noktadır bu? Gittikçe sınırları genişleyen zerre gibi. Eridikçe akan sulara dönüşen buz gibi. Dünya adına, benlik adına ne varsa beden bunlardan kurtuldukça büyüyerek dalları sonsuzluğa uzanan manevî bir ağacın çıktığı fıtratımızdaki çekirdek gibi. “Öz” gibi. 

İçimde bir nokta büyür
İçine sığamadığım,
İçi boşaldıkça bedenimin.

Bir nokta çoğalır hayatımda
Sıra sıra düşler görürüm,
Ufuklar ardına düşürdüğüm.

Nokta, düşüncelere takılı
Ben çekerim, o çeker.
Uzar gider…
Hayretim olur;
Dışardan bakarım “neden”lere.

Yüreğimde bir nokta;
Kımıl kımıl
Sevgilerce çoğalır.
Duygular birleştiririm el ele
Halay çeker kelimelerim.

Ben,
Noktanın gözünde
Seni duymalı
Seni hıçkırmalıyım Allah’ım.

Noktalar, noktalar, noktalar…
Noktalardan bakmalıyım destanına,
Seni yazmalıyım ak sayfalarına yüreğin.

Paylaşın.

Yazar Hakkında

2 yorum

  1. Yüksekten bakabilmek kuşlara vergiyse, edinmek istediğimiz iki kanat nelerin metaforu olabilir?

    Akıl ve kalp kanatlarıyla yükselen kuşun bütüncül bakışıyla bakmak ve görmek

    Emeğinize Yüreğinize sağlık. Çok güzel değerlendirmeler analizler.

  2. Ömür sermayesi içerisinde karşılaşılan bazı zorluklar, yolcunun görüş alanını daraltıp sadece suretin olumsuzluğuna takılabiliyor. Görüş alanı daralmaya devam ettikçe kolay olan dahi zorlaşıyor. Oysa ki ilham verici satırlarınız arasında yol gösterici bir nazar saklı. Bahsettiğiniz nazar pusulamız olur inşaAllah.

    “Varlıktaki hakikati net ve çıplak görebilmek için ondaki her ayrıntının göz önüne serilmesi lazım. Başı, ortası ve sonu. Sonu görmeden karar vermek, kitabın sonunu okumadan eseri değerlendirmeye benzer. Onun için bakmak değil görmeyi bilmek, bakmanın yerini doğru seçmek ve gördüğünü bulanık olmayan kalple değerlendirmek lazım. Akıl ve kalp kanatlarıyla yükselen kuşun bütüncül bakışıyla bakmak ve görmek… Kuş bakışıyla görmek… “

    Yazınız ihtiyaca binaen, cesaretlendirici ve tefekkür kapılarına sevk edecek, okudukça kendini açacak satırlarla bezenmiş. Emeğinize sağlık , gönlünüze gayret dilerim.

    Muhabbet ve hürmetlerimle,

Reply To Happy_Sun Cancel Reply