Tanrım Diyordum Bana Sevgi Gücü Ver!

1

İnsan neyi yetiştirmek istiyorsa, toprağını ona en uygun olanla beslemeli. Düşünceleri, hisleri en derinlere uzanabilmeli ki kökü sağlam olsun. Çürütmeyen, kurutmayan ortamı bulan fıtrat, endamın en güzeliyle serpilir. Ruhu olan her şey güzeldir. Endamlı bir vücutta en basit elbise güzel görünür. Anlamla söylenen sade kelimeler kulağa hoş gelir. İçinde tertemiz bir yüreğin attığı en sıradan davranış bile insanı etkiler.

Bütün mesele olayın şiirini yazmak. Kafiyeli, ölçülü söze manzum eser denir; şiir denmez. Aşık sevdiğine övgüler yağdırırken şiir gibi gözlerin, şiir gibi yürüyüşün ifadesini kullanır. Hiç manzum eser gibi yürüyorsun denildiğini duydunuz mu? Renkleri tuvale fırçasıyla adeta şiir gibi işler ressam. Hep “şiir gibi.” Çünkü şiir ruhtur. Ruhu olan şey bedeni, olayı zenginleştirir, yüceltir.

Şiirini bulan zaman, anlamdır. Şiir gibi okunan hayat, mutluluk ve huzurdur.

‘Yaşadığın yerdeki insanlar,’ dedi Küçük Prens, ‘bir bahçede beş bin gül yetiştiriyorlar, ama asıl aradıklarını bulamıyorlar yine de.’

‘Bulamıyorlar,’ diye yanıtladım.

‘Ve aradıklarını tek bir gülde, ya da birazcık suda bulabilirler.’
‘Doğru,’ dedim.

Küçük Prens ekledi:

‘Ama gözler kör. Yüreğiyle bakmalı insan…’

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.102

“Bir bahçede beş bin gül yetiştiren ama asıl aradığını bulamayan” bahçıvan ve elindeki her türlü imkana rağmen ruhunda huzuru bulamamış insan. Neden? Çünkü “Göz kör. Yürekten bakma bilinmiyor.”

Küçük Prens ve Bahçesindeki Güller

Küçük Prens ve Bahçesindeki Güller

Exupéry’nin yaşadığı dünyada insanların ruhu ölmüş. Onlar, maddî yaşamın gücüne sahip nefisleriyle gözleri görmeyen, kendilerinden başkalarını sadece bir meta olarak kullanan egoistler. Ve Exupéry bu insanlık dramını Küçük Prens’in ziyaret ettiği gezegenlerde yaşayan insanları örnek vererek anlatır. Hayatı ve insanlığı ne biçim bir algılamadır ki bu; varlığın anlamı bilinmez. Yaşamların merkezinde sadece “ego” vardır. Ruhlar tutkuların darağacında asılı, kurtaracak kimse yok. Çünkü kendi gerçeklerinden çok uzaktadırlar. Yardım için bağırmaya sesleri çıkmaz; çünkü yürekten seslenmeyi beceremezler. Kibir, alkış budalalığı, paraya, güce tapma, kainattaki yerlerini ve ne olduklarını unutturmuş. Kaybetme korkusundan tutkularının, alışkanlıklarının esiridirler. 

Ah! Dinlenmeleri başka bir dinlenmeye -ve sefaletleri başka bir sefalete- benzeyen askerlerim… Sizi coşturmak için gecenin bir dönüş gecesi, tepenin umut tepesi, komşunun beklenen dost, ateşte çevrilen koyunun bir yıldönümü yemeği, sözcüklerin bir şarkının sözcükleri olması gerekir. Kendinize bir anlam veren bir mimari, bir müzik, bir zafer yeterlidir. Size çakıl taşlarınızdan bir savaş filosu yapmayı öğretmem yetecektir. Çocuğa öğretir gibi. Bir oyun yetecektir ve zevk rüzgârı üstünüzden bir ağacın üstünden geçer gibi geçecektir. 

Ama işte bozuldunuz, dağıldınız ve kendinizden başka kimseyi aramıyorsunuz. Sonuçta bulduğunuz şey boşluk, çünkü siz bir ilişkiler düğümünden ibaretsiniz ve ilişki olmazsa içinizde ölü bir kavşaktan başka bir şey bulamayacaksınız. Ve sen kendini sevmezsen hiçbir şey umut edemezsin. Çünkü tapınakla ilgili sana bunu söyledim. Taşın ne kendine ne de başka taşlara yararı vardır; ama bütün taşların birlikte oluşturdukları taşın hamlesinin yararı vardır. Ve bu hamle bütün taşlara karşılık verir. Ve sen belki krala doğru yapılan bir hamleyle yaşayabileceksin; çünkü sen ve arkadaşların bir kralın askerleri olacaksınız.

‘Tanrım,’ diyordum, ‘bana sevgi gücü ver! Dağa tırmanmak için budaklı değnek vardır. Onları gütmem için çoban yap beni.’

Antoine de Saint-Exupéry / Kale / s.452-453

20. yüzyılın karanlık manzarasına direnç gösteren Exupéry’nin acı çeken ruhu ve kalemi, insanlığı çağın yaşamlara döktüğü kalıplardan kurtarmak için gayrete gelir. Manası bilinmeyen kelimelerin kalıbından, sevgiyi yaşamayan kalplerin kalıbından, sadelikten, içtenlikten habersiz hallerin kalıbından kurtarmak için yazar da yazar. Bu kadar kalıbın içinde olanın mutluluğu araması ne kadar tuhaftır?

Onlar mallarını satmak isteyen tüccarların sana öğrettikleri ahlaktan doğdular. Sen mutluluğun almak ve satın almaktan geldiğini sanıyorsun; nesneyle ilişki kurmak için bu kadar çaba harcanınca tersini nasıl hatırlayabilecektin?

Ve kuşkusuz nesne sen kendini ona verirsen büyüktür. Emeğin taşın ışığının karşılığı olmasını da istedin. Çünkü din olabilir bu ışık.                                                                                                                                                     

Antoine de Saint-Exupéry / Kale / s.183

Işığı sönmüş sokaklar karanlık, emeksiz ilişkiler, soğuk ve merkezini kaybetmiş kalpler… Hissiz ve zalim. Göğe kaldırsa gözlerini ya güneşi görecek ya da ayı, yıldızları. Ama göremez; vakti yoktur.

‘Yıldızlar bütün insanların,’ diye yanıtladı. ‘Ama her insan için aynı değiller. Yolcular için, yıldızlar yol gösterici. Ötekiler için yalnızca gökyüzündeki pırıltılar. Bilim adamları için hepsi birer problem. İş adamı için zenginlik.’

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.109

Sahte düzenlerden, yapılardan gelen mutluluk eksik ve acınasıdır. Sen onları bir oyun gibi görüyorsun. Çünkü elması seviyorsun, ona doğru ağır adımlarla gitmen yeterlidir ve acınası bir yaşam için adımlarını gitgide ağırlaştırman gerekir. Ama elmasa doğru ağır ağır gidişin seni sıkan bir ritüelse, hızlanmanı engellerse ve sen ona ulaşmak için bütün gücünü kullanırsan benim engellerimle karşılaşırsın ve daha fazla hızlanmanı yasaklarım. Elmasa ulaşman sana mutlak biçimde yasaklanmamışsa (bu onu ağırlığı olmayan bir gösteriye dönüştürerek sana anlamını kaybettirecektir) kolay değilse senden hiçbir şey almayacaktır (aptalca bir düşünceyle zor değilse ki bu yaşamın karikatürü olacaktır). Ama sadece güçlü bir yapı ve çok nitelikliyse işte o zaman zenginsin.

Antoine de Saint-Exupéry / Kale / s.344

Her insan aynı bir çekirdek gibi ana rahmine atılıyor ve oranın toprağında dört ay bitki gibi filizleniyor, büyümeye başlıyor. Gün geliyor; şekillenen bedenine ruh ilkâ ediliyor. Bitki hayatından hayvanî hayata geçiyor ve dokuz aylık bir yolculuğu yaşıyor. Bu yolculuğun sonunda ona verilen zekayla başka bir dünyanın kapısının önünde buluyor kendini. Kapıyı açmak zor. Ama sonunda açılıyor ve o kapıdan geçiyor. Geniş mi geniş bambaşka bir âlem çıkıyor karşısına; “dünya” diyorlar.

Dünyayı tanıyoruz, alışıyoruz ve burada da başka bir yolculuk bekliyor bizi. Önceki yolculuğa hiç benzemiyor. Bu yolculukta yalnızız. Sorumluluklarımız fazla. Her an bir şeyleri öğrenmemiz gerekiyor. Burada yollar uzun. Engebeler, uçurumlar var. En büyük engebeler maddî yaşamın artıklarından oluşuyor. En ürkütücü uçurumlar çatlakları büyüyen aklın, kalbin, ruhun boşluklarında gizli.

Çağın insanı hırslı, gergin ve yorgun. Rekabeti vahşete dönüştürmüş. Söylemlerini ise savaşa.

Feryat etse duyacak kimse yok; yankısı kendi sesinde boğulmuş. Sadece elleri delicesine neyi bulsa almak telaşında. Ararken neden bu kadar telaşlı? Çünkü aramak demek bir şeyleri kaybetmenin işareti. Kaybettiği şey, ruhu için kıymetliyse ve hayatının değeriyse onu bulana kadar eksik kalacak demek. Ama bulduğunda da onunla zenginleşecek demek.  

Sen bir kelimeyi anlamak istersen ona amaç olarak değil, ödül olarak bakman gerekir; çünkü aksi takdirde bir anlamı yoktur. Öte yandan bir şeyin güzel olduğunu bilirim; ama amaç olarak güzelliği reddederim. Sen hiçbir heykeltıraşın ‘Güzelliği bu taştan mı çıkaracağım?’ dediğini duydun mu?

Kıvır zıvır şeylerin heykellerini yapanların boş lirizmine aldananlar var. Gerçek heykeltıraş şöyle der: Ben taştan beni bunaltan, bana baskı yapan şeye benzer olanı çıkarmaya çalışıyorum. Bunun heykel yapmaktan başka bir yolu yok. Ve yüzün ağır ya da uyuyan bir güzellik gibi olması… Eğer söz konusu olan büyük bir heykeltıraşsa eserin de güzel olduğunu söyleyeceksin. Çünkü sonuçta güzellik de kesinlikle bir amaç değil, ödüldür. 

Ve ben sana biraz mutluluğun zengin için zenginleşmek olduğunu söylerken yalan söyledim. Çünkü söz konusu olan, bir fethi taçlandıracak olan mutluluk ateşidir… Ödüllendirilecek olanlar, onun çabaları ve zahmetidir. Ve eğer onun önünde uzanan yaşam onu bir an için sarhoş edebilirse bunu, senin çabalarının sonucu olduğunda dağların tepesinden görülen manzaranın keyfi gibi anlaman gerekir.

Ve ben sana mutluluğun hırsız için yıldızların altında gözetleme yapmak olduğunu söylüyorsam bunun anlamı şudur: Onun kurtarılabilecek bir parçası vardır ve o bu parçanın bir ödülüdür. 

Antoine de Saint-Exupéry / Kale / s.227-228

Antoine de Saint-Exupéry

Antoine de Saint-Exupéry

Mutluluğun yolu da insanın yolu gibi inişli, çıkışlı. Mutluluk asla durağan bir şey değil. İnsanın eline bir şeyler geçtikçe veya bir şeyleri kaybettikçe kendini hep değişen bir atmosferde bulması onun aklının karışmasına, iç dünyasının daralmasına sebep oluyor. Oysa insan eline geçen nimetlerden sadece istifade etmek yerine, şartların yapılandırdığı alanda hayır adına mücadele etse, iyilik için kötülüğe tahammül etse, güzelliği var etmek adına çirkin olanı yenmeye çalışsa her türlü gayreti ona mutluluk olarak geri dönecektir.

İmam Gazalî, “Ebediyet için yaratılan ruh, yabancısı olduğu bu âleme ait maddî şeylerle mutlu olamaz.” der. Her çağın nice bilgesi bu hakikati hikmetli yazılarıyla, sözleriyle ifade etse de yazık ki insanoğlu anlamamakta inat eder. Çünkü hem zalim hem cahildir. Önce kendine zulmeder; çünkü kendini tanımaz, ne istediğini bilmez. Sonra çevresine zulmeder; çünkü umursamaz, önemsemez, neleri kaçırdığını bilemez. Böylelikle dünyada kendi yalnız hücresini hazırlar.

İnsanı dünyadan ne kurtarabilir?
Denir ki, bu kim olduğumuzun sorusudur
Bu soru ruha birkaç bilgi tohumu ekebilir kuşkusuz
Ama Allah olmazsa bu tohum rüzgâra karışır gider

Çünkü Allah olmadan düşünce ne yapabilir?
Bilgelik ne olurdu ben O’nu anmasaydım?
O’nun Lütfunda dinlenmeli ruh

Bizi kurtaracak olan kalbimizin en derin yerindeki
                                                                                   Allah’tır.

Frithjof Schuon / Bilgelik Şiirleri / Yıldızlara Doğru / Soru / s.47

İnsanca adımlar atabilmemize neden olacak direncimiz huzur. Ruhtaki coşkunun, kalpteki ilhamın, ayakta kalma direncinin kaynağı mutluluk. Mutsuzluk ise suyu bitmiş pınarın çevresindeki kurumuş yaşam. 

Exupéry bu kurumuş yaşamın ruhu asla doyuramayacağını yaşadıklarıyla anlamış biri. Açlığını giderebilecek sofraların arayışında olan bir yolcu. Çocukluk anıları, gökyüzü onun doyduğu yerler. Bu sofralarda sadeliğin, içten olmanın, sıcak ilişkilerin tadını almış. Ve eserlerinde satır aralarına serpiştirilmiş bu tattan bizlere de tattırmak istiyor.     

Babama karşı çıkan kişi geldi: ‘İnsanların mutluluğu…’ diyordu. Babam sözünü kesti:

Benim yanımda bu kelimeyi telaffuz etme. Duyarlılıkları olan ağır olan kelimeleri seviyorum; ama boş kabukları atıyorum. 

Ama, dedi öteki, sen bir imparator olarak öncelikle insanların mutluluğuyla ilgilenmezsen…

‘Biriktirmek amacıyla rüzgârın peşinden koşmak beni hiç ilgilendirmiyor,’ diye karşılık verdi babam; çünkü hareketsiz hale gelirsem artık rüzgâr falan olmaz.

Ama dedi öteki, ben imparator olsaydım, insanları mutlu olmalarını isterdim…

Ah! dedi babam, şimdi seni iyi anlıyorum. Bu boş bir laf değil. Gerçekten de ben mutlu insanları da mutsuz insanları da tanıdım. Sıskasını da gördüm, şişmanını da hastasını, sağlıklısını, canlısını, ölüsünü… Ben de insanların mutlu olmalarını istiyorum, aynı şekilde, ölmelerinden çok yaşamalarını istiyorum. Ama bir yandan da kuşakların gitmeleri gerekir.

‘O zaman anlaştık,’ diye bağırdı öteki.

‘Hayır,’ dedi babam. Düşündü, sonra şöyle dedi:

‘Mutluluktan söz ettiğinde insanın bir durumundan söz ediyorsun… Sağlıklı olmak gibi mutlu olmak ve benim duyuların bu çabası konusunda kesinlikle bir etkim olmaz ya da fethetmek isteyebileceğim anlaşılabilir bir şeyden söz ediyorsun. Nerede bu şey peki?’

‘Kimi insan barışta mutludur, kimi insan savaşta mutlu olur. Kimisi yalnızlığı tercih eder ve orada sarhoş olur, kendinden geçer. Kimilerinin mutlu olmak için şenliklere ihtiyacı vardır. Kimileri bilimsel düşüncelerden keyif alır… Bilim sorulan sorulara cevap verir, bir başkası mutluluğu Tanrı’da bulur ve hiçbir sorunun anlamı kalmamıştır.’

Antoine de Saint-Exupéry / Kale / s. 226-227

Nedir ruhu İç’e doğru çağıran?
Nedir kalbin karşılaştığı mucize?
Ne verir semavî armağanını Huzurun?
Nedir ruhu kutlu kılan İç’ten? 

Bu Allah’a bir evettir – isimsiz
Ne şekli ne sınırı vardır, sevinmektir
En içte, varoluşun özünde
             Bu,
Allah’ta kendi olma arzusudur Ruhun.

Frithjof Schuon / Bilgelik Şiirleri / Deniz Yıldızı / Tasdik / s.129

İnsan arayış içindedir? Yolu gösterirler kendisine; ama azığını kendinden tedarik eder. Peki ne bulur kendinde? Derdinin dermanını bulur. Ancak dünyanın sosyal, ekonomik krizleri, kültürdeki açmazlar, siyasî tıkanıklıklar, toplumları derinden etkileyen olaylar insanı yorar. Yine de her şeye rağmen insanı yoran bu olayların zamanla aşılabildiğine, yaraların sarıldığına tarihin çoğu sayfalarında şahit oluyoruz. Ama iç dünyamızda yaşanan kriz, bizde çok fazla hasar bırakıyor. Ve bu kriz anında önümüze iki karar çıkıyor: Ya kendimizden kaçacağız ya kendimize döneceğiz. Kendinden kaçan, kaybediyor. İlk önce kendini kaybediyor, sonra çevresini, yaşamın rengini ve Rabbini. Bu kaybedişler huzurun, mutluluğun tadını günden güne alıyor bizden. Kendine dönen ise belki başta çok mücadele veriyor ve yoruluyor; ama sonunda şuuruyla, sabrıyla, iradesiyle kazanıyor: Neyi? Kendini, insanlığını ve inancını. Ve huzur ve mutluluk günden güne yerleşiyor içimize.

Mutluluk adaları, çiçek açmış en uzak okyanusta
Sizi bulan hiç kimseyi tanımıyorum
Kalp hasta hasretlik çok zor
Boşluğun etrafını saran rüyalarla artmış
Bilgeye derin mana aşinadır:
Bilge, Allah tarafından verilen bir Kelimenin bilgisine
                                                                                             sahiptir
                                      Bu bilgi bir kurutu değil aksine çok
                                                                             yakın bir hayat:
                                      Allah’ın yüce İsmi Allah’ın sahiline
                                                                                           götürür.

Frithjof Schuon / Bilgelik Şiirleri / Yıldızlara Doğru / Kelime / s.62

Mutluluk derken şunu da söylemeden geçmemeli. Belki kendi dünyamızda, yuvamızda mutluyuzdur. Ama çevremizde yaşanan dertler, acılar varken insanın üzülmemesi, mutsuz olmaması mümkün değil. O zaman “mutluluk”la neyi anlamamız gerekiyor? 

Her şeye rağmen mutluluk; ama bencillik, umursamazlık değil. Başa gelenle sınandığımızı bilmek. Direncimizin; isyankârlık, öfke değil teslimiyet ve sabır olduğunu idrak etmek. Yapacağımız, onarabileceğimiz bir şeylerin muhakkak olduğunu düşünmek. Paylaşmak, yardım etmek. Çünkü yaşanan tecrübeler gayret içinde olan ve paylaştıkları şeyle bütünleşen insanların her şeye rağmen huzuru bulduğunu gösteriyor. Exupéry’ye göre de:

Mutluluk kendini bir şeye vermek, dolayısıyla o şeyin şeklini almaktan ibarettir.

‘Tek ayaklı kundura tamircisinin önünden geçtim. Pabuçlarını sırma nakışlarla süslemekle meşguldü. Artık sesi kalmamışsa da şarkı söylediğini anladım: ‘Seni bu kadar mutlu yapan nedir kunduracı?’

Yanılacağını, mutluluğunun sırmalı pabuç halini almaktan ibaret olduğunu bilemeyeceği için bana kazandığı paradan, kendisini bekleyen yemekten ya da dinlenmekten söz edeceğini tahmin ettiğim için cevabını dinlemedim.’*

Dr. Cemil Göker / Antoine de Saint-Exupéry’de İnsanların Dünyası / s.84
*Alıntı: Antoine de Saint-Exupéry / Kale / s. 533

Mutluluğu açıklamak isteseydim sana belki şunu söylerdim: Demirci için demir dövmek, denizci için denizlerde dolaşmak, zengin için zenginleşmek… Ve böylece sana hiçbir şey öğretmiş olmazdım. Boşu boşuna yakaladığını iddia ettiği ve hiçbir duyarlılığı olmayan bu hayalet senden kaçmış olur.

Antoine de Saint-Exupéry / Kale / s.227 

Korku ve açlık. Bu iki duygu doğru sığınağı ve doğru sofrayı bulalım ve doğru yolda, doğru menzile gidelim diye yaratılıştan bize verilmiş iki nimet. Korku olmasaydı insanın şaşkın beyninin ve doymaz nefsinin vereceği komutları düşünün. Bir çocuğun başına gelebilecek tehlikeleri. İtaatsiz, serseri davranışların sonucunu düşünün. Haddini bilmezlik, isyan, inkâr ve küfür. Açlık olmasaydı neyin arayışı peşinde olacaktı insan? Sadece mide açlığı mı? Yüreğin açlığı, ruhun açlığı, aklın, merakın, hayallerin açlığı… Nice aşklar, nice keşifler, nice eserler, nice erenler… Ve her bir açlığın nasipleneceği bir ilahî isim. Ama cahillik ve zulüm insanı nerelere götürüyor.

İşte. 20 ve 21. yy. insandaki bu iki nimetin cahillik ve zalimlik sonucu nasıl yanlış yerlerde israf edildiğini; vehimlerin, her türlü korkunun ve manevî açlıkların nasıl ayyuka çıktığını gösteren iki çağ. Ve korkusunu ve açlığını bastırmaya çalışan insanın telaşı, hırsı, yorgunluğu, tükenişi… Bu yanlış kullanımda mutluluk ve huzurun da reçetesi yanlış kullanılıyor. 

Oysa reçete; insanın hakikate ayarlanmış basiretinde, devayı bulacak şuurunda. Gözlerini kalbine ayarlayan, aklını vicdanına teslim eden ve bütün ruhuyla Allah’a dönen, bir anda huzuru ve mutluluğu yakalayabiliyor. 

Bir kere daha anlamadığım bir gerçekle yüz yüze geldim. Kaybolduğuma, umutsuzluğumun doruk noktasına ulaştığıma inandığım ve kendimi bıraktığım anda huzuru yakaladım. Görünen o ki insan, vazgeçme noktasında tanıyor esas kendini ve en yakın dostu oluyor kendisinin. İçimizdeki hangi ihtiyaca cevap verdiğini bilmediğimiz o bütünlük hissinden daha değerli hiçbir şey olmuyor artık o anda. 

Unutmak mümkün mü, boğazıma kadar kuma gömülü, susuzluktan yavaş yavaş boğulurken, yıldızlardan yorganımın altında yüreğimin nasıl ısındığını?

Antoine de Saint-Exupéry / İnsanların Dünyası / s.172

Dünyamızı katleden modern çağ
İnsanın sürekli değiştirme arzusundan gelir
Batı’da. Doğu düzenliydi
Bir ruh, bir kaya idi, boşluğa yuvarlanmayan    

İki yol açıktır akla
Biri derine gider Allah’a yönelir
Diğeri dünyada yeni topraklar arar
Hırs ilerleme manyasıyla1 örülüdür 

Kâdir-i Mutlak Tanrı: her şeyden olmalı
Öyleyse bırakın Yazgımız yazılsın
Sen o Kelimeyi biliyorsun, kurtuluş yolunu – inan bana:
Yeryüzünde bir Cennet var: Burası!

Frithjof Schuon / Bilgelik Şiirleri /Yıldızlara Doğru / Modern Çağ / s.96

1. Manya (Latince mania): Mani
Paylaşın.

Yazar Hakkında

1 Yorum

  1. Teşekkürler Elif Hanım çok derin ve anlamlı bir yazı ve çok faydalandım.
    Antoine’ye mutluluk konusunda katılıyorum. Ve Huzur konusunda size katılıyorum. Bu ikisi farklı gibi gözükse de aslında bir birinin aynısı.
    “Küçük Prens ekledi:

    ‘Ama gözler kör. Yüreğiyle bakmalı insan…’”
    İnsan yüreğiyle baktığı zaman mutluluğun sanal karşılığıyla cenneti birleştirmek zor olmaz. Mutluluk kesintisiz süresiz olsa bile bu ebedi cennet kavramından ayrılmaz. Mantıklı bakarsak kesintisiz olması ihtimal dışıdır. En azından derece farkları olabilir. Oysa bize lazım olan kesintisiz Huzurdur. Huzur sadece “iyi” ile karşılık bulur. İyi ise sadece ölçü ile elde edilebilir. Bunun karşılığı dinimizde sünnettir.
    Antoine’nin babasını demiş olduğu Rüzgarın peşinden koşup biriktirmeye çalışmak, aslında rüzgarın kişinin kendisi ile birleştirilmiş bir metafordur. Biriktiren rüzgardır. Birikimler her ne kadar mutluluk adına gözükse de onun varlığı mutsuzluğunda var olduğunu delilidir. Yani bu insanın mücadele ve uğraş içinde olduğunu gösterir. Mutluluk bunlarla ele geçer. Daha ötesi olmalı uğraşsız mücadelesiz. Çünkü insan kendisi için uğraş vermez. Doğa, tabiat ta da aynıdır kendisi için uğraş vermez kendisini yenileyip güzelleştirmesi bizim daha mutlu olabilmemiz içindir. Bu arada Kale harika bir kitap olduğunu hissediyorum. Emeğinize yüreğinize sağlık.
    Not yayınlandığı anlamadın hata bir daha yapıştırdım.

Reply To alaca Cancel Reply