Son Basamak

1

Anne lütfen rahmine geri dönmeme izin ver
Acıma istemiyorum, sadece saklanmak için güvenli bir yer.

Freddy Mercury, Mother Love

Bir tilki ölürken, başını çocukken yaşadığı yuvaya doğru çevirir. Bir kişi yaşlandığında veya hastalandığında nazarı ne tarafa dönüktür? Evinden ayrılan hangi kişi, gökyüzüne bakıyormuş gibi yüzünü annesinin kollarına doğru çevirmez? Çocukluğunun o huzurlu iklimine ve annesinin sıcacık kucağına doğru… Dünyanın en güzel yanı, yeryüzünde bulunmanın en tatlı tarafıdır bir anneye sahip olmak.

“Mother Love”ın Freddy Mercury’nin dünyada kaydettiği son şarkı olduğu söylenir ve müzik tarihinin en güzel, en acıklı vedalarından ikincisidir. Nihayetinde bir insanın geri dönebileceği ve saklanabileceği en güvenli yer annesinin rahmi değil de neresidir?! Her daim teselli görebileceği bir “anne kucağı”nın özlemini çeken Antoine, varoluşunun kalıntılarının olduğu evine ve annesine dönme vakti geldiğinde ortadan kaybolur. Bu neydi peki, neden böyle oldu?! Eğer kaybolmasaydı annesinin kucağında sessizce yaşıyor olurdu.. Onun yönünü değiştirmesi, kendisini gerçekleştirmek için kat etmesi gereken uzun yolun burada bitmediğini göstermek için denebilir mi? Terklere alışmış birinin, kalamama ve varmanın hiçbir yere götürmeyeceğini fark ediş hali…

ve eksik kalan bir şey vardı. 

Tamamlanmamış bir yükseliş merdiveni, bir basamak eksik..

               son basamak.

                         Küçük Prens’in basamağı…

Bu son basamak bütün seyir ve seyahatlerin sona erdiği en son nokta.

…………………………………….En önemli, göze en görünmez olanı. Ve dahi en bilinemezi…

Yalnızca içteki yakındır; başka her şey uzak…

Rilke

Anne Marie, kazadan mucizevi bir şekilde kurtulan Antoine’nin bir manastır bulduğunu ve orada saklandığını düşündü. Zaten bir gün annesine, ruhunun derinliklerini bilen tek kişinin o olduğunu yazmıştı (Annesine Mektuplar). Kendisini dünyadan, ailesinden, biricik gülünden ve eşsiz varlığı annesinden ayırarak “Yokluğu ve Çokluğu Muhal Olan”a hizmet etmeye karar vermişti. Düştüğü yeryüzü macerasında meskenetin ötesinde sekinet arayan Antoine, Amerikalı arkadaşlarından birine yazdığı bir mektupta münzevi yaşama duyduğu iştiyakı yazmış ve annesinin inzivaya çekildiğine olan inancını doğrulamıştı: “Gerçek özgürlük örneği arıyorsam, insanların çeşitli dürtüler arasında seçim yapmak zorunda kaldığı manastırlar dışında onu pek bulamam. Enfüsi yaşamların zenginliğinde…” Exupery bu seçiminden önce de tüm insanlığa değerli bir hediye, ender bir mücevher bıraktı: Çocukluk yaralarını iyileştiren bir hikaye ve kaybolmayalım diye öğrettiği Anne Sevgisi… Bir vesile ile yorgun hissettiğinde herkes gelir ve Küçük Prens’e yaslanır. Kaybolmamak içinse annesinin varlığının parıltısına tutunur. Işıltılarını kaybetmemek dileği ile…

Karanlık bir gece gökyüzünde tek başına uçarken aniden annesini özler, bir parça kağıt ve kalem alıp “Sevgili Anneciğim”, “Canım Anneciğim” diye yazar. Sonra eve dönüp annesiyle konuşmak için sıcak masaya oturacağı günü sabırsızlıkla bekleyerek yalnızlığını yatıştırır.

“Sana sonsuz minnettarlığımı gerçekten anlayamazsın ve benim için nasıl bir hatıralar ile inşa ettiğin evi de.” (Annesine Mektuplar, Buenos Aires, Ocak, 1930).

Öte yandan annesini özlediğinde ve mermilerin yağdığı savaş alanında bile annesinin güvenliğinden endişe duyar:

“Canım annem! Neden bu dünyada sevdiğim her şey tehdit edilmek zorunda?”

 

Ne kadar çok erdem varsa o kadar çok keder var; ve O, bilgiyi artırarak acıyı artırdı.

Andrei Tarkovsky

Ertesi Perşembe Cabris’teki çocuklara şunları söyledi:

“Artık eminim ki Antoine hayattadır. Bir manastıra girdi.”

Oğlunun  bu ruhani tutumunu kendisine rehber edinen Marie, bu ruhsal birliktelik ile cesaretini arttırdı ve asla umutsuzluğa düşmedi. 

Exupéry,  ölüm perdesinin arkasına “Küçük Prens kendi gezegenine dönmüş olabilir” umudunu koyduğu gibi kendi sonuna dair de bir ümit bırakmış ve birçok kez annesine şöyle demişti: 

“Eğer bir gün kaybolduğumu öğrenirsen, öldüğüme sakın inanma!”

Marie, hayatının sonunda uzun bir yalnızlık dönemi yaşadı. Yaşlılığı boyunca sık sık sevdiklerini kaybetmekle karşı karşıya kaldı. Onu çocukluğuna bağlayan üç erkek kardeşi, Emmanuel, Jacques, Hubert, ve onların eşleri Yvonne, Hélène, Ada, hepsi bu fani dünyayı ondan önce terk ettiler. Gittikçe zayıflayan kız kardeşi Madeleine, 1971’de seksen sekiz yaşında iken Marie’den önce öldü. En küçük kız kardeşi Gabrielle kendisinin ölümünden sonra 14 yıl daha yaşadı.

Bu kırılgan anne, teselli edilemez bir hüznün kendisini sarmasına rağmen sükunet içinde yaşadı. Kocasını genç yaşta kaybetti ve dul kaldığında kendisi 29 yaşında idi. 1917’de Francois ve 1926’da Biche olarak bilinen Marie Madeleine isimli iki çocuğunu kaybetme talihsizliğini yaşadı. Küçük oğlu Francois’in ölümünden sonra “her şey lütufdur” dedi. Çünkü Francois son derece hassas bir ruhdu ve hayatın zorluklarının üstesinden gelmekte zorlanırdı. Çocuklarının ölümünden sonra Lyon yakınlarındaki şatoyu sattı. Saint-Maurice de Rémens kalesinin satışından sonra, Marie 1938’de Cannes’a ve ardından Cabris Köyü (Alpes-Maritimes) yakınlarındaki küçük bir eve taşındı. Evinin kapısı köyün çocuklarına her zaman açıktı. Kendi çocuklarına yaptığı gibi onlara hikayeler anlatır, ulvi duygularını uyandıracak aktivitelerde bulunur, şarkılar öğretirdi. Çocuklara geleneksel değerleri nasıl aşılayacağını iyi bilen Marie, eserlerinde ağırlıklı olarak memleket manzaraları, çocuk portreleri ve İncil’den hikayeler çizerdi. Sonraki yıllarda görmesini kaybedene kadar elinden fırçasını bırakmadı. Daha sonra, Antoine’in 31 Temmuz 1944’de kayıp olduğu bildirildi ve kaybolan Antoine’ın yasını tuttu. Sadece en küçük kızı evlendi, aile kurdu ve çocukları oldu. 

Sesi yumuşak, konuşması sade, hafızası keskindi. Cabris’te yaşayan André Gide, Albert Camus, Marcel Arland, René de Obaldia ve bazı kimseler, oğlu Antoine ile alakalı bir şeyler dinlemek için Marie’yi ziyaret ederlerdi. Marie gelenleri annelik sevinci ve doğal yakınlığı ile karşılardı. Kültürü, sanat sevgisi, şiirsel duyarlılığından etkilenen ziyaretçileri, artık Antoine için değil, kendisini görmek için gelirlerdi.

Tedirgindir yüreğimiz Sana kavuşana dek.

Augustinus

Ocak ayının sonunda (1972)  Marie de Saint-Exupéry inatçı bir bronşitten rahatsızdı. Zaman, yaşlı ve naif vücüdunu yıpratmıştı. Çocuklarına her zaman yakındı. Kızı Simone, yaşlılığın ve hastalığının getirdiği rahatsızlıklara rağmen pes etmemesi için ona yalvardı. Onun bilgeliğine ve şefkatine hala çok ihtiyaçları vardı. Kendisi de iyileşeceğine inandığı için üç gün sonra ayağa kalkacağım dedi. 20 dakika sonra kalbi artık bu dünyada atmıyordu… 

2 Şubat’da 97 yaşında Marie, bu dünyadaki vazifesini güzelce tamamlamıştı. 28 yıllık bir bekleyişin ardından sarkacın kum tabakasında bıraktığı iz kusursuz bir daire halini aldı. En sevdiği oğlu Antoine ile Sonsuzluk Ülkesi’nde yeniden bir araya gelmek icin davet edildi.

‘Küçük prens beni çağırıyor’ dedi…
.

BERÂ İLHAN


1. “Keşis”, ve “manastır” kelimeleri Saint Exupery’nin hayatında ve eserlerinde sık sık geçmektedir.
Örneğin 1927’den 1929’a kadar Dakar-Kazablanka güzergahında bir aktarma istasyonu olan Cap Juvie’de kaldığı dönemlerde annesine yazdığı mektuplarda “keşiş” ve “manastır” kelimeleri ziyadesiyle karşımıza çıkar.
BERÂ İLHAN.
Paylaşın.

Yazar Hakkında

1 Yorum

  1. Sayın Berâ İlhan
    “Evinin kapısı köyün çocuklarına her zaman açıktı. Kendi çocuklarına yaptığı gibi onlara hikayeler anlatır, ulvi duygularını uyandıracak aktivitelerde bulunur, şarkılar öğretirdi.”
    “Çocuklara geleneksel değerleri nasıl aşılayacağını iyi bilen Marie, eserlerinde ağırlıklı olarak memleket manzaraları, çocuk portreleri ve İncil’den hikayeler çizerdi.
    Marie gelenleri annelik sevinci ve doğal yakınlığı ile karşılardı. Kültürü, sanat sevgisi, şiirsel duyarlılığından etkilenen ziyaretçileri, artık Antoine için değil, kendisini görmek için gelirlerdi”
    Seçtiğiniz bu alıntılar Exupéry gibi bir karakteri ancak böyle annenin yetiştirebileceğini göstermesi bakımından çok yerinde olmuş. Emeğinize sağlık.
    Elif Kaya

Leave A Reply