Sokak – Bölüm 6

0

Arka Bahçe

Sessizlik… Adını ağzıma almadığım, kokusunu aramadığım bir gün var mı? Bilmiyorum. Nasıl bir hakikati var ki, kendimi bildim bileli hep çekimindeyim. Sükûnet… Şehrin kalabalığından uzakta bu özel köşede saklanmış duruyor. Hiç kimsenin elleri uzanmasa, hep böyle kalsa… Sessizliğin hiç kirlenmemiş sinesinde ben zamandan razıyım o da benden razı. Ne negatif elektriğim var, etrafa yansıttığım ne oflamalarım… Ben iç dünyamla barışığım, aklım da kalbim de ruhum da inşallah benimle barışık ve benden razıdır. Çünkü sancıları yok; kaos yaşamıyorlar. Bu dinlendirici atmosfer zihnîmi, kalbîmi, ruhumu arındırıyor. Fark etmediklerimi fark edebiliyor, görmediklerimi görebiliyor ve hissedebiliyorum. 

Buraya taşınalı yirmi sene oldu. Karşımızdaki geniş arazi hâlâ boş. Birtakım sebeplerden bina yapılamıyor. Araba, motor sesleriyle kalkmanın ne olduğunu eski günlerden bilirim. Burada ise her sabah varlığın doğal âlemine kuş, horoz sesleriyle uyanıyorum. Çok geç yatmama rağmen zindeyim. Planı, programı bırakıp düşünmekten öte sadece hissetmeye meyilliyim bugün. Meteorolojiye göre hava, mevsim şartlarının altında seyredecekmiş. Karşımızda duvarı saran hanımelinin beyaz çiçekleri rüzgârın etkisiyle titreşiyor. Sessizliği bozmadan

“Rüzgâr!” diye fısıldıyorum:

Deneyebilir misin
Üzerinden geçebilmeyi,
Beyaz rüyasından uyandırmadan
Hanımelinin?
Deneyebilir misin
Gözleri yeni açılmış
Tekirin
Tüylerine dokunmadan
Soğuk ellerin? 

Bekle!
Zaman geçsin; sarıl güneşe
Isınsın için, dışın.
Ve sonra dolaş sokağı
Boydan boya.
O zaman gerinsin
Anne memesinde kedicik.
Coşsun yaşama sevinci
Hanımelinin.

Şaşkınım… Ruhumun aklıma, bedenime nasıl hükmedebildiğine şahidim şu an. Sokağın başındayım. Hani, bugünü programsız geçireceğim demiş, sadece hissetmeyi dilemiştim? Uğramadan geçsem… Kapıdan da olsa bir hal hatır mı sorsam? Kararsızım. Bahçe kapısına zil ve kapı otomatiği tesisatı döşenmiş. Zili çalıyorum. Uygun yerlere kamera konulmuş. Emektar yardımcının kızı, Maide Hanımların bir müddet burada olmayacaklarını söylüyor. Sıkıntılı bir durum yokmuş. Sadece halledilmesi gereken işler varmış. Hevesim kırılıyor. Havanın soğukluğunu bahane ederek sahilden vazgeçiyorum. Gıdamı tedarik için pazara çıkmış gibiydim. Ellerim boş dönüyorum.

Günler aynı rutin adımlarıyla yürüyor. İhmal ettiğim hayli yarım iş var. Ne zamandır hepsi zihnimde birer yüktü. Onları halletmeye çalışıyorum. Dışarı çıkmak içimden gelmiyor. Ruh nasıl bir şey? Her an yeni bir çehresiyle karşıma çıkıyor. Ordan oraya savurabiliyor. Yeni tanıdığım birilerini, kaç yıllık ilişkilerin önüne geçirebiliyor. Gözün, aklın sınırını aşan bir sihirle başka ruhlara bağlayabiliyor. Acaba geldiler mi? 

Bazı ilişkiler zamanın tecrübeli gözlemine bırakılmalı. Hele sizin için çok değerliyse hassas, latif hatlar üzerine kurulmalı. Mesafeyi korumanın ilişkilere ömür verdiğine her zaman inandım. Tanışır tanışmaz telefon numarası alışverişi bana göre değil. Zaten onlar da vermeye teşebbüs etmediler. Gelip gelmediklerini anlamam için dışarı çıkmam gerekiyor. Havalar kaç gündür normale döndü; hatta bugün bayağı sıcak. Kapıdan çıktığımda sanki mayıs değil de taptaze bir haziranla karşılaşıyorum.

Eyvah! Yine bir çarpışma sesi. Bizim apartman dört yol ağzına bakıyor. Semtin sakinliğine aldanan dikkatsiz sürücülerin kazaya neden olduğu hassas bir nokta burası. Herhalde yine böyle şey var. Biri ters yoldan girmiş. Diğer araç da belli ki hızlı gidiyormuş. Çevreye yoğun bir ağız dalaşı yayılıyor. Karakol, çarpma sesinin rahatça duyulabileceği yakınlıkta. Nitekim az sonra polis gelip olaya müdahale ediyor. Manzara alışıldık. Alışılmadık olan, sürücülerin; bilhassa hanımın ağzından çıkanlar. Üstelik ters yoldan gelen de o. Duyduklarım hazmedeceğim türden değil. Tahammülü zor. Her zamanki yolumdan değil, aceleyle caddeye çıkıp kaldırımdan hızla uzaklaşıyorum. 

Cadde, sabahki sükûnetten sonra çok tuhaf geliyor. Sanki başka bir yere gelmiş gibiyim. Donuk yüzler gibi ifadesiz cam kafeslere bürünen yapılar. “Ben” buradayım diyen siluetler. Yaşam, önümde bu geniş cadde gibi uzuyor. Yukarı aşağı yürüyen her türden karakter. Gözlerimde kimi aydınlığını, kimi karanlığını bırakarak geçip gidiyor. Adımlarım mı, yoksa zihnimi allak bullak eden düşünceler mi daha hızlı? Bilmiyorum. Sağıma soluma bakmadan nasıl yürümüşüm ki, kendimi bir anda sokağın başında buluyorum. 

Bahçe kapısında iki kişi var. Beyaz saçlı, tıknazca biri ve Mümtaz Bey. Yanlarına gittiğimde Mümtaz Bey bir şey söylemeden yüzüme bakıyor:

.Yüzünüz çok solgun Elif kardeşim! Bir şeye mi sıkıldınız?

Konuyu açmak istemediğim için “Çok hızlı yürüdüm de… Herhalde ondan olmalı.” diyorum.

.Hamza Bey! Bu hanımefendi, Elif Hanım. Elif kardeşim! Komşumuz, Hamza Bey. Sokağın girişindeki apartmanda oturuyor. 

Mümtaz Bey nasıl göz uçlarındaki çizgilerle gülüyorsa Hamza Bey de alnının ortasındaki çizgilerle beni ölçüp biçiyor. Seksenini geçmiş; hatta daha yaşlı olabilir. Görünümü sert. Komut vermeye alışık bir üslûbu var. Sesi tok. O tokluğun içinde sıcak bir babacanlığı hissediyorum.

.Size kolay gelsin komşum. İşiniz zor. Danaburnuyla uğraşmak başınızı ağrıtacak. Gerekirse yardım isteyin bizden. Bizim bahçeye bakan görevliyi gönderirim. 

Mümtaz Bey, ön bahçeyi düzenleyen bahçıvana haber verdiğini belirterek teşekkür ediyor. Hamza Bey gittikten sonra ayak üstü hoşbeş ediyoruz. Komşusundan söz açıyor. Ancak aklı benim halime takılı.

.Hamza Bey eski bir asker. Kuzenimle iyi ahbaplar. Birkaç kez konuşmanın dışında ben pek tanımam. Güvenilir, sağlam biri olduğunu söylerler. Eski tabirle- harbiden biri; doğru ve tavizsiz. Bu zamanda böyle adamlar çok nadir görülür. Arka bahçenin hali perişan. Güllere danaburnu musallat olmuş. Ev, veranda, ön bahçe derken onlara sıra gelmedi. Bunu anlatıyordum kendisine. 

Maide Hanım’ı soruyorum. Eski muhite gitmiş. 

.Geçenlerde bize uğramışsınız. Melek kızım söyledi. Melek, bize yıllardır yardım eden, elimizden tutmayı hiç bırakmayan Nur Hanım’ın kızı. Eski evdeki işler bitti. İnşallah bir düzene giriyoruz. Siz verandaya geçin, şimdi geliyorum.

…bize yıllardır yardım eden, elimizden tutmayı hiç bırakmayan Nur Hanım’ın kızı.
.

“Birine hizmet etme”yi “ihtiyacı olana bakma”ya dönüştüren ruh asaleti. Kelimelerin, insanın iç dünyasına ışık tutan birer delil olduğuna bir kez daha şahit oluyorum.

Ah… Hikmet annem! Ruhun şad olsun. Akaretler Vişnezade’deki aparmanın en üst katı. Arka odada karşılıklı muhabbetlerimiz. Kalbime işleyen hatıralar ve bilhassa babası Cemal Öğüt Efendi ile ilgili örnekler. Bahçedeki eski evin düzenlenerek oda oda kiraya verilmesi, kiracıların sık sık ziyaretleri ve o ziyaretin birinde yaşanan bir insanlık örneği:

Yine bir gün bizde otururlarken, başka gelenler oldu. Onları tanıştırırken ‘Kiracılarımız’ tabirini kullandım. Babacığım daha sonra beni yanına çağırdı: ‘Yavrum, hiç öyle denir mi? Kiracılarımız değil, komşularımız, demeliydin. Kiracılarımızda bir enaniyet var.’

Hikmet Öğüt Hanımefendi

Hikmet Öğüt Hanımefendi

.Kusura bakmayın Elif kardeşim. Sizi yalnız bıraktım. Bahçenin bakımıyla ilgili halletmem gereken şeyler vardı. Arka bahçeyi gördünüz mü?

Görmediğimi söylüyorum. Benim bahçeye yakınlığım ön cephesiyleydi. Merak edip gezmek mekânın mahremiyetine girmek gibi geldiği için evin etrafını hiç dolaşmadım. Bahçe kapısına yakın yerler, duvarın dibinden gördüklerim -en fazla- orta yoldaki çiçeklere bakmak bana yetiyordu. Ayrıca kapısı açık, korunmasız, ıssız bir yerde tehlikeli durumlar yaşanabilirdi.

.Arka bahçe buranın belki de en anlamlı yeri. Zamanında çok güzeldi. Boydan boya, sıra sıra nadide okka gülleri vardı. Bahçeye girer girmez katmerli pembe bir rüyanın içine dalardınız. Hele yoğun, hiç bitmeyen o kokular… Kahvaltı sofrasında gül reçeli eksik olmazdı. İlkbahardan sonbahara kadar devamlı açan güzellik ve bereket kaynağıydılar. Her sene muhakkak bahçıvan görevlendirilir, bahçe elden geçirilirdi. Maalesef her şey gibi güller de bakımsızlığın gadrine uğradı. Tabii bunda bizlerin hatası çok. Yerine başkaları dikildi. Onların da akıbeti aynı oldu. Sararmış, kurumuş yaprakları görünce diplerine bakayım dedim. Toprağın her köşesi öbek öbek dana burnu larvasıyla dolu. Her yer hayli bakım istiyor. Profesyonel bir bakıcı lazım. Bizim bahçıvan Park ve Bahçeler Müdürlüğü’nde uzun yıllar çalışmış. Arka bahçeyi onun ehil ellerine teslim edeceğiz. Düzene girmesi zaman alacak; ama ne yapalım. Emek verilmeden güzellikler yaşanılmıyor Elif kardeşim. 

Alanı bayağı büyüktür. Ön cepheden fark edemezsiniz. Kaç senelik ağaçların altında bir huzur cenneti gizlenmiş gibidir. Zamanın dıştan görünmeyen manasının çözüldüğü sırlı bir âleme benzer. Ben arka bahçeyi çocukluğumda da çok severdim. Üzüldüğümde, bir kabahat işlediğimde sığındığım, gizlendiğim ne çok köşem vardır onda. Vaktiniz varsa sizi gezdirmek isterim. Bahçe yabanî otlarla sarılmış da olsa yine güzel. Harabeye de dönse mekâna sinen ruhaniyet kaybolmuyor. Belki bahçenin ruhaniyetiyle ferahlarsınız. Yüzünüzün rengi hâlâ aynı. Bir şeye sıkıldığınız belli. Sonra verandada otururuz. Melek kızımın yaptığı limonata size iyi gelir zannediyorum. 

Arka bahçeyi ön bahçeden duvarla ayırmışlar. Onun için bahçeye evin içinden geçiyoruz. Kapı, çok geniş bir taşlığa açılıyor. Sağlı sollu ağaçların birbirine giren dalları doğal bir veranda oluşturmuş. Bahçe kapısı ve duvar baştan başa begonvil. Koyu mor rengin gizemi bahçenin anlamını gözler önüne seriyor. Yemyeşil bir koridor, doğal toprak bir yol. Yabanî otlardan yolun ilerisini göremiyorum. Sıra sıra sarmaşık tarzı, ağaççık tarzı güller. Kocaman çalıya benzeyenleri de var. Bazısında dallar kurumuş, bazısında yapraklar sapsarı. Üzerlerinde bir gonca dahi yok. 

.Elif kardeşim şuraya bakar mısınız? 

Dipleri yer yer kazılmış gülleri gösteriyor. Yaklaşınca açılan çukurun içinde gördüğüm avuç dolusu larvalarla içim bir tuhaf oluyor.

.İşte toprak bunlarla dolu. Görmenizi istedim. Çünkü bu manzaranın daha sonra söz edeceğim düşüncelerimle ilgisi var. 

Taşlığın bittiği yerde kim bilir, kaç senelik bir ıhlamur var. Az ileride dut, armut, ceviz ve adlarını bilmediğim ağaçlar. Ağaçları tanıma konusunda yetersizim. Böyle bir bahçede muhakkak manolya olmalı; ama nerede? Mümtaz Bey’e soruyorum.

Yolun solundaki otları aralayarak ilerliyoruz. Hatta bazı yerlerde parmak kalınlığında odunlaşmış çalıların dallarını kırıyoruz. Ne kadar çok ağaç var… Az ilerde üstü betonla kapatılmış bir kuyu görüyorum. Kuyu olduğunu anlamamın sebebi üzerindeki tulumba. Bir akrabamın köşkünün bahçesinde de böyle bir kuyu ve tulumba vardı. İyice yaklaşınca her tarafı dökülmüş bir kameriye ve iki görkemli manolya ağacı önümüze çıkıyor.

.Sığındığım köşelerden birisi bu kameriyeydi. Genellikle ön bahçe tercih edildiği ve gelen misafirler de ön verandada ağırlandıkları için buraya pek uğrayan olmazdı. Ama akşamları amcamın yeriydi. Bahçenin sonunda yengemin gözü gibi baktığı sebze bölümü vardı. Salata için biber, domates, salatalık toplamak kuzenimle benim işimdi. Bakalım o güzel günlerin tadını tekrar getirebilecek miyiz? Maide’min en büyük arzusu burada vakit geçirmek. İnşallah gerçekleştirebilirim. 

Yıllar geçtikçe artan bir muhabbet, derin sorumluluk hissi ve daralan zaman. Sesi titriyor. Farkında değilmişim gibi sağa sola bakıyorum. Belli ki gözleri dolu. 

.İsterseniz geri dönelim Elif kardeşim. Yorulduk. Limonata ve yanındaki aperatifler iyi gelecek. 

Veranda da köşe hazırlanmış. Sehpanın üzeri donatılmış. Gerçekten yorulmuşum.

.Arif oğlumu aradım. Epeydir görüşmedik. Birlikte olmak onun da hoşuna gidiyor. Bu çocuğun bizde ne bulduğunu hâlâ merak ediyorum. 

.Böyle düşünmeyin. Onun sizde bulduğu bir ihtiyaç. Doğru insana duyulan susuzluk. Kendimden biliyorum. Neye susuzsam onunla ilgili örnekleri -sizde olduğu gibi- hep karşımda bulurum. Maide hanımla siz gerçekten başkasınız. Her zaman insanlık ve faziletle ilgili örneklere Arif Bey gibi ihtiyaç duymuşumdur. Bulduğumda da avucuna şekerleme konulan bir çocuk gibi yüzüm değişir. Arif Bey’in yüzünde de aynı şeyi gördüm. 

.Mümtaz Amca, Arif Bey geldi. 

Biraz önceki ağız dalaşında kendilerini kaybedenlerden ne kadar uzak… Değerler ihmal edilip elden kaydıkça iç dünyalar o kadar küçülüyor ki, insanın kendine bile ayıracağı yeri kalmıyor. Halbuki taçlandırıldığında o dünyalar herkesi içine alacak kadar genişliyor. Doğru insanla vakit geçirdiğimizde nasıl beslendiğimizi yanından ayrıldıktan sonra anlayabiliyoruz. Görmediklerimizi görebildiğimizde, hiç dokunmadığımız hislerimize dokunabildiğimizde fark ediyoruz. Çünkü hayata bakışımız değişiyor.

Yanıma oturuyor. Dışarıdan bize bakan torunuyla oturan bir hanımı görür. Ama içe nüfuz edenin gördüğü, heyecanla şeker bekleyen iki çocuğun halidir.

.Yüzünüzün rengi geldi. Daha iyisiniz değil mi? 

Mümtaz Bey devamını getirmiyor. Merak etmesine rağmen başka soru sormuyor. İlişkilerdeki ince sınırı koruyan edep daha fazlasını sordurmuyor. Olayı; kazayı, ağız dalaşını, galiz sözleri kısaca anlatıyorum.

.Buna benzer hadiselere maalesef çok sık şahit oluyoruz. Nasır bağlamak diye bir deyim vardır. Çok önceden gözlerde başladı bu olay. Görülmesi gerekenler görülmedi. Sonra sırayla kulaklar, dil, zihin. İşitilmesi gerekenler işitilmedi, konuşulmadı, düşünülmedi. Sonunda bir baktık ki, insanlığımız nasırlanmış. Çok acı; ama gerçek bu. Görüntüde çoğalıyoruz. Nüfus çoğalıyor, mal çoğalıyor; ama manevî dünyalar gittikçe daralıyor. 

.Onun için çoğu insan yalnız Mümtaz amca. Onun için menfaatsiz, katıksız, saf duygulara ihtiyaç var. Doğru beslenilmiyor. Esasında kızmak, öfkelenmek yerine Maide teyzemin dediği gibi acımalıyız böyle insanlara. 

.Ancak yaradılışa uygun olmayan bu gibi görüntülere tahammül de her zaman elde değil Arif oğlum. Yaşam, insanla yan yana akıp giden bir güzergâh. Olaylar, çevredeki her şey, bizimle aynı yolda. Onları adlandırmak, yaşamak ve çevreyi anlamlandırmak bize verilen cihazları nasıl kullandığımıza bağlı. Programına göre çalıştırmazsak ne olur? Bozulacağını gösteren sesler çıkartır. Gürültülü çalışır. 

Sen gelmeden önce Elif kardeşimle arka bahçeyi dolaştık. Görülen; bakımsız, harabeye dönüşmüş bir yerdi. Hep böyle miydi? Hayır. Çocukluğumun cennet köşesiydi. Toprak bereketliydi. Hele okka gülleri. Peki ne oldu onlara? İhmal edildiler, beslenmediler ve güçsüz düştüler. Bunun sonucunda toprak zararlı böceklerin istilasına uğradı. Bahçıvan müdahale etmeyince her yan larvalarla doldu ve danaburunları çoğaldıkça çoğaldı. Toprağın altında her yere dağılıp önlerine gelen her kökü kemirip bitirdiler. 

Kâinatta her varlık, ancak şartlar uygun olduğunda gelişiyor ve ayakta kalabiliyor. Yaradan’ın iradesi böyle dilemiş. Bir de kendini düşün. En mükemmel yaradılış eserisin. Ama ruhî, kalbî hayatını ihmal etmiş, vicdanını unutmuşsun. Arzuların, tutkuların, sinende öbek öbek larvalar… Ve nefsin önüne gelen her değerini kemirip bitiriyor. Fıtratın, kendine uygun ortamı bulamazsa akıbetin vahim. Böyle bir durumda neler olabileceğini düşünebiliyor musun oğlum? Neyse ki iki gün sonra arka bahçede hummalı bir faaliyet başlayacak. Bahçıvan bu işin ehli. Ekibiyle gelecek. 

.Ağız dalaşında beşeriyet ve harabe olmuş bir bahçe. Bu iki olay arasında bir tevafuk yok mu Mümtaz Bey?

.Olmaz mı Elif kardeşim? Bahçede size gül diplerini gösterdiğimde bir şey demiştim. 

.Toprağın larvalarla nasıl dolu olduğunu görmemi istemiştiniz. Manzaranın sonra söz edeceğiniz düşüncelerinizle ilgisi olduğunu belirtmiştiniz. 

.Evet. Geçen gün konuştuğumuza benzer başka bir toplumsal mesele kafamı kurcaladı ve akşam da hayli meşgul ettiği için gül dibindeki larvaları size özellikle gösterdim. Bugün de siz bu hadiseyi yaşadınız. Dıştan bakıldığında farklı iki olay. Ama sebepleri ve sonuçları değerlendirildiğinde aralarında bir uyum görülüyor ki buna “tevafuk” diyoruz. Kâinat, kendiliğinden hareket eden mekanik, cansız, otomatik bir unsur değil. O, Allah’ın yarattığı ve her şeyiyle “Ben bir ‘Kudret’in, ‘Hikmet’in, eseriyim.” diyen ruhu olan bir yapı, bir düzen.

İki araba çarptı ve insanların sergiledikleri çirkindi. Neticesinde sizin iç dünyanız karıştı; sarsıldınız. “Arabalar neden çarpıştı?” diye değil, “İnsan nasıl böyle davranabilir, konuşabilir?” diye soru sordunuz kendinize. Tabii olaya şahit olanlarda tepkiler farklı olabilir. Sizdeki neticesi bu oldu. Sonra bize geldiniz. Burada da harabeye dönüşen bahçe ve güller meselesiyle karşılaştınız. Bahçeyi gezdirmeyi ben istedim ve larvaları size gösterdim. Bütün bunların görebilene işaret ettiği bir gerçek yok mu? 

Kışı sabırla geçiren ağaçlar bahar geldiğinde kuru dallarına çiçek açtırır. Arka bahçedeki sorun dışardan değil, içten, topraktan geliyor. Dallar her sonbahar yapraklarını döker, her kış boyunca kuru olur. İskelet gibi üzerlerinde hayat emaresi yoktur. Ancak bir dalın üzerini kazısan içindeki hayatı görebilirsin. Dinlesen gövdede demlenen suyu duyabilirsin. Fırtına sallar, savurur her şeyi; ama ağaca, gülün dallarına, sarmaşığa bir şey olmaz. Kar yağar, tipi eser. Her şey kendi sessizliğine dalar; ama ayakta kalır. Sonra bir şeyler olur. Bahar gelmesine rağmen bazıları yaprak vermez, verenler sağlıksızdır. Sebep ne rüzgâr ne kar ne de tipidir. Görülmeyen yerde aranır hastalığın sebebi ve bulunur. Sebep, bitkinin kökündeki zehir; zararlı böceklerdir. 

.Evet, Mümtaz Bey. Doğru söylüyorsunuz. Her çağda savaş çıkmış, yokluk, zorluk çekilmiş. Müşriklerin eziyet ettikleri Müslümanlar, aslanlara atılan Hristiyanlar ve yakın tarihimizde yaşanan savaşlar, Anadolu’yu istila eden düşmanlar. Ama hepsinin içinde hep Bilaller, Ashab-ı Kehfler, Nene Hatunlar, okulu bırakıp cepheye giden çocuk askerler olmuş ve onlarla tekrardan ayağa kalkılmış. Neden? Çünkü dışarıdan gelen düşmana karşı hepsi vicdanlarındaki hakla, kalplerindeki iman ve ruhlarındaki özgürlükle; yani içlerindeki “dost”la direnmişler. Tehlike ne savaşta ne firavunda ne müşrikte… Tehlike larvaların biriktiği açılan boşluklarda. Tehlike bizim içimizde.

Eve dönerken adımlarımı yeri hissede hissede atıyorum. Sabahki olaydan kaçar gibi değil, biraz evvel dinlediklerimi yaşar gibi… Allah biz kullarıyla gönderdiği nimetlerle, mevsimlerle, hayatla, başımıza gelenlerle konuşuyor. Her olay bize sorulan bir soru aslında. Doğru cevap, edeple verilende. Kimin soru sorduğunu bilen, kulağını açıp dinleyen ve üzerinde düşünen bu edebi bilir. Günümüzde yaşanılan tatminsizlikler, bunalımlar, geçirilen cinnetler bu edepsizliğin sonucu.

Önümde üç kişi yürüyor. Yanımdan geçenler, arkamdan gelenler. İç içe, yan yana yaşıyoruz. Ve içimizde kim bilir, neler taşıyoruz? Bunları bilmem mümkün değil. Bildiğim tek şey:

.
Ben bir insanım ve insan olarak yaşamak istiyorum.

.

***

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply