Sokak – Bölüm 23

0

Müşfik Dede   

.Abi, bak sana ne okuyacağım. Gece uyku tutmadı bir türlü. Hayatı, ölümü düşündüm. Bugün buradayız. Yarın yola çıkacağız. Ancak yarın bizim için meçhul. Hakikate, hikmete sarılmasam bilmediklerimin yükünün altından asla kalkamayacağımı düşündüm. Pencereden uzaklara, yıldızlara baktım. Bir an camdan seyreden sanki dedemmiş gibi geldi. Yeni yurduna açılan kapıdan geçerken onun gönlünün dilinden bir şeyler karalamak istedim:

Alnıma günü vurdu şu dağların ardından.
Bu yepyeni âleme selâm ver de gir, gönül.
Geride kalanlar ne bıraktınsa sırrından
Senin için ne verir kim bilir? Bekle gönül.

Bağından gül toplayan, gül kokusunu koklar.
Deryaya dalabilen, bağrında inci saklar.
Her yürek ki can sever, bahtını rahmet aklar.
Terazisi erdemin, insan gibidir gönül.

Müşfik dedenin cenazesi için gittikleri yaylada definden bir gün sonra yola çıkmadan önce Harun Bey’in sözleri bunlar. Nereden biliyorum? Maide Hanımlardayım. Şu anda özel odada seyyar bir projeksiyon perdesinden yaylada kameraya alınmış kareleri izliyorum. Yanımda sadece Nur var. Yalın Bey her şeyi hazırlayarak bize bıraktı. Eski bir tanıdık habersiz gelmiş. Mecburen hepsi misafirin yanındalar. 

Yalın Bey kameraya bayağı hakim. Yüzdeki ifadeleri nasıl anlatacağını iyi biliyor. Arka fonla uyum kurması, ışığı ayarlaması çok güzel. Sanki oradaymışım gibi hissediyorum kendimi. Sabahın erken saatleri… Harun Bey adeta uzaklara kilitlenmiş. Belli ki hiç düşünmeden dökülüyor söyledikleri. İçten konuştuğu; kendine gelse belki de asla böyle konuşamayacağı halinden belli. 

.Ve Dede’min bizimle nasıl gözleriyle konuştuğunu, yargılamadan sadece insan olduğumuz için yüreğiyle nasıl yakın olduğunu düşündüm. Ondaki merhametin kaynağını idrak etmeye çalıştım. Hakikati anlamak için abi, illaki ölümle yüz yüze gelmek mi lazım? Ah, Harun! Giden gitti diye bağırmak istiyorum. “İçindeki inciden ne zaman haberdar olacaksın?” denildi sana. Duymadın. Çünkü daha yanmamıştın. Yanmayan, suyun arayışına girmezmiş. Denize dalmayı bilmezmiş. Kanma nedir? Onu da bilemedin. Çünkü kalbi acıkmayan, bihabermiş. Bağlanmayı bilmeyen, kavuşmadan mahrum olurmuş. Mahrumsun Harun. Hasreti bilmeyen ufuktan mahrum. Şimdi anladın mı? 

Ekranda tanımadığım biri var. Hislerini belli etmemek için kendini zor tutuyor. 

.Evet, arkadaşım. Mahrumuz. Dede bizde ne gördü de ondan bu kadar etkilendik? Anlamış değilim. İnsan insanın nasıl aynasıysa ahlak da ahlakın aynası olmalı diyorum içimden. O vakit birbirimize baktıkça iç dünyamızda ne varsa onu mu görüyoruz? Düşünüyorum da Dede’nin bana baktığı gibi aynadan kendime baksaydım acaba ne görürdüm? Net, olduğum gibi mi olurdum? Hayır. Çünkü kendimi en net gördüğüm yer burası oldu. Ve gerçeği bu yolculukta anladım. 

Neden evimde eş olarak, baba olarak; işimde avukat olarak değil de burada? Nedenini tam kavramış değilim. Bana açıklanacak da olsa şu an idrak edemem. Fakat hissettiğim bir şeyler var. Halimi seyredenler ve dinleyenler “abartıyor” diyebilir. Ben de olsam bu sonuca varırdım. Ancak işin aslı böyle değilmiş. Her şey akılla çözülebilseydi tecrübelerimle açıklayabilirdim. Ben burada aklımın yetmediğini, Avukat Levent’in yetersizliğini idrak ettim. Birçok cenazede bulundum; ama bunları hissetmedim. Konu o zaman ölüm değil. Bir başka şey var ve bunu ifade edebilmem zor.

.Hepimizin bulması da zor arkadaşım. Bir tek Dede’deki iksire sahip olanın bulacağı bir şey bu. 

Hayrı yaşayan her şey, merhametin dilidir.
Nerede şer artarsa bu zalimin elidir.
Ne vakit yaralıdan acı feryat yükselir
Onun için heybende var mıdır iksir gönül?

Dede’nin heybesinde iksirden bol ne vardı ki… Sen abi. Bütün dünyayı dolaştın. Oralardan geldin. Levent Bey İstanbul’dan. Hepimiz ayrı yerden gelen, sözüm ona kariyer sahibi eğitimli insanlarız. Ama burada çok az konuşan bir ihtiyarın ağzından çıkanlarla neler kazandık. Onun dilinden dökülen belki iki üç cümle olabilir. Fakat Dedem bizi dilden değil, göklere bağladığı gönlüyle besliyormuş. 

.Haklısın. En yakınımıza dahi söylemediğimiz boşluklarımızı bir yayla köyünde belki de ilkokul mezunu olan biri doldurdu. Üstelik Dede, dediğin gibi pek konuşmazdı. Peki neyle doldurdu bu boşlukları?

Bir gün bana şöyle demişti:

Boşluğu sadece Onunla, Onunla olanlarla doldur. Gayrısı çürük malzeme. Zarar verir.
.

İlk gittiğimde de 

Kazmayı tutan, fena vurmuş. Acıtan el mi, kazma mı?
.

demişti. 

O zaman farklı biri olduğunu anlamıştım. Nerden biliyordu halimi? Pişmanlık, içime vururken nerden duymuştu sesimi? Yüzüme baktı… baktı.

Kaygılanma elbet dolar, boş olan. Yeter ki hikmetle doldur.
.

Anlam veremedim. Ama bu konuşmadan sonra orada başıma öyle şeyler geldi ki, sanki benim için bir senaryo yazılmış gibiydi. Sadece üç hafta kaldım; fakat tesiri senelere sığmaz. 

En son gittiğimde de baktı, uzun uzun:

Senin için yazılanlar bir hikâye değil, gönlünden yazılan dilekçeler. Şimdi nasıl yazdığının farkında değilsin. Ama günü geldiğinde farkına varacaksın.

Beni bilmediğim bu yerlere atan, hatalarımdı. Hırsıma kapılarak verdiğim yanlış kararlarımdı. Sonra da bitip tükenmeyen pişmanlık sızıları. Ama düşünüyorum: Sızılar olmasa oralara kadar savrulabilir miydim? İşte o an ne demek istediğini anladım. Daha çözemediğim çok şey vardı. “Bu gün bunu anladımsa yarın da bir başkasını anlayabilirim.” çıkarımıyla kendime bir yön belirledim. Eve döndüğümde eşimin söylediklerine de anlam verememiştim.  

.Gittiğin yerde ne yaptılar sana? Benim bildiğim yayla havası ciğerleri temizler. Sanki senin her şeyin yıkanmış gibi. Bir dahaki sefere beni de götür. 

Ama olmadı. Yoğunluk, yine koşuşturma derken gidemedik.

.Hepimizin problemi bunlar değil mi? O kadar geçiştirdiğimiz şey var ki… Evet, boşluklarımız çok ve onları doğru olanla doldurabilmek için bir sürü deneyden geçiyoruz. 

.Peki, boşlukların oluşumunda bir hikmet var mıdır? 

.Vardır elbet. Hepsinin sebebi, cevap bulamayan ihtiyaçlarımız. Kalbin ve ruhun ihtiyacı giderilmezse boşluklar oluşur. Ancak boşluklar bizi arayışa yönlendiriyor. Varlığımızın esas sebebi de bu ihtiyaçla “muhtaç olduğumuz”a yönelmek değil mi zaten? Bu yönelmeye de dua diyoruz. Ve boşluklar hep olacak, hep bir şeyle dolacak. Mesele, neyle dolacağı. 

Yalın abi! Hay Allah! Şimdi aklıma geldi. Dede bir gün senin hakkında şunları demişti. İlk defa o gün uzun konuştuğuna şahit oldum: 

O kendini hiç tanımıyor. Geçirdiği onca sene, gezdiği onca yer, vakti gelmediği için kendisine hiçbir şey söylememiş. Söylemiş olsaydı aradığı kokuyu bulurdu. Herkesin kendi kapısının açılacağı bir zaman ve kokusunu alacağı bir mekân var. Yalın yarenim, kokuyu burada aldı. Lakin kapısı yuvasında açılacak. Tahmin bile edemeyeceği güzel şeyler yapacak o. Ve sen de yanında olacaksın. Ona bunları şimdi deme! Vakti gelince aklına gelecek. O zaman söylersin. Bir de yıldızlara bakmayı unutmasın. Onlar belki benden bir şeyler fısıldarlar.

Yıldızlara bakmayı unutmasın. Onlar belki benden bir şeyler fısıldarlar.

Bunu anlayabilirsek gün gelir o iksirin ne olduğunu da bulabiliriz inşallah.

.Doğru söylersin Levent kardeşim de… Bulabilir miyiz dersin?

Yalın Bey, daha önceden Müşfik dededen izin isteyerek yaşadığı ortamı kameraya almış. Cenaze günü de bu izne dayanarak çevreyi görüntülemiş. Çok isabetli bir iş yapmış. İçinde öyle kareler var ki, sözle anlatılması zor. Yanımdan ayırmadığım defterime her zamanki gibi bazı notlar alıyor, bazı mısraları yazıyorum. 

Varsa eğer onunla yolda rahat yürürsün.
Nice güzel bakarsan nice güzel görürsün.
Öyle bir kapı var ki, ancak sırla erersin.
O sır da bir tek rıza ile verilir gönül.

.İlk seyrettiğimizde Melek’i çok etkiledi bu sözler. Ağlayarak dışarı çıktı. Devamını seyredemedi. Üstelemek istemedim. Biliyorum Hocam. O an babasını hatırladı. Çok düşkündü. Böyle durumlarda herkes kendi kayıplarını hatırlıyor. Etkilendiğimizi görünce Yalın Bey devam edemedi. Melek’ten sonra o da dışarı çıktı. Garip bir adam. Merak ediyorum; kendi dünyasında neler yaşıyor acaba? 

.Merak etme Nur. Gelişen olayları benim gibi uzaktan izlersen her şeyin iyiye gittiğini görebilirsin. Burada bize dokunan şey, ölüm olayı değil. Bunu sen de biliyorsun. Bu adamlar ölümden çok, ölenin yansıttığı güzellikleri yaşıyor gibiler. Sözleriyle Harun Bey, hepimizin içinde özel bir noktaya dokundu. Çoğu kişinin bilmediği bir yere. Bilinse insaniyetin gürül gürül akacağı bir kaynağa. 

.Haklısın Hocam. Melek babasını hatırlamış olabilir. Ancak çoğumuzun içindeki teli titreten acılarımız değil, bu hakikat.

.Bir de kapıya ancak kendisiyle varabileceğimiz bir gerçek daha var: “Hakkın rızası.” Defterime not aldım. Onların hepsi Dede’de bu gerçeği gördüler. O zaman anlamamış olabilirler. Şimdiyse anlıyorlar. Onlarda bunun sarsıntısı var. Sen benim yarenimsin diyen gönül, artık buyur edemeyecek. Bu gönüller gökteki yıldızlar gibidir. Kara bulutlar sarsa da gökyüzünü, onlar yine ordadır ve vakti geldiğinde bulutların arasından çıkarlar.

Üzerimde bir tuhaflık var. Nur halimden anlıyor ve kamerayı kapatıyor. 

.Hocam, etrafı bir kolaçan edeyim. Siz biraz dinlenin. 

Maide Hanım’ın minyatürleri. Sedire yaslanıp seyrediyorum. Çok güzeller. Ortada turkuaz renginin hakim olduğu biri ilgimi çekiyor. Sanki fırtınalı deniz anlatılmış. Turkuazın açıktan koyuya türlü tonları alt alta gelmiş. İnen çıkan dalgalar gibi. Herhalde o günlerin sıkıntılı halini yansıtıyor. O günlerden bugüne… Umut edilebilir miydi? İnşallah gün gelir; kızlarına da kavuşurlar. 

Bunları düşünürken gözlerim kapanıvermiş. 

.Hocam… Nasılsınız… 

Melek yüzüme bakıyor. Ne kadar vakit geçmiş; bilmiyorum.

.Misafir gitti. Haber vereyim dedim.

Üçü bir aradalar. Ancak bir suskunluk havası var salonda. Sessizliği ister istemez bozuyorum.

.Sizin odada bir sihir mi var? Bir müddet sonra insanın iliklerine siniyor. Minyatürlere bakarken gözlerim kapanıvermiş. 

.Yalın da o odayı çok seviyor Elif kardeşim.

Çekilen filmi nasıl bulduğumu soruyorlar. Etkilendiğim yerlerden bahsediyorum. Yalın Bey ise hiç konuşmuyor. Sanki bir tuhaflık var üzerinde. Bir müddet sonra izin isteyip çıkıyor.

.Gelen misafir, şirketin vekilharcı. Bazı hesapların gözden geçirilmesi için acil uğraması gerekiyormuş. Bu işlerin kontrolu hep Mümtaz Bey’in üzerindeydi. İlk defa bu görevi kaldıramayacağını hissetti. Ve Yalın’ın ağzını aradı. Sanırım oğlum bu sorumluluğu alma konusunda tereddüt ediyor.

.Yalın’ı hep işleri devralacak şekilde yetiştirmek istedim. Kırmadı beni ve Fransa’da işletme okudu. Ama sonra bildiğiniz gibi… Bir anda bütün bağlar kopuverdi.  

.Yalın Bey’den başka ailede kimse yok mu Mümtaz Bey?

.Yok, Elif kardeşim. Dedemin iki oğlu vardı. Babam ve amcam. Babamın tek çocuğu benim. Amcamın iki kızı çok küçükken ölmüş. Bir tek Ahmet var. Ahmet çok dürüst ve zeki biri. Ama bu işlere yatkın biri değil. Sadece üzerine düşeni yapar. Yalın’ı yıllarca takip eden, kollayan o. Ancak iflah olmaz bir romantik. Gezgin ruhlu. Eşiyle de hâlâ böyle bir hayat yaşıyor. Ev ikimize ait olmasına rağmen kullanımını bize bıraktı. Çocukları olmadı. Geriye Yalın kalıyor.

Kardeşimizi aile meselemizle yeterince bunaltıyoruz Mümtaz Bey. Konuyu değiştirelim. Filmde bir kare dikkatimi çekti Elif’cim. Müşfik dedenin Harun Bey’e Yalın hakkında söyledikleri:

Onun kapısı yuvasında açılacak. Tahmin bile edemeyeceği güzel şeyler yapacak.
.

Adeta tüylerim diken diken oldu. Nedir acaba tahmin edilemeyecek şeyler?

.Benim de dikkatimi çekti; hatta not aldım. Bu tür insanların başka âlemlerle irtibatı fazladır. Bir şeyi asla iş olsun diye söylemezler.

.Maide’m Elif kardeşim doğru söylüyor. O sözlerin muhakkak bir hikmeti var. Ancak her şey çok yeni. Oğlumuzun döneceğini; hatta şu anki haline geleceğini tahmin edebilir miydik? Hayır. Ama bunlar gerçekleşti. Her şey Hak’tan. Bekleyeceğiz. Hem güzel olanı bekleme de güzeldir.

Bak şu son aylarda yaşadıklarımıza. Bizim çevremiz hep kalabalıktı. Almanya’daki yılların dışında hiç yalnız kalmadık. Lakin hiçbirini aileden hissetmedik. Şimdiyse değişik sebeplerle birilerini tanıdık. Hadi Arif karşımızda oturuyor diyelim. Ama Elif kardeşim. Harun, Ömer Beyler… Salih, Menekşe. İkizlerimiz var. Nur’un hali bile değişti. Yumuşadı. Gevher uzakta diye üzülüyorduk. Onu da aldık yanımıza. Yalın ise gelir gelmez bu yürek birliğinin içinde buldu kendini. Göreceksin Maide’m, çok daha güzel günlerimiz -inşallah- olacak.

O anda duruyor. Boğazına bir şey takılmış gibi sesi kesiliyor. Maide Hanım’ın gözlerinin dolduğunu görünce anlıyorum boğaza neyin takıldığını? Kim bilir şu anda nerede olan ve hangi şartlarda yaşayan bir evladın acısı.

Yalın Bey’in içeriye girdiğini fark edince:

.Elif kardeşim. Tarık Bey oğlumuzla konuşmadınız mı? Hani onunla Frithjof Schuon hakkında konuşacaktık. Hatta “Müsait olduğunda siz haber verin; ama daveti biz yapalım.” demiştim size.

Konuyu değiştirmek için aniden gelen bu soru karşısında ne diyeceğimi bilemiyorum. Çünkü Tarık’ın bir anda samimiyet kurması çok zor. Ancak bunu söyleyemem. Neyse ikizlerin cıvıltıları, arkasından Menekşe ve Nur’un yine damağa lezzet katacak şeylerle içeri girmeleri havayı değiştiriyor. Nur odadaki elektriğin farkında. Göz göze geliyoruz. 

Ey sözlerin aslın bilen, gel de bu söz nerden gelir,
Söz aslını anlamayan, sanır bu söz benden gelir.

Dinleyen sanır ki Dede kendinden konuşur. Ama Dede bilir ki, dilinden dökülenler Yaradan’ın Kelâmındandır. Öyle değil mi Hocam? Âdemoğlu dediğin, aciz varlık. Bugün var, yarın yok. Kendinden bir şey söylese zaman alır, savurur bir yerlere. Ama söz, ilahî nefese bürünmüşse savrulmaz. Kapısı açık her gönle konar. 

Yalın Bey, Nur’un sadece mert, dobra yüzünü tanıdığı için bu yeni yüz karşısında şaşkın şaşkın bakıyor. Nur’un havayı değiştirmek için oynadığı oyuna ben de katılıyorum.

– Harun Bey’in önünde ak bir kağıt ve elinde kara kalem. Sanır ki, aklına geleni yazar. Bu yazdıkları, her gün yazdıklarına benzer mi? Benzemez. Çünkü birinde kalem, aklından; diğerinde kalem, gönlünden alır mürekkebini. Peki Nur, gönül nerden alır? 

Biz bir bahane arada, ayrık de elden ne gele,
Çünkü Hak emreder cana, bu keleci (güzel söz) ondan gelir.

Gönül mürekkebini Hak’tan alır, Hocam. Müşfik dede bir bahanedir, vasıtadır. Gönlüne ne geldiyse onu der. Harun Bey’in kalemi sadece bir vasıta. Ne geldiyse gönlüne, onu yazar. Kim ki canı temiz tutar Hak için; o canın gözü de dili de eli de Hak için çalışır. Ne güzeldir Hocam, Hakkın emrettiklerine vasıta olmak, ne şereftir… 

Yalın Bey, bizim bu oyunumuzu fark ediyor mu, bilemem. Birden ayağa kalkıyor, sonra tekrar oturuyor. Bir şeyler söylemek istiyor. Söyleyemiyor. Sesi titriyor. Bu halinin sebebi, sadece Müşfik dedenin acısı olabilir mi? İçimdeki ses “Hayır.” diyor. Son zamanlarda yaşadıkları, hasretin, pişmanlığın, utancın, affedilmenin ve hayata yeniden ümitle bakabilmenin izleri sanki birbirine karışmış gibi. Yutkunuyor ve gözlerini hepimizden kaçırarak duvardaki tablolardan birine bakıyor: 

.Müşfik adı, Dede’nin lakabıydı. 

Yine yutkunuyor.

.Yüzü eğik, boynu bükük kim gitse yanına, hemen durumunu anlar, hiç sorgulamaz; sadece “Kendini hor görme! Nedamet getir, tövbe et.” derdi. Onun için bu lakapla anılırdı. Bizi yanlıştan doğruya döndüren en önemli şey, insan oluşumuza bakılması, düzeleceğimize dair bir ümidin hissettirilmesi. Tavsiye makamında oturup sadece nasihat etmek ne kadar doğrudur? Bunalımlı bir anımda Dede’nin söylediği şu söz, benim ümidim oldu: 

Sen iradeni hayır yolunda kullan, gönlün kapısını aç. Hak’tan gelen nasip, gün gelir seni tepeden tırnağa aydınlatır. Bekle Yarenim.

Sonra hiçbir şey demeden çıkıyor.

***

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply