Sokak – Bölüm 11

2

İnsanı Çözmek

Seni
Karelere böldüm dedim;
Hep üçgen olarak çıktın
Karşıma.

Neydi
İçindeki? Neydi o
Sitem?
Neydi rengi duygularının?
Hüzün mü desem?

İster dikdörtgen, ister kare,
Yalnızca
Nokta ol, gözbebeklerimde.
Ve
Çevirelim daireleri.

İnsan kendi içinde bir çözülme yaşıyorsa karşısındakinin onu anlayabilmesi çok zordur. Çünkü muhatabı onu anlayabilme adına ne zaman duygularına dokunsa her seferinde onlarca karelere bölünen iç dünyasında bir başka bölünmüşlük daha yaşayacaktır. Nedir bu bölünmüşlük? Her karenin farklı renklerde üçgenlere ayrıldığını1 görmek. Ve bunun sonunda işin içinden çıkamayacaktır. Peki, işin içinden çıkan var mıdır? Vardır elbet. Anlama sürecinin olmazsa olmazı olan şefkate, empatiye, sabra ve sebata sahipse vardır. Çünkü onlar el verdiğinde kalp aldığı destekle hep güçlü olacaktır. 

Her buluşmamızda bir bilmece çözer gibiyim. Hangi hali gerçek? Anlamakta zorlanıyorum.

Arif’in geçen gün Âyende hakkındaki bu teşhisi onun böyle bir sürecin eşiğinde olduğunun belirtisi. Bir insanı çözmek, çok bilinmeyenli denklemi çözmeye de benzer. Denklemi çözmenin yolu ise “Koşulsuz sevgi.” Bu, asla karşılığında bir şeylerin beklenildiği sevgi değil. Üstünlüğe kapılmayan, noksanı görmeyen bir sevgi. “Nasıl olursa olsun”la başlayan, sadece kendisi olduğu için; katkısız ve saf. Aynı anne sevgisi gibi. Yaradılıştan vardır. Yücelerden beslenir.

Koşula bağlı olanlar ise nefisten beslenir. Menfaat, zevk, tutkular… Kalbin bunlarla doyması düşünülemez. Onun için daima açtır. Bir taşımlık suyla nasıl değirmen dönmezse kendisi sevgiye muhtaç bir kalbin de bir başkasını doyurması beklenemez.

Ruhun, insanlığın aç olduğu böyle bir dönemde sevgi dağıtabilmek, kaynağın sevgiyle taşmasına ve coşmasına bağlı. Yaradan’ın rahmetiyle dolan kaynağın suyu hiç bitebilir mi? Aynı bunun gibi Yaradan’a bağlı olan kalbin de sevgisi bitmez. Böyle bir kalbe bağlı her duyu organı dünyayı, yaşamı farklı algılar. Göz sevileni öyle bir özümser ki, dünyayı bu merkezin etrafında döndürür. Kulak sevileni öyle bir dinler ki, her şeyi onun sesiyle değerlendirir.

Gözlerindeki o acıyı görmesem… 

Çok zeki, sezgileri çok gelişmiş. Bazen öyle şeyler söylüyor ki! Bunları kimden duymuş, kimlerle birlikte oluyor?

Sezgileriyle, haliyle; bilhassa gözleriyle konuşan biri.

Sesinin tonunda, bakışlarında; bilhassa zaman zaman sinyal veren alnının kırışıklığında bir vakar, bir dokunulmazlık var.

Bunlar Arif’in Âyende hakkındaki diğer teşhisleri. Ve zannederim; bunları zamanla tek tek ele aldığında çözmekte zorlandığı bir bilmeceyle değil, içine dalması kolay olmayan bir derinlikle karşı karşıya olduğunu anlayacak. Bugün Mümtaz Beylere gidecekler. Beni de davet ettiler. Kendimi halsiz hissediyorum. Durumumu izah ettim. 

Evde hepimizin üzerinde bir kırıklık var. Eşimin ateşi çıktı. İyi ki daveti kabul etmemişim. İnşallah basit bir soğuk algınlığıdır. Öğleden sonra oğlumun da ateşi çıktı. Birimizin ayakta olup diğerlerine bakması gerekiyor. O iş de bana düşüyor. Yeni koronavirüs haberleri çoğalmaya başladı. Geceyi hepimiz zorlanarak geçirdik. Hiçbirimizin adım atacak hali yok. Bugün herhalde önemli işlerin dışında hiçbir şeye el süremeyeceğim.

Neredeyse on gündür her şeyden izole ettik kendimizi. Ama şimdi -şükür- iyiyiz. Ancak dünyanın yükünü yüklenmiş gibi yorgunuz. Geçen gün Arif oğlum telefonla aradı. Benden hiç ses çıkmayınca merak etmişler. Durumu anlattım. 

.Maide teyzeme telefonunuzu verdim. Kendisi almaya çekindi. Elif’ciğimin izni olmalı, demesine rağmen Nur ablaya dinletemedik. Sizi arayacaklar. Evinizi bilsek Nur abla size şifalı çorbasından getirecekti. 

Uzun zamandır içim hiç böylesine ısınmamıştı. Ailemin dışında birilerinin bu ihtimamı hiç beklemediğim bir olay. Çok geçmeden aradılar. Hepsiyle ayrı ayrı konuştum. Ben bu yeni ailemi gerçekten seviyorum. 

Hastalığın üzerinden neredeyse üç hafta geçti. Şu an Mümtaz Beylerin ziline basmak üzereyim. Evdeler mi, bilmiyorum. Kapı açıldı. Bu aralar sık sık yağmur yağdığı için her yer iyice yıkanmış. Yer de gök de ışıl ışıl. Bahçe bu yağıştan nasibini hayli almış. Sanki cennetten bir köşeye girmiş gibiyim. Kapıda Nur Hanım. 

.Elif Hocam! Mümtaz babamlar ne kadar sevinecekler…

Hava sıcak; ama rüzgârlı. Etkilenebilirim endişesiyle verandada oturmama izin vermiyor. Salona geçiyoruz. Her şeyde sükûnet ve huzur hakim. Maide Hanımları iyi görüyorum. Arka bahçenin son rötuşları yeni bitmiş. İnşallah bir dahaki sefer orada oturabilirmişiz. Az sonra konu Âyende’ye geliyor. 

.Salona girdiğimizde tam karşımda bir çift kumru bakışı buldum Elif’cim. Ürkek, tertemiz. Bizi görür görmez ayağa kalkması dikkatimizi çekti. Sonra Mümtaz Bey’le konuşurken uzaktan izledim. Kelimelerine hakim. Yapmacık tavırlar, ağızda gevelenen sözler yok. Çok sade, çocuksu bir stili var. Kitapların çokluğundan etkilendi; devamlı sorular sordu. Duvardaki hat yazılarını hayran hayran seyretti. Çoğunun anlamını merak etti. En çok da şu köşedeki hattın üzerinde durdu. Mümtaz Bey’in yeni aldığı bir hat. Siz anlatır mısınız detayı ile Mümtaz Bey?

.Maide’min dediği gibi hatlara gözü devamlı takılınca izah etmek için davet ettim. O sordu, ben cevap verdim. Bu hattı okuyunca da aynı şey oldu. İzah ettikten sonra bir müddet konuşmadı. Belli ki anlamı düşündürdü onu. 

Hak tecelli eyleyince her işi âsân eder
Halk eder esbâbını, bir lahzada ihsân eder.

Benim çok sevdiğim bir beyittir. Ancak kime ait olduğunu tam anlamış değilim. Kimi Ketencizade Hacı Mehmet Rüştü Efendi’ye ait olduğunu söylüyor. Kimi Erzurumlu İbrahim Hakkı’nındır diyor. Hatta Lâedrî2 diyenler de var. Her neyse. Zaten kızımızın da etkilendiği, hattan ziyade anlamı. Hatta bir ara gözleri dolar gibi oldu. Hiç düşünmeden “Müsaade ederseniz, size hediye etmek istiyorum.” dedim. O an garip bir şey yaşadım. Bunu Maide’me yeni söylüyorum. O gözleri dolu olan kumru bakışlı kız bir anda gitti. Yerine hükmetmeye alışık sert biri geliverdi. 

“Yok… yok, Efendim. Teşekkür ederim. Kabul edemem.” diyerek adeta beni susturdu. Herhalde Arif’in çözemediği şey bu olsa gerek. İçinde kendisinin de kontrol edemediği katı bir yanı, geçilmesine izin vermediği keskin sınırları var.

.Ah!… Mümtaz Bey… Bu çocuk desenize yaralı. Şimdilik Arif’e bahsetmeyelim. İsterse kendisi anlatır. 

O arada Nur Hanım benim için zencefilli karışım hazırlamış. Onu getiriyor. Son sözlerin üzerine Maide Hanım’ın yanına oturuyor:

.Benim merhametli anacım. İnsan olur da hiç yara almamış olur mu? Hangimizin yarası yok. O yaraların beni nasıl adam ettiğini en iyi sen biliyorsun. Yara varsa orada kemâle giden bir yol da var demek. Bunları ben hep sizden öğrendim. 

Hak bir gönül verdi bana, ha demeden hayran olur,
Bir dem gelir şâdân olur, bir dem gelir giryan olur,

Bir dem sanırsın kış gibi, şol zemheri olmuş gibi,
Bir dem beşâretten doğar, hoş bağ ile bostan olur.

Yunus kime söylüyor bunları? Bizlere. Demek ki kızımızın bağında da birkaç mevsim aynı anda yaşanabiliyor. Bir köşede bahar açarken aniden zemherinin dondurucu soluğu acıtabiliyor. Yunus gibi Âyende’ye de böyle bir gönlü veren kim? Hak. Verdiği öyle bir gönül ki, neye baksa zerrecik şüpheye düşmeden onda hakikati bulan bir cevher. Ama aynı gönül bir bakıyorsun gülüyor, bir bakıyorsun ağlıyor. Neden? Elbet vardır bir hikmeti. Bahçıvan gülü sularken, koklarken “Neden yamacında dikenin var? diye sorar mı? Ona düşen, gülü yaradılışıyla kabullenmek. Kabullenmese zaten bahçıvan olamaz. 

Düşünün ki Elif Hocam, dikenin sivri dili yok. Kapalı gonca o zaman nasıl açılacak? Ayrıca karanlıkta kalmış, güneş ışığından yararlanamayan bahçedeki bazı bitkiler dikenler olmasa nereye tutunup ışığa yükselebilecek? 

Salona girdiğinizde saygısından hemen ayağa kalkan, bu kız değil mi? Hiç bıkmadan hat yazıları hakkında sorular sorup, hayranlıkla dinleyen de o değil mi? Arif’in gönlünün kalitesine ne diyeceğiz Mümtaz babam?

.Haklısın derviş kızım. Çok doğru söylüyorsun. Biz sevdik bu kumru bakışlıyı. Onlar gittikten sonra ne dediğimi hatırlıyor musun Maide’m?

.Evet, hatırlıyorum. Onlar gittikten sonra Mümtaz Bey’in ilk sözü şu oldu: 

“Kim yetiştirmişse yetiştirmiş; ama kaliteli yetiştirmiş. Bu kızın derinlerinde bir şeyler var. Ancak Arif olan, bu hazineyi ortaya çıkartabilir. “

.Âyende pek duyulan bir isim değil. Güngörmüş biri koymuş olabilir bu adı. Hiç değindiniz mi bu konuya?

.Evet. Anneannesi koymuş adını. Onun da kayınvalidesinin adıymış. Yani Âyende’nin annesinin babaannesi. Âyende Farsça bir kelime. “Gelen, gelecek” demek. Âyende Hanım çok seçkin, çok zarif bir hanımmış. Gelinine; yani Âyende’nin anneannesine hayata dair her şeyi o öğretmiş. Bir ara Arif anlattı bunları.

.Yaşadıklarımızın, başımıza gelenlerin hikmetini idrak edebilmek hayatı anlamamızının anahtarı. Doğru anahtarı bulan, hem hayatının hem varlığın sorularını çözmeye başlar. Ama bu, düşünen ve sabredenler için geçerlidir. Hayatın sorularını çözmek fırçayla tuval üzerinde çalışmak gibi. Fırça darbeleri yan yana geldikçe, şekiller birleştikçe, renkler kaynaştıkça sanatçı kalbini sunmaya başlar. Çünkü renkler, fırça darbeleri ressamın kelimeleridir. 

Sabreden ve yaşadıklarının hikmetini düşünen de bir sanatçıdır. Hem de gerçek sanatçı. O insanlığını, değerlerini hiç telaş etmeden imtihan kağıdına işler. Ve inanın Elif kardeşim! Hayatın sanatla işlenen bu yüzü, çok daha güzel ve çok daha anlamlıdır. İlişkilerde de bu böyledir. Evlilikte de böyledir.

Bana kalsa daha bir-iki saat oturabilirim; ama vücudum öyle demiyor. Bütün gösterilen ihtimama rağmen çok yorgunum. Onlara bir şey belli etmiyorum. Telaşa düşebilirler. Müsaade isteyerek ayrılıyorum. Adımlarımı hızlandırdım. Bir an evvel eve varabilsem… Bana doğru gelen bir araba aniden duruyor. Arif.

.Elif Hocam. Yüzünüz hiç iyi gözükmüyor. Lütfen buyrun, sizi götüreyim. 

Hiç kibarlık gösterecek halim yok. Kabul ediyorum. Hem evimi de öğrenmiş olur. O ilk heyecan gitmiş üzerinden. Âyende’yle benzer yanlarımızın olduğunu belirttiğimden beri bana bazı sorular sorabileceğini tahmin ediyorum. Çünkü karşısındakini kırmadan, incitmeden tanımaya çalışan birinin her alternatifi kullanmak istemesi kaçınılmaz. Ancak beni yormak istemeyecek kadar düşünceli biri. Bu nedenle konuyu ben açıyorum:

.Arif oğlum! Size bir şey sormak istiyorum. Bu durumu anne ve babanıza danıştınız mı?

.Hayır. Tabii ki danışacağım; ama şimdi değil. Kararımız kesinleştikten sonra söz edeceğim. Eleştirilerin, düşünülmeden söylenilen kibirli sözlerin, benliklerin fütursuzluğunun ortamına sokamam Âyende’yi. Hatta onların yanına götürmeyi bile düşünmüyorum. Merak ediyorlarsa kendileri gelebilir. Ablam İtalya’da. Abim burada; ama uzaktan yakından benim dünyamla ilgisi yok. Bir tek babamla özel konuşabilirim. O da annemin sultasından kendini kurtarıp içinde kendisine ait bir dünya ayırabilmişse… Belki o dünyada buluşabiliriz. Şu anda bunu da düşünmüyorum. 

Zamana çok ihtiyacımız var. Daha önce belirtmiştim; Âyende ailesinden söz etmeyi sevmiyor. Sadece dün biraz açıldı. Annesini çok küçükken kaybetmiş. Babası da Avustralya’da yaşıyormuş. Nedenini, niçinini sormadım. Ama akşam üzüntümden uyuyamadım. Zannediyorum tahminimden çok daha fazla yaralı. Bekleyeceğim Hocam, sabırla bekleyeceğim. Ne zaman isterse o zaman kendi açıklasın. Birbirimizi tanımak zaman alacak; ama onu incitebilme riskinden iyidir.

.Çok hassassın oğlum. Ama iki gönül bir oldu mu her yara zamanla iyileşebiliyor. Yalnız şöyle yapabilirsin. Tamam; ona soru sorma, zaman tanı. Ama sen anlat kendini. Olduğun gibi davran. Ona güvendiğini göster. Ailenle ilgili düşüncelerinden -tabi olabileceği kadar- yavaş yavaş söz et. Hayallerinden, ümitlerinden dem vur. Dişinin fıtratındaki şefkat harekete geçerse hem seni sarmaya başlar hem de senin bu açılmalarına cevap gelebilir. Sabır oğlum, sabır. Bu kızcağız gerçekten iyi, kaliteli birine benziyor. 

Birlikte bir yolculuğa çıkacaksınız. Her yolculuk bir yerden bir yere gerçekleşir. Kimi bir soluk kadar kısa, kimi bir ömür kadar uzun sürer. Ama bazen kısaya cesaret edemezken, ömre açılıveririz. Şimdi senin bu noktaya geldiğin gibi. Kısacası oğlum, her hedefe varış zorlu geçer. Geçer de yolcu neden vazgeçmez sence? 

.Çünkü hedefine sevdalıdır Hocam. 

.Doğru. Gerçek aşığı ne kar ne tipi ne fırtına durdurabilir. Çünkü her adımda çekilir bir yere. Kim çeker? Sevgilinin yüzü. Nereye çeker? Kendine. Arif’i çeken, sevdiği. Âyende’yi çeken de sevdiği. Bütün mesele sevginizde samimi ve sebatkâr olmanız. Şunu asla unutma! Ne yaşarsanız yaşayın; yüreğinizden gayret sadaları geldikçe “sizi birbirinize yazan kudret” aşılmaz sandığınız yolları tasarrufuyla tek tek açacak. Bu gerçek, tecrübelerimle sabittir.

Evin önüne geldik.

.Evlerimiz yakınmış Elif Hocam. Eşinize cocuklarınıza geçmiş olsun dileklerimi iletin lütfen. Bu konuşmanız bayağı iyi geldi. Çok teşekkür ederim.

Sıcak bir banyodan sonra, sıkıca giyinip yatağa giriyorum. Terlemek iyi gelecek. Zorlanmadan vücuttaki virüsler atılmıyor. Hayatı iyileştirmek de böyle terlemeyi gerektiriyor demek ki. Bütün mesele bu terlemenin şifa olabileceğinin bilincinde olmak. Nur Hanım’ın Maide Hanım’a söylediklerini düşünüyorum:

İnsan olur da hiç yara almamış olur mu? Hangimizin yarası yok. Yara varsa orada kemâle giden bir yol da var demek.

Peki bir yaranın olduğu yerden nasıl başlar arayış? Her yaralı olan, bulur mu? Tecrübelerime göre hayır. Çünkü çıkılan yol -imtihan gereği- zahmetli bir yolculuk üzerine programlanmış. Yolda giderken hiç mi ayağım takılarak düşmedim? Hiç mi çukurla, engelle karşılaşmadım? Çoook… Peki her ayağa takıldığımda yolumdan döndüm mü? Asla… Döneceksem neden yola çıktım? 

Peki, kim geri dönecek hale gelir ve yolundan dönmek ister? Uğruna yola düştüğü davasına tam inanmayan, hedefine özlem duymayan. Kimi vardır; hantal nefsi gibi tembel. Kimi vardır; kanatlanmış ruhu, göklere bedel. 

Bedenin ayakları ruhun kanatlarına güç getiremeyince yorulur, dönmek ister. Nefsin gözü, kalp gözünün gördüğünü göremeyince sıkılır, dönmek ister. Dünya sevgisi, gerçek sevgiyi, muhabbeti perdeleyince insan şaşırır, aldanır, şevki biter, dönmek ister. Yoldan, etrafında gördüklerinden hoşnut değildir. Neyle karşılaşacağını, neyle yüzleşeceğini bilemediğinden korkar ve geri dönmek ister.

Ayrıca hedefe varmak için bulunduğumuz yerden ayrılmayı göze almak lazım. Su gölden, ırmaktan ayrılmasaydı yağmur olamazdı. Ama Rabbinin rahmet mührünü taşıyabilmek için her şeye katlandı. Toprak içindeki hazinelerini göstermek için kaç defa çapalandı. Yeryüzü içindeki madenleri ortaya çıkarmak için kaç defa deprem geçirdi, çırpınıp durdu. 

Bu iki çocuk -bir manada- bu madde dünyasının iki garibi. En yakındakilerin anlayamadığı dünyayı bir yabancı anlayabilir mi? Ruhları birbirine uygunsa, evet. İnşallah anlarlar birbirlerini. İki elin parmakları kilitlendiğinde birbirini tamamlaması gibi tamamlarlar eksikliklerini.

Fırtınalardan korumaya çalıştığımız limana bir gün bakarız; bir tekne yanaşır. Uzanır bir el. “Gel” der. “Tut elimi. Birlikte açılalım hayata.”

O el kurduğumuz hayalin gerçeğe dönüşmesi, ettiğimiz duanın cevabı olabilir. O el sabrettiğimize bir mükafat ve şükrettiğimize bereket olabilir. O el halis niyetin müjdesi, hiçbir plan ve program yokken gökte yankısını bulan nasibimiz olabilir. 

Nasip, kıyına yanaşan bir tekne;
İdrak gerekir açılmak istersen.
Rüzgâr götürür gerektiği yere
Derdin yelken olursa, şükrün dümen.

***


1.

2. Arapça; Lâ + adra: Bilmiyorum. Yazarı bilinmeyen, anonim.
Paylaşın.

Yazar Hakkında

2 yorum

  1. Elif Hanım merhabalar,

    Çok uzun zamandır yazılarınızı okumaktayım, ama maalesef sizin yazılarınıza gösterdiğiniz özen ve verdiğiniz emeğe haksızlık edecek şekilde neredeyse hiç yorum yazmadığımı üzülerek itiraf etmek zorundayım.

    İfadelerinizin, gözlemlerinizin, yorumlarınızın, derslerinizin, bütünüyle bakıldığında 150’yi geçmiş yazınızdaki kıymetli içeriğin, sadık bir okuyucunuz olan bende tesirli olduğunu, etkilendiğimi, istifade ettiğimi ve yol gösterici bulduğumu bilmenizi istiyorum.

    Niyetim pek çok yazıya ileride dönüş yapıp, hakkını verecek şekilde tekrar okumak ve daha iyi istifade etmek.

    Kaleminize ve gönlünüze sağlık.

    Saygılar,
    Akif

    • Merhaba Akif Bey,

      Bu çok içten, yürekten olan değerlendirmelerinize teşekkür ederim. Sadık olana sadık olmak düşer. İnşallah ben de elimden geldiğince Sutu Boğda’nın kuruluş çizgisinden sapmadan yazmaya gayret eder, bu güzel beraberliği devam ettirmeye çalışırım.

      Tarık Kaya’nın “Sutu Boğda Peşinde Bir Ömür” adlı yazısında dediği gibi “Yolculuğumuz ne zaman neticelenir ve yine bu yolculuk sırasında yeni yol arkadaşlarımız kimler olur; bunlar bizim için meçhul.” Ama niyette halis olmak elimizde.

      Sizin de gönlünüze sağlık. Saygılar.
      Elif Kaya

Reply To Elif Kaya Cancel Reply