Sokak – Bölüm 10

0

Âyende

Yaşamın hızla çevrilen sayfalarına öylesine bakanlar “şaşkın dünyaları”ndan öte “bütün güzellikleri aşkın bir âlem”i göremiyorlar. Görmeleri de mümkün değil. Çünkü her değer küçülüp ellerinden kaydıkça iç dünyaları da gittikçe küçülüyor. Bunun sonucu manevî körlük.

Keşke gelmeseydim diyorum içimden. Gittikçe kalabalıktan uzaklaşmamı hoş karşılamayan arkadaşımı kırmamak için buradayım. Ama manzara benlik değil. Bu, galiba günümüzde benim gibi garip olanların hali. Hayatı farklı algılama, varlığa, değerlere çok farklı yaklaşım ve anlaşılamama. Ve her zaman gırtlakta kalan ses. Yankısı içimizde bir fırtına. Can duvarına çarpıyor ve yıkıp gidiyor.

Apartmanın bahçesi. Erik ağacının altındayız. Hava sıcak. Ağacın dalları arasından süzülen güneş ışığı. O kadar güzel ki… Fakat kimse farkında değil. Duvarın üzerinden ürkek bakan yavru sarmanın da farkında değil. Estetik merakı, gençlik sevdası, yaşı küçültme iltifatları, kariyer yarışı almış yürümüş. Dil, hayal kırıklığında; suskun. Benim yerime sen konuşsan ağacım, sen döksen güneşim içimdekileri: 

Bana bakın! Bugün tüm dallarımla, meyvelerimle zenginim. Ama gün gelecek beni yavaş yavaş terk edecek üzerimde ne varsa. Sizin hazan yeliniz ne zaman esecek? Ne zaman çekilecek içinizdeki suyunuz? Ama ben bu halimle gururlanmadığım gibi, o zamanki halime de üzülmeyeceğim. Çünkü bu, ilahî bir nizamdır. Böyle sürecek. Ama sizler belli ki bu nizamın farkında değilsiniz. Çıplak dallara sahte yapraklar takmak, mevsimleri kendinize göre ayarlamak nereye vardıracak sizi? 

Bana bakın! Şu an bütün enerjimle, ışıklarımla dipdiriyim. Ama zaman geçecek, yavaş yavaş gölgeler çökecek üzerime. Ve kızıl bir çizginin ötesinde bitecek günlük yolculuğum. Sizin yolculuğunuz ne zaman bitecek? Ne zaman çökecek gölgeler üzerinize? Ben ne ışığımla kibre girerim ne batışıma üzülürüm. İlahî bir döngünün bana düşen çemberinde sadece döner, dönerim. Rengin sahibi siz misin ki, solan renginize hangi boyayı çalmaya çalışırsınız?

Suskun halimin kimse farkında değil. Bir ara arkadaşımla göz göze geliyorum. Hassastır, sevgi doludur. Bakıyorum o da farkında değil. Sonra kendimi toparlıyorum. Olsun diyorum; sen farkındasın ya. Nasiplendiğine şükret.

Avucundan akan, hayatsa
Toprağa.
Gözyaşın kalbine can.
Bırak beslensin, onlarla
Varlık.

Nedir kalbinde atan?
Gözlerinden kaynayan?
Yücelir
Bilmez misin sevgiyle
İnsanlık?

Benliği bırak yerde, taşın
Göklere.
Nedir gerçek hayat?
Aslolan ne?

Ne mi aslolan?
Al kalemi, yaz ömrüne:
İnsan… İnsan… İnsan…

Alabildiğine daralıyor geniş ovalar, sığlaşıyor derin vadiler. Amansız bir tehlikede hayaller, ümitler… Burnum sızlıyor. Bir sevda okşardı dağ başlarını bir zamanlar. Arıyı bahçelerde dolaştıran, aynı sevdaydı. Tırtılı kelebekleştiren aynı, sevda. Şimdi neredeler? Yüreği gayb nakışlı, başka âlemlere bal yapan arıları özlüyorum.

O anda Arif düşüyor gönlüme. Dün markette karşılaştık. 

.Hocam! İyi ki sizi gördüm diye seviniyor. Çünkü bir mesele için Mümtaz Amcalara danışmam gerek. İki gün sonra beni bekliyorlar. İçimden sizin de olmanızı arzu etmiştim; ama telefon numaranız olmadığı için arama imkânım yoktu. Bu karşılaşmamız boşuna değil. Mahsuru yoksa numaranızı alabilir miyim?

.Memnuniyetle diyorum. 

Akşamı zor geçirdim. Sanki karanlık bir ablukaya alınmış gibiydim. Evdekiler halimi uzaktan izliyor. Biliyorlar ki, sorun neyse atlatabilmemin yolu yalnız kalmam. Gerektiğinde yanlarına gideceğimi, “Haydi bana güzel şeyler anlatın!” diyebileceğimi biliyorlar. Vakit hayli ilerlemiş. El ayak çekilmiş. Balkondaki köşemde, gözlerim yücelerde… Yaşların dili özleyişte; içim titriyor. Zor günler, yol taşlı, zaman yaman. Eğer tutunacak bir şey yoksa sendelememek mümkün değil. Kime kızmışsam, kim hayal kırıklığına uğratmışsa beni, ona dua ediyorum: 

Kalbimle
Dönebilsem tövbe beldesine,
Sürebilir miyim alnımı
Rıza örtüsüne? 

Dalları
‘Huzur’dan yayılan
Bir gül ağacının gölgesinde
Dinlenmekse gerçek hayat,
Yarabbi!
Bizi ihlasın toprağına at. 

Ne varsa nefiste, gübresi olsun
Bağların.
Kokusuna sarılsın ruhum
Goncaların.
Her yaprak bir “niyaz”dır
Sana!

Herkes bir iş için dışarda. Ev bana kaldı. Yapacaklarımı çabucak bitiriyorum. Aklım Arif oğlumun danışacağı meselede. Beni de istediğine göre aklıma bir şeyler geliyor. Hayırlısı olsun. 

Kapıyı Nur Hanım açıyor. Beni görür görmez yüzündeki ifade dünkü sıkıntıma bir ilaç gibi geliyor. Çünkü bu yüzde riyanın zerresi yok. Kalbinde ne varsa o okunuyor halinden. Beni benimsemiş belli. Yüzlercesi anlayacağına böyle bir kalp anlasın beni yeter, diyorum.

Erken geldim galiba. Salonda kimse yok. 

.Hocam siz oturun. Mümtaz babamlar yukarıdalar. Şimdi inerler.

Ne kadar çok kitap var. Salonun şu kısmında sanki bir boşluk hatırlıyorum. Neredeyse bütün duvar kitaplara ayrılmış. Herhalde yeni raflar eklenmiş olmalı. Kitaplara dışardan bakmayı, sonra içlerinden birini seçip sayfalarında gezinmeyi severim. Hele eski ciltli olanları… Sayfaları karıştırdıkça kendine has bir koku yayılır; aynı çikolata gibi. Şu köşe batı edebiyatına ayrılmış. Uzaktan birkaçı tanıdık geliyor. Yaklaşıyorum. Frithjof Schuon’un kitapları. Hayli kabarık. İslâm’ı Anlamak, Yansımalar, Bilgelik Şiirleri… Alt köşede Walt Whitman’ın Çimen Yaprakları. Memet Fuat’ın çevirisi. Yanında Fahri Öz’ün çevirisini yaptığı iki cilt. Tam birini alıp bakmak üzereyken:

.Kitaptan anlayanları izlemek çok güzel. Hoş geldiniz Elif’cim.

.Ne iyi ettiniz. Elif kardeşim. O… Sizde mi meraklısınız bu garip adama? 

.Evet. İçinden çıkamadığım bir muamma. Yeni yeni kavramaya çalışıyorum. Bir gün onun hakkında sizinle konuşmayı çok isterim.

.Hay hay… Ama Whitman’ın üstadı Maide’mdir. Bana tanıtan da o oldu. 

Ne değerli bir kapı açılmış bana… Böyle bir zamanda şiirden, şairden anlayanlarla konuşabilme heyecanlandırıyor. Arif’le markette karşılaşmamızdan söz ediyorum. Maide Hanım’ın yüzünde bir tebessüm var. Kadın sezgisiyle bir şeyin kokusunu almış gibi.

.Kapı çalınıyor. Karşımızda eli ayağı birbirine dolanmış bir delikanlı. Yanaklar kırmızı, alın terlemiş. Kendine güvenen Arif’ten eser yok.

.Ne oldu oğlum? Gel, otur bakalım şöyle. Bir şeyler mi gagaladı seni? Kıpır kıpırsın.

.Mümtaz Bey! Takılma çocuğa. Bir nefeslensin. Nasılsın oğlum? Sende çok hoş bir değişiklik var. Böyle heyecanlı alı al, moru mor görmek maziden birini hatırlattı bana.

.E… Maide’m bu sefer de sen takılıyorsun.

.Ben de böyle bir manzarayı hatırlıyorum. Ah… Arif oğlum, seni muhabbet kuşları gagalamış galiba.

.Elif kardeşim, hepimizin nüktedanlığı tuttu. Bakalım bu yakışıklı neler diyecek bize?

Zavallı çocuk üç meraklı nazarın karşısında söze nasıl başlayacağını bilemiyor. Ses yok. Nutku tutulmuş denilecek bir durum. Mümtaz Bey rahatlatmak için konuya ilk adımı atıyor:

.Arif oğlum. Konuyu bilmesek de sezer gibiyiz. Ama bu danışma inceliğinle bizi onurlandırdın. Belli ki hayatî bir konu. Bu kadar heyecanlı olduğuna göre gönül meselesi olsa gerek.

.Nerden anladınız Mümtaz amca?

.Halin çok tanıdık oğlum. Kalbinin sesini nerdeyse burdan duyacağım. Maide’m haklı. Karşımda şu an altmış sene önceki halimi görüyorum sanki. Bir insanı sevgiden, aşktan başka hiçbir şey bu kadar şaşkına çeviremez ve güzelleştiremez. Çok farklı bir yakışıklılık oturmuş üzerine. Gözlerindeki ışığı tanımamak imkânsız. 

Şimdi ben sana kapıyı açıyorum ve soruyorum. Devamı senin. Yeni tanışmamıza rağmen dikkat edersen biz manevî bir aile oluyor gibiyiz. Elif kardeşim de böyle düşünüyor olmalı.

.Hiç kuşkunuz olmasın Mümtaz Bey.

.Ben…. Ben birisiyle tanıştım. 

Devamı gelmiyor. Yardıma ihtiyacı var.

.Çok yeni olmalı. Çevreden mi? İş münasebetiyle mi?

.Hayır. Yaralı bir kedi münasebetiyle. Hayvanı hiç düşünmeden kucağına alışı, kıyafetini düşünmeden onu göğsüne bastırışı dikkatimi çekti. Yanına gittim. Bana baktı. Gözleri… Böyle acı çekenine az rastlanır. Yardım teklif ettim. Çevredeki en yakın veterinere gittik. İlk müdahale yapıldı. Veterinerde bir müddet kalmasını ve bakımı üstleneceğimi söylememe rağmen kabul etmedi. Kendisi severek bakabilirmiş. Ancak iki gün kalması söylenince kediyi veterinerde bıraktık. Kıyafeti leke içinde. Haline gülmeye başladı. Gülmeden ziyade acının boşalması gibi bir şey. Buluşacağı kimseye telefon ederek gelemeyeceğini bildirdi. Kafelerin tenha olduğu saatler. Kendine gelmesi için oturmamızı teklif ettim.

Bu çevreden. Bir sene olmuş taşınalı. Uzun yıllar İtalya’da yaşamış. Orada okumuş. Adı Âyende. Tekstil sektöründen. Gözlerindeki o acıyı görmesem vurdum duymaz, asi bir tip olduğunu düşünürüm. Çünkü böyle düşündürecek bir stili var. Fazla konuşmadık, üstelemem yakışık almazdı; teşekkür ederek ayrıldı.

.Sonra nasıl karşılaştınız peki? 

.Veterinere kediyi sormak için gittiğimde oradaydı. Uzaktan bakınca sanki bir kız çocuğu bana bakıyordu. Çevresinden sıyrılmış, içinde hep sakladığı saflığına sarınmış gibi. Neyse… Birkaç kez buluştuk. Her buluşmamızda bir bilmece çözer gibiyim. Hangi hali gerçek? Anlamakta zorlanıyorum. 

.Ailesinden söz açtı mı?

.Hayır hocam. Çevresinde bile dolaştırmıyor.

.Sen hoşlandın galiba bu kızdan. Öyle mi oğlum?

.Evet, Maide teyze.

.Anlattığın şeyler senin tarzına hiç uymuyor. Demek ki Âyende’de başka şeyler görmüş olmalısın.

.Elif Hocam, gördüklerim bizi bir beraberliğe götürmeye yeter mi? Bilmiyorum. Beni tanıdınız. Halamı gördünüz ve ondan dinlediniz beni. Kısa ilişkilerin; yaşadım ve bitti demelerin adamı değilim. Üstelik yuva kurmak için bir arkadaş arama peşinde de değildim. Hele böyle bir dönemde güvenme problemi de yaşıyorum. Bakıma ihtiyacım yok. Halam var, Nazlı ablam var. Bütün bunlara rağmen ne oldu bana? Bilmiyorum. İçimde duyduklarıma anlam verebilmem mümkün değil. Halama ve ablama açıldım. Onlar da bir şey diyemediler. Ve sizlere danışmak istedim.

.Peki, Âyende duygularının farkında mı? Ciddi olacak kadar kendisini önemsediğini biliyor mu?

.Fark etmemesi mümkün değil. Çok zeki, sezgileri çok gelişmiş. Bazen öyle şeyler söylüyor ki! Bunları kimden duymuş, kimlerle birlikte oluyor? Merak ediyorum. 

.Peki onun hislerinden emin misin oğlum?

.Maide teyze, görünce anlayacaksınız. Sezgileriyle, haliyle; bilhassa gözleriyle konuşan biri. Benden hoşlandığına eminim. Ama bu konuyu dile getirmiyor, ben de saygı duyuyorum. Öyle bir özelliği var ki. Belki de beni en çok etkileyen bu. Kıyafeti kadınsı değil. Bazen abartılı, bazen çocuksu. Saç şekli de öyle. Ama sesinin tonunda, bakışlarında; bilhassa zaman zaman sinyal veren alnının kırışıklığında bir vakar, bir dokunulmazlık var. 

.Bu çok tanıdık geldi bana. Yalnız olduğunu anladığında sızlanma, sığınma yerine “Ben kendi kendime yeterim.” diyende vardır bu.

.Çok doğru hocam. Nasıl anladınız?

.Çünkü Âyende giyimiyle, tarzıyla olmasa da bana benziyor. Kırılgan bir çocukluk geçirenlerde rastlanır bu hal. Hiç unutmuyorum. Üniversitenin ilk yılları. Büyükannem vefat etmiş. Aile dediklerim kendi dünyalarında. Oturdum aynanın karşısına. Elif dedim, kendime. Sen kendi kendini yetiştireceksin!

Bak Arif oğlum! Sakın Âyende’nin dış görünüşüne, yaşam tarzına takılma. Sana ilişkilerle ilgili sırlar söyleyecek değilim. Çünkü her sır, her zaman çare olmuyor. Yaşadıklarım benim elime çok sağlam bir dayanak verdi. Ve ona dayanarak düşmedim. Ancak ondan da önemlisi ben Rabbime çok sarıldım. Kimse oturup da bana ders vermedi. Büyükannemin olgun tavırlarından çok şey aldım. Ancak çevremden temel değerlerle ilgili bir şeyler öğrenmem imkânsızdı. Ama şunu çok iyi anladım: 

Kendisine ihtiyacını yürekten dile getiren kulunu Yaradan koruyor. Bu ihtiyaç bende çok yoğundu. Her zaman şuram hep O’nunla coştu. O da O’nun tasarrufu altında olduğumu her daim hissettirdi. Çıkmaz sokak diye girdiğim sokağın bir yere açıldığını gördüm. Âyende’de bu duyguya dikkat et. İbadet konusundan bahsetmiyorum. Kalbin Sahibi’yle ilişkisinden söz ediyorum. Bu çok önemli. Her şey bu irtibatın üzerine bina ediliyor. Temeli zayıf olanların dilden düşürmedikleri ibadetlerine rağmen nasıl bir tükenişi yaşadıklarına şahidiz. 

Dile gelmese de gözlerinden, kelimelerinden, içtenliğinden anlayacağın böyle bir rabıtayı hissediyorsan tut elinden kızcağızın ve bırakma! Onu sevginle, anlayışınla sar. Samimiysen neyi nasıl yapacağında zorlanmayacaksın. Her şeyin sana nasıl ilham edildiğine şahit olacaksın. Bir bakmışsın Âyende seni, beni sollamış. Bu söylediklerimin hiçbirisi öğrenilmiş bilgi değil. Tecrübe ettiklerim. Çenemin açıldığının farkındayım. Sizlere fırsat tanımadım. Affedersiniz.

.Sakın böyle düşünmeyin Elif kardeşim! En güzel öğüt tecrübe edenden gelir. Şu an söyledikleriniz bizim söyleyeceklerimizden -inanın- çok daha önemli. Çünkü karşımızda şu halinizle şahit olarak siz varsınız.

.Yaradılışın, insanlığın, ahlakın özü aynı yerden beslenir. Öz, ne zaman bir pınar gibi çağlamaya başlar; bilemezsin. Yaz tatilinde bir tanıdığımın yazlığında kalıyorum. Vakit öğlen. Yemeğin ve sıcağın rehavetiyle herkes odasına çekildi. Odamda küçük bir divan var. Bağdaş kurup oturdum. Bir anda nerden fışkırdı onca duygu? Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Kimse duymasın diye yastığa gömdüm yüzümü. Tüm zerrelerim adeta çığlık çığlığa: “Tanrı’ım! Ben seni çok seviyorum… Devamlı bunu söylüyorum. O dönem Tanrı daha çok kullanılırdı. “Tanrım Seni çok; ama çok seviyorum.” Bu çılgın halim epey sürdü. Detayları unuttum. Ama şunu unutmadım: İçimin bu kadar ferahladığına hiç şahit olmamıştım. Sanki canıma bir şeyin tohumu atılmıştı.

Nur Hanım limonata ikram ediyor. Bana uzatırken bardağı, gözlerimin içine öyle bir bakışı var ki… Ruh âleminin beden dünyasına hiç benzemediğini bir kez daha idrak ediyorum. Rabbim! diyorum: Karşıma çıkardığın bu insanlar kuluna olan merhametini hal diliyle anlatıyorlar. Biliyorum ki, bakış da muhabbet de söz de senin rahmet kelimelerin. Ne olur… Âyende’yi de benim gibi sarıp sarmala.

.Elif’cim doğruyu söylüyor, Arif oğlum. Dua et ve dua edelim. İkinize de doğru istikamet gösterilsin. Kalpleri açana, birleştirene güven ve O’na tevekkül et. O’ndan iste. Zaten tasarruf belli ki çoktan başlamış. Yoksa daha yeni tanıdığın kişilere neden danışma isteği duyasın ki. Bir sürü ahbabın, ailen varken. 

Mevlâ ezelî ilmiyle ve zamana mekâna sığmayan, bütün çağları kuşatan ilahî nazarıyla bizim ne yapacağınızı bilir. Ve hakkımızdaki hükmünü verir. Verdiği nimetleri O’nun rızası doğrultusunda kullanırsak imana, hayra götüren söz hak olur; gerçekleşir. Yok tersini yaparsak bizi küfre, şer olana götüren söz hak olur; gerçekleşir.

.Evet çok doğru. Kur’an’da şöyle buyrulmuş:

‘Andolsun ki onların çoğu hakkında şu söz gerçekleşmiştir.’
.

Yani ilahî hüküm hak olarak kesinleşmiştir. Nedir hak olan o söz?

‘Artık onlar iman etmezler.’1
.

Rabbim inşallah bizim hakkımızda da hayırlı olan sözü gerçekleştirir. Dikkat et! İşlerin kolayca çözüldüğünü hissedersen bil ki, yolun açılmakta. İkiniz de aklınızı, iradenizi rıza istikametinde kullanırsanız üzerinizde “hayırlı” sözü hak olur. Ha… bu arada sakın anne babanı ihmal etme oğlum! Sakın gönül kırıklığına sebep olma! 

.Merak etmeyin… İhmal etmem, Mümtaz Amca.

Dışım derviş, içim boş, dilim tatlı, sözüm hoş,
İlla ben ettiğimi, dinin değşiren etmez.

Yunus, eksikliğini Allah’ına arz eyle,
Onun keremi çoktur, sen ettiğin o etmez.

.Gel dervişim. Sen noktanı koy. Yunus’u yaşat içimizde.

Nur Hanım’ın içeri girerken söyledikleri ve sonra açıkladıkları çok manidar:

Arif oğlum! Sen sen ol; içini anlamadan bir şey hakkında dışıyla hüküm verme! Ne yaşarsan yaşa, hep Allah’a danış. Onun merhameti, lütfu çoktur. Senin, benim ettiklerimiz bizim nakıs oluşumuzdan. Kiminin dışı dervişe benzer; ama onun yaptığını dinden vazgeçen bile yapmaz. Kimine imanı yakıştıramazsın; ama bir bakarsın, tutmuş elinden seni cennete götürüyor. Her şey zamanla. Gönlü güzel olanın hayat arkadaşlığı da kulluğu da güzel olur inşallah.

***


1. Yasin / 6

Fotoğraf © Erika Wilson Levahn
Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply