Siz Bir Ağaçtan Geliyorsanız O Zaman Biriniz Hepiniz, Hepiniz Biriniz İçin Olacaksınız

1

Metnin Aslı 

If you want to build a ship, don’t drum up people to collect wood and don’t assign them tasks and work. But rather teach them to long for the endless immensity of the sea.

Çevirisi

Eğer bir gemi inşa etmek istiyorsan, insanları odun toplamak için çağırma ve onlara görev dağıtıp iş verme. Onun yerine onlara denizin sonsuz büyüklüğünü arzulamayı öğret.

Antoine de Saint-Exupéry

Saint-Exupéry, idealleri olan bir yazar. Bedeni can eyleyecek değerleri yazmayı seviyor. Yaşadığı dünya insanın anlamını hızla tüketip bitirirken o, Küçük Prens’te hayalindeki ruhu; Kale adlı eserinde idealindeki insanı bir kale gibi inşa etmeye çalışıyor. Ve bu ruhu taşıyan idealist insanla çağın gerilimini şevke, umuda dönüştürmek onun hedefi.

Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem;
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım!1
 

Oku, şâyed sana bir hisli yürek lâzımsa;
Oku, zîrâ onu yazdım, iki söz yazdımsa.

Hayır, hayal ile yoktur benim alışverişim,
İnan ki her ne demişsem görüp de söylemişim.

Mehmet Akif Ersoy / Ağlarım Ağlatamam

Yaşanılan coğrafya birbirinden uzak, özümsenen kültür farklı da olsa yüreği kabuk bağlamamış her insanın iç âlemi birbirine benzer. Çünkü o âlemde ruh özgür, şuur aydınlık, vicdan uyanık, iman diridir. Exupéry’nin derdi Mehmet Akif’in bu dizelerindeki derdine benzemiyor mu? Söylenen ve yazılanlar gerçek; gerçek olan çok net ve gönülden. Hisli gecelerin yıldızları ve kalpleri sussa da gözyaşlarıyla konuşanların kelimeleri bir başka parlıyormuş…

Ve ben yıldızlara bile bir anlam verebilmek için oldukça geniş bir ev inşa etmeyi başardım. O zaman gece tesadüfen eşiğe kadar geldiklerinde ve kafalarını kaldırdıklarında bu gemileri çok iyi yönlendirdiği için Tanrı’ya şükredecekler. Ve onu yaşamı kendi süresi içinde taşıyabilmesi için oldukça sağlam inşa ettim… O zaman nereye gittiklerini bilerek ve farklı bir yaşamda Tanrı’nın yüzünü keşfederek holden hole gider gibi, şenlikten şenliğe gidecekler.

Kale! Seni bir gemi gibi inşa ettim. Çiviledim, perdeler gerdim, ipler bağladım, sonra uygun bir rüzgârdan başka bir şey olmayan bir havada kaldım.

İnsanların gemisi… Bu gemi olmasaydı insanlar ölümsüzlüğü ıskalayacaklardı!

Antoine de Saint-Exupéry / Kale / s.32

Gemi yoksa, yolcuları sonsuzluğa ne götürecek? O gemi; gaye, şuur ve iman. Varılacak bir menzil yoksa yol neye yarar? Exupéry de Akif gibi ufuk ötesine uzanan mesafelerin adamı. Onlar ve onlar gibileri karanlıkta yolunu bulamayan insanlığa, kendi dünyalarında buldukları kandille yol gösteriyorlar. Akif’in ışığı Asım; Exupéry’nin ışığı ise Küçük Prens.

Exupéry maddî yaşamın içinde manevî güzelliklerin arayışında olan bir kalem. Eserlerinde anlattıkları ve yaşamında gerçekleştirdikleri bunun birer kanıtı. Arkadaşlıkları, dostlukları hep bu ruh âleminin içinde kurulmuş. Bu âlem bazen edebiyat çevresi, bazen savaşta ölümle yan yana soluklanan basit barınaklar, bazen kum ve yıldızlarla çevrili çöl köşeleri oluyor. Ona göre yaşamı hayat eden şey; güzellik, iyilik, özgürlük adına can pahasına bir şeyler yapabilmek. Ona göre nerede ve hangi şartlarda olursa olsun gayenin paylaşıldığı her yer kutsal ve onu paylaşan her insan güzel.

Köyümüzün büyük meydanında toplanarak, sandıklarımızdan yayılan ışığın titredikçe aydınlattığı bu çöl parçası üzerinde beklemeye başladık. Bizi Mağribiler’den kurtaracak olan gündoğumunu bekliyorduk. Bu geceye bu Noel tadını veren neydi bilmiyorum. Birbirimize anılarımızı anlatıyor, eğleniyor, şarkı söylüyorduk.

Şahane bir ziyafetin ortasındaymış gibi, tatlı bir coşku sarmıştı içimizi. Halbuki hiçbir şeyimiz yoktu. Sadece rüzgâr, kum ve yıldızlar. Sert koşullarda yaşayan keşişler gibiydik. Yarı aydınlık yer örtüsünün üzerinde görünmez bir zenginliği paylaştıkları anılarından başka bir şeyi olmayan altı, yedi adam.

Antoine de Saint-Exupéry / İnsanların Dünyası / s.39

Antoine de Saint-Exupéry ve Henri Guillaumet

Antoine de Saint-Exupéry ve Henri Guillaumet

Saint-Exupéry Juby’de her şeye rağmen, arkadaşlıkların, dostlukların en temizini tadar. Aralarında Guillaumet gibi, Mermoz gibi daha çok sevilen arkadaşları varsa da Saint-Exupéry, bütün pilotları aynı sevgiyle karşılar. Juby Burnu o hattın pilotları için sadece bir barınak değil, can atılan bir durak yeri olmuştur. Bu hal sofranın en iyi yemeklerle donatılmış olmasından değil (Toto, gelip geçici davetliler için sadece daha büyük bir kutu konserve açardı), Saint-Exupéry’le birlikte geçen gecelerin onun bütün arkadaşlarına zevk vermesinden ileri geliyordu. Ev sahiplerinin zekâsı onları hayran ediyor, konuşma şekli onları eğlendiriyor, nezaketi duygulandırıyordu.

Alıntı: Antoine de Saint-Exupéry / R. Delange, La vie de Saint-Exupéry / s.37
Dr. Cemil Göker / Antoine de Saint-Exupéry’de İnsanların Dünyası / s.30

Hayatın değerini bir nefeslik nimeti idrak edenlere sormalı. Arkadaşlığın değerini de o bir nefeslik anı birlikte yaşayanlara. Hele zorlukların yoğunlaştığı yerlerde… Bir dava için çıkılan seferlerde… Böyle durumlarda insana en büyük destek; sevgi, paylaşım gibi yapıcı özelliklerden geliyor.

Böyle diyordu babam:

‘Onları birlikte bir kule yapmaya zorlarsan, kardeş olmalarını sağlarsın. Ama birbirlerinden nefret etmelerini istiyorsan önlerine yem at.’

Ve devam ediyordu.

‘Önce bana çalışmalarının meyvelerini getirsinler. Ambarlarıma hasatlarını döksünler. Ambarları ben olayım. Buğdayları dövdüklerinde ve buğday altın rengi kabuğundan çıktığında benim şan ve şöhretimden yararlanmalarını istiyorum. Çünkü o zaman beslenmek için görev alan çalışma, eğlenceye dönüşür.’

Antoine de Saint-Exupéry / Kale / Bölüm IX / s.52

Saint-Exupéry, çölün mutlak yalnızlığında hayatı paylaşacak dost arayışını sürdürüyordu. Arkadaşları çocukluğunun krallığını yaşadığı Saint-Maurice’teki gibi, zengin bir çeşitlilik gösteriyordu. Böyle durumlarda Antoine büyük bir coşkuya kapılıyordu. Kendisi de ünlü bir yazar olan Joseph Kessel ve ilk posta taşımacılık döneminin tanınmış siması Henri Delaunay de bunların arasındaydı. Delaunay sonraları yazdığı Araignée du Soir (Gece Örümceği) adlı kitabında Saint-Exupéry ile Juby Burnu’nda yaşadığı bir günü şöyle anlatır:

‘O gün Juby Burnu bir kahramanlar geçidine sahne oluyor gibiydi. Havacılık dünyasının üç büyük ası, Mermoz, Guillaumet ve Saint-Exupéry, talihin garip cilvesiyle bir araya gelmişti. Bunların arasında olmak, inanın tarifi zor bir keyif vermişti bana. Küçük bir kulübeye tıkılmıştık; ama ne gam! Kahkahalarımız yeri göğü sarsıyordu. Herkes bir fıkra anlatıyor, yaşadığı olaylardan kesitler aktarıyordu. Antoine kâğıt oyunları yapıyor, ünlüleri taklit ederek hepimizi gülmekten kırıp geçiriyordu.

Gökyüzünün birleştiği katıksız yoldaşlık hissiyle birbirime kenetlenmiştik. Bu arada Antoine’ın çölde edindiği yeni arkadaşlarıyla da tanışmak fırsatımız oldu. Örneğin sırtlan Jako. Ama çok kötü kokuyordu. Oybirliğiyle onu tasmasından sürükleyip kulübenin dışına bağladık. Kulübenin subaylar kulübü olarak kullanılan bölümü iki petrol varilinin arasına konmuş eski kapı kalıntısından oluşan bir masadan ibaretti. Ama burayı da maymun Kiki zapt etmişti.

O gün çocuklar gibi eğlendik. Dünyanın unuttuğu bir yerde belki de hayatımın en güzel günüydü. Mermoz sandalyesinde arkaya kaykılmış kestiriyordu. Antoine usulca yaklaşıp, sandalyenin kolçağına bir ip bağladı. Sonra yine sessizce ipin diğer ucunu yerde miskin miskin uyuklayan köpek Mirra’nın boynuna doladı. İşaret parmağını dudaklarına götürerek alçak sesle: ‘Yemek vaktinde hepimizden önce fırlayacak, göreceksiniz!’ dedi. Sosisin kokusunu alınca masaya sıçramaya çalışan Mirra ile sandalyesinden düşen Mermoz’un yerdeki kavgası görülmeye değerdi…’

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.104

Sevgi hayatın sütü gibi. Sütten nasıl yağ, peynir, yoğurt, lor yapılıyorsa, sevgiden de farklı hallerde farklı duygular oluşuyor. Şefkat, merhamet, empati, aşk, koruma, kıskançlık, vefa, sadakat bunlardan bazıları. Ve bu tip cümleleri çok kuruyoruz. Merhamet duyuyorum; çünkü seviyorum. Onu anlamak istiyorum; çünkü seviyorum. Onu korumalı, kollamalıyım; çünkü seviyorum. Onu gözümden dahi sakınıyorum; çünkü seviyorum. Merhamet, anlamak, sakınmak, korumak, kollamak… Ve bunların hepsi gayret ve emek, paylaşım gerektiriyor. Exupéry’nin dostluk anlayışı da Léon Werth’te olduğu gibi bunlara dayanıyor.

Ben şefim. Ben efendiyim. Ben sorumluyum. Ve onlardan bana yardım etmelerini istiyorum. Çok iyi anladım ki şef kesinlikle başkalarını kurtaran değil, başkalarını yardıma çağırandır. Çünkü birlik benim aracılığımla, benim imajım aracılığıyla kurulur. Bu birliği ben tek başıma koyunlarımdan, keçilerimden, evlerimden, dağlarımdan çıkardım. Ve işte aşıklar… 

Körpe kollarını güneşe açmış ve ilk baştan tanımadıkları genç tanrıça gibi. Ve işte arzuma göre icat ettiğim evi seviyorlar. Ev dolayısıyla da mimarı, beni seviyorlar. Heykeli sevenin kili, tuğlayı, bronzu değil, heykelcinin eserini sevmesi gibi. Ve onları, halkımı evlerine kapatıyorum, evlerini tanımayı bilsinler diye. Evlerini ancak onu kanlarıyla doyurduktan sonra ve kurbanlarıyla süsledikten sonra tanıyabileceklerdir. Onların kanlarına, bedenlerine kadar her şeylerini isteyecektir, çünkü onların kendi anlamları olacaktır. O zaman onu, yüz biçimindeki ilahî yapıyı tanımazlıktan gelemeyeceklerdir. O zaman ona sevgi duyacaklardır. Ve akşamları çok canlı geçecektir. Ve babalar ve oğulları gözlerini kulaklarını açtıklarında önce çeşit çeşit şeyin içinde boğulmaması için kendi evlerini tanımaya çalışacaklar.

Antoine de Saint-Exupéry / Kale / s.32

Dans kompozisyonlarını hazırlayan dansçılar gördüm.

Dans düzenlenip icra edildiğinde hiç kimse emeğinin ürününü servete çevrilsin diye alıp götürmüyordu. Dans yangın gibidir. Bununla birlikte, bence dans kompozisyonlarını hazırlayan halk uygardır. Dans için ne hasat ne de ambar olsa da uygardır. Mükemmelliklerinden hoşlandığını belli etse de çok zarif de olsa, başkalarının çalışmalarının sonuçları olan objeleri raflarına dizen halkın kaba, gelişmemiş olduğunu söylüyorum.

Ve sadece iş birliği yapan insanlar kardeştir. Ve sadece huzurlarını ürettikleri zenginliklerde bulmayanlar yaşarlar.

Antoine de Saint-Exupéry / Kale / s.53

Ama siz bir ağaçtan geliyorsanız o zaman biriniz hepiniz, hepiniz biriniz için olacaksınız. Ve biri ölürse hepiniz ağlayacaksınız. Gerçekten de bir figüre bağlanırsanız, aranızda bir hiyerarşivardır. Birinin öbürü için önemi o zaman belli olur. Çünkü hiyerarşi yoksa kardeş de yoktur. Ve her zaman bir bağımlılık olduğunda ‘kardeşim’ dendiğini duydum.

Ve ben sizi zenginleştirmeyi ve kardeşinizin sizin üstünüzde yayılmasını istiyorum. Ve eğer seviyorsanız, sevginizin bir imparatorluk tarafından keşfedilmesini ve bir teke aşması gibi olmamasını itiyorum. Çünkü teke kesinlikle ağlamaz.

Ben bana en iyisinin verilmesini istiyorum. Çünkü siz ancak o zaman büyük olursunuz. Dolayısıyla sizden istenen kesinlikle hayatı küçümsemek değil, söz konusu olan size hayatı sevdirmek… Eğer imparatorluk için bedelse.

Antoine de Saint-Exupéry / Kale / s.336 

Aşkla bize yaklaşan ve bize ruhunu açan diğer gezegenlere yetişemeyiz. Onlara ihtiyacımız vardır; çünkü onlar dünyanın pencereleridir. Eğer bir arkadaşımız kısa bir süre için veya sonsuza kadar bizden ayrılacaksa onu olabildiği kadar yanımızda tutmak, kalıcı kılmak isteriz. İşte bu yüzden pilot olabildiği kadar asıllarına benzeyen resimlerini yapmak için bir kutu boya ve kurşun kalemler almıştır. Arkadaşını unutmamak gerekir; çünkü arkadaşsız sandığın içindeki koyunu göremeden yaşlanırız.

Jean-Philippe Ravoux / Küçük Prens ve Felsefe / s.48-49

İnsanın dünyası kâinat kadar geniş. Bu dünyanın dışa açılan pencereleri de kalbi. Hayata anlam veren, bu pencereden bakışımız. Bizler baktığımız şeyleri anlamlandırabildiğimiz sürece insanız. Yani gönülden görebildiğimiz sürece. İnsanların birbirine ihtiyacı çok. İçinde insanın olmadığı manzara tatmin etmiyor. Çünkü göz gözü, kalp kalbi arıyor. Pilot’un arkadaşına; Küçük Prens’e ihtiyacı çok. Onu unutmamak için resim ve boyalarla aklına ve kalbine nakşetmek istiyor.

Seven, yaşamın hızıyla her şey savrulduğunda, sevdiği de savrulmasın diye onu kalbinde korumak ister. Çünkü yitirilen ilişkiler, uzaklarda kalan dost yüzler çok özlenir. Arkadaşlık, dostluk, hayatta kuvvetli olmamızı sağlayan manevî kuvvetler. Dostluk, dünyanın ve yaşamın kabuğunu kırarak içindeki cevheri bize idrak ettiren nurlu bir şuur. Çünkü o nurla bize sandığın içindeki koyunu gösterir.

Exupéry için arkadaşlık, dostluk kavramı yaşamında hep ön sıralarda olmuş. Pilotun bir kutu boya ve kurşun kalemle arkadaşının aslına benzeyen resimlerini yapmaya çalışması gibi yazar Exupéry de dostlarını eserlerindeki kahramanlar aracılığıyla resmediyor. Kitaplarında dile getirdiği ve hareketli mizacıyla, korkusuz hamleleriyle dostları için gerçekleştirdiği; unutulamayacak insanlık örnekleridir:

Evine, New York’a, Amerika’ya sığamıyordu artık. Yeşil Provence tepelerinin üzerinden nazlı bir deniz gibi akan göklerini özlüyordu yurdunun. Eski dostu General Henri Giraud’nun mucizevi bir biçimde bir Alman hapishanesinden kaçtığını öğrenince sevinçten uçmuştu adeta. Hemen Washington’daki Savaş Bakanlığı’yla temasa geçti. Kendisini paraşütle Fransa’ya atarlarsa, bir uçak ayarlayıp General Giraud’yu Kuzey Afrika’ya kaçırabileceğini bildirmişti. ‘Meşale Harekâtı’nın –müttefiklerin Kuzey Afrika’daki Fransız sömürgelerine yapmayı planladıkları operasyona verdikleri addı bu- başarı şansı onun yardımlarıyla daha da artardı. General Giraud’nun Fransız Birlikleri üzerindeki etkisi büyüktü. Ancak o birleştirebilirdi bütün küskün tarafları. Ne yazık ki bu isteği de ‘Şimdilik uygun değil!’ yanıtını alarak sonuçsuz kaldı. Buna rağmen Amerikan genelkurmayı Saint-Exupéry’nin önceleri ‘riskli’ gördükleri planını daha sonra uyguladı ve 8 Kasım 1942’de, askerî tarihin en karmaşık operasyonlarından birini gerçekleştirerek Kuzey Afrika’ya çıkartma yapmayı başardı.

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.243-244

Henri Guillaumet

Henri Guillaumet

Saint-Exupéry’nin eserlerinin çoğunda Guillaumet’nın adı geçer, hatta Terre des Hommes’u Henri Guillaumet’ye ithaf etmiştir. Saint-Exupéry Latécoére şirketinde Toulouse-Casablanca hattında pilot olarak ilk uçuşunu yapmadan önce, Guillaumet’den Akdeniz sahilleri ve bilhassa İspanya coğrafyası hakkında bilgi alır. İlk uçuş emrini aldıktan sonra sevinçle onun yanına gider.

‘Onun yanına girdiğim zaman gülümsedi:

.Haberi duydum. Memnunsun ya?

İçki dolabına Porto şarabıyla bardak bakmaya gitti. Sonra bana doğru geldi; hep gülümsüyordu:

.Bunu ıslatalım. Bak göreceksin, işler yolunda gidecek.

Daha sonra Cordilliéres des Andes ile güney Atlantik posta seferleri rekorunu kıracak olan bu arkadaş, güveni bir lamba ışık saçar gibi saçıyordu. Birkaç sene oluyor; o, akşam ceketsiz, lambanın altında kollarını kavuşturmuş bir vaziyette, en iyiliksever gülümsemeyle bana sadece şunları söyledi: ‘Fırtınalar, sis, kar ara sıra canını sıkacaktır. Bu gibi hallerde, onları senden önce öğrenenleri düşün ve kendi kendine, başkalarının başardığı şeyde her zaman başarı gösterebilirim de.’ ‘

Dr. Cemil Göker / Antoine de Saint-Exupéry’de İnsanların Dünyası / s.23
Alıntı: Antoine de Saint-Exupéry / Terre des Hommes (İnsanlığın Dünyası) / s.143-144

Guillaumet, o anda her şeyin bittiğini anladı. Son bir gayretle doğruldu. Hırıltı gibi bir sesle, ‘Yo soy l’aviador perdido, muchos pesos. / Ben kayıp havacıyım, çok para.’ diyebildi. Umutların tükendiğini sandığı an, insanların ona yaklaştığını fark etti. Onu oradan alıp ata bindirdiler. Guillaumet, imkansızı başarmış, hayatta kalmıştı.

Guillaumet’nin gelişinden yaklaşık bir saat sonra kasabalıların hayret dolu bakışları arasında anayola bir uçak indi. Gelen, son beş gündür dağ geçitlerinin arasında yılmaz bir azimle arkadaşını arayan Saint-Exupéry idi. İki dost büyük bir coşkuyla kucaklaştılar. Saint-Exupéry sevinçten ağlıyordu. Guilaumet de… Kendini biraz toparladıktan sonra merakla olayın ayrıntılarını soran arkadaşına tarihe geçecek şu yanıtı verdi:

‘Yaptığımı yemin ederim sana, hiçbir hayvan yapamazdı…’

Sonraları Saint-Exupéry, İnsanların Dünyası’nda arkadaşının bu nahif ifadesini bir insanın evren üzerindeki yerini tanımlayan en soylu sözcükler olarak betimleyecekti.

Antoine, arkadaşını yormak istemiyordu; ama başından neler geçtiğini öğrenmek için de sabırsızlanıyordu. Onun bu halini gören Guillaumet dayanamamıştı.

‘Üzerimden uçtuğunu gördüm. Ben seni görebiliyordum; ama senin beni görmen imkansızdı.’ dedi.

Saint-Exupéry iyice şaşırmıştı.

‘Ama onun ben olduğumu nasıl anlayabilirdin ki?’ diye sordu.

Guillaumet tebessüm etti:

‘Başka kim senin kadar alçaktan uçmaya cesaret edebilirdi ki?’

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.131-132

Antoine de Saint-Exupéry ve kadim dostu Henri Guillaumet

Antoine de Saint-Exupéry ve kadim dostu Henri Guillaumet

İçindeki edebiyatçıyı ilk keşfeden Rahip Launay ile Aéropostale’e girişinde de büyük katkısı olan Rahip Sudour şu son altı ay içinde arka arkaya yaşamlarını yitirmişlerdi. İkisi için de derin üzüntü duymuştu. Ancak son darbeyi kendisini Amerika’ya götürecek olan gemiye binmeden önce 1 Aralık sabahı aldığı bir haberle yedi: Sevgili dostu Guillaumet de ölmüştü! Genelkurmayca görevlendirilmiş üst rütbeli bir subay olan Jean Chiappe’ı dört motorlu bir Farman’la Suriye’ye götürürken İtalyan savaş uçaklarınca Akdeniz üzerinde açılan bir ateş sonucu düşürülmüştü uçağı… bu haber onu yıktı. Derin bir melankoli sarmalına girmişti duygu dünyası.

Nelly de Vogüé’ye yazdığı bir mektupta yaşadıklarını şöyle anlatıyor:

‘Guillaumet öldü ve bu akşam artık dünyada hiçbir arkadaşım kalmadı. Şikâyet etmiyorum. Zaten hiçbir zaman ölenin arkasından nasıl üzüleceğimi bilemedim. Ancak onun kaybına alışmak benim için çok uzun süreceğe benziyor. Bu korkunç haberin yükü altında eziliyorum. Aylar, yıllar boyu sürecek bu ve ben ona hep ihtiyaç duyacağım…

Breguet 14’lerde uçtuğumuz o eski günlerin şanlı isimleri… Hepsi birer birer silindiler hayat sahnesinden. Collet, Reine, Lasalle, Beauregard, Mermoz, Etienne, Simon, Lécrivain, Wille, Verneilh, Riguelle, Pichodou ve en son olarak da Guillaumet…

Dünyada anılarımı paylaşacağım kimsem kalmadı. Artık dişleri dökülmüş, bütün bu anı kırıntılarını, hepsini bütün yaşadıklarını kendi başına çiğnemek zorunda kalmış yaşlı bir adamım. Güney Amerika’dan da kimse kalmadı… Hiç kimse…”

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.224-225

Gerçek aydınlık gönüldeki güneşin aydınlığı. Gerçek ümit, içimizdeki yıldızlar.Ancak Frithjof Schuon’un dediği gibi çağın bize yüklediği vehimlerden, gerçek olanı, özü göremiyoruz. 

Kuşların güneye göç etmelerini görüyor musun?

Fani şeyler de böyledir: Gelir geçer.
Sakin ol, düşme zamanın vehim tuzağına.
Bir rüyayı bir başka rüyaya ekleyen zamanın

Özlemi, başka uzak yerlere doğru yönelir;
Bilgenin kalbi ise yaldızlı burada kalır.
Vazgeç, ulaşılmaz diyarların rüya imgesinden.

Sen güneşi ve yıldızları bizzat kendinde taşıyorsun.

Frithjof Schuon / Sükûnet

.Hayatın merkezinde sen varsın. Ya senin merkezinde ne var? Gündüz güneşin, gece yıldızın olan kim?

.Gönlümün gerçek sahibi. Merkezimde merkez olan.

İşte pergelin ucu buraya basmalı; sağlam, sürekli, yıkılmamacasına basmalı. Şimdi olduğu gibi fani olana takılarak hakikatten uzak saplantılarla sallanmamalı. Mevlâna’nınpergel metaforu bilinen bir örnek. Ona göre ayakta kalabilmek, dik olmak, dengeyi bulmayla gerçekleşiyor. Yani merkezi bulup, oraya sağlam basmakla. Ancak üzerinde durmamız gereken bir kelime var. “Sağlam.”

Mesele pergelin ucunu merkeze koymak değil, orada sağlam ve sabit tutabilmeyi sağlamak. Yoksa gevşeklik diğer ayağın zikzaklar çizmesine neden oluyor. Çoğumuz doğru yeri bulabiliyoruz; ama yine de iç dünyamızdaki yalpalamalardan kurtulamıyoruz. Neden? Bir değeri bulmak önemli; ama onu ayakta sürekli tutabilmek daha da önemli. Sabır, sebat, uyanık olma hali ve sadakat bu noktanın bekçileri. Onlar olmadığında arkamızdan itenler, ayağımıza çelme takacak olanlar çok. Bu nedenle günümüzde kısa solukluluk, bıkkınlık her şeye hâkim.

Uzaklara dalmaktan yanındakini göremeyen, ne anın ne de duyguların idrakine varabilir. Yani merkezi sallantıdadır. Sallantıda olan; emniyet vermez, huzuru kaçırır, aklı döndürür, hayatı bulandırır. Halbukikalbin sıcaklığı, yaradılışa saygıyla bakış, ilişkilerdeki vefa ve gerçek dostluk merkeze sağlam basarak edinilir.

Ne isterim
Gelincikle arkadaş,
Rüzgarla kardeş olmayı;
Sevgiyi yakalamak
Yelelerinden.

Dostluk
Ne bedende kuvvet,
Ne malda can;
Sadece ruhta, gönülde
Yaşanan.

Süzülmek vefanın
İmbiklerinden.

1. Bîzar: Bezmiş, usanmış, bıkmış. Farsça
2. Hiyerarşi: Makamların, rütbelerin önem sırası, aşama gözetilerek yapılan sınıflama.
Hiérarchie: Dinî mertebeler, rütbe düzeni. Fransızca

Paylaşın.

Yazar Hakkında

1 Yorum

  1. “Kale! Seni bir gemi gibi inşa ettim. Çiviledim, perdeler gerdim, ipler bağladım, sonra uygun bir rüzgârdan başka bir şey olmayan bir havada kaldım.

    İnsanların gemisi… Bu gemi olmasaydı insanlar ölümsüzlüğü ıskalayacaklardı!”

    Bu Kale Ay’dır.

    Twitter da neden görünmüyorsunuz? Mümkünse öğrenebir miyim?

Leave A Reply