Rahmete Susamak ve Susmak

3

Suret perdesini aşarak hakikati görmek için ilk önce duymayı öğrenmemiz gerekiyor. Hakikatın lisanı olan Kur’an, en büyük bir rahmet olan Hakikate (bir manada kendisinin de hakikati olan “Hakikat-ı Kur’an”a) erebilmemiz sadedinde bizlere kılavuzluk yaparken,

‘Ve izâ kuriel kur’ânu festemiû lehu ve ensıtû leallekum turhamûn (turhamûne).’

Araf / 204

‘Kur’an okunduğu zaman, hemen onu dinleyin ve susun! Umulur ki, rahmete erdirilirsiniz!’

Araf / 204

hitabıyla sesleniyor.

En Yakınınızdan Bir Davet Var

“Rahmete erdirilmek” Rahmetin ne olduğunu pek düşünmemişsek, ona erdirilme gibi bir meselemiz, bir gayemiz olmayabilir. Rahmet belki de her eylemimizle, farkında olmadan, onu aradığımız şeydir. İlgidir, kabullenilmedir, takdir görmedir, onaylanmaktır, sevilmektir; hem de her türlü kusur ve eksiklerimize rağmen sevilmektir.. babada rahmaniyet olarak, ana da rahîmiyet olarak yansımasına tanıklık etmiş olduğumuz manadır. Yaşlansak da kendisinde o tecelliyle muhatap olmuş olduğumuz anneye ihtiyacın devam etmesi, aslında rahmete hiç bitmeyen ihtiyaçtan dolayıdır. En sıkıntılı, depresif hallerimizde yatağımıza sığınırken, fetüs pozisyonu halinde kendi içimize kıvrılışımız, rahmeti en yakından tattığımız ana “rahmi”ne geri dönmek arzusu değil da ya nedir?

Altı Yön

Geçen makaleden şu satırları bir hatırlayalım:

‘vav’ harfinin, insanı ve ‘insanlığı’ temsil etmesidir. Yani insanın saf, ilksel halini… Bu yüzden, bu saf halin sembolü olan bebeğin, ana rahminde aldığı fetüs pozisyonu şeklindedir. Doğması gereken yere daha doğmamış, bu yüzden henüz gözlere ihtiyacı olmayan ve dolayısıyla iki gözü de kapalı bir insancık… İşte her insan bu halde/durakta konaklamıştır. Saf, günahsız, kirlenmemiş… Hangi dinden, inançtan, görüşten olursa olsun, hepimizin altında toplandığı insanlık bayrağı işte bu ‘vav’ harfidir.

İşte, bir bebek gibi en aciz ve en zayıf olduğumuz bunalımlı hallerimizde, bilinçsiz bir hatırlayışla, ana rahmine iltica eder gibi, dış âleme gözlerimizi kapatıp bir kez daha “vav” haline geliyoruz. Birinin bizi sarıp sarmalamasını ister gibi…

İnsanın hamuru rahmete aynalık edecek şekilde yoğrulmuştur; altı yönden de (cihât-ı sitte) rahmet ile sarınılıp kucaklanması için, altı mana ile:

Acz, zaaf, fakr, ihtiyaç, kusur ve naks (noksanlık).

Kendi iç kimliğini bu şekilde keşfeden bir insan, rahmet ile kucaklanmağa ne kadar şedid bir ihtiyaç içinde olduğunu görecek;

ve dünyaya geldiğinden itibaren bir rahmaniyet simülasyonu olarak tanımış olduğu babaya ve bir rahîmiyet simülasyonu olarak tanıdığı anaya tekrar bakacak;

ama onların da batıp giden birer güneş ve ay olduğunu ve aynı altı mana ile yoğrulmuş kendisi gibi bir muhtaç olduklarını gördükten sonra, bu misallerin/gölgelerin aslını arayacak; 

ve rahmet ile bu köklü irtibatımızı anladığımız anda, Hakikate “kulak verecek” ve onun konuştuğu yerde lal kesileceğiz:

‘Kur’an okunduğu zaman, hemen onu dinleyin ve susun! Umulur ki, rahmete erdirilirsiniz!’

Araf / 204

Vav’ı Ver Kaf’ı Verir

“Kulak vereceğiz” kendimizi bir “vav” haline getirerek… Zira “vav”ın insan kulağı şeklinde olduğunu daha önce belirtmiştik. Biz kendimizi “vav”laşarak, Hakikate verdiğimiz zaman, iki mücevherli bir taç ve daha sonra da kendisi ile bize ödüllendirecek.

(6 yönden kuşatılmak için, 6 mana ile mahiyetimizin yoğrulması;

buna en parlak bir ayna olduğumuz halin ana rahmindeki görüntümüz ile sembolize edilen “vav” şeklinde olması;

ve “vav” harfinin sayısal değerinin de “6” olması ne tatlı bir nüktedir.)

Kartvizit

“Kulak verdiğimiz” anda, konuşmasının her büyük bölümünün (sureler) başında bir kartvizit bize veriyor gibi, kendisini tanıtan Zat’ı bir muhatap olarak bulacağız.

Kartvizitte en üstünde ismi (Allah) ve altında vasıflarını ifade eden Rahman ve Rahim isimleri. Rahmetin bir görünümü yetmezmiş gibi, iki rahmet tecellisi ile bize kendini tanıtan bir güzeller Güzeli, bir yakınlardan da Yakın, anne babadan da öte Olan, şah damarından da Yakınımız. İşte bunu keşfettiğimiz anda, O’nu tanımak ve O’nun rahmet hazinesinden istifade etmek isteyeceğiz. İstemek ne kelime, belki aşkla kavrulacağız.

O rahmet hazinesinin en kıymetli pırlantası ve yine o hazinenin aziz kapıcısı “Söndürülemeyen Alev” (Flame Imperishable) olan Zat-ı Ahmediye (sav)’dir. En birinci anahtarı, giriş kartı da, yukarıda bahsetmiş olduğumuz “Bismillâhirrahmânirrahîm”dir.

Bize bu hazineye ermemiz için de, rahmetin somutlaşmış bir misali ve “Flame Imperishable”ın en kâmil mazharı olan Hz. Muhammed Mustafa (sav) bir elçi olarak görevlendirilmiştir:

‘Vemâ erselnâke illâ rahmeten lil’âlemîn.’

Enbiya / 107

‘Biz seni başka bir şey için değil; ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.’

Enbiya / 107

Söylemleri, yaşantısı ve hali ile tam bir rahmet elçisi. Elimizden tutup bizi rahmet hazinesine ulaştırmak için güvenilir bir rehber. Ama O’ndan (sav) istifadenin şartı O’nun mesajına “kulak kesilmek” Kulak kesilmek; yani dinlemek ve susmak beraberliği… Tıpkı kendi pratiğiyle gösterdiği gibi:

O incelerden ince, latiflerden latif şefkati ile, asil-köle, yaşlı-çocuk, kadın-erkek, fakir-zengin demeden, herkesi, ‘sabırla,’ onları mutmain edecek şekilde dinlerdi. Bu zerâfeti sezecek alıcılardan mahrum kaba ruhlar, Peygamberimiz’e ‘kulak’ lakabını takmışlardı. O’nun gönlünü incetecek alaylara mukabil, Kozmosun Sahibi, O’nun bu misal alınması gereken en insanî bir vasfı ile alakalı ayet indirecekti:

‘Yine onların içinde öyleleri vardır ki, Peygamber’i incitiyorlar ve ‘O her söyleneni dinleyen bir kulaktır.’ diyorlar. De ki; ‘Sizin için bir hayır kulağıdır. Allah’a inanır, müminlere inanır, ayrıca sizden iman edenlere de bir rahmettir.’ Allah’ın Resulünü incitenlere acıklı bir azap vardır.’ Tevbe / 61

Kaf Ülkesi, Vav ve Duymak

“…ayrıca sizden iman edenlere de bir rahmettir.” ifadeleri ile bir kere daha dikkatlerimiz “rahmet”e çekilir. “Âlemlere rahmet olarak gönderilen” “Hayır kulağı”nın (sav) bizim için “rahmet” olmasına…

Hakikatin Desibeli

Hevasından; yani kendi arzu ve isteğinden konuşmayan (Necm / 3), Hakikatin berrak tercümanı bu rehber ile muhataplığımızda, yine Hakikata vasıl olma adına bize fayda sağlayacak, bir edep daha öğreniyoruz:

‘Ey inananlar! Seslerinizi, Peygamberin sesini bastıracak şekilde yükseltmeyin…’

Hucurât / 2

Bu emir, bir hegemonun kendi sultasını tahkim etme adına aldığı bir tedbir değildir elbet. Burada vurgu bir beşere değil, o beşer vasıtası ile insanlara davetini ulaştıran Hakikatedir. Hakikat ile aramıza sesten bir duvar örme manasına gelir yükseltilen ses.

Bu ayette geçen “nebi” kavramıyla -aslen-Hz. Muhammed Mustafa (sav) kastedildiği gibi, Hakikatin kendi devirlerinde lisanı olmuş (logos) tüm peygamberlerin de altında toplanacağı çatı bir kavramdır. 

İblis’in başına gelenler ise, bu konu ile alakalı bilebildiğim en kadim hatıradır. Peygamberlik müessesesinin olmadığı, Hakikat ile direkt muhatap olunan bir devirde (!) gerçekleşmiştir hadise. İblis, yukarıdaki ayette geçen mazmuna muhalif tavrından dolayı, “rahmet katından” kovulmuştur. Yani -sadece- Allah’ın Âdem’e secde edilmesi emrine muhalefetinden değil; bu isyanına eşlik eden kibirli tavrından ve asıl olarak bunu aksettiren bir fiilinden:

Sesini küstahça yükseltmesi ve sesindeki edadan… Kendi ahmakça mazeretini ileri sürerken, bunu öyle kibirli bir ton ile dile getirmiştir ki, -Âdem Efendi’den duyduğum şekliyle- oradaki tüm melekler (belki ruhanîler de), muazzam bir haşmetle, bizim ezan olarak bildiğimiz mukaddes çağrıyı, Arapça’nın ötesindeki hakikati ile gürül gürül ifade etmiş; İblis’in “büyüklenmesi”ne karşılık;

“Büyük Allah’tır! Büyük Allah’tır!” diye Yaradanlarına sadakat ve vefalarını haykırmışlardır.

O mana/hatıra bizim ezanımız içinde -tabiri caizse- mayalıdır. Ezanın hakikatinde o anı vardır, “ân”da yaşayanlara ayan… Ona gönlüyle kulak verenler, o görkemli melekler korosunu tüm haşmetiyle duyabilirler. Tekrar ediyorum; Arapça kelime kalıplarına dökülmüş hali ile değil; kelimeler ötesi manasıyla… Orada “Tanıklık ederim ki, Muhammed (sav) Allah’ın elçisidir.” gibi ifadeleri, tüm peygamberlerin aynası olduğu Nur-u Muhammedî olarak (bazı geleneklerin “logos” diye isimlendirdiği) anlamak gerek.

Ne kadar da Ainulindalë (Ainur’un Müziği) ve Melkor’un kibirli kakofonisini andırıyor değil mi?

Devam edecek…


Okuduğunuz makale, “İki Ağaç” yazı dizisinin 3. bölümü olarak okuyucularımızın beğenisine sunulmuştur.

Paylaşın.

Yazar Hakkında

3 yorum

  1. Ömer Faruk on

    Tarık Bey;
    “Sübhansın ya Rab! Senin bize bildirdiğinden başka ne bilebiliriz ki? Her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan Sensin.” dediler. BAKARA-32

    Allah: “Âdem! Eşyanın isimlerini onlara sen bildir.” dedi. O da isimleriyle onları bildirince Allah buyurdu: “Ben size demedim mi ki, göklerin ve yerin sırlarını Ben bilirim!” Ve Ben sizin gizli açık yapmakta olduğunuz her şeyi de bilirim!” BAKARA-33

    Tefsirlerde 32. ayette melikler/melekler böyle söylerken hikmeti anlamak için sorduğu söylenir belkide Şeytan –Allahualem- burada bunu istemeyerek riyaya girerek söylemiş olabilir ki 33. Ayetin sonunda Allah: ” Ve Ben sizin gizli açık yapmakta olduğunuz her şeyi de bilirim!” diyerek uyarıda bulunuyor. Lakin kibrine devam edip gizli olan kibri 34. Ayette secde etmeme fiiliyatina dönüşüyor. Rahmeti hatırlatan yazınız için çok teşekkürler. Yazının sonunda önerdiğiniz
    “Ne kadar da Ainulindalë (Ainur’un Müziği) ve Melkor’un kibirli ORKestrasını andırıyor değil mi?” kısmı da merakla bekleyeceğiz.
    Muhabbetle…

  2. Çok güzel bir yazı ve bir o kadar da içinde çok büyük anlamlar barındırıyor. En yüksek perdeden şeytanla tanışmaya davet eden bir yazı. Cümle de gariplik var gibi gözükebilir ama yoktur. Adem As cennetten şeytan yüzünden çıkarıldı neden dünyaya gelince ben kendi nefsime zulmettim beni affet dedi de şeytana uydum beni affet demedi?

    http://www.onaltiyildiz.com/?haber,3662 bunun cevabı burdadır. Öte yandan
    Kulak diyoruz. Kulak kalptir. Ordan duyarız. Ayette sesinizi yükselmeyin deniyor. Sadece dışta ki etkenlere mi melkor müziği denilebilir. Bu yazıda daha çok hikmet kokuları var. Emeğinize yüreğinize sağlık.

  3. Defalarca okuduğum bir yazı olmuş.Allah razı olsun. Allah en azından sizlerin yazılarından bizleri ayırmasın. Bizlere kattığınız geniş bakış açıları için çok şükretmeye çalışıyorum. Bu yazınızda çok önemli şeyler var Hem dünya hem ahiret hayatının ilaçları mevcut bence. Mesela bu yazıda nedense aklıma hep istişarede geldi.Sanki sessiz olun dinleyin emride bunu işaret ediyordu.” Rahmet kapısı” bundan sonra açılıyor kesinlikle eminim. Tabiki sonuçlara göre bunu söylemiyorum. “Dinlediğiniz” zamandan sonra yaşanılan süreçteki iç huzur ve eminlik-rahatlık ve özgürlük bence göstergesi. Sonuçları çünkü hayırlımı değilmi belkide ahirette göreceğiz. Acz-fakr ve vav hali de tam anlamıyla özgürlük hali olsa gerek. Teslim olunca her kapı açılabilir kapı açılmıyorsa her an kapı yaratılabilir çünkü. Hayaller ötesidir acziyet. “Büyük Allahtır” ı duymayı ve koroya katılmayı Allah nasip etsin inşallah.

Reply To alaca Cancel Reply