Paula, Bu Tuhaf Bir Savaş… Hüzünlü ve Masmavi Bir Savaş Bu…

0

Paula, Bu Tuhaf Bir Savaş… Hüzünlü ve Masmavi Bir Savaş Bu…

Antoine de Saint-Exupéry / Savaş Pilotu

İnsanlık da medeniyet adına yetişkin hüviyetiyle yaşadığı çağı; şekil ile, maddeyle hazırlıyor. Ne yazık ki yol arkadaşı olamıyor; sevgisini, heyecanını, şefkatini veremiyor. Onun için zaman hızla geçerken rüzgarıyla içi boşalmış nice ilkeler, sevgisiz nice aileler, ruhsuz nice bedenler savruluyor. Konuşulanların ortak ruhu yok. Paylaşıldığını sandığımız birlikteliklerin anlamı kalmamış. Kalabalık yalnızlıklar yaşanıyor her yerde.

Exupéry eserin başında okuyucularını: ‘Kitabımın hafife alınmasını istemiyorum.’ diyerek uyarır. ‘Anılarımı anlatırken çok büyük ıstırap çekiyorum.’

Mathias Jung / İçimizdeki Küçük Prens / s.12

Gidenler bir daha geri gelmiyor. Onlara bir daha dokunamamak, tazeliğinde duyguları yaşayamamak. Özlem sadece arayışlara kapı açıyor. Hayaller, uzaktan koklamak gibi… Anılar… Hassas, özel ve anlaşılması zor şiirler… Şiiri şairden başka kim hissedebilir derinden. Sadece kendi âleminde yanabilen bir ışıktır yazılan. Anılar da böyle. Bir başkası anlayamıyor hissedilenleri.

Geçmişe takılmak mıdır anılara bağlılık? Hayır. Susamamış, anlayamaz bardağın dibinde kalmış suyun değerini. O su dökülmez; bir hamlede içilir. İçilen, birkaç damla da olsa; dudak tadını alır. Hele susanan; sıcak ilişkiler, sığınılacak emin limanlarsa… Hele sert, katı, karmaşık dünyaların içinde özlenen; yumuşak, sade, masum çocukluksa… Kimse hoyrat ellerin ellemesini istemez. Kimse özenle sakladığı değerlerine dudak bükülmesini, burun kıvrılmasını istemez.

Hatıralar, hassas ve yalnız kalplerin en değerli cevheri. Kuyumcu olmayan anlayamıyor. Onun için Exupéry de kitabının hafife alınmasını istemiyor. Yazdıklarında tükenmişlik, kayboluş, arayış, kaçma ve huzura, emniyete, içten duygulara özlem var. “Yalnız kalabalıklar”dan kaçılan, “kalabalık yalnızlıklar” var.

Ses, sözcük sözcük ter
Yüreğimde.
Güz akşamlarını özlüyorum;
Sessiz, serin.
Bedenim mor kıvrımlarında ufukların
Bilinmedik sabahında
Doğmaya eriyorum.

Hüznün hıçkırması bile güzel,
Dalda buğulu tebessüm.
Bir tuhaf tutku çeker
Ta ötelere… 

Ben mi garip, yoksa
Bu saatler mi?
Kalabalık yalnızlığıma kaçmak
İstiyorum.

Davetkâr, sıcak;
Kış akşamlarını özlüyorum.
Bozacılar geçer
Solukları kar buğusu.
Ayaza kesmiş gecelerin
Sığınma duygusu;
Çıngırak sesleri, fırdola döner. 

Sıcak, buram buram haykırış
Yüreğimde.
Yalnız kalabalıklardan
Kaçmak istiyorum.

Güney Postası’nda yetişkinlikten kaçış özlemimi anarken şunları yazdığımı hatırlıyorum:

‘Kaçmak, en önemlisi kaçmaktı.’

On yaşındayken tavan arasına sığınırdık. Çatı aralıklarında ölmüş kuşlar, kapakları kırılmış eski sandıklar, tuhaf giysiler vardı; hayatın kulisleriydi burası.

Ya bildiğimiz define, o eski konakların definesi, peri masallarında sözü edilen yakutlar, zümrütler, elmaslar, hafif parıltılar saçan bir define. Her duvarın, her kalasın varlığını sağlayan define. Evi Allah bilir neye karşı koruyordu bu kalaslar. Herhalde zamana karşı koruyorlardı. Çünkü zaman, en büyük düşman sayılırdı bizim çevremizde. İnsanlar geleneklerle savunurlardı kendilerini zamana karşı. Geçmişe sımsıkı sarılmakla. Aşağıda salonda misafirler konuşur, güzel kadınlar dans ederdi. Ne aldatıcı bir güvendi onlarınki…

Ey geçici yolcular! Oysa biz, yukarıda çatı aralıklarında mavi gecenin sızıntılarına bakardık. Ufacık bir delikten bir tek yıldız düşerdi üzerimize. Cennetten bir yıldız süzülürdü bizim için.

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.34-35

Çocukluğunun masumiyet çağının mabedi olan Saint-Maurice-de-Rémens şatosu satılıyordu. Lyon şehir meclisi yatılı okul kurmak amacıyla başlatmıştı bu girişimi.

Oyuncakları… Çocukların bütün dünyası yatıyor o sandıkların içinde…

Antoine karısına sıkı sıkıya sarılmış annesine bakıyordu. Sonra tekrar Consuelo’nun açık unuttuğu çekmecenin içindeki oyuncaklara daldı gözleri. İleride Savaş Pilotu’nda şöyle yazacaktı:

‘Küçük bir çocukken… Çocukluğumun epey gerilerine gidiyorum. Herkesin geldiği o geniş bölgedir çocukluk… Nereliyim ben? Çocukluğumdanım… Falanca ülkeden olduğum gibi, çocukluk ülkesindenim ben…

…Zaman beni yavaş yavaş yoğuruyor. Çocuk, sabırla bir yaşlı haline gelecek diye ürkmez hiç. Çocuktur o ve çocuk oyuncaklarıyla oynar. Ben de oynuyorum. Gösterge tablosunda her şeyle oynayıp, uçağımı uçuruyorum.’

Yetişkin olmak zorunda kalmanın büyük günahı, Saint-Exupéry’nin ilk masumiyetinin korunduğu şatoya kaçma imkanını elinden alıyordu artık. Saint-Maurice-de-Rémens’in satışı anılar mabedinin yıkımı olmuştu onun için. O zorlu anlarda büyük olasılıkla Savaş Pilotu’nda anlattığı Tirol’lü dadısı Paula’nın imgesine sarılmıştı:

‘Yetişkinleri korumazlar hiç; adam oldunuz mu bırakıverirler insanı… Oysa güçlü bir Paula’nın elinden sıkıca tuttuğu bir oğlana kim ne yapabilir? Paula, senin gölgeni hep kalkan gibi kullandım ben.’

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.148-149

Büyüklerin bize yasaklanmış dünyalarından sıyrılıp aramıza katılabilen yalnızca iki kişi vardı. Annem ve sadece iki kısa yıl bizlerle kalabilmiş olan Tirol’lü bakıcımız Paula veya bizim mademoiselle sözcüğünü yamultarak kısaca Moise dediğimiz o sevgili kadın.

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.32

Moise’yi hepimiz çok severdik. Zavallıcık en fazla benden çekerdi. Aramızdan ayrılıp yurduna döndükten sonra uzun süre her yılbaşı ve belirli anma günlerinde bize mektup yazmıştı.

Annem ‘Moisie’den mektup var!’ diye bağırdığında hepimiz o an ne iş yapıyorsak bırakır, koşa koşa gelir, dizlerinin dibine oturur, mektubu yüksek sesle okumasını beklerdik. Onun tatlı bir otoriteyle üzerimize açtığı güvenlik şemsiyesinin altında hayattan korkacak hiçbir neden kalmamıştı.

Antoine de Saint-Exupéry / Savaş Pilotu / s.109

Saint-Exupéry yazarlık hayatının aksiyon dozu en yüksek romanı saydığı Savaş Pilotu’nda uçağıyla düşman hatlarının içine dalarken çocukluğunun bu ılık anılarını anımsar.

Antoine de Saint-Exupéry / Güney Postası / s.27

Savaş Pilotu; İkinci Dünya Savaşı’nda Fransız ordusunda pilot olarak görev yapan Saint-Exupéry’nin başından geçen çok tehlikeli bir keşif uçuşunun hikayesidir: Almanlara karşı savaşılmaktadır. Fransız ordusu ağır kayıplar vermiş, uçaklarının yüzde sekseni düşürülmüştür. Görevin tamamlanması ve sağ salim geri dönmek neredeyse imkansızdır. Daha önce çıkanlardan çoğu geri dönememiştir. Keşif uçuşunun aslında bir anlamı kalmamıştır. Emri veren filo komutanı da bu gerçeğin farkındadır. Ancak emir, genelkurmaylıktan geldiğinden yapacak bir şey yoktur. Ve uçuşa hazırlanır. Fotoğrafları çekecek olan Teğmen Dutedre, bir mitralyözcü ve Saint-Exupéry.

Yazar avcı uçaklarını birer eşek arısına benzetir. Kaçarken bile hayaller görür. Savaş Pilotu bu uçuşta yaşanan olayların ve bu hayallerin ürünüdür.

Mistral’in ürküntü veren uğultusuna şatonun gizemli gölgeleri eşlik eder. Çocukluğunun belleğinde uçuşan ipeksi masumiyetini kan ve ateşin egemen olduğu gerçek dünyanın acımasızlığına taşıyamamasının ümitsizliğiyle hayatın temel açmazlarını düşünür:

‘Namusumla, ama hiç kuşkusuz özü kalmamış töreleri kurtarıyormuşçasına oynayacağım rolümü. Tanrı’dan boşalmış töreleri. Yaşayabilirsem, bizim köyün anayolunda, sevgili yalnızlığıma bürünerek biraz yürümek ve neyin uğrunda ölmem gerektiğini anlamak için geceyi bekleyeceğim.’

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.27 

Gecenin sakin kucağında sevgili yalnızlığımız. Exupéry’nin büründüğü ve kendini bulduğu liman. “Neyin uğrunda ölmem gerektiğini anlamak için geceyi bekleyeceğim.” İlahlaşan güçlerin boyun eğdirme talimleri… Çağın acımasız dişlileri aman vermiyor.

Savaş sırasında Arras’a doğru keşif göreviyle uçarken kesin bir ölüme gittiğimizden, uçuş ekibimle birlikte, hiçbirimizin kuşkusu yoktu. Çıldırmış bir dünyanın yeni tanrıları, kan, ateş ve ölümdü. Bize de onlara baş eğmemiz emredilmişti.

O korku ve dehşet saatlerinde benim için en güvenli sığınak, yine Moisie’nin ılık anısı olmuştu. Daha sonra yazacağım otobiyografik romanım Savaş Pilotu’nda, bu anı sığınağını şöyle anlatmıştım…

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.33

Yaşlanmakla hata ettim. Evet, evet. Ne mutluydum çocukken. Böyle diyorum ama, doğru mu acaba? Daha o zaman başlamıştım yüz yetmiş iki dereceli koridorumda yürümeye. Amcalarım yüzünden.

Çocukluk şimdi tatlı geliyor insana. Ayrıca yalnız çocukluk değil, bütün geçmiş günler. Geniş bir ova gibi, bütünüyle görüyorum geçmişi… 

Ve hiç değişmeden sanıyorum. Şu anda hissettiğim duyguyu öteden beri biliyorum. Sevindiğim ya da üzüldüğüm şeyler değişti; ama duygularım aynı kaldı. Yine böyle mutlu ya da mutsuzdum. Ya cezalandırılıyor ya da bağışlanıyordum. İyi çalışıyordum. Çalışmıyordum. Gününe göre…

Antoine de Saint-Exupéry / Savaş Pilotu / s.109

Kurşunlar uçağımızın gövdesine saplanırken, yabanıl bir korkunun pençeleri bilincimi kanatıyordu. Hep çocukluğumun en endişesiz dünyası geliyordu aklıma. Gerçekten kaçmak, korkudan sıyrılmak için yaralı bilincimi geçmişin sisleriyle örtmeyi yeğliyor, hatırlayabildiğim en eski günlere dönmek istiyordum.

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.33

En uzak anım? Tyrol’lü bir dadım vardı; adı Paula. İyi ama anı değil ki bu, anı anısı. Ben beş yaşımda, koridorumda yaşarken, Paula efsane olmuştu. Annem yıllar yılı 1 Ocak’ta ‘Paula’dan tebrik var!’ demiştir bize. Biz çocuklar için büyük sevinç kaynağıydı bu haber. İyi ama neden böyle seviniyorduk acaba? Hiçbirimiz Paula’yı hatırlamıyorduk. Tyrol’üne dönmüştü kızcağız. Yani Tyrol’deki evindeydi. Karlar altında meteoroloji kulübesine benzeyen bir ev. Ve Paula bütün meteoroloji kulübelerinde oturanlar gibi, güneşli günlerde kapıya çıkıyordu.

‘Güzel mi Paula?’

‘İnsanın aklını başından alacak kadar.’

‘Tyrol’lerde hava hep güzel midir?’

‘Hep güzeldir.’

Tyrol’lerde hava güzel. Meteoroloji kulübesi Paula’yı dışarı, uzaklara, çok uzaklara kadar çimenler üzerine itiyor. Okuma yazma öğrenince Paula’ya mektup yazdı. ‘Sevgili Paula,’ diyorum. ‘Size mektup yazmak hoşuma gidiyor…’ Onu tanımadığıma göre, aslında dua gibi bir şeydi bu…

‘Yüz yetmiş dört.’

‘Anlaşıldı. Yüz yetmiş dört.’

Antoine de Saint-Exupéry / Savaş Pilotu / s.109

Arras yanıyordu. Cehennem yeryüzüne inmiş gibiydi. Uçaksavarlar üzerimize doğru sürekli ölüm kusuyordu. İsabet aldıkça büyük çatırtılarla sarsılıyordu uçağımız. Ölümün kemikli yüzü siyah pelerininin altından ucu gözüken orağıyla giderek yaklaşıyordu. Kaçınılmaz sona karşı ben, yine Paula’nın güvenli dünyasına sığınmayı yeğliyordum.

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.34

Duyuyor musun Paula? İşler kötüye gidiyor. Yine de akşamın mavisine şaşmaktan alamıyorum kendimi. Öylesine olağanüstü bir şey ki bu? Öyle derin bir renk ki! Ya altımızda akıp giden şu meyve ağaçları? Belki de eriktir bunlar. Manzaranın içindeyim şimdi. Dışarıdan camekana bakmak yok artık! Bahçe duvarından atlamış bir meyve hırsızıyım şu anda. Islak yoncalar arasında yürüyor, erik çalıyorum.

İşler kötüye gidiyor ama ben işin içindeyim. Anılarım biriktirdiğim şeyler, bütün sevgilerim var elimde. Bir ağacın kökleri gibi toprağın derinliklerinde kalan çocukluğum var. Bir anının hüznü üzerine oturttum yaşamımı. İşler kötüye gidiyor, ama içimde, şu kuyruklu yıldızları görünce hissedeceğimi sandığım duygulardan eser yok. 

Bilirsin Paula, çocukken dinlediğimiz masallarda kahraman, bir sürü korkunç serüvenden sonra, giz dolu büyülü bir şatoya yaklaşırdı. Buz dağlarını aşar, uçurumlardan atlar, kötülerle boğuşur, onların oyununu bozardı. Sonunda atın ayaklarını okşayan çimenli, masmavi bir ovanın ortasında şato görünürdü. Kahraman, artık başarıya susamış sayardı kendini… Ah, Paula! Peri masallarındaki yaşantı yalanlanmıyor hiçbir zaman! Serüvenlerin en zoru hep son anda başlıyordu…

Antoine de Saint-Exupéry / Savaş Pilotu / s.110-112

Sen her zaman ve her yerde bizlerle beraberdin Paula. Ölüm uçuşunda bu yüzden hep seni düşünüyordum. Seninle konuşuyordum hep. Bilirsin, sana içimi dökmek her dem rahatlatırdı beni…

‘Paula, bu tuhaf bir savaş…

Hüzünlü ve masmavi bir savaş bu…

Yolumu sapıttım biraz.

Yaşlanırken bu garip ülkeyi buldum…

Yo, korktuğum yok, Hüzünlü bir ülke bu.

Hepsi bu kadar…’

Şatonun karanlık koridorlarında, çığlıklar atarak banyodan kaçan çırılçıplak Antoine’ın peşinden yaş sünger ve havluyla nasıl koştuğunu hatırlıyor musun sevgili Paula? Sevecenliğinle hep anılarımda kaldın…

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.36

Çocukluk hamuru nasıl bir şey ki ne kadar sevgi katsan içine, fazla gelmiyor. Ürkek bir kuş gibi alsan kucağına, ısıtsan ve sonra bıraksan gökyüzüne, yüreğinde seni de götürüyor. Tam savaşın ortasındasın; ensende devamlı ölümü hissettiren bir soluk. Ve bütün bunlara karşı sakinleştiren bir dadının sıcaklığı… Biri maddî korkunç bir güç, diğeri o gücün karşısında bir dadının manevî duyguları. Pilot Antoine’ın cehennemden kaçarak sığındığı cennet. Bu cennet, Paula’nın güvenli dünyası. Ne aşırı özen ne yapmacık iltifatlarla şımartmak ne de güzel yemekler… Hiçbiri bir kalbe bu denli girebilmek için yeterli değil.

Sen her zaman ve her yerde bizlerle beraberdin Paula.
.

Her zaman, her yerde yanında hissettirmek… Yalın, abartısız, doğuştan gelen içtenlik. Güven duygusu, korunmanın güçlü örtüsü, sarılan sinenin sıcaklığı. Çocuk Antoine’a huzur veren bunlar. Ama en önemlisi yürekteki vefa. Vefa, cennetten gelen koku. Yarattığını bir an bile unutmayan, onu bekleyen “Vafi”den1 gönle gelen esinti.

Öyle tesiri var ki bu esintinin; savaşın kokusunu bastırıyor, ölümüne giden pilota, “…akşamın mavisine şaşmaktan alamıyorum kendimi. Öylesine olağanüstü bir şey ki bu? Öyle derin bir renk ki! Ya altımızda akıp giden şu meyve ağaçları? Belki de eriktir bunlar…” dedirtebiliyor.

Başım derde girdiğinde, etrafı göremeyecek kadar bunaldığımda buna benzer duyguları hissettirecek bir Paula’m var mı benim, diye soruyorum kendime. Yok diyorsam… ya buna benzer içtenlikle karşılaşmadım ya da böylesi duyguları hatırlayacak yüreğim yok.

Gözlerimi kapatıyorum, anılar konuyor kirpiklerime. Pınarlarından akıyorum. Bu yaşlarla yıkansa kin, öfke, yalan adına her şeyim. Dalgalar çekiliyor kıyılarımdan. Beni de alın diyorum. Sularda kızıl âlemlerden başka kimseler duymuyor. Bedenim ruhum oluyor ve o âlemlerin birinde bu akşam kaybolmak istiyorum. Nefesimi tuttum: Ürkek bir güvercin gibi yaşıyor sessizlikte özlediklerim. Bir başka notada, zamana düşüyor gölgeler. Akşam oluyor. Bohçalar açılıyor; sabun kokulu mis gibi çocukluğum… Neredesiniz?


1. Vafi: Vaadinde duran. Allah’ın bir ismi. Vaadini yerine getirmesinde şüphe olmayan ve bütün varlıkların ihtiyaçlarını kudret ve rahmetiyle gideren.

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply