Orta Dünya ve Din / Ölümlülük

0

It has various opportunities of ‘Fall’. It may become possessive, clinging to the things made as ‘its own’, the sub-creator wishes to be the Lord and God of his private creation. He will rebel against the laws of the Creator – especially against mortality.

The Letters of J.R.R. Tolkien – Letter 131

‘Düşüş’ün bir çok ihtimali vardır. Sahiplenmeci olabilir, yapılan şeylere “kendisininmiş” gibi sımsıkı yapışabilir, alt-yaratıcı kendi özel yaratımının Efendisi ve Tanrısı olmak ister. Yaratıcı’nın kanunlarına isyan eder – özellikle de ölümlülüğe.

J.R.R. Tolkien’in Mektupları / 131. Mektup

Kendisinden çokça örnek verdiğimiz (muhtemelen daha da vereceğimiz) J.R.R. Tolkien’in Milton Waldman’a yazdığı mektupta, yine daha önce de yazılarda değindiğimiz bir hususun altı özellikle çizilmiştir. Tolkien alegoriden hoşlanmadığını söyledikten sonra, kendi eserinin aslında tamamıyla Düşüş, Ölümlülük ve Makine kavramları ile ilgili olduğunu belirtir. Yazının girişinde yaptığım alıntıda da Tolkien, Ölümlülük ile Düşüş arasındaki alakanın bir yüzünü bize anlatmıştır. 

Efsane-i Tolkien (Tolkien’s Legendarium) içerisinde, başta “Düşman” tabirini dolduran Melkor ve Sauron olmak üzere, pek çok karakterde bu türden bir düşüşü görmekteyiz.  Bunun yanında Fëanor’un Silmariller peşinde yaşadıkları ve yaşattıkları ile Turgon’un, Tuor’un gelişinin ardından, Gondolin’den ayrılma konusunda olan tereddütleri de “sahiplenmeci” tavrın bir düşüş ile sonuçlanmasına örnek teşkil edebilir. 

Girişteki alıntıda da görüleceği gibi, Ölümlülük kavram olarak Tolkien’in tamamıyla Yaratıcı’ya atfettiği bir kavramdır. Ölümlülükle ilgili derdi olan bir yaratılmışın, aslında Yaratıcı ile derdi vardır. Bu noktadan daha ileriye gitmeden önce, “ölümlülük” kavramının Elfler ve İnsanlar, yani Ilúvatar’ın Çocukları tarafından nasıl anlaşıldığını anlamak bize çok daha iyi bir bakış kazandıracaktır. Efsane-i Tolkien’in, özellikle bu gibi metafizik alanlarda, hem yaptığı açılımlar hem de bıraktığı sorular oldukça karmaşık olabilmektedir. Bu nedenle karşımızdaki durum “ölümsüz Elfler ve ölümlü İnsanlar” arasındaki gerilimden daha derin açılımlara sahiptir.  Fakat bu yazıda bu gerilim üzerine tespitlerde bulunduktan sonra gelecek yazılarda bu daha derin açılımlara değinmeyi tercih ediyorum.

Elfler, ölümsüz olarak bilinseler de özellikle Silmarillion okumuş bir kişinin aklına hemen ölmüş olan en az on Elf Beyi’nin adı gelecektir. Elfler’in görece ölümsüzlüğünü anlamak için, ölen bu Elfler’in akıbetlerini anlamak gerekmektedir. Elfler’in “ölümsüz” olarak görülmelerinin sebebi, herhangi bir katledilme durumu olmazsa kendilerinde yaşlanma belirtilerinin olmaması ve hiç bir hastalığa tutulmamalarıdır. Elfler tüm kaderleri Arda’ya bağlı varlıklardır; ölen bir Elf’in ruhu bedeninden ayrılarak Valinor’da bulunan Mandos’un Salonları’na gidecek ve orada Son’a kadar bekleyecektir. Fakat bu uzun ve sonu görünmeyen yaşamın meydana çıkardığı bir sorun vardır: Elfler uzun yaşamları boyunca Arda’nın tüm acısını, hüznünü ve yükünü yüklenirler. En büyük arzuları ise etraflarındaki yaşlanan, değişen ve dönüşen ya da Max Weber’in tabiriyle, büyüsü bozulan dünyanın eskisi gibi kalmasıdır. Elfler için bir diğer kritik husus ise Arda’nın yokoluşunun ardından kendilerine ne olacağıdır: Onlar da yok olacaklar mıdır? Yoksa İkinci Müzik’te payları olacak mıdır?

İnsanlar ise Elfler’den farklı olarak hastalanan, yaralanan ve yaşlanan varlıklardır. Bu nedenle ölümleri sadece katledilme ile olmaz, hastalık ve yaşlılık sonucu da ölebilirler. Elfler’den farklı olarak ölen İnsanlar’ın ruhları Arda’ya bağlı değildir. İnsanlar’ın bu kaderini ve Ilúvatar’ın onlar için ne murad ettiğini anlayanların sadece Manwë ve Mandos olduğu söylenir.

Bu ikili durum hem Elfler’de hem de İnsanlar’da bir kıskançlık oluşturmuştur. İnsanlar kendilerinin aslında ölümsüz olduklarını, fakat bir sebepten ötürü sonradan ölümün onlara musallat olduğunu düşünürler. Bu düşüncede Melkor’un da dokunuşu vardır. 

Elfler ise ölümü Ilúvatar’ın İnsanlar’a Hediyesi olarak tanımlarlar; onlar da İnsanlar’ın bu haline gıpta duyarlar. Çünkü Elfler Arda’ya mahkumdurlar, fakat İnsanlar Arda’nın sınırlarının dışına da çıkabilirler. Hatta bu hal İnsanlar’a bahşedilmiş oldukça özel bir durumdur, çünkü diğer tüm varlıkların kaderi Arda’ya bağlıdır. Bu istisna nedeniyle İnsanlar’ın ölümü gıpta edilerek “hediye” olarak adlandırılmıştır.

Öncelikle bu iki bakışın tüm İnsanlar ya da tüm Elfler tarafından sahiplenildiğini söylemek yanlış olacaktır. Bu bakışa sahip olmak ya da olmamak, aslında Yaratıcı’ya olan itimatın varlığı ya da yokluğu ile bir önceki yazıda değindiğim Estel kavramı ile alakalıdır. Aslında hem Elfler’in hem de İnsanlar’ın akıbeti gaybdır, bilinememektedir. Aralarındaki en büyük fark ölümün İnsanları çabuk bulması, Elfler’in ise Arda’nın sonunu bekliyor olmalarıdır. Estel kavramı gayba iman, Yaratıcı’nın çocuklarım dediği ırklara olan merhameti ve her olanın Ilúvatar’ın Çocukları için hayır olması gibi Ilúvatar’a olan sadakate (imana) dair pek çok veche sahip olduğu için, ölüm Estel’i sınayan en önemli aşamadır. Bu konuda en ilgi çekici örnek, bir çok sadık Númenor Kralı’nın ve sonrasında Aragorn’un da ölüm anları geldiğinde kendilerini ölümün kucağına bırakmalarıdır. 

Devam edeceğim…


Not: Bu yazıda ve muhtemel bazı geçmiş yazılarda yaptığım bazı genellemelere aykırı istisnai durumlar gelecek yazılarda görülecektir. Örn: Ölen her Elf’in ruhunun Mandos’un Salonları’na gitmiyor olması. 

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply