Orta Dünya Notları – Bölüm 3

0

1) Tolkien, gerçek hayattan doğrudan esinlenmeyen bir yazardı. İkincil Gerçeklik ile Birincil Gerçekliğin birbiri ile kasıtlı ve doğrudan benzeşimler/göndermeler ile irtibatlandırılmaması gerektiğini düşünüyordu. Diğer yandan başlangıçta daha çok Birincil Dünya’nın (genel olarak paylaştığımız gerçeklik algısı) kuşatması altında olmak herkes gibi onun da kaderiydi. Ancak o deneyimlediği hayatın şifrelerini çözüyor ve o deneyimi İkincil Gerçekliğinin berraklaştırılmış aynalarına yansıtıyordu.

Güney Afrika ve Boer Savaşları’nda da bu yansımanın izlerini görmek mümkün. Babasını da kaybettiği çocukluk yıllarında yaşanan bu iki savaşın bazı izlerini Hobbit ve Yüzüklerin Efendisi romanlarında bazı özellikleri itibariyle bulmaktayız.

Cücelerin en önemli özelliklerinden biri hırsları, açgözlülükleriydi. Çok maharetliydiler ama bu maharet daha çok maddi olana, altına ve değerli mücevherlere ve onları biriktirmeye yönelikti. Tolkien’in çocukluk yıllarında altın üretimi sanayi üretiminin yanı sıra en önemli zenginlik kaynağıydı. Kapitalist ruh sürekli daha fazla materyal zenginlik ile beslenmeliydi. Kapitalist hırs cücelerin hırsı ile, teknik gelişim cücelerin maddi maharetlerindeki artış ile benzerlik taşıyordu.

Güney Afrika madenlerinde de hırsla kazdılar ve madenlerin derinliği dünyanın hiçbir yerinde olmadığı gibi bazı bölgelerde 1 km’ye (1.000 metre) kadar ve hatta daha da derine ulaştı ve sonuç olarak savaşı/”ejderha”yı çağırdı. Britanya İmparatorluğu Tarihi’ndeki en büyük çıkarma ordularından biri, bugünkü Güney Afrika ve çevresini işgal etti. Yerli halkın çok önemli bir kısmı sürgüne gönderildi ve sayısız insan bu savaşlarda hayatlarını kaybetti. Hobbit romanında da cüceler hırsla çok derin kazmış ve yine Güney Afrika’da olduğu gibi en eşsiz mücevherleri çıkarmış, en büyük altın rezervlerini bulmuşlardı. Savaşın bir benzeri olan ateşi/ejderhayı çağırmış oldular böylece ve yine benzer bir şekilde birçoğu öldü ve birçoğu da sürgüne gönderildi.

Tolkien’in hiçbir zaman tek boyutlu bir hikâye anlatmadığını da burada not etmemiz gerekir. Tolkien, belki bu olaylardan etkilendi ama yaşadığı hayatın bazı karelerini İkincil Gerçekliğine/eserine yansıtırken, açgözlülüğü ve onun kaynağı olan doymak bilmez nefsi, ejderhayı -modern ve arketipik yansımaları ile- keşfetti ve kendi devrinde farklı fikirler çerçevesinde yeniden ortaya çıkan bu hastalıkları en kadim yönleriyle kendi alt-yaratısı olan efsanelerinin aynalarına yansıttı.

2) Tolkien, eserinin geneline bakışlar atmaya imkân vermek amacıyla yazdığı mektubunda her şeyin nasıl başladığına da değinir: “Zaman sıralamasına göre bu eser benimle başladı…” Bu söz ile yazar, kendisini asli bir kaynak olarak gördüğünü kastetmez veya egosunu işaretleme ihtiyacından değildir bu sözler. Aynı yazdığı karakterler gibi kendisi de şartların -fizik/metafizik çevrenin- sunduklarının farkındadır, ancak “gözlemcinin”/hayatı deneyimleyen kişinin, yaratılışına uygun bir güzelliğin de taşıyıcısı olduğunu bilmektedir. En nihayetinde herkes taşıdığı her ne ise onu dış dünyaya sunacaktır. Bu sunuş yine yazarın kavramlarıyla yaratılışı kendi yansıtma kabiliyetine göre yansıtacak bir alt-yaratı (sub-creation) sunmaktır. Yaratılış güzel olduğu için ona ayna hükmünde olan alt-yaratılar da güzel olacaktır. Yansıma yani alt-yaratı ne kadar büyük ve nitelikli bir aynaysa yansıyan da o derece pürüzsüz, kırılmasız ve geniş bir müşahedeye/seyre açık olacaktır. Bu yüzden Tolkien, alt-yaratının sanat, yani ilkesi güzellik olan bir uğraş olduğunu ve güzellikten Güzel’e giden bir yol olduğunu bilir. Bu güzelliğin kaynağı ise yaratılmışın/insanın/elfin… iç dünyasından gelmektedir. “Muhatap” olarak yaratılmış bir varlık olan insan aynasını, yani tüm sanatların temel kaynağını kalbinde taşımaktadır. Efsane-i Tolkien (Tolkien’s Legendarium) de yazarının kalbinde başlamıştır.

3) Tolkien’in karakterlerinin, hikayeler, kaderler üzerindeki etkilerine bakıldığında çok aktif oldukları ve her birinin seçtikleri kaderi izledikleri görülür. Karakterler, hikâyeyi geliştiren ana etkenin hem seçim hem de kader olabilmesinin canlı örnekleridirler. Tolkien, kozmogonik bir anlatım sahibi olarak “kader” kavramının değerini bilir ve hem kendi eserinde/alt-yaratısında hem de birincil gerçeklik (fiziksel gerçeklik/şahidi olduğumuz evren) içinde kadere inanan biridir. Ancak Efsane-i Tolkien’in genelinde şahit olduğumuz üzere bu inanç, özgür iradeyi ezen değil, bilakis onu daha belirgin ve hikmetlerini daha okunur kılan bir haldedir.

4) Cüceler üzerinden tanıştığımız bir kavram da “yeraltı şehirleri”dir: Cücelerin dağların derinlerinde kendilerine ev olarak kazdıkları büyük salonlardan, tünellerden ve geçitlerden oluşan labirentvari yapılar. İnsanların ve elflerin çoğuna büyük ölçüde kapalı kalan ve dünyanın ilk yapılarından olan dağların köklerinde ortaya çıkan, Agartha, Shambala/Kambala gibi efsanelerde benzerlerini görebileceğimiz medeniyetler… Cücelerin taştan saraylarına “mitlerin büyük ölçüde hakikatten yapıldığı/doğduğu düşüncesi” penceresinden bakarsak Tolkien’in yeraltı şehirlerinin varlığına inandığını ve kazılmış granitler/kayalar arasındaki bu şehirlerin zamana meydan okurcasına hala var olduğunu düşünebiliriz.

5) Tolkien’in dünyası bir imtihan/sınanma dünyasıdır. Pek çok özellik hikâye yazımında “karakterin boyutu” olarak ele alınan çift yönlülük taşır. Cesaret bir fazilet olmakla birlikte, kahraman/kurtarıcı olma kompleksine dönüşüp egoyu besleyebilir. Şüphecilik savaş zamanlarında bir fazilet iken, dostlardan şüphe duymaya ve kendinden başkasına güvenmemeye dönüşebilir. Cücelerin hırsı bir zaaf gibi gözükürken, uzlaşmaz ve hırslı doğaları düşmana karşı yılmayan bir azmi sonuç verebilir. İyilik yapma aşkı, Tek Yüzük’ü dahi iyilik için kullanabilecek bir illüzyon sunabilir. Sonuç olarak; her özellik iki yönlüdür ve “karakter boyutu” olarak kendini gösterir. Böylelikle, Efsane-i Tolkien’i temsil gücü olan bir söz belirir:

Orta Dünya’nın yaratılış hikmeti, onun sakinlerinin sınanması içindir.
.

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply