Ölü Şehirler ve Hayalet İnsanlar – Bölüm 1

0

Nerede şimdi at, nerede süvari? Nerede çalan borular?
Nerede zırh ve miğfer, nerede uçuşan saçlar?
Nerede harpın teline dokunan el, nerede yanan kızıl ateş?
Nerede bahar, nerede hasat, nerede uzayıp giden başaklar?
Gelip geçti hepsi, dağdaki yağmur, kırdaki yel gibi;
Batı’da günler tepelerin gerisindeki gölgeler içinde kaybolup gitti.
Kim toplayacak şimdi yanan kuru ağacın dumanını?
Kim görecek Deniz’den dönüp gelen, akan yılları?

J.R.R Tolkien / Yüzüklerin Efendisi / İki Kule / s.485

Dışarıda yoğun bir kar var, rüzgar her yere, her bir boşluğa dolduruyor kar tanelerini, her yer bembeyaz. Sabahın erken saatleri ve odamın camından karlarla kaplı sokağımı gözlemliyorum. Sonra gözüm özlemle karşı binadaki dostumun camına ilişiyor. Onunda odasının ışıkları yanıyor, kar bulutlarının loş ettiği sabahın o huzur dolu anlarında. Zamanın hemen akmasını ve bir an önce dışarı çıkıp onunla vakit geçirmeyi istiyorum. Vakit geçirmek diyorum, aslında en sevdiğimiz şey hayallerle dolu olan ve tekrar tekrar bir araya gelmemize, zamanımızı beraber geçirmemize sebep olan sohbetlerimizi yapabilmek ve tabii ki olmazsa olmaz olan yemek yeme seremonisi; öylede oluyor. Aile ile yapılan ilk kahvaltının akabinde heyecan ve telaşla beklenen birkaç saatlik zaman dilimi sonrasında ikinci kahvaltı saati ve on birler gelip çatıyor. Bir solukta bu hafta yemek listemizde olan pizza dükkanının yolunu tutuyoruz. 

Bir müddet sonra yine mi siz diyen bakışlarla bakan kasiyerden paketlerimizi alıp eve yöneliyoruz. Hava mis gibi kar kokuyor; elimizdeki kutudan da buharlar ve iştah açıcı kokular geliyor. Şöyle kutuyu hafifçe açıp içine göz atıyoruz ve kendimizden emin tavırlarla “İyi ki çift kat mozzarella yaptırdık.” diye birbirimizi onaylayan el işaretlerini karşılıklı tebrikler ve ardı sıra gülüşmeler takip ediyor… Ama öyle sıradan menfaat dolu gülüşmeler değil. Gözlerimizdeki saf ışık ve beden dilimizle bir bütün olan o çocukluk sevecenliğinde. Sonra pizza yerken ve ardından uzunca bir zaman dilimi onu takip edecek film seansında, bir gün önce videocudan aldığımız altı, yedi adet kasetten önce hangisini izleyeceğimizin konuşmaları geçiyor. Mutluluk içinde filmler üzerine konuşarak yolun ucundaki büyük çınar ağacının tam köşesinden sapıyoruz ki,

Şu dönemecin ardındadır belki
Yeni bir yol, gizli bir kapı;
Bilmem kaç kez geçmişimdir önünden,
Ama gün gelir saparım sonunda
Ay’ın Batısına, Güneş’in Doğusuna
Uzanan gizli yollara.

J.R.R Tolkien / Yüzüklerin Efendisi / Kralın Dönüşü / s.977

ahh… oda ne? Burası neresi ki? İnanamıyorum şok ve telaş içindeyim. Bir anda kendimi üniversitede okuduğum şehirdeki evimin sokağında buluyorum. Sanki gizli bir kapıdan geçtim. Dönüp bakıyorum arkama, etrafıma çocukluk arkadaşımı bulmak için sesleniyorum, ama kimsecikler yok; neredeyse bir tutam rüzgar bile esmiyor; sadece yoğun şekilde dökülen kar taneleri ve alabildiğine sessizlik içindeki beyazlık. Bir an gözlerim doluyor ve başımı öne eğip bir burkuntu ile yürümeye başlıyorum. Yürümeye başlıyorum ama, o şaşkın halimle elimdeki kahvaltı malzemelerinin olduğu poşetleri yeni yeni fark ediyorum. Bir miktar sonra evimin kapısında, kısa zamanda kardan adama dönmüş halde zile basıyorum. Ev arkadaşım telaşla kapıyı açıyor, “Kanka nerde kaldın merak ettim. Geciktin. Hadi acele et; çay demlendi. Getirdiğin malzemeleri hazırlayayım. Sen de misafirlerimizi kaldır,” diyor. 

“Misafirler mi? Kim ki acaba?” diye merakla salonun kapısına doğru yöneliyorum. İçeriden hafif bir müzik ve konuşma sesleri geliyor. Salonun kapısını açınca İstanbul’dan ziyaretime gelmiş olan, beni gurbette zor anlarımda hiç yalnız bırakmayan üniversiteden iki arkadaşımı, candan öte kardeşlerimi görüyorum. Divanlara uzanmış bana bakıyorlar; belli ki yeni uyanmışlar. Yüzlerinde bir gülüşme ve kıkırdama; biri bana her zamanki gibi dalga geçen bir sesle takılıyor. “Ulenn! Cemşit hazırlamadın mı kahvaltıyı hâla?” Sonra bir an duraksayıp arkadaşlara şaşkın bir tebessümle baka kalıyorum. Hâlâ, on bir yaşımda köşeyi dönerkenki halim gözümün önünden geçiyor. Bu sefer diğeri söyleniyor: “Bak hâlâ boş boş bakıyor. Aşık mısın oğlum sen?” Yine kıkırdamalar…

Sonra hızlı bir hamle ile mutfağa yöneliyorum. Bir yandan kahvaltılıkları salondaki masaya taşırken bir yandan da ev arkadaşımın mızmızlanarak anlattığı ertesi gün olacak son final sınavının detaylarını dinliyorum. Gerçi ona pek dinliyorum denmez ya, zira zihnim yoğun bir şekilde biraz önceki döndüğüm köşede. O sırada…

Devam edecek…

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply