Olduğum Gibi Varım İşte / Walt Whitman – Bölüm 2

0

.Benim adım Ali değil! Emir! Yüzü iyice geriliyor. “Adımı bile bilmiyorsun.” dercesine küçümseyerek dik dik bakıyor. Bu hali, ayak diretmesi ve diretmeyi şirin mimikleriyle keskinleştirmesi çok hoş. Karşımızdaki bu minik şahsiyetin, adını koruma çabasıyla adeta etrafa kafa tutmasına gülüyoruz. Hatta işi tadında bırakmıyor, “Bana şunu getirsene Ali. Koşma Ali.” diyerek üsteliyoruz. Ve sonunda yersiz ısrarımız, önce öfkeye sonra “Kaç defa söyleyeceğim. Benim adım Emiiirrr…” patlamasıyla gözyaşına dönüşüyor. Tabii ki üzülüyoruz, özür diliyoruz ve “Bir gönül almasıyla kısa sürede geçer, gider.” diyoruz.

Acaba mı? Gerçekten geçip gidiyor mu? Neden komik sanılan böyle saçmalıklarla masum gözlere gölge düşürürüz; anlamak zor. Üstelik bu şakaları herkesin içinde yaparak havaya neşe kattığımızı zannediyoruz. Ama bilmiyoruz ki o, bir robot değil; yaradılışında muhteşem hazine taşıyan küçük bir adamdır. Sadece o hazineyi kendi eliyle açacak durumda değildir. Masumca hırçın tepkilerde bulunur, nükteyi, mecazî değerlendirmeleri anlayamaz. Söylediklerimizi gerçek zanneder; şüpheyi, endişeyi tadar. Tedirgin olur, kendini güvensiz hisseder ve maalesef bizim yüzümüzden iç dünyası yara alır. 

Ah güzel çocuk! Keşke bu düşüncesizlik, sadece adı yanlış söylemekle kalsaydı… Çünkü en derin yaralar ileriki yaşlarda açılıyor. Anlaşılmamanın garipliği ve ruhundaki etkisi gün gelecek ayaklarının altından zeminin çekilmesi gibi bir şey olacak. Sallanmak ve boşluğa düşmek… Empati eksikliğinin yoğun olduğu ilişkilerde bu durum kaçınılmaz. İnsanız; toplumdaki yerimizin sağlam olmasını istiyoruz. Kimliğimiz başka kimliklerle devamlı karşı karşıya. Her an ayrı bir ilişkinin içindeyiz ve bu nedenle yara almamak için fıtratımıza doğuştan “kimliğimizi koruma duygusu” yerleştirilmiş. “Ben Ali değilim, Emir’im!” tepkisi bu duygudan geliyor.

Emir, yerini korumak istiyor. Ama neden korumalıdır? Bilmiyor; ama istiyor. Müdahaleden hoşlanmıyor; çünkü içinden gelen özgürlük böyle dedirtiyor. Çocuk Emir’in dünyası maskesizdir. Hiç kirlenmemiş su kaynağına benzer duygularıyla gördüğü her güzelliğe akar. Varlığa bakışı bizden farklıdır. Kuşu, böceği, ayı, yıldızları aklıyla ölçmez, biçmez. Yerdeki kediyi gökteki bulutlara bindirir. Gökteki yıldızları yastığında uyutur. Nasıl bir çekirdek ağaçla alakadarsa onun kalbi ve gözleri de gökle o kadar alakadardır. Gördüklerini Yaratan’ı belki ifade edemez; ama onun kalbinde yaşanan zenginliğe erişebilmemiz zordur. 

Geceleyin kumsalda, Bir çocuk duruyor babasıyla,
Dikmişler gözlerini doğuya güz göğüne.
Karanlığın içinde yukarılarda,
Yırtıcı bulutlar, mezarlık bulutları kara kara yayılırken,
Alçalıyor kasvetle ve hızla bir uçtan diğer uca gökyüzünden
aşağıya,
Doğuda henüz kaybolmamış saydam bir kuşağın ortasında,
Yıldızların efendisi koca Jüpiter yükseliyor usulca,
Ağlama çocuk,
Ağlama canım,

Bırak öpücüklerle sileyim gözyaşlarını,
Yırtıcı bulutlar muzaffer kalamaz uzun zaman
Uzun zaman hâkim olmazlar gökyüzüne, yıldızları ancak
görüntüde yok edebilirler,
Jüpiter çıkacak yeniden, sabret, başka bir gece bir daha
bak, Ülker kız kardeşler çıkacak ortaya,
Ölümsüzdür onlar, yeniden parlayacak gümüş ve altın
renkli bütün o yıldızlar,
Büyük yıldızlar da, küçükleri de yeniden parlayacak,
dayanıklıdır onlar,
Ölümsüz büyük güneşler de uzun ömürlü dalgın aylar da
parlayacak yeniden.

Walt Whitman / Çimen Yaprakları – 2 / Göçmen Kuşlar /
s.197-198 / Çev. Fahri Öz

Gece. Gökyüzünü seyre dalmışız. Birden kapkara bulutlar beliriyor. Göğün parlayan gözleri yavaş yavaş kapanıyor. Eyvah! Fırtına mı çıkacak ne? İçimizde beliren bir tedirginlikle ne gökyüzü kalıyor ne yıldızlar. Aklımızdan silinip gidiyorlar. Ama o an bir masumun göz bebeklerinde parlayan ışık, yıldızlara ulaşıyor ve derinden gelen şefkat onları sarıyor. 

Ağlama çocuk,
Ağlama canım,
Bırak öpücüklerle sileyim gözyaşlarını,
Yırtıcı bulutlar muzaffer kalamaz uzun zaman
Uzun zaman hâkim olmazlar gökyüzüne, yıldızları ancak
görüntüde yok edebilirler…

Bir çocuk ve göklere perdesiz dupduru bakışı. O anda kimsenin düşünemediği bir derdin içine düşmüş. Yıldızlara ne olacak? diyor bize. Ne olurdu, biz de bu kalbî zenginliği, yıldızlara bakarken hissedilenleri kaybetmeden büyüyebilseydik… 

Büyüklerin yanındaki kendi küçük bedeni ve kocaman bulutların ardındaki minik yıldızlar… Ne insanca bir ilişki. İçteki kaynaktan beslenen bakışın saf yoğunluğu ve bu bakışın bir çocuğun gözyaşlarıyla ifade edilmesi etkileyici. Whitman’ın dizelerini okudukça varlığa başka türlü bakabilen bir ruhu hissediyorum. Yıldızlarla yıldız olan çocuklar büyüdüklerinde inanıyorum ki, karanlığa da ışık oluyorlar.

En yüce şair, bayağılığı ve önemsizliği tanımaz. O, önceden küçük görülmüş bir şeye nefesini üflediğinde, o şey evrenin ihtişamı ve canlılığıyla genişleyiverir. Görendir o; bireydir; kendinde tamdır – aslında ötekiler de onun kadar iyidirler, yalnızca bunu o görür, onlar görmezler. Koronun bir üyesi değildir o – herhangi bir düzenleme de duraksatamaz onu; o, düzenlemelerin efendisidir. Görme yetisi ötekiler için neyi yapıyorsa, şair ötekiler için onu yapar.

Walt Whitman / Çimen Yaprakları / Önsöz (1855) /
s.30 / Çev. Aytek Sever / Kaynak

Çocuk Emir, büyüdükçe ilgi alanı genişler; sadece Ali olmadığını bilmek yetmez ona. Çünkü ilişkiler saldırganlaşır. İç âleminde kabaran hisleri tanıdıkça, yeni kişiliği ortaya çıkar ve tabii kendini korumanın tepkileri de değişir: “Beni anlamıyorsunuz.” “Ben böyle değilim.” “Böyle demek istemedim.” Ve ruhu devamlı bir şeylere direnir, darbe alır, perişan olur. Her şeye rağmen gülüp geçse… Ama geçemez. Çünkü bunu gerçekleştirmek zor gelir. Yapabilmek için ya toplumu ya da kendini görmeyecektir. Bunu uyguladığında birincisi onu yavaş yavaş yalnızlığa; diğeri aymazlığa götürür. Daha da devam ederse yalnızlığı hücreye, aymazlığı duyarsızlığa dönüşür. Neden böyle olur? Çünkü Emir masumiyetten uzaklaştıkça varlığın kendine has dilini anlamamaya başlar. Bu yüzden kalbindeki ışık, yüzündeki ifade, dilindeki kelimeler gölgelenir. 

Bizi rahatsız eden davranışlara, sözlere tahammül edemiyoruz? Tahammül etmek, zorluğa sabredip göğüs germek bir erdemlilik. Ruhen dengeli olabilmek için kalp âleminde sükûneti sağlamak gerekiyor. Bu sükûneti, dengeli ortamı sağlayabilsek önümüze konulan yaşamın büyük resmini görebileceğiz ve zaman dilimlerine takılmayacak, ayrıntılarla oyalanmayacağız. Çünkü her söze, her davranışa verdiğimiz tepkiyle ömrümüzden durmadan bir şeyler çalıyoruz. Bir daha elimize geçmeyecek anları kaçırıyoruz. Oysa kendi olan, kendini bilen, övgüyü ve yergiyi önemsemeyen dünyalarda bu yoktur. Çünkü onlar kendileriyle barışık ve huzurludurlar. 

Büyük şairlerin sağlıklı kanı ve lekesiz asaleti, onların pervasızlığından anlaşılır. Kahraman bir kimse, kendisine uymayan geleneğin, teamülün, otoritenin içinden elini kolunu sallayarak geçer. Yazar, bilgin, müzisyen, mucit ve sanatçı kardeşliğinin nitelikleri içinde hiçbiri, özgür yeni biçimlerden boy gösteren sessiz başkaldırı kadar hoş değildir.
….
İyi niyetle yola çıkıp bir veya birkaç başarısızlık, halkın aldırışsızlığı ve nankörlüğü, iktidarın keskin hiddet gösterileri ve askere ve topa tüfeğe, ceza kanunlarına başvurması karşısında yenilgiyi kabullenenler özgürlüğün hakkını veremez. Özgürlük başkasına değil, kendine bel bağlar; gel demez hiç kimseye, bir şey vaat etmez; ışığın ve sükûnetin ortasında oturur; olumludur, huzurludur, yılmak nedir bilmez.

Walt Whitman / Çimen Yaprakları/ Önsöz (1855) /
s.40 / Çev. Aytek Sever / Kaynak

Pek haşmetliyim ben, biliyorum,
Haklı çıkmak ya da anlaşılmak için
paralamam ruhumu,
Af beklemez, özür dilemez temel kaidelerin hiçbiri,
(Gene de evimi kurduğum zeminden
zerre kadar yukarıda görmüyorum kendimi.)

Olduğum gibi varım işte, kâfidir bu,
Başkası bilir ya da bilmez, ben hoşnutum halimden;
İsterse cümle âlem bilsin, hoşnutum halimden.
Bir dünya var benim için ötekilerden katbekat büyük,
benim ta kendim,
o bilir beni.

Walt Whitman / Çimen Yaprakları / Benliğimin Şarkısı /
Böl. 20 / Çev. Aytek Sever / Kaynak

Benim ta kendim. Kendim değil, ta kendim. Sanki iç âlemde uzanan yolun son durağı gibi. Derinlerde saklı ülke. Dıştan merkeze doğru içten içe varılan nokta. Beni insanlığıma götüren, beni gerçek bilen kendim. Whitman, ölümlü olduğunu bilir. Başka bir âlem olduğunun bilincindedir. Her varlık için bir varmış bir yokmuşsa bu dünya, kendimizden memnun olamayışımız niye?

‘New York’taki tüm çocuklara selâmlarımı iletin ve bunu unutmayın.

Tam zengin tonlarda söylenen bu söze, içten bir el tokası eşlik etti. Bu neşeli vedayı seslendiren kişi kimdi? Başarı gururuyla kendi kendine yeten müreffeh bir tüccar ya da miras kalan milyonlar nedeniyle tüm dünyayla barış içinde olan kasaba hakkında neşeli bir genç adam değil, pis bir odada hastalıktan sandalyesine zincirlenmiş kötü giyimli yaşlı bir adamdı. Hiçbir lüks ve birkaç konforla çevrili değildi. Üç on yılın açık büfelerine, hayal kırıklıklarına ve üzüntülerine rağmen, kral çehresi, iyi huylu gözleri ve hâlâ umut ve insanlık sevgisiyle dolu bir kalbi olan eski bir bilge; Walt Whitman’dı.

Çoğunluk tarafından haksız yere suistimal edilen, birkaç kişi tarafından aşırı derecede övülen o, kendisini fırtınadan korumak için ne pelerinini daha sıkı çekti ne de öğle güneşinin şiddetli sıcağından dolayı onu bir kenara attı; ancak insanlığı överek belirlediği rotasında dehşete düşmeden yürüdü. 

Sonuç olarak iki sürekli arkadaşı var. Onlar: Bir kadın ve bir köpek. Umarım bir daha asla, geçen öğleden sonra 328 Mickle caddesi, Camden, NJ’ye ulaştığımda yaşadığım şoku yaşamam. Walt Whitman’ın rahat ama mütevazı evini okumuştum ve gerçeklere hazırlıksızdım. Sadece iki tanığın ifadesiyle – bir yoldan geçen ve kapı levhası – buranın iyi gri şairin evi olduğuna kendimi inandırabilirdim. Hava koşullarına dayanıklı tahtalarında boyaya ihtiyacı var; pis pencerelerde yeni panjurlara ihtiyacı var.

Yüzüğüme cevaben kapı nazik yüzlü, hüzünlü gözlü, yaşlı bir kadın tarafından açıldı.

‘Lütfen salona girin,’ dedi, ‘kartınızı Bay Whitmana götürürken. Sağlığı şu anda çok tehlikeli.

Benekli bir koç köpeği şüpheyle beni kokladı.

‘Homer’a aldırmayın,’ diye ekledi; ‘O zararsız ve Bay Whitmanın en sevdiği yol arkadaşı. Neden? Çünkü onu aptalca sorularla rahatsız etmiyor sanırım.

Walt Whitman’ın Evi / Anonim (29 Nisan 1890) / Kaynak

Walt Whitman'ın Evi / 1890

Walt Whitman’ın Evi / 1890

Ünlü bir biyografiyi okurken
(Sordum kendi kendime)
insanın yaşamı diye buna mı diyor yazar?
Bir gün ben de ölüp yittiğimde
yaşamımı böyle mi yazacaklar?é
(Yaşamıma dair kimse bir şey bilmezken,
Ben kendim bile sık sık
gerçek yaşamıma dair
neredeyse hiçbir şey bilmediğimi düşünürken,
Olsa olsa birkaç işaret, dağınık, silik ipuçları, birkaç dolaylı kanıt
Arıyorum kendime, burada kabaca sunmak üzere.

Walt Whitman / Çimen Yaprakları / Kitap Okurken /
s.63 / Çev. Aytek Sever / Kaynak

Başkasını küçük görme, herkeste kusur arama, arkadan konuşma… Toplumu kıvrandıran bu olumsuzlukların temelinde yatan hastalık, kendini bilmezlik. Benciliz, kendimizi her şeyde yeterli zannediyoruz. Okumak, araştırmak, düşünerek değerlendirmek zor geliyor. Gerçeğe dayanmayan, temeli olmayan söylemlerle insan olma şerefine halel getiriyoruz. Bir gönlü anlamak belki de gökleri güldürecekken, kara bulutlar gibi gökleri sararak yıldız dostlarını ağlatıyoruz. 

Kendini henüz yeterli tanıyamamışken başkasını tanıma iddiasında bulunup ileri geri konuşmak cahillik mi, yoksa utanmazlık mıdır? Her çağ farklı da olsa bu sorun hep yaşanmış: Başka fikirlere saygı duymamak, geçmişte kalıp yeni aydın fikirlere kapalı olmak, farklılıklara tahammül edememek. Whitman’ın sözleri, şiirleri, yazıları da bu sorun karşısında bedelini hayli ağır ödemiş.

Onlar dünya için nasıl da kıymetli, nasıl da ürkütücüdürler!
Nasıl zar zor alışırlar başkalarına olduğu kadar kendilerine de
– nasıl bir çelişkidir onların bulunduğu çağ!
İnsanlar nasıl da tanımaz ama tepki verir onlara
Ve nasıl da hep direngen bir şey vardır yazgılarında!
Tüm zamanlar onları ululamak
ve ödüllendirmek için hep yanlış nesneler seçer,
Gene de aynı muazzam kazanç uğruna
nasıl da ödenir aynı ağır bedel!

Walt Whitman / Çimen Yaprakları /
s.65 / Çev. Aytek Sever / Kaynak

Belki hadım edilmiş bir edebiyatın müritleri, kendilerine yazar diyen solucanlar, şair sanılan şekerciler, eleştirmen olarak tanınan sinekler, bağnazlar, amatörler, iffetliler ve aptallar benden daha güçlü olabilir.
….
ama onların üstünde ve ötesinde, geleceğin uçsuz bucaksız ve aklı başında dinginliği içinde daha görkemli bir uygarlık yükselir; ve o yüce şeye, hakiki bir kitaba ulaşan adam; topraklarını büyütmek, yurttaşlarını daha iyi, ırkını daha soylu kılmak için yazan; insanlara en az bildiklerini, kendi doğalarını, kendi deneyimlerini ileterek hizmet etmeye çalışan; yaşamı daha yüksek bir samimiyet, gerçeklik, din düzeyine çıkarmak için tasarlanmış bir felsefeyi canlı dizelere atan; kılık değiştirmeleri ve yanılsamaları yırtıp atmış, en sıradan şeyleri, en basit ve en kaba insanları, ilahi önemlerini ve doğal, antik haysiyetlerini yeniden kurmuş ve ülkesini ve tüm yaratılmış şeyleri güneşin ışınlarında gün doğumunun görkemiyle sarmış olandır. 

William Douglas O’Connor / İyi Gri Şair / Kaynak

Perşembe, Temmuz 17

Muhteşem güneş ışığı ve yoğun ısıyla dolu başka bir gün. Delaware’i geçen gece iskelede birlikte otururken bana Whitman’ın eski favori vapuru olan Weenonah’da geçtim – eski bir Kızılderili kabilesinin adı, muhtemelen bozuk bir imla. Döndüğümde, Mickle Sokağı’na yanıma bir torba meyve aldım ve koltuğunda kendini yelpazeleyen, oldukça parlak ve mutlu görünen, ilk ziyaretteki gibi giyinmiş ve tertemiz olan Whitman’dan çok samimi bir karşılama aldım.
….
Daha sonra, odasının içinin bir fotoğrafını çekmeme izin vermeyi çok isteyerek kabul etti ki, bunu yaptım, ama dedi ki:

Bunu yapamazsınız Doktor, bir kuşun fotoğrafını çekebildiğiniz kadar değil. Kuşun vücudunun bir taslağını elde edebilirsiniz, ancak yaşamı, çevredeki havayı, çiçekleri ve çimenleri düzeltemezsiniz.’

Walt Whitman'ın Odası / 1890

Walt Whitman’ın Odası / 1890

Ayrılırken, benimle çok sıcak bir şekilde el sıkıştı ve şöyle dedi:

Hoşça kal, Doktor, hoşça kal! Wallacea ve diğer arkadaşlarına sevgilerimi ilet ve onlara Walt Whitman’ı abartmamalarını umduğumu söyle. O, bitmiş bir şey olmak için yola çıkmadı, ama Amerika’daki bazı şeylerin kaba bir özeti. Sizden haber almaktan her zaman memnun oldum ve şimdi sizi özel olarak gördüğüme göre, sizi tanıdığımı hissediyorum ve sizi arkadaş olarak görüyorum. Hoşça kalın, Güle güle!

John Johnston / 1890–1891’de Walt Whitman’a Ziyaretler: Camden’de / Kaynak

Geleceğin kaydını tutanlar,
Yaklaşın, duygularını açığa vurmayan dış görünüşün
ardına götüreceğim sizi, anlatacağım benim hakkımda
ne diyeceğinizi,
Basın adımı, asın resmimi en müşfik âşık diye,
Âşık arkadaşın portresi diye, âşık arkadaşının en çok sevdiği,
Şarkılarıyla değil, içindeki engin sevgi okyanusuyla iftihar
eden ve onu cömertçe akıtan,
Sevdiğinden uzak kaldığında geceleri endişeli, uykusuz,
keyifsiz yatan,
Sevdiği kişi içten içe kendinden soğur diye o can sıkıcı
korkuyu çok iyi bilen.

Walt Whitman / Çimen Yaprakları/ Calamus /
Geleceğin Kaydını Tutanlar / s.39 / Çev. Fahri Öz

Keyifli konuşmasını dinledikten sonra geri döndük, ona Mickle Sokağı’ndaki kendi kapısına kadar eşlik ettim.
….
Her şeyden ve herkesten memnun ve herkes – erkek, kadın ve çocuk – ondan hoşlanıyor gibiydi. Yanından geçtiği hemen hemen herkesi selâmladı. İsimleriyle hitap ettiği araba sürücüleri; gençlere Nasılsınız çocuklar? dedi; kapı basamaklarında kucağında bebeklerle oturan kadınlara, Nasılsınız arkadaşlar nasıl? Merhaba bebeğim!’ dedi. Köşelerde aylak aylak dolaşan işçiler onu selâmladılar: İyi akşamlar Bay Whitman!’ Ve bazıları ona şapkalarını çıkardı, ancak çoğu saygıyla eğildi.
….
Yanından geçen bazı insanlar onu selâmlarken Sizin bir sürü arkadaşınız var gibi görünüyor Bay Whitman.’ dedim.

‘Evet,’ diye yanıtladı, ve benim çok acı düşmanlarım var. Yaşlı İblis, bazı elçilerini geride bırakmadan dünyadan ayrılmadı. 

John Johnston / 1890–1891’de Walt Whitman’a Ziyaretler: Camden’de / Kaynak  

Gayeler, hedefler, hayaller, gayret ve umut… Hepsi ruhun yol arkadaşı. Bunlarla meşgul olan, sıkıntı nedir bilmez. Zaman nasıl geçer, anlamaz. Çünkü değerlenen zaman, yük olmaz. İyilik adına yola çıkanda duygular, düşünceler, ayaklar hayra meyleder. Yürekten atılan her adım şevki, sebatı ve sabrı da beraberinde taşır.  Gayesi olan için her şey, haram olmadığı sürece, yararlanabileceği bir değerdir. 

Geride bırakıyoruz tüm geçmişi,
Çıkıyoruz daha yeni, kudretli bir dünyaya, değişik bir
dünyaya,
Ele geçiriyoruz o taze, güçlü dünyayı, o zahmet ve ilerleme
dünyasını,
Öncüler! Ey öncüler!

Walt Whitman / Çimen Yaprakları – 2 / Göçmen Kuşlar
s.163 / Çev. Fahri Öz

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply