Mythopoeia Üzerine – Bölüm 5

0

Mythopoeia şiirinin bu bölüme kadar yorumlamaya çalıştığımız kısımda şiirden feyz alarak açıklamaya ya da yorumlamaya çalıştığımız bir çok konu oldu. Şiirin yoğunluğu bunun da üzerinde bir yorumlama potansiyeli taşıyor buna hiç şüphe yok. Bir şiiri bölümlere, parçalara ayırıp yorumlamak, şiirin bütünündeki anlamı atlamaya yol açabilir. Tolkien gibi biricik bir şahsiyetin şiirini yorumlamak ise, tüm Tolkien külliyatında hakim olan atmosferi ve bakış açısını, algıyı ıskalamaya yol açabilir. Bu nedenle şiirin yorumlama sürecinde, sürekli başa dönüşler, eski yorumları geliştirme fırsatı ortaya çıkıyor. Bunun dışında bir de Tolkien’in perdesiz bir biçimde aynı kavramları ve kelimeleri kullanarak yaptığı atıflar oluyor. Bu yazıya da bu atıflardan biriyle başlayacağız. Hatırlanacağı gibi Tolkien şiirin ilk mısrasında:

Metnin Aslı

“You look at trees and label them just so,
(for trees are ‘trees’, and growing is ‘to grow’);”

Çevirisi

“Ağaçlara bakıyorsun ve onları öylece yaftalıyorsun,
(ağaçlar için ‘ağaç’, ve büyüme için ‘büyümek’);”

diyerek, Misomythus karakterinin dünyayı tanımlayışını, her şeyi bir sınıfa sokuşunu ve yaratılış hikmetini hiç dert etmeyişini bizlere anlatıyordu, bunu sonraki mısralarda sürdürüyordu. Bu yazıda inceleyeceğimiz bölüm de aynı kavramlarla, ancak bu kavramların farklı yorumlanışıyla başlıyor.

Metnin Aslı

“Yet trees are not ‘trees’, until so named and seen”
and never were so named, till those had been”

Çevirisi

“Amma ağaçlar ‘ağaç’ değil, öyle isimlendirilene ve görülene dek
ve asla öylesine isimlendirilmediler, ta ki onlar…”

Şiirin başında kullanılan ve yaftalamak olarak çevirdiğimiz (etiketlemek olarak da kullanılabilir) “label” kelimesinin yerine burada isimlendirme kelimesi kullanılmış. Yaftalamak tabiri daha çok bir nesneyi, bir topluluğa dahil etme anlamı taşımakta ve o nesnenin biricikliğini göz ardı etmektedir. Bu nedenle tabir-i caizse yaftalayan kişi “ağaç” der ve geçer. Bunun üzerine herhangi bir hikmet arayışı yoktur. Günümüzün insan bedenine “et torbası” diyen, kalbi sadece bir “kan pompası” olarak gören zihniyetin de ortak problemi budur. Bu konuda Ahmet Mesut Bozkurt’un Tolkien ve Mythopoeia – Bölüm 4 isimli yazısında daha derin analizler yer almakta.

Tolkien’in genel bakış açısının farklılığı, yorumlamaya çalıştığımız önceki bölümlerde görülmüştü. Yukarıdaki mısrada da Tolkien isimlendirme kavramını yaftalama kavramı yerine özellikle kullanıyor. Önceki bölümde hatırlanacağı gibi Tolkien, Tanrı’nın yaratışından bahsediyordu. Her şeyi yapan güç olarak Tanrı’yı gösterip ardından da her bir yaratılmışın kayıt altında oluşundan bahsediyordu.

Metnin Aslı

God made …
…these each are duly registered
and print
the brain’s contortions with a separate dint.”

Çevirisi

Tanrı yaptı…
…Her biri hakkıyla kayıt altına alınmıştır
ve yazar
Beynin kıvrımlarını ayrı bir çentikle.”

Bu bölümün son satırında ise, tüm bu kayıtların beynin kıvrımlarını yazan ve işleyen birer çentik işlevini gördüğünü anlatıyordu. Bir önceki yazıda bu bölümü yorumlarken, hafıza ve Levh-i Mahfuz ilişkisinden yola çıkmıştık ve hafıza ile Levh-i Mahfuz’un her ikisinin de birer kayıt unsuru olmaları açısından Hafiz isminin tecellileri olduklarını belirtmiştik.

İlk başta alıntıladığımız bölüm hemen bu mısranın ardından gelir ve ağaç örneğini sürdürerek, ağaçların “ağaç” olmaları için gereken şeyleri sıralar. İlk iki gereklilik “isimlendirilme” ve “görülme” olarak sıralanır. Üçüncü gereklilik ise “öylesine” isimlendirmemektir, yani isimlendirmenin özel olan, farklı bir yüzü vardır.

Bu yaklaşım aklımıza şu soruları getirir:

  • İsimlendiren kimdir?
  • Gören kimdir?
  • Öylesine değilse neye göre isimlendirmektedir?

Esma kavramı İslam’ın birincil kaynakları seviyesinde yer alan ve her İslam akımının önem atfettiği kavramdır. Esma kavramı kısaca, Allah’ın (c.c.) isimleri ve onun tüm mahlukattaki tecellileri olarak tanımlanabilir. Tecelli etme hali burada önem taşır. Tecelli kelimesi Arapça’da cila kelimesinden gelir, cila kelimesi Türkçe’de kullandığımız “parlatma maddesi” anlamı dışında, Arapça’da “parlaklık, ışıma” anlamına gelir, fiil olarak kullanıldığında ise “parlama, ortaya çıkma, belirme” anlamı taşır. Tecelli ise bu kökten gelen ve Allah’ın isimleri ile beraber kullanıldığında bu isimlerin varlık/mahluk üzerindeki görünmesini niteleyen kavramdır.

Daha önceki yazılarımızda da atıfta bulunduğumuz Talim-i Esma hadisesi de burada önem taşımaktadır. Bakara Sûresi’nde bu hadise şöyle geçmektedir:

“…Ve Âdem’e bütün isimleri öğretti. Müteakiben önce onları meleklere göstererek: ‘İddianızda tutarlı iseniz haydi Bana şunları isimleriyle bir bildirin bakalım!’ dedi. ‘Sübhansın ya Rab! Senin bize bildirdiğinden başka ne bilebiliriz ki? Her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan Sensin.’ dediler. Allah: ‘Âdem! Eşyanın isimlerini onlara sen bildir.’ dedi. O da isimleriyle onları bildirince Allah buyurdu: ‘Ben size demedim mi ki, göklerin ve yerin sırlarını Ben bilirim! Ve Ben sizin gizli açık yapmakta olduğunuz her şeyi de bilirim!’” (Bakara Sûresi, 31-33 Ayetler)

Yaratılan her şeyde Allah’ın bir isminin (en az) tecellisi olması, diğer bir deyişle Allah’ın bir mührünü taşıması ve bu mührün Allah’ın bir ismi ile alakalı olması, bu bakış açısıyla bizi isimlendirenin bu isimlerin sahibi olan Allah olduğunu gösterir.

Tecelli kelimesinin görme fiili ile alakalı olması, bu isimleri görenlerin olmasını gerektirir. Yukarıda alıntıladığımız ayetlerden anladığımız kadarıyla melekler isimlerin tecellilerini görmüyor ya da bazılarını görüyorlar. Bu nedenle Allah’a “Senin bize bildirdiğinden başka ne bilebiliriz ki?” şeklinde yakarıyorlar. Adem (a.s.) ise Esma kendisine öğretildiği için bu tecellilerin hepsini görebiliyor. Böylelikle görenin ise Adem (a.s) ve belki melekler (ve görme yetisine sahip diğer mahlukların) olduğunu söyleyebiliriz.

Öylesine isimlendirmemek” kavramı da çok farklı bir boyut açıyor bize. İlk insan Adem (a.s.)’ın dilinin ne olduğu ve buradaki lisanın özelliklerini tam olarak bilemiyoruz (Belki ehli biliyordur). Ancak şu açık bir durum ki, Adem (a.s.) eşyanın isimlerini Allah tarafından biliyordu, tecellileri görebiliyordu. Tüm yaratılmışlarda ortak olan Allah’ın Esması’nın tecellileri ise ve bu tecelliler Adem (a.s.) tarafından görülebiliyorsa, doğaldır ki, Adem’in (a.s.) konuştuğu lisanda da yaratılmış olan ile Allah’ın Esması arasındaki münasebet korunmuştu. Bu lisan Esma’dan feyz almış, eşyayı buna göre isimlendirmiş bir lisandı.

Tolkien, Yaratan ile yaratılmışın ilişkisini çok özel bir manada çözmüş, ve hatta bunun üzerine giderek çağdaşı olduğu dönemdeki (etkileri günümüzde de olan) batı felsefesinin, özellikle materyalizmin bu noktadaki eksik ve bağnaz bakışını da hissetmiş bir kişiydi. Söylenceler ve efsanelerle olan ilişkisi sadece edebi anlamda değildi, hatırlanmayanı hatırlamaya ve hatırlatmaya çalışmanın bir enstrümanıydı tüm bu efsaneler ve söylenceler. Tolkien bunların her birinin bir hikmeti olduğunu biliyor ve bu hikmeti arıyordu.

Ağaç” deyip geçmiyordu.
.

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply