Mythopoeia Üzerine – Bölüm 10

0

MYTHOPOEIA

Metnin Aslı
…………
He sees no stars who does not see them first
of living silver made that sudden burst
to flame like flowers beneath the ancient song,
whose very echo after-music long
has since pursued. There is no firmament,
only a void, unless a jewelled tent
myth-woven and elf-patterned; and no earth,
unless the mother’s womb whence all have birth.
…………
(J.R.R.Tolkien)

Çevirisi
…………
Yıldızları hiç görmez, görmeyen onları ilk önce
hay olan/yaşayan/yanan gümüşün yaptığı o ani infilakta,
çiçekler gibi alevlenen aşağısında kadim şarkının,
asıl yankısı müziğin ardından uzunca
kovalanagelen. Sema değil,
sadece boşluk, meğer ki mücevherli çadır
efsanelerle örülmüş ve elf desenli; ve arz değil,
meğer ki bir ana rahmi her şeyin doğduğu.
…………
(J.R.R.Tolkien)

“Kün” emri ile yaratılış bir andır. Zaman dışında olanın anlaşılması, bizim gibi fani ve mühlet verilmiş yaratılmışlar açısından oldukça zordur. Bunu bir “an” olarak tabir etmek, akla yaklaştırmak için en iyi yöntem olacaktır. Big Bang kuramı ile anlatılan o büyük patlama ve ardından bizim kainat olarak adlandırdığımız her şeyin yaratıldığı “0” anıdır bu. Big Bang kuramı, evrenin genişleyişi nazara alındığında, bu genişlemenin bir başlangıç noktası olacağı ve her şeyin bu noktadan bizim evren dediğimiz hale geldiğini savunur. Bu manada an ya da nokta demek arasında büyük bir fark olmayacaktır. Diğer bir deyişle her ikisi de zaman ve mekanın “0” noktasıdır. Zaman ve mekan bu an ya da nokta ile bir başlangıça sahip olmuştur. Maddi unsurların ya da ölçebildiğimize inandığımız unsurların en küçük birimleri olan nokta ve an, bir manada “Kün” emrinin zaman ve mekan olarak yansımalarıdır. Her daim “Hay” olan kelam, bu alemde zaman ve mekan formunda tezahür etmiştir. Her daim “Hay” olan kelamın infilakı ile her şey yerli yerine konulmuştur. Ancak bu bitmiş bir süreç değildir.  Her anda ve her noktada “Kün” emrinin yansımasıyla, sürekli yaratılma sürer gider.

Şiirin orijinal metninde kullanılan “firmament” kelimesi, sema ya da gökkubbe anlamına gelmektedir. Ancak bu kelime İngilizce’de gündelik dilden ziyade, daha çok dini metinlerde kullanılmaktadır. “Sema değil” tabirinden bir satır sonra, aynı üslupta “arz değil” tabiri kullanılmıştır. Burada kullanılan “earth” kelimesi gündelik dilde de kullanılmasına rağmen, “firmament” kelimesi ile benzer şekilde dini metinlerde de tercih edilen bir kelimedir. Earth kelimesi, Türkçe’de her ne kadar Dünya kelimesi ile karşılanmaya çalışılsa da asıl karşılığı “yer” kelimesi olan bir kelimedir. Dünya kelimesini İngilizce’de “world” kelimesi ile karşılamak daha doğru olacaktır. Bu manada earth / yer / eerde / arz / terra kelimelerinin hepsi farklı dillerde aynı manada kullanılan, yani toprak ya da gök kelimesinin karşıtı olan şey iken, zaman içerisinde gezegenin tamamını tanımlayan isimler haline dönüşmüşlerdir. Tolkien’in kullanımında da bu kelime hem İngilizce’deki “earth” kelimesini hem de Arapça’daki “arz” kelimesini anımsatan “Arda” kelimesidir. Arda, içerisinde Orta Dünya dışında Valinor, Numenor gibi mekanların da bulunduğu bir alemdir.

Tolkien, semayı (firmament) bir çadıra benzetmiştir. Bu çadırın en önemli özelliği mücevherlerle süslenmiş olmasıdır. Tolkien’in bu anlatımı, Kur’an ayetlerinde geçen gök anlatımı ile benzerlik taşımaktadır. Kur’an’da gök “dünya seması” ya da “yere en yakın sema” şeklinde geçmekte ve bu sema katının Kur’an anlatımında lamba, kandil ya da yıldızlarla süslenmiş olduğu açıkça belirtilmektedir.

xRVZXl0G7c-2560x1600-Edit-2

“…Biz dünya semasını kandillerle, yıldızlarla süsledik,…”
(Fussilet Sûresi 12. Ayet)

“Biz yere en yakın semayı lambalarla donattık…”
(Mülk Sûresi 5. Ayet)

“Andolsun ki; Biz semada burçlar kıldık. Ve bakanlar için onu süsledik.”
(Hicr Sûresi, 16. Ayet)

Bu çadır için Tolkien’in zikrettiği diğer özellikler ise çadırın efsanelerle örülü ve elf desenli oluşudur. Antik zamandan günümüze dek, insanoğlu hangi kültürün içinde yer alırsa alsın, gök her zaman farklı bir anlam taşımıştır. Bilinen tarihte Antik dönem diye adlandırdığımız dönemlerde gök cisimleri ve özellikle yıldız gruplarıyla ilgili yazılan onlarca efsane olduğunu biliyoruz. Hatta bu efsaneler sayesinde bugün burçlar diye adlandırdığımız kültürel bir koda da sahibiz. Eski çağlardaki gözlemlerin sonucunda, yıldız kümeleri belki çeşitli şekillere benzetilerek haklarında hikayeler yazılabiliyordu. Günümüzün ampirik bilgi peşinde koşan çağı bunu yapmıyor gibi görünse de, hem günümüzün hikaye anlatım endüstrisi hem de mahiyetini tam bilemediği şeye kuramlarla yaklaşan ya da yaklaştığını düşünen bilim camiası, modern efsaneler yazmaya devam etmektedir. Efsanelerle örülü göğün ise elf desenli olması, bir çok farklı spekülasyona yol açabilecek potansiyele sahip olsa da, ben ancak, evvelde olan bir kaynağın (elflerin) gözünden şekillenen bir efsane örgüsü olduğunu ima ettiğini anlıyorum diyerek bu noktayı geçmeyi tercih ediyorum.

Yukarıda alıntıladığımız Hicr Sûresi 16. Ayet’te de, “bakanlar için” “süsledik” ve “semada burçlar kıldık” şeklinde ifadelerle, gökteki yıldızların, yıldız kümelerinin süslü ve çekici oluşları anlatılmıştır. Bu anlatımda süsün ve çekiciliğin, özellikle bakan, gören veya  gözlemleyenler için olduğunun vurgulanması ayrıca önemlidir.

Şiirden alıntıladığımız bölümün son mısrasında ise “arz değil” kelimesinden sonra, dünya ya da yer, bir ana rahmine benzetilerek her şeyin oradan doğduğu söylenmiştir. Antik dönemlerdeki “tabiat ana” ve “Kibele kültü” yaklaşımlarına benzer şekilde, dünyaya dişil bir karakter atfedilmiştir. Kur’an’i manada da dünyanın/arzın sunduklarının insanlara bahşedildiği ve insanların rızklarını bu şekilde elde edebilecekleri farklı ayetlerde herhangi bir dişil atıf olmadan dile getirilmiştir.

Hem sema hem de arz ile ilgili olan bölümde bazı Kur’an’i benzerlikler bulunsa da, bu bölümler şiirin devamı ile beraber farklı yorumlara da bizi götürecektir. Yazının devamında bu farklılıkları ifade edeceğim.

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply