Masumiyet Armağanı

1

Exupéry, Küçük Prens gibi son derece hayal kırıklığına uğramış bir ruh haliyle yetişkinlerin dünyasından kopsa da insanların yalnızlıklarını iyileştiren bir varlığı vardı. Kendisi tamamen yalnız olmasına rağmen, arkadaşı Léon Werth’in yalnızlığını yatıştırma konusundaki arzusu, kalbinin derinliklerine kadar işlemişti. Onu Amerika’da tanıyanlar şöyle anlatıyorlardı:

“…ABD’de geçirdiği tüm süre boyunca dayanılmaz endişe ve ıstırap onun kaderiydi. Kelimeler, acısının derinliğini ve gücünü ifade edemez. Ruhunu dökmek için insan yakınlığı arıyordu ve uygun muhatap bulamıyordu. Ama yine de sevecek ve hayran kalacak bir şeyler aramaya devam etti. 1940 Amerikası’nda hayranlığa değer şeyler derinden gizlenmiş olsa da…” 

Savaşlarda insanların anlamsızca öldükleri bir dönemde insani hassasiyetleri iyice keskinleşen Exupéry için en önemli şey “çocuk duyarlılığı” ve “hayal gücüydü.” Zihninde uzak olan ile yakın olanı birleştiren bir duyarlılık ve düşmanların tehdidini uzaktaki dostların hayali ile savuran bir hayal gücü…

‘Aç, üşümüş ve teselliye çok muhtaç’ olan ‘Léon Werth’e.’
.

1878’de doğan Fransız yazar, sanat eleştirmeni ve savaş karşıtı Werth (ö.1955), kendisine dünyanın en güzel armağanını veren Saint-Exupéry ile 1931’de tanışır. Werth’in Exupéry ile pek ortak yanı olmasa da çok kısa sürede en yakın arkadaşı ve sırdaşı olur. Paris’te ya da Jura’daki Werth’in ikinci evi olan Saint-Amour’da yemek yerlerken, dünyada insanın mesleği, politik ekonomi ilkeleri ve savaş toplumlarının gelişimi üzerine derin derin konuşurlar. Exupéry, Werth’in medeniyetin bir meyvesi olduğunu ve derin bir görüşün koruyucusu olduğunu onaylar. Buna karşılık Werth, Exupéry’nin gençliğini geri verdiğini düşünür. “Ona çok şey borçluyum. Beni gençliğime geri getirdi. Gençliğimi kaybetmekle boğuşurken bana yeni bir gençlik verdi. (Léon Werth, 16 Kasım 1940 tarihli Günlük).

Bu arkadaşlık ve sırdaşlık Exupéry’nin 1944’te ortadan kaybolmasına kadar sürer. Exupéry’den yirmi iki yaş büyük olan Werth gerçek üstü yazı stili, on iki ciltlik yazdığı eser ve bir çok dergide yazdığı makaleler ile Exupéry’nin tam tersidir. Werth, Birinci Dünya Savaşı’na, sömürgeleştirmeye, İkinci Dünya Savaşı sırasında Fransız işbirliğine, Stalinizm’e karşı nezaket göstermeksizin acımasızsa yazar. Tanınmış bir romancı, beğenilen gazeteci ve her şeyden önce bu dünyanın despotlarını ve diktatörlerini açıkça eleştiren açık sözlü bir onur adamıdır. Bolşevik tarafına her türlü destek sağlamakta olan Werth’in tek direniş biçimi yazmak ve eleştirmek değildir. O ve eşi Suzanne, Fransız direnişinde aktif olarak Paris’teki dairelerini gizli toplantılar, ekipman deposu ve kaçak Yahudi kadınlar ve düşürülen Müttefik pilotlar için güvenli bir ev olarak teklif ederler. 

Temmuz 1942’deki Vél’ d’Hiv baskını ve özellikle çocukların tutuklanması Werth’i derinden etkiler. Paris’teki Kış Stadyumu veya Vél’ d’Hiv olarak bilinen Vélodrome d’Hiver’da 11.000’den fazla Yahudi tutuklanır ve hapsedilir. Tutuklular neredeyse susuz, yiyeceksiz ve sıhhi tesislerden yoksun, aşırı kalabalık koşullarda tutulur. Bir hafta içinde Vel’ d’Hiv’de tutulan Yahudi sayısı, aralarında 4.000’den fazla çocuk bulunan 13.000’e ulaşır. İki ile 16 yaş arasındaki çocuklar ebeveynleriyle birlikte tutuklanırlar. Tutuklananlar arasında Almanya, Avusturya, Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Rusya’dan Yahudiler de vardır. Pek çok Yahudi tehlike konusunda önceden uyarılmış olsa da tehcirin geçmişte olduğu gibi yalnızca erkekleri hedef alacağını varsaymışlardır; sonuç olarak kadınlar ve çocuklar saklanmaz. Tutuklamaları takip eden hafta Yahudiler Kış Stadyumu’ndan alınırlar.

Sevgili Léon Werth ve sevgili Suzanne, yazgının bizi aynı gezegende yaşattığından ve daha büyük bir yazgının bizi aynı zamanda yaşattığından çok memnunum! Gezegenlerin sayısı ve zamanları o kadar olası değildi.

 Antoine de Saint-Exupéry

Yahudi kökenli bir aileden geldiği için 11 Haziran 1940 sabahı tamamen hazırlıksız, eşi Suzanne ile, Paris’ten taşan Nazi Almanyası’nın Wehrmacht’ından kaçmak için Paris’teki evlerini terk ederler. On beş yaşındaki oğulları Claude, arkadaşları ile birkaç saat öncesinden ayrılır ve Werth ve eşi oğullarının nerede olduğunu bilmemenin endişesiyle yaşarlar. Nazi Almanyası’nın Fransa’ya ilerlemesi Paris ve banliyölerinden 8 milyon insanın güney ve güneybatıya göç etmek zorunda bırakır. Bazı yetkililer insanlık tarihinin en büyük göçü olduğunu söyler ve hala Exodus olarak adlandırılır. (O zamanın Fransa’sının neredeyse dörtte biri.) Sekiz saat sürmesi beklenen bu devasa sürgün 33 gün sürer. Yollarda yaklaşık sekiz milyonluk bir insan tufanı vardır. Tanklardan el arabalarına, atlı vagonlardan gazsız otomobillere kadar her şeyle tıkanan yolları Alman uçakları bombalar. Werth, İnsanlık tarihindeki en büyük kitlesel göçlerinden birinin görgü tanığı olarak sığınak aramak için Loire Nehri’ni geçmeye çalışan 8 milyon insanın uzun bu yürüyüşünü kaleme alır. (O günlerin geleneksel bilgeliğinden gelen bir bilgiye göre Alman ordusu Paris’i ve tüm kuzeyi ele geçirebilirler, ancak Loire Nehri’ni geçemezler.) Temmuz 1940’ın sonundan Ağustos 1944’teki Paris’in kurtuluşuna kadar geçen dönemi kapsayan günlüğü, büyük ölçüde, eşinin Saint-Amour’daki kır evinde saklanırken yazılmıştır.

Yoldaki ilk günün ortalarında Werth, Rusya’nın Almanya’ya savaş ilan ettiğini öğrenir. Yakında askeri barikatlarla karşılaşırlar. Kilometrelerce yedeklenmiş diğer sürgünlerin kervanına doğru yönelirler ve günlerce bu trafikte otururlar. Werth, “Duruyoruz, yeniden başlıyoruz, ancak her yeniden başlatma bir soruna dönüşüyor.” diye yazmaktadır. “Birkaç saat sonra çok daha yorucu ve sinir bozucu. Anın ağırlığı ve mekanik endişeler birleştikçe çok az şey ifade ediyor. Parçalanmaktan korkuyoruz.”

Werth, Saint-Amour’da yaşarken Suzanne Paris’te kalır, ancak yasadışı bir şekilde sınır çizgisini on üç kez geçerek kocasını boş bölgede ziyaret eder. Bazen kilometrelerce yürür, bazen bir kaçakçının hizmetlerini kullanır ve diğer zamanlarda bir trenin yük vagonunda veya bir lokomotifin ön tekerlekleri arasına kaymış bir tahtada saklanır. Paris’te, düşürülen Müttefik havacıların ve diğer “avlanan” kişilerin Fransa’dan kaçmasına yardımcı olan ve başkalarına yardım etmek için kendi hayatını riske atan bir ağın üyesidir. 

Werth aç ve soğukta, savaş zamanı işgal altındaki Fransa’da bir yerde saklanır. Exupéry Amerika’da sürgünde yaşar. İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıcında, “Küçük Prens”i yazarken, New York şehir merkezindeki dairesinde Fransa’yı ve arkadaşlarını düşünerek günlerini geçirir. Yıllar sonra, dünyadaki en iyi arkadaşının İkinci Dünya Savaşı’ndaki kötü durumunu duyar. Tekrarlanan uçak kazalarına ve giderek artan ciddi yaralanmalara rağmen son gününe kadar uçmayı bırakmayan Exupéry, “Aç olanlardan uzaklaşmaya dayanamıyorum. … Acı çekmek ve böylece benim için değerli olanlarla birleşmek için ayrılıyorum.” diyerek New York’dan ayrılır ve Naziler ile savaşmak için 1943’ün başlarında Avrupa’ya geri döner. Exupéry, Mayıs 1944’te Sardunya’ya gönderilir ve kısa bir süre sonra 31 Temmuz 1944 sabahı Güney Fransa’da bir keşif uçuşunda ortadan kaybolur. Werth, Ocak 1944’te Paris’e döner. Exupéry’nin göremediği II. Dünya Savaşı’nın sonunda Werth, “Tonio (Exupery) olmadan barış, tamamen barış değildir.” der. 

Sen uzun süre uçuruma bakarsan, uçurum da sana bakar.

Nietzsche

“Küçük Prens”in bir yetişkine ithaf edilmiş olması muhtemelen biraz şaşırtıcıdır. Daha da şaşırtıcı olan, o yetişkin Léon Werth’in Yahudi bir anarşist ve solcu Bolşevik destekçisi olmasıdır. En şaşırtıcı olan ise Belzec, Auschwitz kampı gibi kamplardan kurtulan yahudilerin torunlarının, Naziler’in yaptıklarının aynısını yapması ve bu insanların hiç empati yapamaması, bombalamaları, katliamları eğlenerek alkışlamaları ve zulmün şehvetine kendileri kaptırması… Werth zihinsel olarak hiç bir zaman Nazilerin yolundan gitmemiş ve meşruiyet zeminini kaybederek zulmün uçlarında dolaşmamıştır. Canavarlarla savaşan Werth’in canavara dönüşmemesi için içindeki çocuğu hatırlaması ve çocukluk masumiyetiyle irtibatlı olması gerekliydi ve Exupéry bunu en muhtaç zamanında kendisine duyurmuştu. 

Exupéry’de Werth gibi sürgündeydi ve ülkesi de düşmüştü. Yine de korkunç ve acımasız bir savaşın ortasında insanlığını terk etmedi ve dünyanın en nazik kitaplarından biri olan “Küçük Prens”i yazdı. Şu anda, incindiğimiz ve belki de nefret ve intikam arzusuyla dolu olduğumuzda, her şeyden önce insanlığa dokunmaya ihtiyacımız var. Bunu bize hatırlatabilecek daha iyi kimse yok, bulutlar arasında Alman savaşçıları ile ölümcül bir saklambaç oynarken “aşk”, “dostluk” ve “insanlık” hakkında hala güzel bir kitap yazabilen Saint-Exupéry’den…


‘Küçük Prens’ İllüstrasyonu © Nicole Lim

Paylaşın.

Yazar Hakkında

1 Yorum

  1. Satırların arasında anakronizmden kurtulup o zamanı, o ânın içinde hissederek Exupéry’ye kendi zamanından ve ânından bakabildiğimi hissettim. “İnsan kardeş” bakış açısı, bir kimliksizlik ya da özünü, özü yitirmek değil, özündeki değerleri insan kardeşine aktarmak için fırsat kollamanın da bir yolu olmalı. Yazınızda Werth’in çektiği acıları hissettim. Yaşadığı hazanı hissettim. Exupéry’nin ise bu hüzünlü insan kardeşine nasıl şefkat duyduğunu kendi çapım dairesinde hissedebildim. Ortak Lisan’ı bulmadan kendi duygularımızı ve şefkatimizi aktarmak imkânını bulamayacağız. Exupéry kendi karakter ve ruhuna uygun olan bir lisanı keşfetmiş ve konuşmuş. Kanaatim o ki, bu size de nasip olmuş. Dileyen herkese, insan kardeşlerine ulaşabileceği bir lisan nasip olsun dilerim. Bulutlar arasında Alman savaşçıları ile ölümcül bir saklambaç oynarken “aşk”, “dostluk” ve “insanlık” hakkında hâlâ güzel bir kitap yazabilen Saint-Exupéry’ye rahmet diliyorum.

Leave A Reply