Küçük İnsan Büyük Anlam – Bölüm 3

0

KÖTÜLÜĞÜ DOĞRU OKUMAK ve ORTA DÜNYA’DA FONKSİYONU – ARA BÖLÜM

İyi bir işin başlangıcı olmak, o işten çıkan bütün semereden istifadeye sebeptir. Hayırlı bir çığır açan, devam eden bütün sevaba mazhardır. Bu bilgiye hadis-i şerif sayesinde sahibiz. Aynı şekilde kötü bir işin sebebi olmada da, kötü anlamda, aynı mazhariyet vardır. İlk hırsızlık yapan kimse, insanlık tarihi boyunca yapılan tüm hırsızlıkların günahını da sırtına yüklenir. En başlara gitmeye gerek kalmadan; bir yerde, henüz teşekkül etmemiş, sistemleşmemiş, ahlakî yitikliğin baş göstermediği bir ortamda, bütün bu yıkımlara sebebiyet verecek bir sistem kuran kimse de aynı kötülüğün tüm günahını o sistem yaşadıkça ve zararlı etkileri sürdükçe sırtına yüklenir. Yapılan her işin sonuçları bulunuyor. Her ne yaparsak, ortaya çıkardığımız süreçten de sorumluyuz.

Bu meselenin temel sebeplerinden biri, bu ilk kişinin fiilinin kamuoyunda, “demek ki olabiliyormuş” mesajını seslendirmesidir. Bu ilk ses, özü itibariyle yıkımdır. Duvarın delinmesi, surun aşılmasıdır. Çünkü kötülüğün önündeki en büyük engel, onun işlenebileceği düşüncesinin henüz kamuoyunda var olmamasıdır. Büyük duvar, akıllarda olmama durumudur. Akıllara gelme, zuhura erme ise imtihanın başlangıcı olur. Şahit olan herkes için karar verme ânıdır. Kötülük, ortaya ikilik çıkartır. Seçeneği ikiye çıkartır ya da seçenek denen olguyu çıkartır. Batı dillerinde şeytanı ifade etmek için kullanılan “diablo” kelimesine bakalım.

Latince’ye, Grekçe “diabolos”dan gelen diablo, dia ve ballein seslerinin birleşmesinden ortaya çıkar. Dia, ortaya atma anlamında bir kelime. Ballein ise iftira, suçlama gibi anlamlara geliyor. Diablo sesine dönüşen bu bileşik kelime, ıstılah dediğimiz, terminolojik anlamda “iftira atan, haksız suçlamada bulunan” demek oluyor. İftiranın en önemli özelliği ise, hakkında şüphe bulunmayan bir konuda şüphe uyandırmak, zihinleri bulandırmak ve kritik nokta olarak ikilik çıkarmaktır. Kamuoyunu ikiye böler, bütün olan bir olguyu parçalar. Ama en başta ikiye parçalar, iki parça haline getirir. Di- denilen ses, neredeyse tüm batı dillerine two-duo-deux-double-doblo-doubleyou vb. olarak geçmiştir. Diablo, ikiye bölendir. Sağ eli sol ele vurdurur. Sahibi aynı kişi, aynı aile, aynı toplum, aynı insanlık olmasına rağmen.

Kur’an’da, şeytan ve iblis demek suretiyle iki vasfa dikkat çekilir. Şeytan, kovulmuş demek. Rahmet dergâhından dışarı çıkartılmış. İblis ise ümidini bütün bütün yitirmiş anlamına geliyor. Başka âyetlerde de bu kelimeye, bu anlamı içinde rastlıyoruz.

“Ve yevme tekûmus sâatu yublisul mucrimûn.

Kıyamet saatinin gelip çattığı gün günahkârlar ümidi keserler.”
(Rum Sûresi 30/12)

Bütün bu isimler, kötülüğün çığırını açanın hikâyesini anlatır. İtiraz, iftira, iftirak, ikilik çıkarma, (taşlanarak) kovulma ve ümidini yitirme.

Kıyamet saati (es-sâat) ümidin yittiği zaman dilimi olmasına rağmen şeytanın kendine göre bir ümidi var ki Allah’tan mühlet istiyor. Ancak secde emri karşısında çıkardığı isyanın anlatıldığı âyetlerde iblis olarak anılıyor. “Senin beni azdırmana karşılık” iftirası ile aslında kendi farkında olmadığı bir kaybedişin mührünü ta o zamandan bastığı anlamı çıkarılabilir.

Düşüş birkaç aşama geçiriyor. İlk olarak Hazret-i Âdem’in yaratılışındaki secde emri karşısında şeytanın isyanıyla ilk indiriliş gerçekleşiyor.

“Allah, “Sana emrettiğim halde, seni (Âdem’e) secde etmekten alıkoyan nedir?” diye sordu. İblis, “Ben, ondan hayırlıyım. Beni bir tür ateşten yarattın; onu ise bir tür çamurdan yarattın!” dedi. Allah, şöyle buyurdu: “Çabuk in oradan; bulunduğun o yerde ve konumda sana öyle büyüklenme hakkı tanınmamıştır. Derhal çık, artık sen zelil ve alçaklardansın.”
(A’raf Sûresi 7/12)

Son yazımızı bu hadisede geçen ilahî itap ile bitirmiştik. Naçizâne irdelememizi yaparken, üç ayrı safha ile karşı karşıya olduğumuzu düşünüyoruz. İkinci iniş, ikinci safhada şeytan isyanını iyice açık hale getiriyor.

“Şeytan, devam etti: “Öyleyse, madem Sen beni azdırıp saptırdın, ben de andolsun, o insanları saptırmak için Sen’in dosdoğru yolunun üzerine oturacağım. “Oturup, kâh önlerinden, kâh arkalarından, kâh sağlarından, kâh sollarından kendilerine yaklaşacağım. Onların çoğunu şükredenler olarak bulmayacaksın!” Allah, emretti: “Çık oradan; artık bütün bütün yerilmiş ve kovulmuş bulunuyorsun.”
(A’raf Sûresi 7/16-17-18)

Secde emrinin vuku bulduğu yer-makam, yüksek bir makam. Melekler orada. Sadıklar sınıfı orada. Emre uyanlar orada bulunuyor. “İn oradan” itabıyla o makamdan indiriliyor ve oranın büyüklenme yeri olmadığı, büyüklenme yanlışı içine ancak daha aşağıda girme imkânı tanındığı ifade buyrulmuş. Allah, yanlışa girme gibi bir tasarruf imkânı verirken, bu iradenin ancak belli yerlerde-düşüklüklerde işlettirilebileceğini de vaz’etmiş. Tam anlamıyla kovulmuşluk ise -bu âyetten itibaren şeytan (kovulmuş) olarak anılmaya başlıyor- “Sen beni azdırıp saptırdın” iftirasıyla gerçekleşiyor.

Hazret-i Âdem ve annemize Yasak Ağaç ile ilgili tuzağını işlettirmesinden sonra ise:

“Birbirinize düşman olarak inin, size yeryüzünde belli bir süreye kadar kalıp geçinme vardır. (A’raf Sûresi 7/24)”

Bütün bu iniş-indiriliş serüveninin gizli özelliği, birtakım hakikatlerin inkişâfının, ortaya çıkışının da serüveni oluşu aslında. Hazret-i Âdem özelinde insanlık, ihtiva ettiği Nur-u Muhammedî hakikatini, tabiri caizse fâş etme vazifesini yürütüyor ve bir plan işliyor. Planın merkezinde inkişâf var. O yüzden bazı kötü gözüken olayların neticesi itibariyle büyük resme hizmet ettiğini görüyoruz. Mikro planda şeytan kendi imtihanını kaybedip, belki de varlık âleminin en korkutucu işini yapıyor ve Allah’a doğrudan iftira atıyor. Bugün de Allah’a, tevhid hakikâtine iftira atanlar var denebilir ama muhatabiyetteki seviyesi noktasında hadiseye baktığımızda, -teşbihte hata olmaz denir ve münezzehiyete muhalif ama hakikate muvafık olarak diyebiliriz ki- şeytan iftirayı Allah’ın yüzüne karşı atıyor. Böyle bir cürmün sahibi, İnsan’ın ayağını kaydırma saplantısına girip onunla beraber bir kez daha düşüyor. Yalnız düşüş devamlı inkişâfta derinliğe sebep oluyor. İnsan, Tevvab ile tanışıyor. Varlık, Tevvab ismiyle tanışıyor. Bilmeyenler Tevvab’ı biliyor, öğreniyor. İlimde derinlik hasıl oluyor. Kulluk bilinci, biliş ve marifette artış söz konusu oluyor.

Büyük resim içinde bir güzellik…

Buradan, Ulu Müzik’teki ilk bozmaya dönelim.

Melkor, patırtısını koparmıştı. Uyum ve harikalık içindeki ilk ezgi-ilk müzik icra olunurken araya girmişti. Ortaya çıkan ihtilaf-ikilik, karanlğı arttırdıkça arttırdı ve Ilúvatar karmaşaya son verdi.

Şimdi Ilúvatar oturdu ve kulak kesildi ve uzun bir süre her şey iyi gitti / Ama Melkor'un aklına müziğe kendi hayalinden şeyler örgülemek fikri düştü / Çünkü kendine düşen kısmın güç ve şanını arttırmak peşindeydi

Şimdi Ilúvatar oturdu ve kulak kesildi ve uzun bir süre her şey iyi gitti / Ama Melkor’un aklına müziğe kendi hayalinden şeyler örgülemek fikri düştü / Çünkü kendine düşen kısmın güç ve şanını arttırmak peşindeydi

Hemen çevresinin ahengini altüst etmeye başladı / Ve etrafında meşkedenlerin ümidi kırıldı / Ve müzikleri sekteye uğramaya başladı / Bir bozguncu ses denizi içinde

Hemen çevresinin ahengini altüst etmeye başladı / Ve etrafında meşkedenlerin ümidi kırıldı / Ve müzikleri sekteye uğramaya başladı / Bir bozguncu ses denizi içinde

“Derken doğruldu Ilúvatar ve Ainur onun gülümsediğini gördü ve kaldırdı sol elini yukarı ve yükseldi yepyeni bir ezgi, andıran eskisini bir yandan ve bambaşka olan ondan ve kudreti kavrayıp toparladı yeniden bu ezgi, yeni bir güzelliğe büründü.”

Doğrulma, gülümseme, el kaldırma gibi ifadeleri başka bir yazıda irdeleyeceğiz.

Melkor’un ilk bozması, öncelikle Ilúvatar’da sebebi sır olan bir hoşnutluk hasıl etmiş, sonrasında ise mevcuttan daha da güzel bir ezgi ve daha da güzel bir müziğin ortaya çıkmasına netice vermiş gibidir. Melkor ise derhal ikinci bozmasını gerçekleştirir:

“Fakat Melkor’un patırtısı yükseldi. Yeniden başkaldırarak bu yeni ezgiye ve eskisinden daha şiddetli bir savaş koptu sesler arasında, ta ki Ainur’un büyük bir kısmı derin bir yılgınlıkla kesene kadar şarkılarını orta yerinde. Melkor hâkimiyeti ele almıştı.”

Bunun üzerine Ilúvatar fırtınanın içinde yeni bir ezgiye başladı / Ama Melkor'un gürültüsü bir velveleyle yükseldi / Ve yine bir ses savaşı oldu öncekinden dahi daha şiddetli

Bunun üzerine Ilúvatar fırtınanın içinde yeni bir ezgiye başladı / Ama Melkor’un gürültüsü bir velveleyle yükseldi / Ve yine bir ses savaşı oldu öncekinden dahi daha şiddetli

Melkor, azgınlığını iyice beyyin hale getirmesinin ardından davasında galip geldiğini zannedeceği bir ân yaşar.

“O karmaşanın orta yerinden yükseldi üçüncü ezgi, bambaşkaydı bu seferki, hepsinden başka… İki ayrı ezgi ilerliyordu… tutmayan birbirini… biri derin ve engin ve latif… diğeri… bağır çağır bir ses, anlamsız, bitimsiz bir tekerrür… duyulan sadece birkaç notaya takılıp kaldı tamtamların patırtılı birliği… boğmaya niyetliydi sesinin şiddetiyle diğerini… Müzik sustu.”

(Ilúvatar'ın 3. ezgisi) güç ve derinlik açısından zenginleşti / Ve aynı anda iki farklı müzik devam ediyor gibiydi / Böylelikle Ilúvatar'ın Salonları sallandı / Ve sessiz yerler bir titreşimle sarsıldı

(Ilúvatar’ın 3. ezgisi) güç ve derinlik açısından zenginleşti / Ve aynı anda iki farklı müzik devam ediyor gibiydi / Böylelikle Ilúvatar’ın Salonları sallandı / Ve sessiz yerler bir titreşimle sarsıldı

Üçüncü bozma…

Bozmalarla düşüşler arasında benzerlik görüyoruz. Ayniyet üzerinden değil mahiyeti itibariyle bir misliyet benzerliği. Arka planda bir büyük senaryonun çarklarının işlediği bir sahnede, önde olagelen hadiseler zahiren başka bir şey diyor, batını itibariyle başka.

Kötüler bir kötülük işliyor ve yüzler asılıyor, gözler yaşarıyor belki kayıp gözüken şeylerden ötürü ama büyük resim hep güzellik doğuruyor. Nasıl ki düşüşler, düşürülüşler silsilesi hadiseler, her bir insanı tek tek değil belki ama İnsaniyet’i yükseltmeye kapı aralıyor ve herkese o kapıdan girme fırsatı bahşediliyor, kurgu hikâyemizde de Melkor’un üç aşamada bozmaya çalıştığı Ulu Müzik de devamlı daha güzeli ile ortaya çıkarılıyor ve belki de gülümseme ifadesiyle anlatılan hoşnutluğun sırrında bu büyük resim bulunuyor.

“‘Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.’ dedi.”
(Bakara Sûresi 2/30)

Meleklerin, yaratılacağından haber aldıkları halifeye-insana karşı anlama sadedinde sordukları; kan dökecek birini mi yaratacaksın- sorusunun cevabıydı bu ifadeler.

Müzik kesildi

Müzik kesildi

Müzik sustu ve Ilúvatar dedi ki:

“…sen Melkor, göreceksin ki biricik mesnedi olmadığım hiçbir ezgi çalınıp söylenemez, başka kılınamaz müzik bana rağmen. Ve onun (Melkor’un) teşebbüsü kanıtlayacak, tüm şeyler ve biçimler düzeninde benim (enstrüman-maşa-perde olarak) kullandıklarımın galibiyetini, onun (Melkor’un) aklına hayaline gelmeyecek mükemmeliyetini.

Hiçliğe vardıklarında onlara şöyle dedi Ilúvatar: ‘İşte sizin Müziğiniz…’ Yeni Bir Dünya sunuluyordu gözlerine ve yükseliyordu Hiçliğin orta yerinde.

Ve Melkor… gizli fikirlerini keşfederken, onların bütünün parçalarından ibaret olduklarını ve bütünün görkemine su taşımakta olduklarını göreceksin.”

Müzik, hiçlikten varlığın yaratıldığı bir enstrüman olarak resmedilir. Devamlı bir yükselme grafiği ve tekâmül izliyoruz. Zahirî düşüş-batınî inkişaf birlikteliği dünya ve Orta Dünya’nın ortak kaderi. Kötünün ve kötülüğün doğru okunması, dünya ve Orta Dünya’da fonksiyonu, bizi hep bu inkişâf düşüncesiyle karşılaştırıyor.

Peki Melkor kim? Şeytanı mı remzeder yoksa başkasını mı? Dünyanın sakinleri Elfler ve İnsanlar tam olarak neyin mücadelesini verecekler? Dünya ve Orta Dünya Tarihi savaşlarla dolu ama tam olarak ne uğruna savaş veriliyor; savaş, özünde hangi ganimeti saklıyor? Peşine düştüğümüz bu sorularla devam edeceğiz.


Ainulindalë’nin ‘temsili’ İllüstrasyonları © Evan Palmer
Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply