Küçük İnsan Büyük Anlam – Bölüm 1 / Dünya ve Orta Dünya

0

İnsan çok küçük. Fiziksel varlığı toz zerresi gibi. Uzay âlemiyle ilgili öğrenilebilmiş bilgileri masaya serdiğimiz, aklımıza yaklaştırdığımız zaman insan, içinde bir toz zerresi gibi kalıyor. Rüzgârın, hatta durgun bir hava kütlesinin bile oradan oraya savurup durduğu, gündelik hayatta hiçbir ortamda dikkatimizi çekemeyen, sanki ağırlığı yokmuş gibi, varlığı yokmuş gibi olan bir toz zerresi. Onu ne zaman farkederiz peki?

Önce bir durmamız lazım. Hareketsiz bir ân, dikkatimizi dışarıya vermediğimiz bir ân, sabah güneşinin hüzmelerinin pencereden içeri girdiği bir ân olması lazım önce. Ama daha önce olması gereken şey, bizim dikkatimizi dağıtmadan şöyle bir durmamız olacak. Ona iyice dikkatimizi vermeye başlayınca o toz zerresinin var olduğunu farketmeye başlarız. Böyle küçücük, garip, sözünün, hükmünün hiçbir şeye geçmediği bir şey süzülür durur. Bazen yükselir, bazen alçalır. Bir yerlere konması zordur, durması imkânsız gibidir. Toz zerresinin varlığı sanki biraz birilerinin onu farketmesi ile başlar. Ona dikkat etmeye başlayınca vardır sanki. Dikkat eden yoksa yoktur. Cismen bu ölçüde bir küçüklüğün karşısında mânâ karşısında müthiş bir derinlik insanda cem olmuş. Ortalama veriler 70-80 sene yaşam öngörüyor. Daha uzun, daha kısa, ölüm hemen veya sonra gelecek; zamanını Allah bilir ve takdir edicilik O’na ait. Dünya hayatı da bu ölçüde bir kısalık karşısında derin bir mânâ taşıyor. Kozmik anlamda toz zerresi kadar etmiyorken…

Evren ve İnsan

Evren ve İnsan

Astronomi ilmi söz konusu olunca ilk göze çarpan husus bu küçüklük. İslâm itikadında insanlardan başka olarak anılan ve varlığına iman edilmesi şart olan melekler karşısında da, Allah’ı biliş ve makamları itibariyle ekser insanlar olarak yine küçüğüz. Makamlarının sabit olduğu ifade edilse dahi kullukları ve bazılarının ilimleri itibariyle çok yüksek bir yerde durdukları kesin. Allah’ın bizde takdir ettiği potansiyel ve işlettirilecek iradelerimiz itibariyle ise hikayedeki yerimiz bir başka. İnsanın yeri biraz da, bir okuldaki talebe gibi. Bütün okul, tecrübeli hocalar, müdürler, kurullar, idarî personel, akademik birikim talebelere hasredilmiş. Herkesin aslında tek bir işi var, o da talebenin durumu. Bütün işleyiş talebeye adanmış. Yılların ilmi de olsa, hocaların hocası da olsa, girmeye adımınızı atamayacağınız -atabilen de olabilir- yönetim kurulları, disiplin kurulları, istişare kurulları da olsa, makamları, ilimleri ne olursa olsun hepsinin hizmet ettiği kimseler aslında okulun talebeleri.

Belki dört büyük melek, bir Bedir Harbi öncesi gidişat karşısında istişareler yaptılar. Arzdaki Kutlular’ın yaptıkları gibi.

“Resulullah ne yönde karar verdi, ashabının durumu nasıl, Allah bize müsaade verir mi, onlara yardıma gidebilecek miyiz, arkadaşlarımız hazırlar mı, peki ya müşrikler harekete geçmiş mi, Sahabe’nin kalplerindeki haşyet, Rabbimize teveccühleri nasıl?”

Belki bunları konuşan, merak eden meclisler vardı gökte. Belki arzın başka bir zaman parçasında, Çanakkale mücadelesi sürerken gökte Gök-Çanakkalesi yaşanıyordu. Belki şimdi iyilerin kalp ayarlarına göre cephaneleri artıyor azalıyor gök sakinlerinin. Allahualem.

Varlık âleminde bilmediğimiz çok türden kimseler var olduğuna inanıyorum. Sırf melekleri ele alsak bile onları da hiç bilmiyoruz. Büyük meleklerin isimlerini ve bazı vazifelerini biliyoruz. Hazret-i Cebrail aleyhissselam’ın vahiy getirme ve İslâm’ı Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’e taşımak gibi müthiş vazifeleri dışında ne gibi mesaileri olduğunu bilmiyoruz. Asr-ı saadetin, son vahyin indirilişinin tarihsellik itibariyle geçmiş kategorisine girdiği bir dönemin insanlarıyız. Bu büyük melek şu ân ne yapıyor bilmiyoruz. Ân dediğimiz sırlı zaman zerresi O’nun için nasıl akıyordur bilmiyorum ama şu ân ne yapıyordur, tam nerededir, mesela konuştuğu bir kimse var mıdır ân itibariyle, merak ederim doğrusu. Ve bizler hayatlarımızı yanlış içtihatlarla harcar dururken okulun yönetici ve personeli çalışmalarını sürdürüyor aslında.

Şöyle bir yorum yapılabilir mi; Bizler küçücük varlıklar olarak, okul misalindeki talebeler gibi bir makamı tutuyorsak, yapıp ettiklerimizle okulun da işleyişini dolaylı olarak yönlendiriyoruz. Ta baştan beri uzay-zamanın bir akışı var ama tik-takların atışı, tüm mekanizma, hakikat-i insan denen bir zemberekle işliyor. İnsanın (talebenin) iyi veya kötü gidişi idarecileri farklı metodlara, farklı kararlara, farklı tasarruflara itiyor olabilir mi? Adetullah denilen çerçevenin içinde, bu nev’iden tasarruf halkaları gök sakinlerine, Allah icraatine perdedârlık yapsın diye verilmiş olabilir mi?

Arzdaki kulların hak olanlarıyla batılları arasındaki mücadele, gökteki kulların mücadelesini de etkiliyor, göğün hayırlılarını da hayırsızlar karşısında avantajlı ya da dezavantajlı duruma sokuyor olabilir mi? İnsan iradesi, hak için, feda etme denen sır kapısını açmak için işlettirilince, Allah iradesinin bir başka perdedârı; cebr- kökünden Cebrail aleyhisselam tasarruf edebiliyor ya da edemiyor olabilir mi? Allahualem.

Gaybı Allah bilir. Sorular, merak gemisinin kazanına atılan odunlar gibi. Gaybî konuları, bizleri ilmin sırlı kıyılarına taşır ümidiyle gündemizde tutuyoruz.

Öğrenci ve Mektep

Talebe ve Mektep

HİKÂYENİN ANA FİKRİNİ DOĞRU ANLIYOR MUYUZ?

Bir açıdan, canı üç kuruşluk hadiseler karşısında pamuk ipliğine bağlı, kuvvetsiz ve çoğu itibariyle hayırsız insanlar için Büyükler pervane olmuş durumda. Allah birçok metafizik varlığı nezaretçi kılmış. Görünmeyen -gören de olabilir- trilyon kere trilyon adetlerince yüksek ilimli müstahdemler koşturuyor bizler için. Talebe misaline dönersek, bu köklü tarihe sahip (günümüzdeki Fransız, Alman mektepleriyle ilgili toplumun algısını hayalimize getirelim) kainât mektebinin pek tecrübeli hocaları devamlı mezunlar veriyor, talebeler ellerinden geçip gidiyor. Bu mektepte ne okutuluyor peki? Nedir talebelere tâlim ettirilen müfredât?

“Ey Cabir! Her şeyden önce Allah’ın ilk yarattığı şey senin peygamberinin nurudur. O nur, Allah’ın kudretiyle onun dilediği yerlerde dolaşıp duruyordu. O vakit daha hiçbir şey yoktu. Ne Levh, ne kalem, ne cennet, ne cehennem vardı. Ne melek, ne gök, ne yer, ne güneş, ne ay, ne cin ve ne de insan vardı.” (Aclunî)

Denir ki, Nur-u Muhammedî, kainât denen ağacın çekirdeğidir. O ağacın en kamil meyvesi de arzdaki ismiyle Hazret-i Muhammed Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’dir. Efendimiz, o ağacın hem çekirdeği hem meyvesidir. Bir hakikat dersinde geçtiği üzere ifade etmek gerekir ki; gayri müslim olup da iyilik heyecanıyla oturup kalkan, mazlumun, muhtacın elinden tutan, yol veren, gülümseyen, zalimin karşısında yeri geldiğinde greyderlerin altında canını veren insanları bu hareketlere sevkeden, kalplerinde taşıdıkları ama çatlatıp kamil bir hidayet ağacına çeviremedileri bu Nur.

Okula “misyonumuz-vizyonumuz” adı altında felsefesini, motivasyonunu veren, talebelerine verecekleri müfredâtı belirleyen bu Nur. Kainâtımızın durumu biraz, ne için-ne uğruna-neye adanmış olduğunu bilmeyen yaramaz lise talebelerinin istikbâllerinin tartışılageldiği okul gibi.

Nur-u Muhammedî her şeye varlık rengini veren, kıvamı tutturan bir maya sanki. İnsanın taşıdığı bir potansiyelden söz etmiştik. Kullukları itibariyle, hal-i hazırda çok insandan fersah fersah uzaklarda, yukarılarda olan melekleri dahi bizlere nezaretçi eden potansiyel, bu Nur’un zuhur edişinin en kâmil şekilde olabileceği varlıklar oluşumuzdan ileri geliyor.

Küçüklükten beri popüler kültüre ait yayınlarla büyüdüğüm için, bu kadar mukaddes bir konuyla ilgili verdiğim misali mazur görmenizi istirham ederim. Hidayet olma, hakikî anlamda iman etme olgusu başlı başına bir sır. Asteriks çizgi romanlarında sihirli iksiri içtiği zaman bedenen havalara ışıklar saçarak uçuşan, göğsüne güm güm vurup “var mı bana yan bakan” diyenler gibi, hidayet nasip olan insanda da bana o uçmaları hatırlatan; bir canlanma, uykudan uyanmanın verdiği bir coşkunluk hissi oluyor. Yine bir hakikat dersinde geçtiği üzere, acaba kalplerdeki Nur-u Muhammedî çekirdeğinin çat! ettiği ân olabilir mi hidayet denen hadise?

Yazımızın ikinci bölümünde bu konuya devam ederken, Orta Dünya’nın başladığı günlerden bahsedeceğiz.

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply