Kötülüğü Doğru Okumak ve Orta Dünya’da Fonksiyonu – Bölüm 2

0

Mahz kelimesi, haza kelimesi ile aynı kökten gelir. Salt, saf, süzülmüş mahiyetteki şeyler için kullanılır. “Haza beyfendi biri” derken o kişinin, beyfendiliğe muhalif bütün vasıflardan arınmışlığı vurgulanır. Mahz-ı şer dendiği zaman da iyilik unsurundan bütün bütün arındırılmış kötü ve kötülük kastedilir. Yalnız ve yalnız kötülüğe matuf işlerin faillerine mahz-ı şer sahipleri denir. Bir işi yalnız kötülük namına yapmak, o işin sonucundan yalnız kötülük murad etmek mahz-ı şerdir. Bu tür fiillerin faili Şeytan ve onun takipçilerinin var edilmesi, icadı, onlara müsaade edilmesi, zemin ve zaman verilmesinin sebeb-i hikmeti sorulduğunda Bediüzzaman Hazretleri, 13. Lem’a’nın ikinci işaretinde cevaben; bu icad ve müsaadenin cüz’i şerler barındırdığı halde küllî, bütüne hizmet eden hayırlı maksatlar taşıdığını ve insanın kemâlini netice verdiğini beyan eder. Büyük hayırların küçük kötülükler için feda edilmesinin hikmete zıt olacağı ifade edilirken esasında kötülüğün faili ve kötülüğün yaratıcısı ayrımı ile de karşılaşmış oluruz. Bu ayrım yedinci işarette ele alınırken konunun anlaşılmasında bir sırat-ı müstakime yani düz yola işaret niteliği de taşır. Bediüzzaman Hazretleri, ilgili risalede, kötünün fiilini “kesb” olarak niteler. Kesb, edinmek, yapmak manâsına gelir. Objektif anlamda kazanım demektir. Kötülük edinen kişi onu hanesine yazdırmış olur. İmtihana tabi olan kulun amel sandığına eklediği fiil gibi. Kesb-i şerrin, halk-ı şerden (şerrin yaratılmasından) farklı olan tarafı failleridir. Kesb eden kul iken, halk eden Halık olan Allah’tır.

Allah iradesi karşısında başka bir irade sahibinin müstakilen varlığı düşüncesi kafaları karıştırmış, Mu’tezile; insan, irade ettiği fiillerinin yaratıcısıdır, dalâletine girmiş, Cebriye, insanın iradesini iptal etme vartasına düşmüştür. İmam Maturidî Hazretleri ise irade için “meyelan” nitelemesinde bulunmuştur. Meyelan, hafif bir yönelme anlamına gelir. İnsan meyleder, meyilleri niyetlere dönüşürken niyetleri amelleri takip eder. Ameller de akıbeti tayin eder. Bütün bu oluşları yaratan Allah’tır. İnsan kendi yapıp ettiğini, başlangıca dönüp, meylettiği anda aramalı. O anın içinde, Allah, biz kullarına şart-ı adi planında o hafif yönelmede, küçücük bir tasarrufta bulunma imkânı vermiş. Firdevs Cenneti’ne, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’e komşuluk edeceklerin buluşacağı, keyfiyetini aklımıza yaklaştırabileceğimiz ölçü bilmediğimiz, ebedî mükafat yurdunun nasibini bu küçücük tasarrufa bağlamıştır Allah celle celaluhu. Tasarrufu işlettiren insanın kullandığı ise irade denen cihaz. Kötülüğün kafa karıştırıcılığını bertaraf eden husus burada ortaya çıkar ki, cihaz zatı itibariyle şer değil. Cihazın şerre yönelik kullanılma kapasitesi var. Cihazın tam hakkını vermek ise ancak iyilik maksatlı kullanım ile mümkün olmakta. Bediüzzaman Hazretleri bu konuya misali ateş ile verir. Ateşin yaratılmasının, bazı insanların onu şerre kullanmasından ötürü şer olarak görülemeyeceğini ifade ederken, ateş unsurunun salt kötülük olmadığı tespitinde bulunur. Zira ateş tahrip amaçlı kullanılabilirken çokça güzel ve hayırlı işin görülmesinde de vazife görür. Kötülük kesb edenler (failler) onu kendi zarar hanelerine yazdırırken, Allah’ın mutlak Cemîl, mutlak Rahîm ve mutlak Rahmân isimlerinin tecellisi olarak, onları hayra tahvîl eder, dönüştürür.

Frodo’nun, vasıfsız ve önemsiz biri iken merhamet ve kemâl sahibi birine dönüşmesi, kötülüğün sürekli tasallutuyla vuku bulmuştu. Aynı şekilde ormanlarda yalnız gezen, evsiz yaşayan, kolculuk unvanıyla yaban coğrafyalarda gönüllü emniyet görevliliği yapan Aragorn’un, atalarından verâset ile aldığı üstün vasıflarının da ortaya çıkması, “nefret uyandıran zalim” Sauron’un başlattığı kötülük hareketinin zuhuru ile mümkün oldu. Gondor’un tüm Orta Dünya’ya huzur getiren Yeniden Birleşmiş Krallığı’nın (Reunited Kingdom) tahtına çıkması, mahz-ı şer Tek Yüzük imtihanının neticesi. Böyle bir imtihan kapısı açılmasa belki de Aragorn Kuzey ormanlarında kolculuk işine devam ederek hayatını sürdürecekti. Aragorn’un taşıdığı tüm erdemlerin inkişafının tetiklenme anı şerrin devreye girmesiyle oldu. Çekilen eziyetin ve acının bir kefeye, sıraladığımız hayırlı neticelerin karşı kefeye konduğu teraziye bakarak diyebiliriz ki, cüz’î şerden ötürü küllî hayırdan vazgeçilmesi hikmete zıt olurdu.

Frodo Baggins

Frodo, bir tür cahiliye dönemi olarak adlandırabileceğimiz zaman dilimi içersinde, sıradan hayatını sürdürürken kötü biri değildi. Shire’da gafilane bir hayat sürüyorken kimseye zararı dokunmayan, hatta iyi özellikleri ile tanınan biriydi. Ancak Frodo’nun mahiyetinde sakladığı çekirdeğin çatlayıp ağaç olmasından küllî hayır olarak nitelediğimiz bir hazine nasıl ortaya çıktı ise, bu hazinenin ortaya çıkamaması da aynı ölçüde bir kötülük ve hikmetsizlik olacaktı. Yani Frodo aslında durduğu yer itibariyle kötülük ediyordu. Bir müdahaleye, tetiklenmek suretiyle hareketlenmeye, tahrike ihtiyaç vardı ve işte o esnada tabir-i diğer ile başka bir kötülük imdada yetişti. Bahsini ettiğimiz çekirdek heba olsa idi çok daha büyük bir kötülük olacak iken cüz’î bir şer senaryoya dahil oldu. Küllî hayır planının ilk taşını oynattı. Sonra “irade”, yani Frodo’nun iradesi mahiyetini tam bilmediği bir yolculuğa, iyilik hesabına meyletti, bir hamle yaptı, sonra hamleler birbirine takip etti. Bu akış içersinde şer, tasallutunu sürdürüyordu. Hamleler, yani Frodo’nun imtihanlar karşısında niyet, tavır, davranış ve kararları devamlı yoğruldu ve kendisi kıymetli bir şekle büründü. Cahiliye dönemindeki Frodo’dan daha kötü karakterlerle devam edelim.

Orta Dünya’nın en önde gelen kötüsü Sauron; Göz’ün sahibi, kötülerin başı, Barad-dûr Kulesi’nin sakini, Tek Yüzük’ün efendisi. Baştan aşağı kötücül olan Sauron’un ismi, Tolkien’in başyapıtının da ismi aynı zamanda. “The Lord” aslında Sauron. Peki tür olarak Sauron nedir? Hangi tayfanın mensubu? Bulunduğu bu noktaya nasıl geldi? Sauron’un hikayesinin ayrıntılarını başka bir çalışma içersinde ele alacağız ancak kötülüğü okumaya matuf seyrimizde onun bir özelliğine dikkat çekmek istiyoruz.

Sauron, Silmarillion hikayelerinin başında, henüz çağlar tarihi başlamadan önceki dönemde, Ainur’un Müziği’nden önce, Arda; yani Orta Dünya dediğimiz gezegen henüz yaratılmadan da önce yaratılmış olan, Ainur tayfasından bir Maia idi. Günlerin sayılmadığı zamanlardan beri var olan Sauron, Tolkien’in “melekûtî kuvveler” (angelic powers) olarak tanımladığı Valar’ın yardımcıları Maiar’dan, dolayısıyla “iyilerden” biriydi.

 Çünkü ilk başta hiçbir şey kötü değildir. Sauron bile değildi.
(Elrond, Yüzüklerin Efendisi, s. 264, Tek Cilt, 4. Baskı, Ocak 2010)

 (Sauron) Başta, Aulë’nin (bir Vala’nın) Maia’larındandı ve bu halkın ilminde, irfanında kudretliydi….. Maiar’ın pek çoğu, o zamanlarda kapılmıştı ihtişamına (Melkor’un) ve onun karanlığına sadık kalmışlardı; diğerlerini ise, sonradan yalanlar ve hileli armağanlarla yoldan çıkardı. Bunlar arasında en korkuncu Valaraukar’dı; bu ateşten kırbaçlar, Orta Dünya’da dehşet saçan zebaniler, yani Balroglar diye anılırlar….. Melkor’un Arda üzerinde giriştiği her eylemde, en büyük işlerinde ve şeytanca hilelerinde, Sauron da yanı başındaydı. (Silmarillion s. 79, İthaki Yayınları, 2. Baskı, Şubat 2010)

Gandalf’ın, Moria’da kavga verdiği, dehşet verici ifrit Balrog da Sauron gibi Maia sınıfından olup sonradan edindiği dehşet vericiliğinin aksine iyilerden olarak yaratılır. Arda’nın en büyük belalarının, sonradan yoldan çıkmış, kötüye “dönüşmüşlerden” olmaları söz konusu. Yaratılışı itibariyle iyiler sınıfının has kadrosuna mensup olan Sauron, aslında zalim anlamına gelen bu ismini de bu “dönüşünden” sonra alır. İleriki çalışmalarımızda ele alacağımız Melkor’un, hilelerine ve tuzaklarına düşüp kötücül bir hal alan Sauron’un yanında, Balroglar da esas itibariyle birer mürteddirler. İrtidat, red kökünden gelen, dönmek, vazgeçmek anlamına gelen bir kelime. Kötülüğün varlık hikmetini daha iyi anlamamızı sağlayan irtidat kavramı önemli bir alt kategori. Düalist bakışta, bu nev’iden bir alt kategoriye başvurmadan yapılan “iyilere karşı kötüler” kurgusu hakikate ne kadar muhalif düşüyorsa, Orta Dünya’daki “iyilere karşı iyilikten dönenler” kurgusu o kadar muvafık düşüyor kanaatindeyiz.

Kur’an’da, “apaçık düşmanımız” olduğu ilan edilen Şeytan’dan sürekli istiaze etmemiz, ondan Allah’a sığınmamız emrolunmuştur. Onun nihaî düşüşünü, Allah’a isyan edişini anlatan ayet-i kerimeleri hatırlayalım:

Sizi Biz yarattık, sonra size şekil verdik. Peşinden de meleklere: ‘Haydi, hürmet için secde edin Âdem’e!’ dedik. Onların hepsi hemen secde ettiler, yalnız İblis dayattı. Secde edenlerden olmadı. Allah buyurdu: ‘Söyle bakayım, Sana emrettiğim halde, secde etmene mani nedir?’ İblis: ‘Ben ondan daha üstünüm; çünkü Sen beni ateşten, onu ise bir çamur parçasından yarattın.’ (A’raf sûresi 7/11-12)

Bu ayet-i kerimeleri, önceki yazımızda, Şeytan’ın düştüğü vartayı, itaat yerine isyanı tercihini ifade sadedinde paylaşmıştık. Bu sefer paylaşmaktaki maksadımız algı ile hakikatin nasıl ters düşebileceğini göstermek olacak. Algı der ki; Şeytan baştan beri kötüdür, kötülük için vardır, tabiatı budur. Bu algı ile yola çıkılırsa Şeytan’a neredeyse – hâşâ – haksızlık edildiği sonucuna dahi varılabilir. Zira tevbe kapısı ona kapanmış olduğu için, kötülükten başka seçeneği kalmamış gibi bir resim ile karşı karşıya zannedebiliriz kendimizi. Halbuki Kur’an’ın ifadeleri, onun meleklere yöneltilen ilahî beyanın aynısına muhatap olduğunu bize bildiriyor. Allah’ın “yap” olarak emir buyurduğunu yapmak ibadettir yani kulluktur. Demek ki Şeytan bir zamanlar muhataplık dairesinde bulunan, kulluğun gereklerine cevap veren bir yerde duruyordu. Meleklerin, “hemen secde ettiler” ölçüsündeki itaatlerine uymuş olsa idi senaryo çok farklı olacaktı. Hayırlılarla birlikte olduğu bir dönemi olduğunu ve sonrasında birbirini kovalayan isyanlarla rahmetten kendini kovdurmasını Kur’an bize bildirdiğine göre Şeytan’ın da bir mürted olduğu ortaya çıkıyor. Yani o da bir zamanlar kötü değildi.

Başlangıç anına ne zaman gitsek, en önde gelen şerlilerin bile yaratılışlarında iyi olduklarını görmek algılarımız açısından şaşırtıcı. Çünkü algılarımız hazır olana bakar. Hazır olan resimde ise kötüler kötü, iyiler iyidir. Roller dağıtılıp yalnız oynanmakta, iradeye ya az ya da hiç pay bırakılmamaktadır. Hakikatte ise irade, bir tasarruf cihazı olarak akıbeti belirler. Kötüler kötü olmayı seçerler ve iyi olmayı reddetmenin sonuçlarını yaşarlar kanaatini taşıyoruz. Kötülüğün Orta Dünya’daki etkisini, kahramanlarımız özelinde incelemeye devam ederken, onun kötüler için mecburî bir istikamet değil de karşılarına çıkan dönemeçte yaptıkları bir tercih olduğu sadedinde, neden/nasıl bu tercihi yaptıklarını, kendi dünyamızı da ele alarak irdeleyeceğiz.

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply