Kayıp İle Ölüm Arasındaki Korkunç Sarkaç

2

Neden anne, hiçbir şey umduğumuz gibi gitmedi?

Theo Angelopoulos

Kimine göre hayal gücüne bırakılmış bir son’a, kimine göre yanıtların aranmayacağı bir sonrasızlığa çekilmişti. Kimine göre ise Rimbaud’un “Mührü bozulmuş bir yüreğe artık sır verilemez” susuşuyla sukut etmişti. Düşmüş, düşürülmüş, belki de kendi tercihiyle izini kaybettirip yeni bir yaşam sürmüştü. 

Altı yaşından itibaren annesine, kardeşlerine ve evine şiir yazan harikulade bir çocuktu. 44 yaşına kadar neredeyse tüm mektupları “Sevgili Anne” ile başlayan 103 mektup yazdı. Uçağı Akdeniz’e çakılmadan önce çocukluğunun geçtiği en değerli yerlere son bir kez baktı. Provence, Agay ve Cabis kanatlarının altındaydı. Oraları değerli kılan ve onu bekleyen annesini düşündü. 

Antoine’nin çocukluğunun iki kutup etrafında döndüğü söylenebilir: Saint-Maurice de Rémens ve hayatımın şöleni dediği müstesna varlık, annesi. Marie de Saint-Exupéry, 1875’te Provence’ta doğdu; çocukluğunu, atalarının beşiği olan La Mole kalesinde geçirdi. Altı yaşında iken bir çınar ağacı dikmiş ve ömrünün sonuna kadar bu ağacı vaaz dinler gibi dinlemişti. “Bu ağacı, senin yaşındayken dikmiştim, çok uzun zaman önce! Hep şarkı söylerken dinledim.” (Marie de Saint-Exupéry, Ağacımı Şarkı Söylerken Dinliyorum, Ed. Gallimard 71). 

Madame de Saint-Exupéry resim, yazı ve müzik konusunda olağanüstü yetenekli bir insandı. Hatta bir Fransız sanat sergisinde ödüllü bir ressam ve yazardı. Çocuklarını, en erken yaştan itibaren, bir resmin düşünülmesine, iyi bir kitabın okunmasına, beden ve ruh yoluyla güzel bir melodinin anlaşılmasına kadar yetiştirmeye gayret etti. Annesinin bu ilgisi Antoine’nin çocukluk çağlarından itibaren hayal dünyasını aydınlatmış ve muhayyilesine fevkalade bir derinlik ve zenginlik kazandırmıştı. Annesi, Antoine’nin gerçek öğretmeni, iyi ve kötü günlerinde yanında olan tek kişi idi. Antoine’nin en iyi arkadaşları İkinci Dünya Savaşı sırasında ölmüştü ve bu onda ciddi bir yalnızlık hissi uyandırdı. Dostlarının ölümünden sonra gülümsemesini kaybeden Antoine, kaybettiklerine olan özlemini hiç kesmedi. Deneyimlerini, fikirlerini, hayallerini ve endişelerini onun ile paylaştı ve hiç bir zaman annesi gibi gerçek bir dost bulamadı.

İnsan yeryüzü şeylerinden kesilir / Nasıl kesilirse ana memesinden usul usul.

Rainer Maria Rilke

Her zaman annesine şanslı bir yıldız gibi ihtiyaç duysa da anne kanadının dışında yaşamayı öğrenmesi gerektiğini hissetti. Onun tutkusu pilot olmaktı ve bir yazar olarak da ilhamının kaynağını Rüzgar, Kum ve Yıldızlar arasında bulacağını biliyordu. “Sessiz ve huzurlu bir gecenin ardından sabahın ilk ışıklarında” yaşamında en çok değer verdiği annesini istemeden de olsa terk etti. Antoine’ın hayatı da Küçük Prens gibi terk edişler ve vazgeçişler ile doluydu ve metafizik seyahatini devam ettirebilmesi için de ilişkilerini sürekli sona erdirirdi. Stacy Schiff’in dediğine göre bu şiddetli anne sevgisini gittiği her yerde bir tür pelerin olarak giydi ve yaşlandıkça kendisine daha fazla yaklaştırdı. Bazılarına göre Küçük Prens’in yaşadığı asteroid çocukluk alanı anlamına gelmekte, bu küçük yıldızın üzerinde açan gül, anne imgesi, iki aktif yanardağ ise anne yüreğini ifade etmektedir. Bu nedenle Küçük Prens’in yorumlanması, sevdiği annesini terk etmesi ve bu gidişle bağımsız bir varlık olarak büyümesi ve ardından sevdiğiyle yeniden kamil bir ilişki kurmak için yıldızlara dönmesi şeklindedir. 

Akdeniz’in mavisinde eridiğinde ve güneşin şaşalı ışıklarında kaybolduğunda annesi,  küçücük terasının taş bankında oturmuş kitap okuyordu. Ve şimdi, zihnini tekeline alan ani bir hisle dikkati dağılarak okumaya ara verdi:  

Antoine çok uzakta değil…
.

Bir kaç gün sonra, Agay ailesinin bir arkadaşı olan Doctor Carle, Londra radyosundan yayınlanan bir mesaj duydu: Saint-Exupéry, 31 Temmuz 1944’te sabah 8:45’te, işgal altındaki Fransa üzerinde bir keşif görevi için Korsika’dan havalandı. Saat 12:30’da dönecekti, ama geri dönmedi. Saat 3:30’da Exupéry’nin resmi olarak kayıp olduğu bildirildi. Nisan 1945’te nihayet onun için bir cenaze töreni düzenlendi. Ancak asla tam olarak ölmedi ve Saint-Exupéry biricik gülü Consuelo’nun ölümüne (28 Mayıs 1979) kadar kayıp kaldı ve ölü ilan edilmedi.

Anne Marie oğlunun ortadan kaybolduğunu öğrendikten sonra her akşam B.B.C.’den Antoine ile ilgili bir yaşam belirtisi vereceği mesajı duymayı umdu ve sabırla ona sarılacağı anı bekledi. Onunla ilgili planlar yapmaya devam eden Anne Marie, ona yakın olanlara şunu söylemek için hiçbir fırsatı kaçırmazdı:

Antoine döndüğünde… Antoine döndüğünde…
.

Marie, oğlunun geri dönmesi umuduyla aylarca, gece gündüz tüm kalbiyle dua ederek yaşadı. Başta Antoine’nın esir alındığını düşündü. Fransa’nın kurtuluşunda umudu devam etti. Zaman geçti, Fransa teslim edilip Almanya işgal edilince serbest bırakılan tutuklular, hayatta kalan sürgünler evlerine döndüler. Marie hala oğlu ile ilgili bir yaşam belirtisine rastlayamadı. Ardından aramaya devam edilse de Exupéry ölü ya da diri olarak bulunamadı. Oğlunun kayboluşunu kabul eden anne “onun ölümünü” asla telaffuz etmedi. Istırap içinde yaşayan ve oğlundan haber bekleyen Marie, devam edegelen savaş içersinde Vallauris Hastanesi’nde  yaralılar ile ilgilendi. Tam bir yıl boyunca kaybolan Antoine’ın öldüğünü red etti. Ancak Eylül 1945’de gelen bir mektup, oğlunu bir daha asla göremeyeceğini sağladı. Oğlunun kaybolduğuna ve ölümüne o zamana kadar inanmayan Marie gözyaşlarına boğuldu. Mektubun son satırları şöyledir: 

Seni bu kadar uzun süre göremediğim için çok üzgünüm…
Anne, seni öptüğüm gibi öp beni.
Kalbimin en derininden…

Büyük bir sarsıntı yaşayan Marie, son cümleyi tekrar okudu ve dayanılmaz bir ızdırap onu sardı. Oğlu ilk kez bir mektubu bitirdikten sonra onu öpmesini istedi. Onun son öpücüğünün veda öpücüğü olduğuna dair korkunç bir inanç hissetti. Antoine, bu isteği annesine yönelterek, onu bir daha göremeyeceğinden neredeyse emindi. İşte en derindeki en son isteği:

Anne, öp beni!
.

Sevgili oğlunun ölümünü kabullenemeyen Marie, saplantılı bir şekilde oğlunu beklemeye devam etse de sonuna kadar sakin bir anne olarak kaldı. “Onu dünyaya getirirken ağladım ve bugün onun hakkında hiçbir şey bilmeden, mezarını dahi bilmeden yine ağlıyorum.” Gelmeyeni bekleme dehşeti ve dayanılmaz bekleyişi sürüyordu. Umudun gölgesi bile kalmamıştı. O yıl Antoine’ın neredeyse tüm arkadaşları, 1943’ten Temmuz 1944’e kadar aldıkları son mektubun kopyasını annesine gönderdiler. Bunların birinde, Antoine: “Çağımdan tüm gücümle nefret ediyorum. İnsan ruhu susuzluktan ölüyor. Dünyada tek bir sorun var, insanlara manevi bir anlam ve manevi kaygılar verebilmek.” demişti. 

“Kayıp ve ölü” arasında korkunç bir sarkaçta sallanan anne Marie bu satırları okuyarak güvenini yeniden kazandı.

Antonio’m, ölü değil, kayıp…
.

BERÂ İLHAN


1. Dul eşi Consuelo, Exupéry kaybolduktan otuz beş yıl sonra öldü. Paris’teki ünlü Père Lachaise mezarlığına, ilk kocasının yanına gömüldü.
Paylaşın.

Yazar Hakkında

2 yorum

  1. Sayın Berâ İlhan,
    Yazınızda trajik bir bilinmezliğin karşısında sorularına cevap arayan bir annenin çaresizliğini “korkunç sarkaç”la dile getirmişsiniz. Bir taraftan yürek yanması bir yandan ümit. Sarkaç nerede duracak?

    “O yıl Antoine’ın neredeyse tüm arkadaşları, 1943’ten Temmuz 1944’e kadar aldıkları son mektubun kopyasını annesine gönderdiler. Bunların birinde, Antoine: “Çağımdan tüm gücümle nefret ediyorum. İnsan ruhu susuzluktan ölüyor. Dünyada tek bir sorun var, insanlara manevi bir anlam ve manevi kaygılar verebilmek.” demişti.”

    Oğlunu iyi tanıyan Marie de Saint-Exupéry, mektuplarında duygularını ve dünya görüşünü satır aralarında ortaya koyan oğlunun bilerek ölüme gidemeyeceğine inanır ve sonunda onun kaybolmuş olabileceği sonucuna varır.

    “Kayıp ve ölü” arasında korkunç bir sarkaçta sallanan anne Marie bu satırları okuyarak güvenini yeniden kazandı. Antonio’m, ölü değil, kayıp…

    Exupéry ile ilgilenmeye başladığımdan beri ben de inanmadım ölüme bilerek gittiğine. Hakkında yazılanlara rağmen bu inancım devam etti. “Çağın Maskeli Tiplerinden Kaçış ve İnsanlığın Kolektif Rahmi” adlı yazıda bunu belirttim:

    “1944’te uçağının düşmesinin Exupéry’nin sonu değil, özlenilen bir yaşamın başlangıcı olduğunu düşünüyorum. Okudukça iç âlemini anlamaya çalıştığım Yazar, böyle bir yolcu. Böyle birinin intihar etme ihtimali de içime sinmiyor.

    Hatta kaybolduğuna bile değil, kendine âsude bir köşe bulduğuna inanıyorum. Çünkü:
    “…İnsan ruhu susuzluktan ölüyor. Dünyada tek bir sorun var, insanlara manevi bir anlam ve manevi kaygılar verebilmek.” diye yakınan, iç âleminde insanlık için böyle bir kaygı taşıyan güçlü, kararlı bir karakterden zayıflık beklenemez. İnsanların Dünyası’ndan alınan bu sözler onun nasıl manevî güzelliklerle dolu bir iç âlemine sahip olduğunu gösteriyor.

    ‘Sana gelince bizi kurtaran Libyalı Bedevi, sen yine de sonsuz dek silineceksin belleğimden. Yüzünü hiçbir zaman anımsamayacağım. Sen İnsansın. Aynı zamanda bütün insanların yüzüyle görünüyorsun bana. Hiçbir zaman öyle uzun boylu bakamadın yüzümüze, gene de bizi tanıdın. Sevgili kardeşsin sen. Ben de bütün insanlarda seni tanıyacağım.’

    Yazınızla bu düşüncemde yalnız olmadığımı anladım. Çok teşekkür ederim.
    Elif Kaya

    • Pek kıymetli Elif Hanım,
      Saint-Exupéry ve Küçük Prens’in kayboluşları arasında sizin de ziyadesiyle bildiğiniz gibi birkaç paralellik var.
      Küçük Prens Dünya’ya geldiği gün, yani doğum gününde ortadan kaybolur. Saint-Exupéry, 29 Haziran 1900’de doğar ve 31 Temmuz 1944’te kaybolur. Doğum tarihi ile kaybolduğu tarih arasında yaklaşık bir ay kadar bir boşluk var ama tarih olarak sadece üç gün.
      Küçük prens gezegenine dönmek için ölür ve Küçük prensin ölüm yeri doğum yeridir. Bu doğum ve ölüm yeri bir anne imajı olarak da dünya olarak da düşünülebilir. Küçük prens öleceği bir yer bulmaya çalışırken, Exupery’de öleceği bir yeri bulmaya çalışıyor gibi. Exupery’nin kaybolduğu yer, (Annecy) çocukluğunu geçirdiği yer.
      Uçak neden düştü? Yakıtı mı bitti, mekanik sorunlardan mı yere çakıldı, yoksa bir Alman savaş uçağı tarafından mı düşürüldü? Önceden tasarlanmış bir intihar mıydı (!) Hepsi cevapsız..
      Ama ben kayıp ve ölü bilmecesinin bu biricik muamasında Annesinin duygularına inanmayı tercih ediyorum ve tüm kalbimle sizin de söylediklerinize katılıyorum.
      “Oğlunu iyi tanıyan Marie de Saint-Exupéry, mektuplarında duygularını ve dünya görüşünü satır aralarında ortaya koyan oğlunun bilerek ölüme gidemeyeceğine inanır ve sonunda onun kaybolmuş olabileceği sonucuna varır.”
      Not: Bütün yazılarınız birbirinden çok değerli ama bana yazılarınızın içersinden üç tane seçmemi söyleseler idi bir tanesi “Çağın Maskeli Tiplerinden Kaçış ve İnsanlığın Kolektif Rahmi” olurdu. O muhteşem yazınızı tekrar okumama vesile olduğunuz için teşekkür ederim ve paylaştığınız her yazı için müteşekkir olduğumu da bilmenizi isterim.
      Bera İlhan

Reply To Elif Kaya Cancel Reply