Kainat’ın Musikisi – Bölüm 1

0

J.R.R. Tolkien’in, yaratılışı zaman ve mekan dışı bir alemde, ruhaniler tarafından, tek tanrı olan Eru Ilúvatar’ın huzurunda icra edilen Ulu Müzik üzerinden anlattığı ve Silmarillion’un açılış metni olan Ainulindalë üzerine geçmiş yazılarda farklı perspektiflerden tespitler yapmaya çalıştım. Bu tespitlerde kendimi mümkün mertebe Tolkien’in ortaya koyduğu evrenle sınırlayarak, bu evren içerisinde kalmaya dikkat ederek yorumladım. Bunun sebebi, kişisel olarak bu sınırlı evrende bulduğum ve yazılarda kendimden kaynaklı eksikliklerden ötürü tam aktaramadığım hem fikri hem de manevi zenginlikti. Bu zenginlik biz okuyuculara, Müzik – Görüntü – Cisim üzerinden bir yaratılış okuması sunuyordu. Bu okumanın daha derinlikli bir şekilde, farklı öğretiler üzerinden daha da zengin bir biçimde tekrar ele alınabileceğini düşünsem de kendi eksikliklerimden ötürü kendimi bu ehliyete sahip göremiyorum. Ancak bu deryanın sığlıklarına dalıp çıkarak fark ettiklerimi, derinliklerde ne zenginlikler olabileceğinin işareti olarak da gördüğümü ve buna da talip olduğumu, bu konuda daha derinlikli okuma yapabilecek daha ehil kişiler olduğunu bilerek vurgulamak isterim.

Tolkien okumalarında gördüğüm ve en çok rahatsız olduğum konu, daha önce de bir kaç vesile ile dile getirdiğim gibi, Tolkien’in ortaya koyduğu evrenin kökleri araştırılırken oluşan bir düşünce tipidir. Bu düşünce tipi bazı metinlerde kaba bir üslub ile, bazı metinlerde de daha nazik bir üslub ile, Tolkien’in özellikle İskandinav Mitolojisi’ni yağmaladığını söylüyor veya ima ediyor. Bu üslubu tanımlarken Verlyn Flieger ve Tom Shippey gibi belirli kişileri tenzih ettiğimi de belirtmeliyim. Flieger’in Tolkien’in zamanının düşünce dünyasından etkilenişi hakkındaki yorumlarını bizzat bu ortamda dile getirmiş bir kişi olarak, aynı yazarın bunu söylerken diğer taraftan da Tolkien’in zaman dışı ya da zaman üstü değerini, diğer bir deyişle farklılığını da hem fark ettiğini hem de vurguladığını hatırlatmak istiyorum. Keza Shippey ve belirli yazarlar için de aynı şeyleri söyleyebiliriz.

Benim itirazım daha çok evveli sürekli bir noktaya atayan yaklaşımla ilintili. Yazıyı ve dinler tarihini Sümer’de başlatan, hikmet arayışını Antik Yunan’a atfeden ve bunun dışındaki bilgi ile ilgilenmeyen bu yaklaşımın, Tolkien’i de benzer bir biçimde eleştirdiğini görmek çok da şaşırtıcı değil. Evveli donduran bu yaklaşım, Tarık Kaya’nın yazılarında değerini vurguladığı keşfi bilginin ve insanlığın zihnine derc olmuş ortak hafızanın maalesef yabancısı. Bu nedenle Batı Medeniyeti olarak adlandırdığımız medeniyetten çıkan Tolkien’in de tartıldığı tartı, günümüzde hakim olan bu medeniyetin tartısı oluyor; bu da hem ölçü biriminin hem de neticenin yanlış olmasına meydan veriyor. Tabir belki yanlış olacak ama, üç boyutlu bir cisim sadece uzunluğu ile ya da dört boyutlu bir cisim sadece hacmi ile ölçülüyor ve bir neticeye, bir kanaate varılıyor. Bu uzun girizgahın sebebine yazımın sonunda değinmeyi daha doğru buluyorum.

Tolkien’in Ainulindalë ile bize anlattığı Müzik’in Ilúvatar’ın kudreti ile zamana ve mekana sahip bir alemde tecessüm etmesi, hiç biri Tolkien gibi olmasa da, bildiğimiz tarihte farklı açılardan değerlendirilmiş bir konu. Şu anda bildiğimiz başlangıç noktası Pisagor’a dayanıyor. Pisagor bir çalgının telinin boyunun çalınan nota ve oktav ile ilişkisini keşfederek, müziği bir matematik formu olarak ilk kez ortaya koyan kişi olarak biliniyor. Pisagor bu şekilde müzikteki ahengin matematikteki yansımasını keşfetmiş oluyor, yani diğer bir deyişle Pisagor, bir güzelliği, bir niteliği ilk kez niceliğe indirgeyen kişi oluyor. Bu açıdan bakıldığında günümüzdeki bilimin, doğayı matematik notasyonları üzerinden okumasının yolunu açan kişi oluyor. Ancak yine de Pisagor’un bu indirgemesini böyle anladığını söylemek, ona yapacağımız bir haksızlık olur, çünkü hermetik gelenekten gelen Pisagor, bir ilacın bedene olan etkisi gibi, müziğin de ruha etkisi olduğunu düşünmektedir. Yine de bu dünyadaki müzik, Pisagor’un ve takipçilerinin “kürelerin ahengi” (harmony of the spheres) olarak adlandırdığı kainattaki müziğin belli belirsiz bir yankısı gibidir. Kürelerin ahengi olarak adlandırılan kavram ise dünyadan başlayıp, gök cisimlerinin her birinin bir kat olduğu Cennet’e kadar olan bir merdiven gibidir. Dünya merkezli kozmoloji üzerine bina edilen bu merdivende her bir gök cisminin dünya çevresinde dönüşleri, monochord adı verilen tek telli bir çalgıdaki notaları oluşturur. Batlamyus’un (Ptolemy) Harmonics isimli eserinde, Pisagor’un düşüncesini ilerleterek tek telli çalgı üzerinden anlattığı kürelerin ahengi kavramı, Plato’dan Batlamyus’a (Ptolemy) kadar pek çok düşünürün kendi yaklaşımları ile değerlendirdiği bir kavram olmayı sürdürmüştür.

Kutsal Monokord

Kutsal Monokord

Kürelerin ahenginin bu kadar önemli olmasının sebebi, Yaratıcı’nın kainatı bir ahenk içinde yarattığına inanılması ve bu ahengi keşfetme çabasıdır. Gök cisimlerinin de bu ahengin bir parçası olarak, dönüşlerinin ve bu dönüşlerin birbirlerine olan oranlarının bir müzik oluşturduklarına dair bu düşünceye de “Musica Universalis” – Kainatın Müziği adı verilmiştir. İngiliz hermetik Robert Fludd bu tek telli çalgıyı 16. Yüzyıl’da Kopernik öncesi dönemde görselleştirmiştir. Kopernik’in Güneş merkezli gezegenler sistemini ortaya koyması da benzer bir motivasyonla olmuştur. Pisagor’un aradığı ahenk, Kopernik için de önemliydi, çünkü o da Yaratıcı’nın üstünlüğünün ancak böyle bir ahenkle ortaya çıkarılabileceğini düşünüyordu. Bu nedenle sadece gök cisimlerinin hareketlerini değil, aynı zamanda ortaya koydukları geometriyi de dikkate aldı, çünkü bu daha etkin öngörülerde bulunulabilmesini sağlıyordu.

Devam edeceğiz…


‘Kutsal Monokord’ Tablosu © Maugdo Vasquez

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply