Kainat’ın Musikisi – Bölüm 6

0

Pisagor’un mirası, Newton sonrası dönemde bilimin farklı alanlardaki hızlı ilerlemesi ve ampirik bilgiye olan teveccühün ve erişimin artması ile bir bakıma odağın biraz dışında kalmıştır diyebiliriz. Newton, “Pisagor’un Kürelerin Müziği dediği şey, yerçekimi/kütle çekimidir.” diyerek Pisagor’un hakkını teslim ederken, bu konudaki görüşünü de ortaya koymuştur. Ama bu müzik kavramının, önemli bilim insanları tarafından incelenmesinin ortadan kalkması anlamına gelmiyordu. Bilakis, müzik ve ses kavramları üzerine neredeyse her bilim insanının bir çalışması mevcuttu. Euler “Işık ve Renk Üzerine Düşünceler” isimli sunumunda ses ve ışığın benzerliğini ortaya koyarak ışığın da dalga karakteristiğinde olduğunu iddia ediyordu, ki bu Newton’un parçacık yaklaşımının tersi bir iddiaydı. Bernoulli, Thomas Young, ışık ve ses üzerine çalışmaları sürdüren kişilerdendi. Ørsted ve Savart ise ses ile elektromanyetizma arasındaki ilişkiler üzerine çalışan bilim insanlarıydı, sonrasında Faraday ve Wheatstone ise elektromanyetizma ve ışık üzerine yaptıkları çalışmalarda ses kavramından oldukça fazla faydalandılar. Riemann’ın işitme üzerine yaptığı yarım kalmış çalışması ve bunun üzerine Helmholtz’un ses ve uzay/mekan üzerine yaptığı çalışmalarda da müzik başroldeydi. 

Helmholtz ile beraber çalışmalar yapan Max Planck için de müziğin rolü çok önemliydi. Kendisi de yetenekli bir müzisyen olan Max Planck hakkındaki ortak kanı, müzik üzerine yaptığı çalışmaların kendi mutlak olanı arayan görüşünü genişlettiği, esnettiği üzerinedir. Elektromanyetik uyum (harmonium) için bir standart perde arayan Planck, kozmik uyumu yakalamak amacıyla tüm kainat için doğal sabitler üzerine arayışını yoğunlaştırdı. Kuantum fiziğinin öncülerinden olan Planck, bu arayışı sonucunda bugün Planck Sabiti olarak bildiğimiz, ışık hızıyla beraber fizik alanındaki iki sabit birimden birini buldu. Planck sabiti, her bir kuantumun her koşulda ve her referans noktasına göre sabit kalan oranı olarak kabul edilmektedir. Planck ayrıca, bu sabitten yola çıkarak Planck Zamanı olarak bilinen en küçük zaman birimini de ortaya koydu.

19.yüzyıl ve 20.yüzyıl bilim alanında başka gelişmelere de gebeydi. Bilimsel gelişmeler sadece kuramsal alanda değil, pratikte ve endüstride de etkilerini göstermişti. Bu etkiler özellikle Batı Dünyası’ndan başlayarak tüm dünyada ekonomik yapının da değişimine yol açtı. Elektromanyetizma, radyoaktivite, atom fiziği, parçacık fiziği ve kuantum fiziği gibi yeni alanların ortaya çıkışı, kainatın tamamına hakim olan evrensel bir uyum arayışını bir bakıma ikinci plana itti. Çünkü başta savaş sanayi olmak üzere bu gelişmeler pratik alanda pek çok yeniliğin ortaya çıkmasını da sağladılar. Yine de kainatın tamamına hakim olan bir uyum arayışı güdüsü, özellikle kuramsal alanda varlığını sürdürdü. Bu hem bir motivasyon hem de bir gereklilikti. 

Fransız matematikçi ve teorik fizikçi Henri Poincare, matematiksel fiziğin amacının, “nesnelerin gizli uyumunu açığa çıkarmak” olduğunu söylerken, Pisagor’dan Planck’a kadar ve oradan da günümüze kadar süren arayışların temel motivasyonunu ortaya koyar. Bu motivasyonun ardında sürekli bir aşkınlık arayışı da olmuştur. Pisagor’un Hermetisizm öğretisine olan bağlılığı, Kepler’in Tanrı’nın haşmetini gök cisimlerinin uyumunda bulmaya çalışması, bu aşkınlık arayışının bir tezahürüdür. Belki de ismi en çok bilinen bilim insanı olan Albert Einstein da bu aşkınlık arayışı konusuna değinmiştir. Ona göre kozmik uyumu arama çabası, onun deyişiyle “kozmik dini deneyim”, bilimsel araştırmaların ardındaki en güçlü ve en asil ittirici güçtür. Bilimin daha çok teknolojiye hizmet ettiği günümüzde farklı yaklaşımlar ve kuramlar daha kapsamlı ve kavrayıcı olmaya çalışarak evrensel bir uyum arayışını sürdürmektedir; fakat bu konuları bir sonraki yazıya havale etmeyi daha doğru buluyorum. 

Devam etmeden önce bir parantez açıp değinmemiz gereken bir başka önemli konu ise, neredeyse adını andığımız tüm bilim insanlarının müzik ve müzisyenlerle yakın ilişkisi olmasıdır. Kepler’in Orlando Lasso ile olan yakınlığı, Galileo’nun babasından gelen müzik mirası, Helmholtz’un Brahms ile olan tanışıklığı yanında, Planck’ın iyi bir müzisyen oluşu, Einstein’ın kemana ve Mozart’a olan tutkusu ya da Heisenberg’in gençliğinden itibaren iyi bir piyanist oluşu da bu alanda bir çırpıda sayabileceklerimizdir, ki bu örnekler arttırılabilir. 

Bilim tarihini ve özellikle fizik alanındaki gelişmeleri müzik üzerinden okumaya çalışma amacım, hatırlanacağı gibi Tolkien’in yaratılışı ve varoluşu cisimleşen bir müzik olarak tasvir ettiği Ainulindalë nedeniyleydi. Bu okumayı henüz bitirmedim, fakat şu ana kadar verdiğim örnekler üzerinden, bilim ve müzik arasındaki mesafenin bilinen tarih boyunca ilgi çekici bir şekilde yakın olduğunu görebiliyoruz. 

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply