Kaf Ülkesi, Vav ve Duymak

8

Zaten yaşadığımız bu âlemde her bir şey, her bir form daha üst bir hakikatin bir sembolü, bir remzi ve bir izdüşümüdür. Mesela çoğu insan için, bir çiçek sadece doğanın tatlı bir süsünden ibaretken, Âşık Yûnus (Ya da Yunus Emre) gibi bir gönül adamı sarı bir çiçekle konuşur. Biz dilsiz (dilini anlayamadığımızdan ve dolayısıyla kulak vermediğimizden) bir suretle/formla yetinirken, Yunûs gibiler, o çiçekle sohbet ederler. Çünkü fenomenler saydam olduğu gibi, duyabilenler için ses de geçirirler (Metaphysical transparency of phenomena – Frithjof Schuon). Meşhur Müziğin sesini duymayanlar dans edenleri deli sanırlar.sözünde olduğu gibi, hakikatten gelen nağmeleri işitmeyenler için varlık ebkem ve manasız, o varlık ile konuşanlar ise delidir.

Bir önceki makalemizi bu paragraf ve hemen ardından da Âşık Yunus ve sarıçiçek muhaveresiyle bitirmiştik.

Suret ve formun aşıldığı; dolayısıyla sarıçiçek ile aramızda bulunan ses geçirmeyen duvardan bir menfez/pencere/kapı açıldığı bir yer vardır: “Kaf Ülkesi.

Kaf Ülkesi’ne Açılan Kapılar ve Pencereler

İrfan ehline göre “Kaf,” bütün âlemlerin, mana şehirlerinin toplandığı, zuhur ettiği, ayna olan şehirdir ve bu yüzden ön plandadır. Kaf, “hakikatlerin haritası” bir ülkedir. Âşık Yunus’un konuştuğu sarıçiçek, bazı bilgelere göre, işte bu Kaf Ülkesi’ne ait; yani hakikatlerin dile geldiği âleme ait bir varlıktır:

Kul ile birlikte yürürken bana şunları söyledi:

Bizim Kafdağı Ülkesi’nde, tüm yaradılış, birbirleri ile dosttur. Hayvanlar, bitkiler, çiçekler…’

Sordum: ‘Çiçekler de mi?’

Kul cevap verdi: ‘Tabii efendim.’

Tekrar Kul’a sordum: ‘Çiçeklerle konuşmak mümkün mü?

Kul tebessüm ederek, ‘Tabii ki. Kafdağı Ülkesi’nde de sizin dünyanızdan buraya açılan kapıların çiçekleriyle de (italik vurgu Tarık Kaya’ya ait) konuşmak mümkün. Yunus Emre’niz; ‘sordum sarıçiçeğe’ derken hangi çiçekle konuştu? Bizim ülkenin, Kafdağı Ülkesi’nin sarıçiçeği ile efendim.

İster istemez buradaki ruhani havadan etkileniyordum. Yunus Emre, sarıçiçeğe sormuştu: ‘Annen bana kim?’ diye.

Sarıçiçek cevap vermişti: Toprak. Yani insanın mayasıydı toprak. İnsanda toplanan hakikatleri haykırıyordu sarıçiçek. Bitkiler dile gelmiş, insanlara ruhani ilahîleri okuyorlardı. Ya bizler ne yapıyorduk?

Oktan Keleş / Derûnî Devlet / s.78-79

Kaf’tan Önce Vav

Kaf Ülkesi enteresan bir isme sahip. Ülkenin ismi bir harf. Bu harf de aslında 2 temel harften oluşan bir kelime: “K” ve “F. Arapça’da Kaf harfinin başındaki harf olan “K, “vav” harfi üzerine iki noktanın konulması ile oluşur. “F” harfi ise, yine “vav” harfi üzerine konulan bir noktadan meydana gelir.

“Vav” harfi hakkında çok şey söylenmiş ve yazılmıştır. Hat sanatında, Elif ile beraber en çok meşk edilenlerdendir. Vav’ın şekli zannedildiğinden daha komplikedir. Bütün bölümleri matematiksel bir oran taşır. Bu orana riayet edilmediğinde, erbabının gözünde oldukça göz tırmalayan bir hal alır. Bunun da sebepleri var elbet. Bunlardan biri “vav” harfinin, insanı ve insanlığı temsil etmesidir. Yani insanın saf, ilksel halini… Bu yüzden, bu saf halin sembolü olan bebeğin, ana rahminde aldığı fetüs pozisyonu şeklindedir. Doğması gereken yere daha doğmamış, bu yüzden henüz gözlere ihtiyacı olmayan ve dolayısıyla iki gözü de kapalı bir insancık… İşte her insan bu halde/durakta konaklamıştır. Saf, günahsız, kirlenmemiş… Hangi dinden, inançtan, görüşten olursa olsun, hepimizin altında toplandığı insanlık bayrağı işte bu “vav” harfidir.

“Vav” harfi aynı zamanda, hesap gününe dek sürecek olan büyük imtihan sahnesinin açılmasının müsebbiplerinden olan Şeytan’ın, zıddından kendini andıran Rahmanî bir kahramanın; ilk zamanlardan bugüne dek gelen büyük hocaların da rehberliğini yapmış olan; yani “insanlık bayrağı”nın hep dalgalanması için mücadele veren, büyük öğretmen Hz. Hızır’ın da (as) sembolüdür. Hz. Hızır; yani daha önce birçok kez ifade ettiğimiz gibi, Tolkien’in Gandalf ismi ile kendisini anlattığı Arif.

Vav ve Kulak

“Vav” harfi aynı zamanda şekil olarak insan kulağını andırır. Bunda da tatlı bir nükte var. Bir önceki yüzyılın en büyük felsefecilerinden biri olarak kabul edilen Martin Heidegger’in duymak, işitmek ve kulak üzerine yorumları, bazı yazarlara “Heidegger için kulak insanın en ontolojik organıdır.” tespitini yaptırmıştır. Heidegger’in diğer çalışmalarında da duyma/işitme ve hatta bir organ olarak kulak ile alakalı yorumları varsa da biz onun en büyük eseri olan “Varlık ve Zaman”dan kısa bir alıntı yapalım. Kendine ait çok zengin bir kavram dünyası olan bu düşünürün, alıntıda geçen “Dasein” gibi kavramlar ile neyi kastettiğini meraklıların araştırmalarına havale ediyoruz:

Bir şeyi duyma, Dasein’ın kendi zati varlık olanağına birincil ve sahih olarak açık oluşunu tesis etmektedir: her Dasein’e eşlik eden bir dostun sesini duyma olarak. Dasein duymaktadır çünkü anlamaktadır. Başkalarıyla birlikte anlamsal dünya-içinde-var olmak olarak Dasein, birlikte-Dasein’a ve kendine ‘kulak verdiği gibi, kulak veriyor olmaklığın kendisine de ait olmaktadır. Birbirini-duyma (ki birlikte-var olma onun içinde teşekkül eder) şu olası minvallere sahiptir: takip etme, eşlik etme ve olumsuzlayan moduslar olarak duymama, karşı çıkma, karşı koyma, yüz çevirme.

Martin Heidegger / Varlık ve Zaman / s.253

Varoluşsal denecek kadar insanın varlığı ile örtüşük bir şey duyma ve işitme. Belki de bu yüzden insanlığın en büyük hocaları olan peygamberlerden âmâ olan vardır ama sağır olan yoktur.

Görmek Eğitimi Dinlemekten Başlar

Hz. Musa (as) gibi, açıkca Allah’ı görmek talebinde bulunan ve “len terâni” (sen beni göremezsin) kudsî hitabını işiten büyük bir peygamber; bu hitaba muhatap olabilecek işitme lütfuna, “vav”ın temsilcisi olan Hz. Hızır’dan aldığı dersler ile mazhar olmuştur sanki (doğrusunu elbet Allah bilir).

Hz. Hızır ile olan yolculuğunda Hz. Hızır’ın Hz. Musa’ya sunduğu (ya da Hz. Musa’nın kendi kendine sunduğu) şart, itiraz etmeden; yani sadece “dinleyerek; yani “kulağı” ile Hızır’a tâbi olmasıdır. Üç itiraz ve sorudan sonra beraberlikleri sona erer. Zira Hz. Musa, sabretmeli ve “dinlemeliydi. Allahu alem, -zannım o ki- sabretmenin ve “kulak vermenin” ehemmiyeti ilmini aldıktan sonra, Hz. Allah ile konuşma nimetine mazhar olmuştu. (Enteresandır ki, Hz. Musa, “iki denizin birleştiği yer”e; yani Hz. Hızır’ı bulacağı yere olan yolculuğunda yalnız değildi. “Fetâ”sı olan Hz. Yuşa vardı yol arkadaşı olarak. Ama Hz. Yuşa’dan daha sonra hiç bahsedilmez. Sanki Hz. Musa ve Hz. Hızır, sadece ikisinin yer aldığı ayrı bir “varlık” durumuna; ayrı bir âleme geçmişlerdir. Akla, yukarıda Heidegger’den yaptığımız alıntıdaki şu ifadeler gelmekte:

Başkalarıyla birlikte anlamsal dünya-içinde-var olmak olarak Dasein, birlikte-Dasein’a ve kendine “kulak verdiği” gibi, kulak veriyor olmaklığın kendisine de ait olmaktadır. Birbirini-duyma (ki birlikte-varolma onun içinde teşekkül eder) şu olası minvallere sahiptir:

takip etme,

eşlik etme

ve olumsuzlayan moduslar olarak duymama, karşı çıkma, karşı koyma, yüz çevirme.

Dinlemek Sünnettir

Flame Imperishable’ın en mükemmel aynası olan Hz. Muhammed Mustafa (sav) ise, sıradağlar gibi, her güzel vasıfta zirve olduğu gibi, işitmek/duymak/kulak vermekte de bir zirve idi. Bu hususiyeti ile Miraç’ta, Hz. Allah’ı -ehadiyeti ile- rüyete/görmeye mazhar oldu (bu mevzudaki farklı görüş ve ihtilaflara değinmiyoruz). O incelerden ince, latiflerden latif şefkati ile, asil-köle, yaşlı-çocuk, kadın-erkek, fakir-zengin demeden, herkesi, “sabırla, onları mutmain edecek şekilde dinlerdi. Bu zerâfeti sezecek alıcılardan mahrum kaba ruhlar, Peygamberimiz’e “kulak” lakabını takmışlardı. O’nun gönlünü incitecek alaylara mukabil, Kozmosun Sahibi, O’nun bu misal alınması gereken en insanî bir vasfı ile alakalı ayet indirecekti:

Yine onların içinde öyleleri vardır ki, Peygamber’i incitiyorlar ve ‘O her söyleneni dinleyen bir kulaktır.’ diyorlar. De ki; ‘Sizin için bir hayır kulağıdır. Allah’a inanır, müminlere inanır, ayrıca sizden iman edenlere de bir rahmettir.’ Allah’ın Resulü’nü incitenlere acıklı bir azap vardır.

Tevbe / 61

Devam edecek…


Okuduğunuz makale, “İki Ağaç” yazı dizisinin 2. bölümü olarak okuyucularımızın beğenisine sunulmuştur.

Paylaşın.

Yazar Hakkında

8 yorum

  1. Keşke bizde bu sitenin yazarlarının, bu güzel tefekkürlerini kendi ağızlarından dinleyebilsek. Kaf ülkesi kısmı da çok güzeldi tamamıda çok güzeldi. Teşekkür ederiz. Kaf ülkesini hayal etmek bile göz yaşartıcı. Bir çiçekle konuşmak ne kadar güzeldir kimbilir.Ne kadar masum,entellektüel ve sevgi dolu sohbet olurdu. Sanki küçük prens gibi olurdu.

    • Sutu Boğda on

      Küçük Prens ve çiçek ile konuşma meselesi, çok güzel bir tespit. Tebrik ederim sizi. Öyle bir ruha sahip gibisiniz zaten… Bazen tilkiye sarılmak yerine kedilere sarılırız ya, öyle işte…

      Tarık Kaya

  2. Teşekkür ederim güzel bakışınız için. Sarılacak çok şey yaratmış Rabbimiz.Şahsım adıma bilhassa sarılırken bağlandığımız herşeyi bir an çekip alıyor “bakalım köroğlan neye sarılacak ” diye belkide. Yanlış birşeye sarıltmasın.!(c.c.)
    Yıllar geçtikçe idrakımız artabiliyor .
    Önceden bilmediğimiz sarılmadığımız veya duymadığımız seslere üzülüyoruz. Eskiden mesela kuş seslerini de duymazmışım artık ses gelir gelmez kuşları ağaçta aramaya başlıyorum. Bunun gibi daha bilmediğimiz idrak edemediğimiz çok şey var.Öncelikle sizlere en güzel idraklari nasip etsin Rabbim. O yüzden herzaman körolacağım veya ‘olduğum’ durum vardır. Bunu bilince en ufak şey gözümde çok büyütülcek bir ışık gibi. Bence sutuboğdadaki makalelerin hepsi çok büyütülcek , yıllar ve nesiller verilecek meseleler. Hayata bu denli geniş bakan yazılarınız kesinlikle ümit arttırıcı ve hayranlık uyandırıcı. ‘Herşeyin bir hikmeti vardır’ın açılımı. Geçen gün ismini bilmediğim bir böcek gördüm.Hani bilim kurgu filmlerinde gördüğümü kocaman yaratıklar v.s.Ama bu onun küçüğü.Filmi izlerken hiç demeyiz ki böyle yaratıklar vardır diye. Halbuki o böceğin çok daha minik hali var ve binlerce versiyonu var. Aslında teknolojide birşey minikleştikçe hayranlık duyarız ama doğada tam tersi oluyor.Gözden kaçıyor ve sıradanlaşıyor. Halbuki Tolkien evreninde de aslında herşeyin nasıl mümkün ve akla yatkın olduğunun göstergesi bu durum. Çünkü artık insan egemen olacaktı.
    İstek makale yapabiliyoruyuz buradan 🙂
    ‘Duvara tuğla koyma ‘meselesine de değinebilirmisiniz bir yazınızdada acaba?
    Bu orta dünyadaki iyi-kötü savaşına ve başka bir diyarda başka savaşa etki etme meselesine de cok bağdaşıyor aynı kaf meselesi gibi.

    • Sutu Boğda on

      İlginiz ve güzel yorumunuz için teşekkür ederim.

      İstek makale konusu ise, inşallah vakti zamanı gelirse; değinmek isteriz. İyi-kötü savaşı ile alakalı olarak… Tabii bu konuya ileride “Tom Bombadil” perspektifinden değinmek gibi bir hayalim var. Ama söz veremiyoruz altında kalmamak için.

      Kucak dolusu muhabbetle…

      Tarık Kaya

  3. Çok güzel ilgi çekici ve bir o kadar da nokta vuruşu tespitlere sahip bir makale. Kaf’ta 2 nokta, Fe’de 1 Vav’da yok. Neyi anlatıyor?
    Harika bir yazı. Teşekkürler.

    • Ömer Faruk on

      Sayın alaca;
      ‘Sonra muhakkak onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Çoğunu şükredici bulmayacaksın.’ Araf suresi 17. Ayet

      Şeytanın iddiası şükürsüzlük üzerinden bir iddia. Bu iddiaya karşı yine yüce Kitab da şöyle bir ayet geçmekte;

      “Sizler hiçbir şey bilmez bir durumdayken Allah sizi analarınızın karnından dışarı çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler, kalpler verdi.” Nahl suresi 78. Ayet
      Şükür için sıralama dikkat çekici. Kulak, göz ve kalp. Ayette kalp kelimesi “efide”nin karşılığı kalpten ziyade gönül diye açıklanmaktadır. Bizde bu şükür sıralamasını ayetteki gibi harflerle sembolize edersek; vav(kulak), fe yani tek noktalı vav (akıl gözü) ve kaf yani iki noktalı vav (gönül gözü) şeklinde sembolize edebiliriz.
      Site yazarlarına tevcih edilen bir suale cevap vermek gibi bir hadsizlik olmamıştır umarım. Bir ayetin güzelliği bu güzel platformda sizlerle paylasmak istedim sadece.
      Selametle…

      • Sutu Boğda on

        Çok güzel tespitler Ömer Faruk bey. Tebrik ederim. Bu konunun devamında (bir sonraki yazı değil) bu güzel nükteleri de kullanmak istiyorum. Okuyucularımızın bu güzel tefekkür meyvelerinden bizi de faydalandırması ne güzel… Alaca bey’e de bizi motive eden güzel sözlerinden ötürü teşekkür ederim.

        Tarık Kaya

      • Çok güzel bir açıklama çok teşekkürler ilginize. Şahsen var olan duygular dahil her şeyin belli bir yeri olduğuna inanmaktayım. Var olan her şeyin varoluşsal bir anlatımı olmalı diye düşünenlerdenim. Dolayısıyla cevabınızı kendimizce mantık silsilesiyle düşündüğümüz zaman Bir Kaf varmış bunu bir noktaya koymam gerekirse Gönül gözü yani Ruh ve beden dediğimiz şey olsa gerek. İkisi birbiriyle eşit olduğu noktaya Gönül Gözü deniliyor. Sonra Fe yani tek nokta ayrılıyor. Ruh ile bedenden ayrıldığı için aynı zamanda Nefs’in kendini farklı gördüğü ortam oluşuyor. Akıl Gözü yani Nefs ile tercih, irade meselesinde iyiye meyil saf nefse gidiyor kötüye meyil emmareye gidiyor demek ki bunun yeri de burası geri kalan Can. O bütün bunları fark etmemize neden olan şeyin yerini belirliyor. Yani kulak. Sonuçta duyarız sonra duyduklarımızı bir forma sokarız ve kendimizce yorum yaparız. Demek ki insanlar görürken de aslında duyduklarını bir forma sokup yorum oluşturuyorlar sonucu çıkıyor. yoksa herkes görseydi aynı görürdü demek ki herkes duyuyor aslında. Bunu tasdiklemem için Kuran’da bulmam gerekir yalnız. Saffat Suresi 137 Sabahleyin 138 Akşamleyin. Ne anlama geldiğini en iyi Allah bilir. Venüs İlk bahar’da Kuzey yarım kürede Son baharda Güney yarım kürede en iyi parlar. 138’de akletmez misiniz diyor. Demek oluyor ki bu Akıl gözü dediğiniz mevki diye yorumluyorum. Fe Kuzeyde düz bir şekilde Güney’de başı altta bir şekilde durur. Bunları bana Ahmet Yesevi Hazretleri, Hacı Bektaş Veli Hazretleri, Münir Derman Hazretleri, Yunus Emre Hazretleri gibi büyük alimlere diğer düşük mevkili alimlerden daha fazla zaman ayırdığım için onlar öğretti. Bire bir değil tabi ki Hikmet, yazı dahi olsa anafor gibi insanı içine çeker. Oktan Abi’de elinde fener ile onlara ışık tutarak bize gösteren. Teşekkürler ilginize için.

Reply To alaca Cancel Reply