İç Âlemimde Neler Oluyor? – Bölüm 17

0

Yürekteki Sema Sırrı

Gök, yer ve arasında bizler. He an ikisiyle iç içeyiz. Bazen gökçe aydınlık, yerce deriniz. Bazen göklerde savrulur, yerle boğuşuruz. Gök ruha, yer bedene mi arkadaş sadece? Bedenin gökle arkadaşlığına bulutlar, kuşlar şahit. Ruhun yerle arkadaşlığına tohumlar ve filizler.  

Ben beşerim. Gökten sadece alır, yerden sadece kazanmaya bakarım. Ben insanım. Gökçe ruhumla göklere hayallerimle, dualarımla uzanır, yerce nefsimle sayısız fideler yetiştiririm. 

Beşeriyet, insaniyet ve arasında bizler. Her an ikisiyle iç içeyiz. Bazen insanca görür, insanca severiz. Bazen beşerce bakar, beşerce takılırız. Beşere göre bu dünya, onun malı. İnsana göre bu dünya, onun sadece kiraladığı toprağı. Malı gören, devamlı ondan kazanç bekler. Kiralayan ise emanetini gözeterek kullanır. 

Yerden göklere çıkarken elimizle, dilimizle, gözümüzle yetiştirdiklerimizden götürebilsek…

Gökten yere inerken ruhumuzla, kalbimizle vicdanımıza yüklediklerimizi çevremize dağıtabilsek…

.Merak etme, hepsi olur. Sen sadece hep böyle yürekten, güzel olanı iste.

.A… Siz misiniz? 

Karşımda elindeki aynayı gökyüzüne çeviren yaşlı teyze. O gün güneş batmak üzereydi. Acaba yüzünü yanlış değerlendirmiş olabilir miyim, diye düşünmüştüm. Şu an gün ışığında dikkatle yüzüne ve ellerine bakıyorum. 

.Ne diye gözlerini dikip öyle bakıyorsun! Hiç merak etme. Yanlış değerlendirmedin beni. O gün zifiri karanlıkta bile olsaydın hakikatimi yine de anlardın. Çünkü her şeyin hakikati neyse odur. Belki zamanla gölgeler örtebilir üstünü. Ancak gölgeler çekilince görülen, aynıdır. Benim hakikatim de böyle Ceylan. 

Şimdi diyeceksin ki, neden buradayım? Yüreğindeki sema sırrını bulmada sana eşlik etmek için. Bunu arkadaşın Âdem istedi benden. Ne kadar da kıymetli imişsin… Martı’dan sonra Âdem. Sen bu âlemde bayağı sevilir olmuşsun. 

Şimdi seninle iki şey yapacağız. Birincisi bir işlem gerçekleştireceğiz; daha doğrusu sen gerçekleştireceksin. Bu bittikten sonra seninle buranın en kadim değirmenine gideceğiz.

Bir anda ortam değişiyor. Kendimizi dağca büyük bir boy aynasının karşısında buluyoruz.

.Otur şimdi şuraya ve hiçbir yere bakmadan sadece aynada olanları izle. Çünkü daha sonra sorularıma cevap vermeni isteyeceğim. Karşındaki bu aynanın komutu senin zihninden ve kalbinden geçenlere bağlı. İradenin dışında düşündüklerin ve hissettiklerin tesir etmeyecek; ama iradenle gerçekleştirdiklerin aynaya tesir edecek.

Teyze yok oluyor ve ben, dev aynanın karşısında kalakalıyorum. 

.Kendini toparla Ceylan! 

Bunu der demez aynada teyzeyle konuştuğumuz an beliriyor. Bu görüntüyle cesaretleniyorum. Demek ki ayna bana yardımcı olacak. Gözlerimi kapayıp çevremden, her şeyden uzaklaşmalıyım. Soru çetin, bense aciz. Sadece semazenle konuştuğum ana odaklanmalıyım. Yoksa kafamı toparlayamayacağım. 

Her şeyi dış âlemde arayan bizler, içimize döndüğümüzde ne kadar zavallıyız. Hayatı sadece bu dünyada zannediyor, bilinmeyene döndüğümüzde neden bu kadar zorlanıyoruz?

Aynada bir anda kainâtta oluşan iç içe üç dairenin ortasında bir dağ beliriyor; yani bütün varlık ve elele besledikleri, korudukları insan. Bütün varlığın sevgiyle beklediği bu bebek anlıyorum ki, büyüdükçe ne oldum delisi olmuş. Aklına güvenerek, içinde şımarttığı nefsine uyarak dış dünyaya öylesine dalmış ki, başka âlemlerden ve kendinden habersiz. 

Aynayı o anda kapkaranlık bir sis kaplıyor. Yaşam boyu farketmediğimiz; gün gelip de sızlamaya başlayınca bu da nedir dediğimiz bir uzvumuz gibi ruhun sızısıyla da onun farkına varıyoruz. 

Aklımdan geçen sızı sözüyle aynadaki sisin içinde çığlıklar etrafı sarmaya başlıyor. Görüntü korkunç. İnsanın iç dünyası böyleyse neden daha önce göremiyor? Çünkü görmemezlikten geliyor, ihmal ediyor. Dara düştüğünde de bu gerçeğin karşısında ne yapacağını bilemiyor, korkuyor. Çünkü karşısında türlü vahşi varlığın yaşadığı balta girmemiş bir orman var.1

Aniden aynadaki karanlığın her tarafından çıyan, kurt, domuz, akrep, sırtlan beliriyor. 

Rahat yaşam, tek düzelik nefsin tembel yapısını daha da ziyadeleştirir ve insan gittikçe kendini rehavete kaptırarak bu dünyaya neden geldiğinin sırrını umursamaz. Gafletinden içindeki vahşi hayvanlar azdıkça kalbi ve ruhu azap duymaya başlar. Bu acı hakikat zihnimde döndükçe orman daha da korkunç bir hal alıyor. 

Aynadaki ormana dayanmak mümkün değil. Bu tehlikeli uyku halinden insan nasıl uyanacak? Bu, biz miyiz Rabbim? Yardım et!

O anda aynada muazzam bir sarsıntı. Üç dairenin ortasından yükselen dağ sallanmaya başlıyor. Düşen kayalar, kırılan taşlar, onlardan bölünen parçalar. Her taraf toz duman. Nedir bu hal? 

Aynada yine yazılar: 

“Ey insan! Aciz olduğunu, üzerinde yaşadığın toprağın geçici, buradaki yaşamın aldatıcı olduğunu hâlâ anlayamadın mı? Bu uyku halinden ne zaman uyanacaksın? Öteki âleme göçmeden ne zaman kendine çeki düzen vereceksin? Bu dağ gibi benliğini, taş gibi duygularını bırakmazsan sonun vahim. Sana bir fırsat daha verilecek. Bunu değerlendir ve ölmeden önce uyan!2 

Görüntülerden korkma! Bu belaların, sıkıntıların hepsi senin benliğini kırman için. Üzerindeki kirlerinden arınman için. Yaradan, bu halinden hoşnut değil. Onun için olanlara hikmet gözüyle bak ve değerlendir.” 

Aynadaki sarsıntı artıyor. Hayvanlar çığlık çığlığa yok oluyorlar. Tonu yükselen kudüm sesleriyle parçalar daha da küçük parçalara bölünerek her biri semazene dönüşüyor. O anda Âdem’in söylediklerini hatırlıyorum:

.Hiç şaşırma Ceylan! Yaşanan her manevî hal bir hakikati anlatmak için vardır. An eğer o ansa ve zaman da hakikati yakaladıysa gördüğün suretten nice güzellikler çıkar.

Evet, doğru. Yaşlı teyze gelmeden de buna benzer şeyler düşünüyordum. 

“Yerden göklere çıkarken elimizle, dilimizle, gözümüzle yetiştirdiklerimizden götürebilsek… Gökten de yere inerken ruhumuzla, kalbimizle vicdanımıza yüklediklerimizi çevremize dağıtabilsek…” Semazenin bunları yaptığına Âdem’le şahit olmamış mıydık? Evet. O zaman?

Aynada aniden etekleri deniz dalgalarına benzeyen beyaz tennuresiyle, göğe ve yere dönen elleriyle semazenin cezbeye kapılmış hali beliriyor. Sonra onlarla dönen ben ve semazenle konuştuklarımız. Ney susup, kudümler durmadan önce semazen en son ne demişti bana?

Bir anda aynada o an ve konuşmalar canlanıyor.

Benliğinde ölmelisin o “güzel”in hasretinden;
Kan tutuşsun damarında, yansın aşkın alevinden.

Akıl uzatsın elini, ruh çevirsin bedeninde
Ruh dönmezse akıl neyler? Sema sırrı, yüreğinde.

Yürekteki sema sırrını, ruh olmayınca aklın bir şey yapamayacağını düşünmeye başlıyorum. Düşündükçe aynada yazılar şekilleniyor:

“Damarında kanın tutuşmadıkça, İlahi sevginin ateşiyle iç âlemindeki fazlalıklar erimedikçe, benliğin gerçek yurda olan hasretiyle ölmedikçe o sırrı bulabilmen imkânsız.”

 Neden, diye soruyorum.

“Şimdi “nokta olan ilmi” kelimelerle yaşamında oradan oraya gezdirmek yerine kendi içinde özüne vararak yine noktaya dönüştürebilir misin? “Tek” olanın mülkünü aklınla düşünüp ruhuna teslim edebilsen kalbinde “hu”dan başka bir şey bulamazsın. 

Ruhun gözüyle görmek, Basir olanın senin gören gözün olması demek. Ruhun kulağıyla dinlemek Semi’ olanın işiten kulağın olması demek. Her duyunu böyle değerlendir. Ortaya çıkan hakikat sadece “Hu” olacak. Bu da ilmin gerçek hakikati; yani “Nokta”.”

Aklım karışıyor birden. Nokta olan ilmi kendi içimde yine noktaya nasıl dönüştürebilirim? Çok yüksek bir yerden düşecek gibiyim. Yanlış yapmaktan korkuyorum. 

Aynada yine yazılar beliriyor:

“Korkma! Dikkatle beni izle ve oku. Şimdi kalbinde bir şeyi uygulamaya başlayacağız. Matematikteki sağlama işlemine benzer bir ameliyeyi birlikte gerçekleştireceğiz. En sondan başa doğru adım adım ilerleyeceğiz. Sen her yaşadığının nedenine gittikçe hakikati farklı kavrayacaksın. Şimdi semazenin en son dediklerinden başla.”

Semazenin verdiği emaneti “Sema sırrı, yüreğinde” sözünü, nasihatleri ve sema ederken yaptığı hareketleri düşünüyorum. 

Aynada semazenin sözleri beliriyor:

Benliğinde ölmelisin o “güzel”in hasretinden;
Kan tutuşsun damarında, yansın aşkın alevinden.

“Güzel olan”a hasret, O’nu tanıdıkça körüklenir. Körüklenen ateş ise canı tutuşturur. 

Aynada semazenin sol eli yere, sağ eli göğe dönüyor. 

Semazen gökten almasa yerdekilere nasıl verecek? Ne kadar halka verirse o kadar Hak’tan bereket yağacak. Bu hale gelebilmesi için onun varlığı bütün kalbiyle kucaklaması gerekir.

 Ve aynada semazen kollarını açarak dönmeye başlıyor. 

Varlığa sevgi, şefkat ve merhamet. Membaı ise kalpteki kuvvetli iman. 

Aynada semazen. Kollarını çapraz tutuyor. “Allah’ın birliğini tastik ederim ve ancak O’na niyaz ederim” diyen kalbiyle adeta bütünleşen çok etkileyici bir görüntü.

Kötü duygulardan, tutkulardan sıyrıl semazen! O zaman manevî dünyan nasıl temizlenecek ve aydınlanacak…  

Aynada beyaz dalgalar. Tennuresinin eteklerinde her dalgalanma bir zaafı terk ediş. Ve aynanın her tarafı ışıl ışıl parlamaya başlıyor.

Nefisten sıyrılmadıkça bunlar olur mu? Nefsini öldürmeyen bu hale girebilir mi? 

Aynada semazen sırtındaki siyah hırkasını çıkarıyor.

Semazenin her hali ilahî imtihanda sorulan sorulara birer cevap. Semazen daha önceki beşer haliyle ne zaman arayışa girdi? “Nereden geldim ve nereye gidiyorum? Ben kimim?” sorularını kendine sorduğu zaman. Sonra kendin dönmesi gerektiğini idrak etmesiyle sema bilincine, semahaneye adımını attı. 

Aynada kainâtı temsil eden bir semâhane. 

Sondan başa doğru aynayla birlikte ilerliyoruz. Bütün bu yaşanılanlar insanın dünyadaki kemâle erişinin serüveni. Ve insan bunları yaşadıkça, yaradılışın en değerli ürünü ve kainâtın oluş nedeni olduğunu anladıkça, kendine ve varlığa bakışı değişecek. Başına gelenlere sabrettikçe, içinde gelişen tevekkülle benliğinde olanlardan temizlenecek. Bunları uygulamazsa kibre batan benliği yaşamın ortasında yükselen bir darağacı olacak. 

Aynada her semazen küçük taşlara, taşlar birleşip heybetli bir dağa dönüşüyor. Dağın tam ortasından yükselen iç içe üç daire. Baştan sona her bir daire birbirini tamamlayarak sonraki daireye zemin hazırlıyor. Sondan başa herbiri, birbirinin gayesi ve sebebi. Aynı yaşam gibi. 

Üçüncü dairede yan yana gelen birbirinden farklı binlerce varlık. Aynada insan dairesinin sebebi hayvanlar dairesi. Bunun sebebi bitkiler, yaprak, çiçek, sonra onların filizlendiği dallar. Aynada bitkiler dairesi. Dalların sebebi gövde, gövdenin sebebi kök ve toprağa atılan “tohum.” Ve nihayet aynada insanın beşiği olacak “Dünya.” Tam ortasında yazılar beliriyor:

‘Yeryüzünü size döşek (beşik) yapan, orada sizin için yollar açan ve semadan su indiren O’dur. Sonra da onunla, farklı farklı bitkilerden çiftler çıkardık. Yiyin ve hayvanlarınızı otlatın! Muhakkak ki bunda, akıl sahipleri için elbette âyetler vardır. Sizi, ondan yarattık. Ve sizi, oraya (geri) döndüreceğiz. Ve sizi, oradan bir kere daha çıkaracağız.’

Taha / 53-55

Peki bu sebepler dairesini harekete geçiren ne? 

O anda aynada kudüm sesleri çalmaya, ney üflenmeye ve rüzgâr esmeye başlıyor. Demek ki kudüm de ney de rüzgâr da birer hakikatin işareti. 

Kainâtta her oluş, doğum bir “kün; ol” emriyle. Kudümün her sesi bunu ifade ediyor. Yücelerden gelen emirler ve neyle ifade edilen İlahî nefes.3 Rüzgâr ve semazenler bu sürekli oluşun, doğumun, bu hareket halinin göstergesi. O zaman ölüm de bir doğum demek.

Aynada yine bir ayet:

‘O, hanginizin daha güzel amel ve harekette bulunacağını imtihan etmek için, ölümü ve hayatı yaratandır. O, aziz ve gafurdur.’

Mülk / 2

Ayetin arkasından bir uyarı: Bu yazılanları yavaş yavaş, sindire sindir oku. Hızlı okuyanlar sapıtıyorlar.

“Her şey Allah’ın iradesiyle olur. Her yaratmada “kün feyekün” hakim. Üç dairenin; insana döşek olacak dünyanın oluşumunda sadece bu irade; yani külli irade var. Her şeyde mantık ve düzen. Sırasıyla toprak, bitkiler, hayvanlar ve insan. Ancak bazı sahalarda Allah’ın dilemesinin yanında insanın da iradesi var. Semazende olduğu gibi. Ancak bu cüz’i irade, aynı anda ancak bir şeyi irade edebiliyor. Onun için de semazen sırayla halden hale girebiliyor.” 

Aynada yazılanları yavaş yavaş, sindire sindir okuyor ve düşünüyorum. Semazen kendi imtihanını yaşayabilmek adına karar verme yetkisini kullandığına göre sema da kemâle erebilmenin tohumlarını atmak gibi. Beşerden insan olmaya ve sonra kâmil insanlığa hal hal ilerlemek gibi. Semazenin üzerinde nefsinin ölümünü ifade eden bir kıyafet vardı. Neden? 

Aynada yazılar beliriyor:

“Çünkü sema ederek girdiği bu manevî yolculukta nefsiyle cihat edecek. Ancak şunu sakın unutma! Sonuç ve sebep sadece birer araçtır. İlahî faaliyetin üzerine çekilmiş perdelerdir. Ve hepsi bir hikmet, bir amaç üzerine oluşur. Her şeyin varlığı kendinden evvelkinin amacı, kendinden sonrakinin sebebi ve zemini. Yani iç içe sebepler dairesinde toprağa atılan tohum olmasa insan da olmayacak.” 

Düşünüyorum. O zaman kainâtı kuşatan sevgiyse, bu sevginin kainâtın yaratılmasında asıl gaye olan insanın kalbine yerleştirilmiş olması gerekir.

Ayna yine yazıyor:

“Evet… Ve kalbindeki sevgi de bir nokta. Bu emanetin hakkıyla taşınması, onunla tüm varlığın kucaklanması Yaradan’ın istediği şey. Bu nedenle “sevginin gerçek sahibi”ni razı etmesi için insanın böyle bir yolculuğa çıkması gerekiyor. Olayların geçeceği zemin de bu yolculuğa göre hazırlanıyor.” 

Yani semazen yola çıkan yolcu. Sema da yolculuk. Böyle bir yolculuğa ne nefisle ne de akılla çıkılabilir. Kalpteki sırra; o noktaya kavuşabilmek ancak ruhun yoldaşlığıyla gerçekleşebilir.

Aklımdan “Kalpteki sırra; o noktaya kavuşabilmek ancak ruhun yoldaşlığıyla gerçekleşebilir.” sözü geçer geçmez aynada çok büyük harflerle semazenin en son söyledikleri beliriyor:

Akıl uzatsın elini, ruh çevirsin bedeninde
Ruh dönmezse akıl neyler? Sema sırrı, yüreğinde.

Manevî âlemdeki olayları bir kere bakmayla anlayabilmek mümkün değil. Aklımla çözerim diyen yanılır. Beynim çatlayacak gibi. Bir müddet düşünmek istemiyorum. 

Aynada o an her şey kayboluyor. Ve karşımda ihtiyar teyze, yüzünde tebessüm.

– Bulduğun emanet bu zorlanmaya değmez mi Ceylan? Sema sırrının yüreğindeki sevgide olduğunu ve neden olduğunu anlayabilmek, her şeye değmez mi? Haklısın beynin hayli yoruldu. O zaman dediğim değirmene bir başka zaman gideriz. Merak etme! Ben seni bulurum.

***


1.“İnsanın vücudu, içinde yırtıcı hayvanların dolaştığı bir ormana benzer. Parçalanmamak, yok olmamak için çok uyanık bulunmamız lâzım. Bizim vücudumuzda binlerce kurt, binlerce domuz, temiz, pis, güzel, çirkin binlerce sıfatlar vardır. Herhangi sıfat galip gelirse biz onun hükmü altına gireriz. Zaman olur, insanın içinde bulunan kurt harekete geçer ve insandan kurtluk zuhur eder. Zaman olur, insan, ay gibi Yusuf yüzlü bir güzel haline gelir.” Mevlâna / Mesnevi / Cilt 2 / 1416
2. “Ölmeden evvel ölünüz.” / Hadis
3. “O halde ben onun yaratılışını bitirdiğim, ona ruhumdan üflediğim zaman siz derhal onun için secdeye kapanın.” Hicr /29
Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply