İç Âlemimde Neler Oluyor? – Bölüm 16

0

Beşerden İnsana

.Güller açıyor… Güller açıyor…

Çok garip. Nerden geliyor bu ses? Kim söylüyor bunları? Pencereyi açıyorum. Hava buz gibi, yerler kar. Bahara daha çok var. Rüya mı görüyorum? Hayır. Peki rüya değilse kış günü güllerden söz eden kim?

.Benim.

Pencerenin tam karşısında elektrik direğinin tepesinde kocaman beyaz bir gölge. İlk önce seçemiyorum. A… benim martım. Yolculuğumda dağ maceramda karşıma çıkan ve beni sahile götüren bilge arkadaşım. Ama şimdi ne işi var burada?

.Yardıma ihtiyacın olduğunu biliyorum. “Kafan karıştığında beni düşün; hemen gelirim.” demiştim. Unuttun mu? Sana baharı müjdelemek için geldim.

.Baharı müjdelemek mi? Kışın tam ortasında mı?

.Şu anda gözlerinle gördüğün, teninde soğukluğunu hissettiğin, zahirî kış. Ben bunun için gelmedim. Kalbinde ne zamandır seni donduran kışın artık geçtiğini farketmen için uyandırmaya geldim. Şaşırma! Hatırla o günleri. Engebeli yüzüne rağmen dağı nasıl tırmandığını. Kanatların bile götüremeyeceği yerlere varabildiğin o güçlü halini hatırla! “Bu güç verildiğine göre, sen nasıl bir yerin fatihisin?” diye sormamış mıydım? “Sakın onu kaybetmeyesin!” dememiş miydim sana? Benden sonra “Kayalıkların Bilgesi Altın Çiçek”le konuştuğunda sana ne demişti? 

Peki niçin çıktın yola? Ben cevap vereyim: Kendini keşfetmek için. Bu yoldaki düşmanlara yenik düşmedin. Onlara rağmen engelleri aştın ve kapalı kapıları açabildin. O zaman kendinin fatihi olmuyor musun? Bu yolun fatihi nefsin dikenli çitlerini, aklın tepelerini aşıp gelendir.

Şimdi ne oldu da bu kadar karamsarsın? Nefsin dikenli çitlerine mi takıldın, aklın tepelerini mi aşamadın? Kendine gel! Daha önce olduğu gibi uçuş yönümü takip et. Seni bir yere götüreceğim. 

Nasıl hazırlandım, nasıl yola çıktım, bilmiyorum. Martının uçtuğu yöne doğru ilerlemeye başladım. Bir kaç adım sonra karlar kayboldu. Hava ısındı. Bahçelik bir yere geldik. Martı uzakta bir yere işaret etti:

.Bak ilerde biri var. Onunla konuş. Sıkıntını o çözecek.

Bunları dedikten sonra uçup gitti. Dediği yere yürümeye başladım. Yaşı geçkin bir kadın. Elindeki aynayı bir göğe tutuyor, bir kalbine bastırıyor. Bir yandan da bir şeyler okuyor. Yanına iyice yaklaştım. Gözlerine parmaklarıyla dokunuyor, sonra havaya dokunur gibi hareketler yapıyor. Ve durmadan havayı koklayarak “Güller açıyor… Güller açıyor.” diye etrafında dönüyor. Anlam vermek zor. Bu mana âleminin olaylarına aklımın ermeyeceğini çoktan öğrendim. En iyisi sormak. 

Kaç yaşında olduğunu kestiremiyorum. Az sonra güneş ufkun eşiğinden adımını atacak. Son ışıklarıyla gördüğüm kadarıyla saçları bembeyaz; fakat bakışları kartal gibi keskin. Elleri kırış kırış; ancak yüzünde çizgi yok gibi. Dişleri tek tük; ama sesi adeta bir gencin sesi. 

.Hayrola teyzem? Etrafı karanlık sarmak üzere. Güneş çekiliyor. Yıldızlar da henüz görünmüyor. Aynayı neden gökyüzüne tutuyorsunuz?

.Sen buralı değilsin galiba. Olsaydın bilirdin neden tuttuğumu. 

.Evet, buralı değilim ve yaptığınız şeye de pek anlam veremedim. Kafam karıştı.

.Bak, kendin söyledin delikanlı. Burada zihninin anlam veremeyeceği şeyler çok. Kafanı dünyada bırak. Yoksa sana yük olur. Sadece kalbinle anlam vermeye bak. Burada zihnen çözülmeyi bekleyen meseleler, nefsin tutkuları yok. Burada güneş hakikattir. Varlığa onun kendi hakikatini gösterir. Karanlık bastırıyorsa da bu güneş yok oldu demek değil. Çünkü güneş burayı terk etmiyor. Sadece haneleri dolaşıyor. Hakikati, nuru hep burada. Ve ben de aynamla o hakikati, nuru toplamak için gökyüzüne tutuyorum ve sonra içime atıyorum. İçim aydınlandıkça ümit, güç kazanıyor, düşmeden yürüyorum.

.Peki bunları yaparken bir şeyler de söylüyorsunuz. Kiminle konuşuyorsunuz?

.Göklerin, güneşin sahibiyle konuşuyorum ve bunları kendimde tekrarlıyorum:

Nerde bilmem cennet bağlar?
Yolda bir tek o menzil var
Sen’de biter, Sen’de doğar;
Gün ışıyor benden bana.

.Hangi yolda gidiyorsunuz ki, cennet bağlarından söz ediyorsunuz?

.Hakikati içinde toplayan; hayatın ne olduğuna, başına ve sonuna bir merkezden bakar. Aynayı bastırdığım sine aydınlandıkça kimden gelip kime gittiğimi görüyorum. Neleri neden yaşadım? Bunları anlıyorum. Güneşi de beni de aynı kudret bir çizgide bitiriyor ve başka bir çizgiden tekrar doğduruyor. Bu da karanlık geçici; aydınlık ve hayat asla bitmeyecek demek. 

Doğuşun ve batışın tekrarlandığı bu uzun yolda Yaradan’la birlikte olan için her yer cennet misalidir. Cennetten öte sadece O istenir. Hakikatin ışığı biter mi hiç? Sen ona sımsıkı tutunursan dışarda her şeyi ayan beyan görürsün. İçinde hiç bilmediğin köşelerinde kendini tanırsın. Başından geçenleri, ne saçmalıklar yaptığını, boşlukları, aldanmışlıkları anlarsın. Tanıdıkça, anladıkça kiminde üzülür, kiminde gülersin. Ben de bunları yaşıyor, utanıyor, O’na tövbe ediyor, şükrediyorum. 

.Peki daha sonra gözlerinize parmaklarınızla dokunup neden havaya dokunur gibi hareketler yapıyorsunuz?

.Sen hiç Rabbinden utanıp tövbe etmedin mi? Sevinip şükretmeyi bilmez misin? Ağlamayı elbet bilirsin. 

.Tabii üzülünce, acı çekince, bazen de sevinince ağlarım.

.Ben onu demiyorum. Tövbe ederken, şükrederken ağlamaz mısın?

.Dua ederim, umutla beklerim.

.Senin yücelerle irtibatın galiba kalbinle değil, dilinle. O zaman buhar olup yükselen yaşların da yoktur senin. Sakın gözyaşının iç âlemi arıttığını bilmiyorum deme! Arınmış kalp, “rahmet”ten gelen ikramın ne kadar bol olduğunun şuurundadır. Kendini bildikçe göklere yönelmesi artar. Bunun işareti de işte o gözyaşı.  

.Bunu yaptıktan sonra da bir şeyler söylüyorsunuz. 

Nice Rabbim, elin nice
Rahmetin hep keremince
Gözüm yaşı ince ince,
Bak çağlıyor benden Sana.

Rabbine dönen, nurlardan nasiplenir. Nur değdiği yeri kendine benzetir. Beden incelir, şeffaflaşır. Göz ağlamak, dil konuşmak ister. Kulak göğün ritmini bulur; ahenginde ruhu kanatlandırır. Kerem sahibinin rahmeti çoktur. Yüceden rahmet yağarken kuldan şükür buharlaşır. O rahmetle sabrın gövdesi kalınlaşır, yaprakları daha gür çıkar ve o yapraklar vücudun zehrini atar, yaralara iyi gelir. 

.Peki ne diye durmadan havayı kokluyor, arkasından da “Güller açıyor, güller açıyor.” diyerek etrafınızda dönüyorsunuz? 

.Can, Canan’a bağlandıkça Canan yollarını açar. Ruh kendi cevherine yaklaştıkça fıtrattaki tohumlar filizlenir, büyür ve zamanla tevekkül, teslimiyet, teşekkür goncaları açılmaya başlar. Açıldıkça, iç âlemi yücelerden gelen kokular sarar. Çünkü seni insan yapan, kul yapan, bu kemâle erdiren her gül, hayata merhaba der. Merhabalar zamana tad verir, mekânı renklendirir. Tevekkül kalbi güçlendirir, teslimiyet ruhu kanatlandırır, teşekkür yaşamı hayat eyler.

Özler bu can visâlini,
Titrer gönül cemâlini,
Açar tomur kemâlini,
Gül kokuyor Sen’den bana.

Bu güllerin kokusu dünyadakine benzemez. Ne toprak ne dal ne yaprak… Sadece Hak kokarlar.

Bu kokuyla her şey yıkanır. Yıkandıkça ne beden kalır ne can. Kalbin her duvarında sayısız ayna yalnız O’nu gösterir. Kalbin şavkı göze vurur, kulağa vurur. Hak, canın hem gören gözü hem işiten kulağı olur. Haram olana bakılamaz, razı olunmayana kulak verilemez. Kalbin şavkı dile, ele vurur. Hak, kulun hem konuşan dili hem tutan eli hem yürüyen ayağı olur1. Ne emrediliyorsa o konuşulur. El hayrı tutar, ayak hayra yürür. Kul irade etmedikçe, şerre meyletmedikçe şeytan bu ilahî zırhı delemez. Çünkü zırhı yapan Hak’tır.

Ayrıca bu vefalı, kararlı halinden dolayı kulun her işi kolaylaşır. Görülmesi gereken gördürülür, duyulması gereken duyurulur, gidilmesi gerekene yürütülür. Şer de çıkacaksa önüne, korunur. Çünkü koruyan Hak’tır.

Bu dem Dost’la muhabbettir.
Kalp ma’rifet, dilde zikir
Ah… Kalmasa aynada kir
Nur yansısa Sen’den Sana.

Bir yuvanın en güzel yeri muhabbetin konuşulduğu yer. Hele bu muhabbet gerçek Dost’a ise… O’nun kelimeleri kalbe yansıdıkça yansır. Kalp bu yansımayla öğrendikçe öğrenir, bu muhabbetin sesiyle titrer. Titredikçe dil zikreder ve Dost’un adı sinede çağıldar. Bu çağıldamaya zerreler kulak kesilir. Sen, ben, şu, bu biter. Sadece O kalır. 

Peki söyle bana: Ben dönmeyeceğim de kim dönecek? Beni hayli meşgul ettin delikanlı. Bunları da anlamadınsa en iyisi sen dön dünyana. Buralar senlik değil. Haa… bir şeyler anladınsa o başka. Şimdi gelelim beni ilk gördüğünde kendi kendine nasıl tarif ettiğine. Onu de bakalım. 

.“Kaç yaşında olduğunu kestiremiyorum.” dedim. Çünkü saçlarınız bembeyaz; ama bakışlarınız kartal gibi keskindi. Elleriniz kırış kırış; ama yüzünüzde tek çizgi yok gibiydi. Dişleriniz tek tük; ama sesiniz adeta bir gencin sesine benziyordu.

.Doğru görmüşsün. Doğru duymuşsun. Şimdi de değerlendir. Yorum yapmasını bilir misin?

.Bilirim de bu görüntünün yorumu benim için çok zor. Ancak aklımla çözmeye çalışabilirim. Çünkü kalbî değerlendirmelerim yetersiz. 

.Çok mu dünyaya daldın? Gözünü, kulağını, dilini çevrenin tozuna çok mu kattın? Endişelerin, korkularınla fazla mı ezdin ruhunu? Benliğe takılıp yalnız mı bıraktın kalbini? Ne yaptın?

.Söylediğinizin hepsinden -çok değilse de- bir şeyler yaptım. Evet, bunlar da tozlanmama yetti. Haklısınız dünyalıyım. Ama burada olmayı da arzu ediyorum.

.Madem buraya bir meylin var; o zaman yardım edeyim sana. Şimdi tekrar söyle. Başta ne dedin?

.“Saçları bembeyaz.” dedim.

.Saç başımızda, kafa derisinde bulunan, kıl dediğimiz şey. Beyni, gelebilecek hasardan korur. Yüzün ahengini tamamlar, güzel gösterir. Değişik şekillere girerek iç dünyamızı yansıtır. Uzayan, kısalan, dökülen, ağaran, türlü türlü renklere boyanarak istemediği şekli yaşamaya maruz kalan saçımız. Hayat yolunun cilveleri. Bunlar bende gördüğün şeyler.

.Yani tecrübeyle pişmek ve güç. Gördüğüm inişler, çıkışlar, sizdeki yaşanmışlık. Bazen zorlanma, ezilme; bazen baş kaldırı. Ve her zaman ruhu koruyan, hali güzelleştiren bir güç.

.Bak biraz yardımla nerelere geldin. Dedim ya buraya meylin var. Sonra ne dedin?

.“Bakışları kartal gibi.” dedim. Çünkü kartal, son derece keskin bir görüşe sahip. 

.Çünkü kartalın gözünde iki retina var. 300 derecelik bir görüş açısıyla hem ön hem de arka tarafı aynı anda fark edebilir. İki kilometre öteden otlar arasındaki bir tavşanı rahat görebilir. Bunlar bendeki nelerin işaretleri? 

.Çok kuvvetli sezginin, bakış yelpazesinin alabildiğine geniş olduğunun işaretleri. 

.Evet, basiretin; sadece akıl gözüyle değil, kalp gözüyle de gören biri olduğumun ve ferasetin işareti. Bütün bunlar da kalp âleminin nurlu olduğunu gösteriyor. Gelelim sonra dediğine:

.“Elleri kırış kırış.” dedim. 

.Kimin elleri çabuk bozulur? 

.Çok çalışanın, kendini düşünemeyecek kadar fedakâr olanın. Gayretin, emeğin, paylaşmanın en güzel tarifi. Sonra da “Ancak yüzünde tek çizgi yok gibi.” dedim.

.Çizgi genelde neyin işareti? Endişenin, sıkıntının, öfkenin. Emeği paylaşan, başkasının derdiyle hemhal olan ise kalbinde merhamet ve sevgi barındırır. Böyle biri endişeden, öfkeden uzak yaşar. 

.Evet. Ayrıca bir de gayesi varsa sevgiyle hep hayra çalışır. Böyle birinin hali hep sükûnettir. Arkasından da “Dişleri tek tük; ama sesi adeta bir gencin sesi.” dedim. 

.Bir hayvanın fıtratı ne kadar saldırgansa o kadar dişleri keskindir. Ön dişler parçalamak içindir, arka dişler öğütmek, hazmı kolaylaştırmak için. Dişler önde azsa demek ki parçalama olayı yok. Şimdi bunun hayata yansımasını yorumlamaya çalış.

.Kim saldırgan değildir? Dünya hayatının ne olduğunu, ihtirasın tüketen bir güç olduğunu bilen. Tecrübeler ona dünyada neyin dolu, neyin boş olduğunu gösterir. Bunu idrak ettiği için de önüne gelene saldırmaz.  

.Ama bu hal, zayıf karakterlidir anlamına gelmemeli. Belki olur olmaz her yerde konuşmaz. Ama gün gelir de ümitler, gayeler söz konusu olunca boyun eğeceğini zannedenlere öyle bir gürler ki, her soluğunda kaç gencin soluğu birleşmiş gibidir.

.Peki, aklıma takılan bir şey var: Bir teyze yerine bir amcayla da karşılaşabilirdim? Neden kadın?

.Bir amcayla da karşılaşsaydın aynı değerlendirmeler olacaktı. Bakışların kartal gibi keskin, ellerin kırış kırış olması, yüzde çizginin olmaması ve diğerleri fark etmeyecekti. Ama yine de doğru yere takılmışsın. Orada önemli bir nokta var. O noktayı biraz açabilirsin.

.Saç, göz, yüz, diş, el, ses. Hepsi bedenle ilgili. Madem erkek veya dişi olmanın önemi yok. O zaman gördüğüm ve teyzem diye hitap ettiğim, sadece bir beşer ve insan modeli. 

.Doğru. Ne dişi ne erkek; sadece bir beşer. Ama yine de neden teyze olduğumu bir düşün.

.Yaşınızı değerlendirmiştim. Sizdeki tecrübe, yaşanmışlıktı. Ama dişi olmanız? Birkaç şey geliyor aklıma. Söyleyeceklerim saçma olabilir. Mesela dişi, annedir. Gebe kalır, içinde büyütür, dünyaya getirir, sütüyle besler. Rahim, kabiliyetlerin geliştiği ve ortaya çıktığı yer. Bolluk, verimliliktir. Dişi her şeyi aklıyla, sezgileriyle, hisleriyle besler. Doğurganlığıyla bütün doğaya hakimdir. O, aynı zamanda bir cazibe alanıdır. Bütün sanatların kaynağında o vardır. 

.Bu söylediklerinin hiçbiri saçma değil. Kendine kendinin engel olduğunu görüyorsun değil mi? Evet. Hakk’ın beşere verdiği her fıtrî özellik, dişinin rahminde gelişir. Bereketli topraktır. Senin dünyanda topraktan beslenmeyen bir tek bitki, hayvan, insan gösterebilir misin? Doğurgandır; ümittir, hayaldir. Tabi bunun iyisi de var kötüsü de. Sanatın membaıdır. Dünyanızda yazılan şiirleri, şarkıları düşün.   

Peki yaptıklarım ve ardından gökyüzüne söylediklerim hakkında ne dersin?

Olanları tekrar ele alıp düşünüyorum: Önce aynayı göklere tuttu, sonra kendine baktı. Gökten aldıklarını içine akıttı. Akanlarla içi coştu. Coşan gözyaşlarıyla Rabbine yöneldi ve beşer olarak kusurlarını itiraf etti. Tövbeyle temizlenen canında goncaların açıldığını görünce “güller açılıyor” diye adeta kendinden geçti.  Evet! Eveeet…. Şimdi anladım. 

.Sizin yaptıklarınız ve ardından gökyüzüne dedikleriniz, bir beşerin kendini geliştirecek bir yolda ilerlemesini anlatıyor gibi. 

.Senden böyle bir yorum açıkçası beklemiyordum. Doğru dedin. “Beşerin insan olmaya ve sonra insan-ı kâmil olmaya terakkisi.” Beşerden kâmil insanlığa uzanan bir çizgide Halktan Hakk’a doğru yürümek. Ne kadar halka yakın, o kadar Hak’tan uzak. Ne kadar Hakk’a yakın, o kadar halktan uzak. İşin özeti: Hakk’a yaklaştıkça ümit ve huzur. Uzaklaştıkça yeis ve kaos.

Şimdi bu yerinde yorumlarınla söylediklerimde yoğunlaş. Aşama aşama neleri yaşadığımı kısaca özetle.

.Bu diğerinden hayli zor. Bunu benden istemeyin!

.Neden istemeyeyim. Hakikatimi çözebilen bir kabiliyetten bunları isteyeceğim ki, ihsan edilen düşünme, akletme, hissetme, sezme, şuur nimetlerinin şükrünü yerine getirelim.

.Beni buraya bir martı getirdi. Daha önce de yardımını gördüğüm bu âlemin bilgelerinden. Ve giderken şunu dedi: Bak ilerde biri var. Onunla konuş. Sıkıntını o çözecek.” Onun için buradayım.

.Ne oldu sana? Yolda tökezlemeye mi başladın? Yoksa ümidi kaybedip yeise mi düştün? Ancak, sende bir cevher bulmasa Martı seni uyarmaya gelmezdi. Sen anlatmasan da ben bunları biliyorum. Martı’yı, Altın Çiçek’i tanırım. Burada her şeyden -izin verilirse- haberdar olabiliriz. Ayrıca Martı sık sık gelir buraya.

Bu âlemde bizler ruhumuza göre adlandırılırız. Buraların suyundan çok içtiğine göre senin de ruhuna göre bir adın olmalı. 

.Evet, benim de ruhuma göre bir adım var: Ceylan.

.Ceylan mı? Yoksa şu misk ceylanlarının olduğu mor, yeşil reyhanlar âlemini Âdem dostuyla renklendiren Ceylan mısın sen? Biliyor musun? Sizden sonra çevrenizdeki her şey; rüzgâr, yeşillikler, yaseminler, karanfiller, ceylanlar “La Bakiye illallah. La Malike illallah.” sesleriyle nasıl beslendiklerini, dilden dökülenlerin lezzetini günlerce anlattılar. 

O durumdan bu duruma… Bak şimdi buna dayanamam ben; ama kaygılanma! O güzel hale bürünmüş ruhun elbet yine kanatlanmayı bilecek. Martı’yı şimdi daha iyi anladım. Neyse… Şimdi gelelim kaldığımız yere:

Hiç beklemediğim bu güzel sözler karşısında ne diyeceğimi şaşırdım. Ama açıkçası moral vermişti. Gözlerimi kapadım ve o günleri gözlerimin önüne getirerek içimden geleni söylemeye başladım:

.Göklere dönüp de söyledikleriniz “benden bana”dan “Senden Sana’ya” varan bir yolculuğun hikayesi. Aynı mor, yeşil reyhanlar âleminde zikrettiğimiz “La”dan “illa”ya varan “kalpteki tek hakikat”in hikayesi gibi.

Siz benim hem beşer hem insan halimi anlatıyorsunuz. İkisinin arasındaki muazzam farkı gözler önüne seriyorsunuz. Elindeki mercekle yıldızları incelemeye bakan adam gibi ne zamandır beşer halimle insanı-ı kâmil olmaya çalışıyordum. Bedenim mükemmel; ama içinde esmeyen bir ruh yoksa neye yarayacak? Ruhsuz bakan ve konuşan, göremez ve hiçbir şeye anlam veremez. Çünkü Hakk’ın çizdiklerinden ve kelimelerinden habersizdir. Hem habersiz hem açtır. Açlık devam ettikçe dudak kurur, mide kıvranır, beden azap çeker. Ve açlığını gidermek için aramaya çıkar. Nereye varsa boştur. Her seferinde açlığı daha da artar. Neden açtır? İllaki bir şeye ihtiyacı olmak zorunda mıdır? 

Bu sorular içini aydınlatır. Kendinde kaynak aramaya başlar. Bakar ki her zerresi açtır, acizdir, yoksuldur. İçinde sayısız billurdan sandıklar görür. İçleri cevher ve ihtiyacı olanlarla dolu. Ama kilitlidirler. En sonunda çok şeye sahip olduğunu; ama anahtarları bulamazsa açlıktan tükeneceğini anlar. Bu yaşanan, “benden bana” halidir.

Bu hal onu göklere yönlendirir. “Aradığın anahtarlar orada.” diyen sesi sık sık duymaya başlar. Oraları merak ettikçe, seyrettikçe sinesi genişler, gökleri dinledikçe hisleri yol olup uzar. Gözleri aynı pınar gibi çağlamaya başlar. Bu hakikat de “benden Sana” halidir. 

Bunca uzayan yol ve akan gözyaşları. Gökler bilir ki bu yaşlar farkındalığın kelimeleridir. İhtiyacın “Gerçek Kapı”yı tıklatmasıdır. Belli ki, “la” tükenme noktasına gelmiştir. Böyle olur da “illa” kapısı açılmaz mı? Gereken anahtarlar verilir, sandıklar açılır. Yağan rahmetle beden yeşerir. Nice bahçe, nice gonca, nice cemalî tecelli… Her taraf mis gibi. Hele güller… Gül kokusu kemâle ermenin mührünü basar değdiği yere. Ve her yer “Senden bana” ihsanını müjdeler.

Beden artık nurdan bir saraydır. Kalbin otağına göz dayanmaz. Dil susar, anlam konuşur. Ten susar, ruh konuşur. Sonra hem beşer hem insan susar, sadece Nur’un hakikati konuşur. Ve Hak olan, “Sen’den Sana”yı söyletir her zerreye.

.Ben, “Aşama aşama neleri yaşadığımı kısaca özetle.” dedim. Sense neler neler anlattın bana.

 Sıkıntının çaresi bende değil, asıl sendeymiş Ceylan.

.İşte bunu anlaman için “Onunla konuş; sıkıntını o çözecek.” dedim. 

Benim bilge arkadaşım süzülerek kondu yanımıza.

.Hoş geldin Martı. Bu âlemin dışında kendi değerinden, insanlığından habersiz ne kadar beşer varmış.

.Hem de çok var. Haydi Ceylan! Dönme vakti geldi. Şimdi sıra Âdem’in aldın mı dediği emanette. “Yüreğindeki sema sırrı”nı bulmada.  

.Yüreğindeki sema sırrını bulmada mı? Ceylan, o zaman beni iyi dinle! Seninle biraz evvel konuştuklarımızı -bilhassa sondaki yorumlarını- baştan sona düşün. Sonra benim yaptıklarımı ve ardından gökyüzüne söylediklerimi gözünün önüne getir ve hepsini harmanla. Tekrar düşün, tefekkür et. Onların arasında bu sırrı bulabilirsin.

***


1. “Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı (aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum.” / Buhârî
Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply